21 Aralık 2009 Pazartesi
DEVRİMCİ DEĞERLER VE KEPAZELİK
Zeki BAYTERİN
22 Aralık 2009
Başlangıçta eşitliğin, özgürlüğün, sömürüsüz bir dünyanın engeli ve düşmanı olarak sadece düzen kurumlarını, en uçtaki ilişkileri ve onun temsilcilerini gören birey, süreç geliştikçe, kendi içindeki düşmanı da görmeye, hissetmeye başlar. Düzenle giderek daha da keskinleşen, yoğunlaşan, kapsamı genişleyen tarzda hesaplaşmaya giriştikçe, kendi iç hesaplaşması da gelişir, derinleşir.
Bu iç hesaplaşma, içinde bulunulan ilişkilere ve koşullara bağlı olarak çok çetin ve sancılı tarzda gelişir. Ancak kesin olan bir şey var ki, bu iç hesaplaşma, kaçınılmazdır.
Kişinin kendi iç savaşının bu aşaması, özgürleşme doğrultusunda, sonuçlandırması, insanlaşma sürecinde ilk temel adımı atması, yaşam karşısında kapsamlı bir netleşmeyi sağlaması demektir. Bu durum, birey bazında, mevcut düzenin yıkılıp, iktidarın ele geçirilmesi, devrimin gerçekleştirilmesi ile eş değerde bir durumdur. Süreç, doğaldır ki, bu aşamada durmaz. Bunu, devrimci mücadelede ve devrimci yaşam biçimini üretmede derinleşme, yetkinleşme süreci ve bu sürecin sorunları ile hesaplaşma izler.
Bireyin devrimcileşmesi, insanlaşması süreci, birbirini izleyen, iç içe geçmiş, çeşitli dönemeçleri olan karmaşık ve olağanüstü zenginlikte bir üretkenlik ve kendini tanımlama sürecidir.
Bu sürecin ilk temel aşaması olan devrimcilikte kesin biçimde karar kılma, kendi kişiliğindeki, yaşama tarzındaki düzenin tüm ilişkilerine, kurumlarına ve her türlü etkisine karşı top yekün savaşma ve bunları kesin biçimde tasfiye etme kararı ve bu kararın oluşum süreci, sürecin bütünü üzerinde uzun vadeli etkileri olan en önemli aşamadır.
Sömürü ve zulüm düzeni ile uzlaşmaz çelişkileri olan, mücadele isteği taşıyan, az çok mücadeleye katılan pek çok devrimci sempatizanın, mücadelenin ilerlemesi ile birlikte, güzelliklerin yanı sıra zorlukların da daha belirgin hale gelmesi sonucu, ilişkilerinden tiksinerek geri çekilmesinin kaynağında, bu hesaplaşmanın, düzenin değer yargıları, kavramları temelinde yapılması vardır.
Yine bu nedenledir ki, devrimci pratiği ciddi biçimde sarsan, önemli kayıplara ve dağınıklığa neden olan pek çok örnek çıkmaktadır. Mücadelede en ön safta yer alan, en keskin devrimci söylemler kullanan, birkaç yıl profesyonel yaşantı sürdüren bel kemiksiz omurgasızların biranda kendilerini en yoz düzen ilişkilerinin kucağına attıkları sıkça görülen bir gerçektir.
Böylesine zorlu bir süreçte, acılar ve bedeller de kaçınılmazdır, özgürlüğün doğal bir parçasıdır. Diyalektiğin kaçınılmaz yasaları, bu süreçte de işliyor. Mutluluk ve acı...
Bunun kanıtları ile gündelik yaşantı içinde heran yüz yüze geliyoruz depremden kaçıp yangına, yangından kaçıp rüzgara, rüzgardan kaçıp fahişeliğe, fedailiğe mahkum edilen, toplum dışına atılmış binlerce insanın mutsuzluğu, acıları, düşünce sınırlarını zorlayacak niteliktedir.
Yoksul olduğu için çocuğuna bayram giysisi alamadığı ya da ailesinin ihtiyacını gideremediği için intihar eden geride bıraktığı insanların acılarını, mutsuzluğunu düşünelim. Vücudunu satan, yozlaştırılıp hırsız olan, dolandırıcılık yapan, kişisel çıkarları için adam öldüren insanların mutsuzluğu 10’larca yıllık hapislerin acısı kolayca tanımlanabilir mi? Otuzuna kırkına gelip de, hayatın kısır döngüsü içinde sıradan anlamsız bir dişli haline dönüştüğünü gören amaçsız hiçbir değere sahip olmayan ve üretmeyen insanın içine düştüğü boşluk duygusunun yarattığı mutsuzluğun ölçüsü var mıdır?
Bu çark, sadece mutsuzluk ve acılar doğrultusunda işler, mutluluk ise talidir. Nedir mutluluk kaynağı? Sevdiğin kadın mı, erkek mi, işin mi, araban mı, evin mi, sahip olduğun birkaç parça eşyan mı? Bir miktar paran mı Onlara bırakmaya çalıştığın maddi değerlere rağmen geleceğinden endişe ettiğin çocukların mı?
Düzen mantalitesi, bu soruların yanıtını veremez. Çünkü düzen, kaçınılmaz biçimde yozlaşmayı ve mutsuzluğu üretir. Bu durum, emekçiler için ayan beyan ortadadır. Emekçi için, yaşadığı maddi koşullardan dolayı, bu soruları sormak dahi gereksizdir. Yaşamını sorgulayan ve az çok arayış içine giren kapitalist de şu veya bu biçimde mutsuzluğun duvarına çarpar. Bu nedenledir ki, onların yaşamında da sahte mutluluk araçları olan her türlü sapkınlık, temel bir role sahiptir.
Öte yandan devrimciliğin, yani yaşamı anlamanın okuyarak, değerlendirerek, yazarak, yaşayarak ve belirli hedefler, programlar temelinde özgürlüğün, eşitliğin, insanca yaşam koşullarının üreticisi olmanın mutluluğu, apayrıdır.
Devrimcilik kendini, düzenin tüm kurumlarının, değer yargılarının, yasaklarının, kısacası, mevcut bütün düşünsel ve maddi statükoların dışında görmektir. Düzenin dayattığı maddi yaşam koşullarını reddediştir devrimcilik. Düşüncede ve maddi yaşam ilişkilerinde bir yeniden tanımlama, üretmektir.
Onlarca yıl hapis yatan, işkenceler gören devrimcinin bütün bunlara karşın sahip olduğu coşkunun, mücadele gücünün kaynağı nedeni budur. Devrimci ya da devrimcileşen birey düzenden koptukça kendini kazanmaktadır, kendini var etmektedir, dünyayı kazanmaktadır.
Devrimciler, sömürülen insanların tarihteki en büyük ve en son hesaplaşmasının öncüsü ve yenilmez gücüdür.
Onlar, binlerce yıllık sömürü ilişkilerinin tarihine nokta koymaktadırlar. Spartaküsün, Şeyh Bedrettin'in, Mustafa Suphiler'in, Sandinolar'ın, Senalar'ın, Denizler in, Zilanlar'ın sömürüden ve zulümden kaynaklanan binlerce yıllık acılarının hesabını sormaktır devrimcilik. Devrimciliğe bu tarz bakış, gündelik yaşamının her anına damgasını vurmalıdır.
Her devrimci, bu adımı atmalı, devrimci kimliğini tanımlamada, kullandığı burjuva değer yargılarının bir ifadesi olan kavramları, ifadeleri bir kenara atarak, "Devrimcilik kazanmaktır, insanlaşmaktır" diyebilmelidir.
22 Aralık 2009
Başlangıçta eşitliğin, özgürlüğün, sömürüsüz bir dünyanın engeli ve düşmanı olarak sadece düzen kurumlarını, en uçtaki ilişkileri ve onun temsilcilerini gören birey, süreç geliştikçe, kendi içindeki düşmanı da görmeye, hissetmeye başlar. Düzenle giderek daha da keskinleşen, yoğunlaşan, kapsamı genişleyen tarzda hesaplaşmaya giriştikçe, kendi iç hesaplaşması da gelişir, derinleşir.
Bu iç hesaplaşma, içinde bulunulan ilişkilere ve koşullara bağlı olarak çok çetin ve sancılı tarzda gelişir. Ancak kesin olan bir şey var ki, bu iç hesaplaşma, kaçınılmazdır.
Kişinin kendi iç savaşının bu aşaması, özgürleşme doğrultusunda, sonuçlandırması, insanlaşma sürecinde ilk temel adımı atması, yaşam karşısında kapsamlı bir netleşmeyi sağlaması demektir. Bu durum, birey bazında, mevcut düzenin yıkılıp, iktidarın ele geçirilmesi, devrimin gerçekleştirilmesi ile eş değerde bir durumdur. Süreç, doğaldır ki, bu aşamada durmaz. Bunu, devrimci mücadelede ve devrimci yaşam biçimini üretmede derinleşme, yetkinleşme süreci ve bu sürecin sorunları ile hesaplaşma izler.
Bireyin devrimcileşmesi, insanlaşması süreci, birbirini izleyen, iç içe geçmiş, çeşitli dönemeçleri olan karmaşık ve olağanüstü zenginlikte bir üretkenlik ve kendini tanımlama sürecidir.
Bu sürecin ilk temel aşaması olan devrimcilikte kesin biçimde karar kılma, kendi kişiliğindeki, yaşama tarzındaki düzenin tüm ilişkilerine, kurumlarına ve her türlü etkisine karşı top yekün savaşma ve bunları kesin biçimde tasfiye etme kararı ve bu kararın oluşum süreci, sürecin bütünü üzerinde uzun vadeli etkileri olan en önemli aşamadır.
Sömürü ve zulüm düzeni ile uzlaşmaz çelişkileri olan, mücadele isteği taşıyan, az çok mücadeleye katılan pek çok devrimci sempatizanın, mücadelenin ilerlemesi ile birlikte, güzelliklerin yanı sıra zorlukların da daha belirgin hale gelmesi sonucu, ilişkilerinden tiksinerek geri çekilmesinin kaynağında, bu hesaplaşmanın, düzenin değer yargıları, kavramları temelinde yapılması vardır.
Yine bu nedenledir ki, devrimci pratiği ciddi biçimde sarsan, önemli kayıplara ve dağınıklığa neden olan pek çok örnek çıkmaktadır. Mücadelede en ön safta yer alan, en keskin devrimci söylemler kullanan, birkaç yıl profesyonel yaşantı sürdüren bel kemiksiz omurgasızların biranda kendilerini en yoz düzen ilişkilerinin kucağına attıkları sıkça görülen bir gerçektir.
Böylesine zorlu bir süreçte, acılar ve bedeller de kaçınılmazdır, özgürlüğün doğal bir parçasıdır. Diyalektiğin kaçınılmaz yasaları, bu süreçte de işliyor. Mutluluk ve acı...
Bunun kanıtları ile gündelik yaşantı içinde heran yüz yüze geliyoruz depremden kaçıp yangına, yangından kaçıp rüzgara, rüzgardan kaçıp fahişeliğe, fedailiğe mahkum edilen, toplum dışına atılmış binlerce insanın mutsuzluğu, acıları, düşünce sınırlarını zorlayacak niteliktedir.
Yoksul olduğu için çocuğuna bayram giysisi alamadığı ya da ailesinin ihtiyacını gideremediği için intihar eden geride bıraktığı insanların acılarını, mutsuzluğunu düşünelim. Vücudunu satan, yozlaştırılıp hırsız olan, dolandırıcılık yapan, kişisel çıkarları için adam öldüren insanların mutsuzluğu 10’larca yıllık hapislerin acısı kolayca tanımlanabilir mi? Otuzuna kırkına gelip de, hayatın kısır döngüsü içinde sıradan anlamsız bir dişli haline dönüştüğünü gören amaçsız hiçbir değere sahip olmayan ve üretmeyen insanın içine düştüğü boşluk duygusunun yarattığı mutsuzluğun ölçüsü var mıdır?
Bu çark, sadece mutsuzluk ve acılar doğrultusunda işler, mutluluk ise talidir. Nedir mutluluk kaynağı? Sevdiğin kadın mı, erkek mi, işin mi, araban mı, evin mi, sahip olduğun birkaç parça eşyan mı? Bir miktar paran mı Onlara bırakmaya çalıştığın maddi değerlere rağmen geleceğinden endişe ettiğin çocukların mı?
Düzen mantalitesi, bu soruların yanıtını veremez. Çünkü düzen, kaçınılmaz biçimde yozlaşmayı ve mutsuzluğu üretir. Bu durum, emekçiler için ayan beyan ortadadır. Emekçi için, yaşadığı maddi koşullardan dolayı, bu soruları sormak dahi gereksizdir. Yaşamını sorgulayan ve az çok arayış içine giren kapitalist de şu veya bu biçimde mutsuzluğun duvarına çarpar. Bu nedenledir ki, onların yaşamında da sahte mutluluk araçları olan her türlü sapkınlık, temel bir role sahiptir.
Öte yandan devrimciliğin, yani yaşamı anlamanın okuyarak, değerlendirerek, yazarak, yaşayarak ve belirli hedefler, programlar temelinde özgürlüğün, eşitliğin, insanca yaşam koşullarının üreticisi olmanın mutluluğu, apayrıdır.
Devrimcilik kendini, düzenin tüm kurumlarının, değer yargılarının, yasaklarının, kısacası, mevcut bütün düşünsel ve maddi statükoların dışında görmektir. Düzenin dayattığı maddi yaşam koşullarını reddediştir devrimcilik. Düşüncede ve maddi yaşam ilişkilerinde bir yeniden tanımlama, üretmektir.
Onlarca yıl hapis yatan, işkenceler gören devrimcinin bütün bunlara karşın sahip olduğu coşkunun, mücadele gücünün kaynağı nedeni budur. Devrimci ya da devrimcileşen birey düzenden koptukça kendini kazanmaktadır, kendini var etmektedir, dünyayı kazanmaktadır.
Devrimciler, sömürülen insanların tarihteki en büyük ve en son hesaplaşmasının öncüsü ve yenilmez gücüdür.
Onlar, binlerce yıllık sömürü ilişkilerinin tarihine nokta koymaktadırlar. Spartaküsün, Şeyh Bedrettin'in, Mustafa Suphiler'in, Sandinolar'ın, Senalar'ın, Denizler in, Zilanlar'ın sömürüden ve zulümden kaynaklanan binlerce yıllık acılarının hesabını sormaktır devrimcilik. Devrimciliğe bu tarz bakış, gündelik yaşamının her anına damgasını vurmalıdır.
Her devrimci, bu adımı atmalı, devrimci kimliğini tanımlamada, kullandığı burjuva değer yargılarının bir ifadesi olan kavramları, ifadeleri bir kenara atarak, "Devrimcilik kazanmaktır, insanlaşmaktır" diyebilmelidir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder