1 Mayıs 2011 Pazar
MURAT ÇAKIR Ve MEDYA İLLÜZYONU
Mıkdat Abuzer
30 Nisan 2011
Onurlu ve sorumlu her aydın, her yazar, yazmadan önce yazacaklarını arkasında duracak kadar sağlam bilgilere dayanmalıdır. Yazılan başkasını ilgilendiriyorsa hele hele komşu ülkemizle ilgili yaşamsal bir konuysa çok daha dikkatli olunması kaçınılmazdır.
21. Yüz yıl bir iletişim yüzyılıdır. Medyanın gücü olumlu ve olumsuz olmak üze iki ucu keskin bıçak gibidir. Medya illüzyonu, bu çağın en riskli bilgi kirliliğin oluşturuyor. Doğru bilginin kaynağına ulaşmadan hiç kimsenin mutlak iddialarda ve tutumlarda bulunmaması gereklidir. Halkların çıkarını savunanların ise buna çok daha dikkatli olması gerek.
***
Türkiye solunda, bölgemiz üzerine çok az insan yazı yazıyor. İlgisizlik, bilgisizlikle birleşince konuşan, kendini uzman diye gösterenlerin ortaya koyduğu görüşler, ciddiyetten, araştırmadan uzak ağzına yüzüne bulaştırır cinstendir.
Murat Çakır, yazılarından tanıdığımız birikimini ve dilini beğendiğim bir siyasi yorumcu. Ancak o da tüm yazılarını istisnasız Batılı medyanın etkisi altında yazıyor. İlginç bir şey ki, yazdıkları arasında kendine ait soyutlamalar oldukça az. Böylelikle Ortadoğu üzerine yazdıklarını, aktarma bilgilerin sınırında tutuyor. Bu da Murat Çakır’ın bölge olaylarıyla ilgili algısını şekillendiriyor.
Murat Çakır, olayları Batılı haber ajanslarıyla, dergilerinin üçüncü derece yazarlarına dayanarak değerlendirmeye çalışıyor. Bölgeyi bilmiyor, bu nedenle de değerlendirmeleri çok sığ. Değerli ve birikimli bir kişi olmasına rağmen, böylesine hassas konularda, bir ülkenin kaderini belirleyen, bir komşu ülkeyle ilgili olan yaklaşımlar üzerine hesapsız yorumlar yapmak ciddi bir hatadır.
Konuyla ilgili kendimin yerinde bire bir gözlemlerden sonra yazdığım, başka arkadaşlardan buraya yüklediğim yazılar ve bölgenin tüm devrimci, demokrat, komünist, hareketlerin ortak kararla ilan ettikleri gerçekler Murat Çakır’ın yanıldığını göstermeye yeterlidir. Suriye bir direniş ülkesidir, eksiklerini reformlarla hızla aşmaya çalışarak da halkının temel demokratik ihtiyaçlarını giderme uğraşındadır. Aralarından bölgemizin en eski Komünist Partisi, farklı sosyalist partiler de dahil, 7 Partiden kurulu İlerici Vatan Cephesiyle yönetilen Suriye, yetersiz olsa da çok partili parlamenter bir sistemle yönetilmektedir. Bunun genişletilmesi, “tek parti önderliği” diye anayasanın 8. Maddesinde belirtilen anti demokratik engelin ilgasıyla genişletilecek reform adımları, bu ülkeyi daha da çağdaş ve direnme hattında bir ülke olarak güçlü hale getirecektir. Çağdaş, gösteri ve yürüyüş kanunu, özgür basın ve yayın kanunları, parti ve seçim yasaları hızla çıkarılmakta, ülke barışçıl her düşüncenin özgürce dile gelip örgütlenmesinin kanallarını açmaktadır. Ünlü İngiliz yazar Patrick Seale, Suriye yönetiminin karara bağladığı reform paketi için, “bu reformlar bir devrim gibidir” ibaresini kullanmıştır. Bu gelişmeleriyle Suriye, eskiden olduğu gibi bölgenin tüm devrimcilerinin anavatanı olmaya devam edecektir.
Kendi ülkemizden biliriz, üç kuşak, on yıllar boyu ceza yasasının 141-142. Maddelerinin kaldırılması için çalıştık. DGM için ise ölüp ölüp dirildik, kaldırılması için çalıştık. Sonuç bizim istediğim gibi ve özverilerle mücadele ettiğimiz kesitlerde değil, kendi keyiflerinin geldiği, çıkarlarının sınırları içinde, bir gece ansızın kaldırılma durumunda oldular. Bu bizim mücadele baskımızın sonucu olsa da. Bu karşılaştırmayı yapmamın nedeni; Suriye, reformlarını akıl almaz bir hızla ikame etmek isterken ısrarla önünü kesme çabalarının nasıl da büyük bir komploya bağlı olarak hayata geçirildiği görülmektedir.
Eli kanlı gerici Müslüman Kardeşler Hareketi ise bu ilerlemenin yolunu kesmek için silahlı saldırılarla Emperyalist-Siyonist ve Arap gericiliğinin çıkarlarına hizmet sunmaktadır. Bu belirlemeleri kimse duygusal, slogancı belirlemeler olarak ele almasın. Her cümlemin arkasında belgeleriyle, maddi delilleriyle, itiraflarıyla ortaya konan dosyalar bulunmaktadır. Suriye’de demokrasi ve özgürlük sorunu var. Bu sorunu çözmek için yönetim tüm gücüyle çalışmakta ve ülkenin tüm aydınlarının ilericilerinin de onayını alan reformları yapmaktadır. Ancak bu gelişmelerin Suriye’yi daha da güçlendireceği bilindiği için, yolu kesilmek istenmektedir. “Yaratıcı Anarşi”de tas tamam budur.
Suriye’nin demokratikleşme yolunda ilerlemesinin önü işte bu güçlerce kesilmek istenmektedir. Bölgemiz halklarının çıkarına olan bu ülkenin direnişçi tutumu, anti emperyalist, anti Siyonist duruşu ve son olarak kendini yenileme, geliştirme, halkı için yararlı olan reformlara yönelme girişimi bölgenin gelecek yaşam kesitleri için oldukça anlamlıdır. Mahkum edilmek istenen de budur.
Suriye ülke olarak bölgemizin tek direnme merkezidir. Bunu yaşayarak gördük. Bu nedenle bölgenin tüm devrimci örgütleri, bir araya gelerek sonuna kadar Suriye’den yana olduklarını ve onunla birlikte her türden tehlikeye göğüs gereceklerini açıkladılar. Bölgemizin en eski Komünist Partisi SKP, Sosyalist partiler, Demokratik muhalefetin ezici çoğunluğu, yurtseverler, dini temelde örgütlenen direniş örgütleri, Lübnan’ın bile istisna, Komünist, devrimci, direnişçi, ilerici demokrat tüm örgütleri, meydanlara on milyonu aşkın bir kitle olarak inip ülke yönetimine destek veren Suriye halkı, yönetimini desteklerken; Murat Çakır’ın hangi verilere, hangi kıstaslara, hangi örgüt ya da şahsiyetlere dayanarak Suriye’yi diktatörlük olarak değerlendirip, kim olduklarını bile bilmediği eli kanlı gerici terör örgütü yandaşlarına destek verişini anlamak gerçekten çok güçtür.
Kişi bir bölge ve ülke üzerine bir yazı yazarken öncelikle o ülkenin farklı kaynaklarına başvurur. Farklı ve gergin siyasi çevrelerini algılar. Bunları yapmadan, konuya en tarafsız haliyle yaklaşsa da kendi ülkesinin etkisi altında olacak Avrupalı yazarlara sığınmaz. Bu alışkanlık, solumuzun marjinalliğinin de temel nedenlerinden biri olduğunu buraya not düşmek istiyorum. Murat Çakır bu hataya düşmüştür.
Murat Çakır’ın bu konuda yetersiz bilgilenme içindedir. Bu kesin. Bunu her alanda onunla tartışmaya da hazırım. Bu konuda yeterli bilgi sahibi olmadığı gibi afaki söylemlerle okuru yanlış yönlendirmektedir. Avrupa’nın taraflı medyasının, sığ, çıkarcı, geri, oryantalist ülkeler üzerinde tasallutçu bakışın yaratmak istediği, bilinç kirletme ve yönlendirmesinden etkilenmiştir. Murat Çakır’ın bölge yazılarında ortaya çıkan yetersiz duruşu bundandır.
Suriye, 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesiyle ülkemize dayatılan karanlık dönemde, Türkiye devrimcilerinin ve Kürt özgürlük hareketinin güvenli tek limanıydı. Saddam diktatörlüğünden kaçan Iraklı Kürt–Arap devrimci hareketlerinin sığınağıydı. Lübnan ve Filistin devrimci hareketinin temel destekçisi olarak bu gün de görevini sürdürmektedir. Suriye’nin karşılıksız destek verdiği tüm hareketlerin, bu gün bölgemizde halkını en üst düzlemde temsil eden hareketler olması bile başlı başına bu ülkenin öz verilerini anlayıp, duruşunu kavramak için yeterlidir. Bu satırları yazarken vermek istediğim mesaj sadece gerçeklerin kavranmasıdır. (Bu satırların yazarı, Suriye’de birden çok kez tutuklanmış uzun süre zindan yatmış biri olduğunu hatırlatırım.) Bu ülkeyi ucuz laflarla, sallama yazılarla, bilimsel değeri olmayan, istatistik verisi bulunmayan söylemlerle, diktatörlüktür diyerek ötelemek, tutarlı bir siyasi üslup değildir.
Suriye’de muhalefete gelince; bu konuda asgari bilgi edinmeden görüş ortaya koymak da çok yanlıştır. Bu konuları sıkça yazdım, kısaca belirteyim. Suriye’de üç temel muhalefet vardır.
Birincisi; Kürt muhalefetidir; en gerçekçi ve en haklı muhalefet budur. Talepleri ve eğilimleri bellidir. Barışçıldır. Ülkesi Suriye’nin iç ve dış dengelerini, sorunlarını bilerek sorumluca bir siyasi tutum sergilemektedir. Bu muhalefetin içinde ciddi olmayan hayali taleplerle kendini diğerlerinden farklı göstermeye çalışın, kitlesiz ve kalitesiz marjinal guruplar da bulunmaktadır.
İkincisi; muhalif ilerici, devrimci, yurtsever, komünist guruplardan, “Şam Baharı”, “Şam Deklarasyonu” denilen guruplar. Bu kesimler on yıllardır demokratikleşmenin mücadelesini veren guruplardır. Tutarlı görüşleri ve programları bulunmaktadır. Suriye protestolarının başlangıcında bu gurupların özverili çabaları bulunmakta ve muhalif olmanın önünde duran korku duvarlarını yıkan da bunlardı. Bu muhalefet, yönetimin açıkladığı reform paketi konusunda, büyük bir çoğunluğu yönetime zaman tanıyarak fiili sonuçlarının beklenmesi gerektiğini belirtip gözlem sürecine girmiştir. En doğru tutum da bu idi. Bu kesimler ki ülkenin aydınları, sanatçılarının da katkısıyla Suriye halkının gerçek taleplerini temsil edenler, bu gün Suriye’de kanlı kardeş kavgasının doğmasına yol açan eli kanlı, silahlı selefi, Müslüman Kardeşler Hareketi gibi, gericiliğin ortaya koyduğu gösterilere, şiddetle karşı durmaya başlamış bulunmaktadırlar. Komünist Emek Birliği liderlerinden Fatih Camus’la yaptığım görüşmede bu tutumda olduklarını ve “gericiliğin ülkemizi dış güçlerin saldırılarına açık hale getirmek isteyen komplocu, provokatörlere şiddetle karşı duracağız” diyerek tavrını belirtmiştir.
Üçüncüsü; kin ve nefret muhalefeti. Bu muhalefetin kaynakları birçoktur. 1980’lı yıllarda yapılan eli kanlı ve silahlı gerici ayaklanmaların aldığı ağır yenilgi artıkları, “Alevi egemenliği” söylemi şemsiyesi altına şahsi, inançsal tepkilerini yerleştirenler; bunların, bu günkü en moda sloganları “Aleviler Tabuta Hıristiyanlar Beyrut’a”. Bu çevreler son olaylarda öldürdükleri insanların cesetlerini satırlarla parçalayıp sokakta sürükleyen çevrelerdir. Bunlara, Lübnan ve yakın dönem sorunlarının etkisiyle kışkırtılan, Suudi Arabistan, Katar gibi gerici ülkelerin ve prenslerinin ısrarla sürdürdükleri provokasyonlara alet olanlarla, Deraa, Humus, Baniyas gibi Lübnan’la sınır olan kentlerde kaçakçılıkla geçinen çevrelerle, mafya ilişkilerinde olan aileler eklenebilir. Bu çevrelerin, ortaya koydukları muhalefet de tanrının hükmüne çok bağlı görünmektedir; zaman ve mekan algıları da buna çok uygun ortaya çıkmaktadır. Camiler ve Cuma namazı bunun en açık belirtisidir. Başka bir mekan ve zaman da bir elin sayısı kadar halkı protesto gösterilerine çıkaramayan bu çevreler, Suriye’nin her Cuma gününü gergin hale getirmek için gericiliğin en çirkin girişimlerine baş vurmaktadırlar. Basına saldıran, kamu mülkiyetini yakıp yıkan, göstericilere de güvenlik güçlerine de aynı anda kurşun sıkan, suikast düzenleyen ve komploları ülke içine sırtında taşıyarak, cihat çağrılarıyla kanlı süreçleri başlatan çevreler bunlardır.
Dünya basının ilgili oldukları da bunlardır. Çünkü köpeğin insanı ısırması haber değil, insanın köpeği ısırması haberdir ilkesiyle çalışmaktadırlar. Murat Çakır bunlardan etkilenmiştir.
Bu eli kanlı çevrelerin, bölge halklarının düşmanı olanların, neler yaptığını ve medyanın yalan kurgularla bu olayları bire bin katarak nasıl servis ettiğini tek tek bilinmektedir. Bu konuda isterse Murat Çakır’a sunacağım binlerce belge bulunmaktadır.
İşte Suriye’nin gerçek muhalefet tablosu budur. Bunları bilmeden yazmak doğru yazmanın önündeki en büyük engeldir. Bu tablonun tümünün bir arada bile, başkent Şam’da ve ikinci büyük kent Halep’te hiç bir varlık olamamalarıyla, bir elin sayısı kadar kitleyi dahi yürütememelerini de ekleyerek olaylara bakmak gerek.
Bunlara ek olarak; yurtdışında, yani Suriye yönetiminin elinin uzanamayacağı dünyanın tüm ülkelerinde, üstelik Batılı ülkelerden aldıkları tüm desteklere rağmen, bu muhalefetin bir elin parmak sayısı kadar kararlı ve ısrarlı bir muhalefet örgütleyemediğini hatırlatacağım. Tersi ise çok daha doğrudur. Suriye yönetimine yurt dışında akın akın destek yürüyüşleri yapılmakta ülkelerini sonuna kadar savunacaklarını dile getirmektedirler.
Bu somut verilerin ışığında, bu maddi kanıtların olduğu yerde hangi insan hakları taraflısı, hangi siyasi kaygılar taşıyan insan, anti emperyalist tutumlarıyla bölgenin biricik ülkesi olan ve halkı tarafından bu ölçüde desteklenen bir ülkenin yıkılması için, kıstırılması için, eli kanlı muhalefetine “demokratik muhalefet” diyebilir? Onların desteklenmesi için çağrı yapabilir. Murat Çakır yanlış yapmıştır.
Suriye’de gösteri kanunu yeni çıktı. Dünyanın tüm uygar ülkelerinde olduğu gibi; barışçıl gösteri yapmak isteyenler, gösterilerinin yer ve zamanını belirleyerek, gösterici kitlenin korunması için, devletten yardım da alarak sorumluca bu hakkı kullanabilirler. Bu hak varken, provokasyon yaratmak için ısrarla silahlı saldırılar yapmak, sayıları yüzleri aşmayan cami ve Cuma namazına endeksli gösterilere yönelmek, ibadet yerlerini buna bir araç yapmak, hiçbir demokratik ülkenin izin vermeyeceği bir davranıştır.
Bu ortamda, yönetimin muhatap alabileceği örgütlü bir çevre oluşturamamaktadırlar. Ülke ölçeğinde, reformları tartışacak halkı temsil eden tek çevre İlerici Vatan Cephesinin partileri, lider ve kadroları ve bu reformlara onay veren geleneksel ilerici devrimci muhalif çevreler olmaktadır. Bunlarla da sıkı bir ilişki sürmekte, katkıları alınmaktadır.
Bu noktada, irili-ufaklı kitlesel görünüm veren her harekete demokratik hareket denemeyeceğini belirtmeme gerek yoktur. Afganistan’da Taliban hareketi, Suriye’de bulunan türünün bin katı daha kitlesel bir hareket ortaya koyuyor. Bu neyi değiştirir ki. Eli kanlı terör örgütü EL KAİDE, dünyanın her yerinde ölüm şebekelerini dolaştırıyor, bunun ne önemi var ki. İlerici olmak, gerçek anlamda halkı temsil etmek, dini inançlı da olsa, direnme çizgisinde haklı bir savaş vermenin kıstası bu değildir. Suriye’de, son gelişmelere rağmen gerginlik yapma inadında devam eden provokatörlere siyasi muhalefet bile denmeyeceği açıktır. Bu muhalefete ben kin ve intikam muhalefeti diyorum; bir ucu Amerikalı ve İsraillilerin, diğer ucu Suudi Arabistanlı karanlıklar Prensi Bender Bin Sultan ve kuklası Lübnanlı Saad El Hariri’ye uzanan, Suriye’nin bölgede oynadığı direnmeci çizgiyi ezmek için çırpınan gerici çevrelerin bir edatıdır. Bölge saflaşması ve kavgası da bu mihverde dönmektedir.
Murat Çakır'ın çok daha dikkatli okumalar ve aktarmalar yapması bir aydın sorumluluğudur.
Dolayısıyla kimse kimsenin adına konuşmamalıdır. Suriye halkını siyasi renklerinin tüm tayfıyla ele almayan yaklaşımların ciddi olması mümkün değildir. Türkiye devrimci hareketi ve halkı için, Suriye’yle ilgili ortaya koyacağımız bir tutum varsa, o da kardeş kavgası, dış müdahaleyi önleyecek, yapılan ıslahatları destekleyen ve barışı esas alan yaklaşımlara komşumuzun yaralarını sarması için destek tutumu olmalıdır.
İlgili arkadaşları, facebook’ta adım üzerine tıklayıp duvarımda yer alan ve tümü, yerinde gözlemlerle yazdığım Suriye konulu yazılara göz atmalarını isteyeceğim. Önceki bir dizi yazı yanı sıra; Mihrac Ural’dan aktardığım, “SURİYE OLAYLARI VE GERÇEKLER” ile son iki makale olan “SURİYE-TÜRKİYE-KÜRTLER” ve “GÖÇ DALGASI MI? SENARYONUN İLK SAHNESİ Mİ?” yazılarını, altta linkini verdiğim blogdan takip etmelerini tavsiye edeceğim.
http://anonymouse.org/cgi-bin/anon-www.cgi/http://mirural.blogspot.com/
30 Nisan 2011
Onurlu ve sorumlu her aydın, her yazar, yazmadan önce yazacaklarını arkasında duracak kadar sağlam bilgilere dayanmalıdır. Yazılan başkasını ilgilendiriyorsa hele hele komşu ülkemizle ilgili yaşamsal bir konuysa çok daha dikkatli olunması kaçınılmazdır.
21. Yüz yıl bir iletişim yüzyılıdır. Medyanın gücü olumlu ve olumsuz olmak üze iki ucu keskin bıçak gibidir. Medya illüzyonu, bu çağın en riskli bilgi kirliliğin oluşturuyor. Doğru bilginin kaynağına ulaşmadan hiç kimsenin mutlak iddialarda ve tutumlarda bulunmaması gereklidir. Halkların çıkarını savunanların ise buna çok daha dikkatli olması gerek.
***
Türkiye solunda, bölgemiz üzerine çok az insan yazı yazıyor. İlgisizlik, bilgisizlikle birleşince konuşan, kendini uzman diye gösterenlerin ortaya koyduğu görüşler, ciddiyetten, araştırmadan uzak ağzına yüzüne bulaştırır cinstendir.
Murat Çakır, yazılarından tanıdığımız birikimini ve dilini beğendiğim bir siyasi yorumcu. Ancak o da tüm yazılarını istisnasız Batılı medyanın etkisi altında yazıyor. İlginç bir şey ki, yazdıkları arasında kendine ait soyutlamalar oldukça az. Böylelikle Ortadoğu üzerine yazdıklarını, aktarma bilgilerin sınırında tutuyor. Bu da Murat Çakır’ın bölge olaylarıyla ilgili algısını şekillendiriyor.
Murat Çakır, olayları Batılı haber ajanslarıyla, dergilerinin üçüncü derece yazarlarına dayanarak değerlendirmeye çalışıyor. Bölgeyi bilmiyor, bu nedenle de değerlendirmeleri çok sığ. Değerli ve birikimli bir kişi olmasına rağmen, böylesine hassas konularda, bir ülkenin kaderini belirleyen, bir komşu ülkeyle ilgili olan yaklaşımlar üzerine hesapsız yorumlar yapmak ciddi bir hatadır.
Konuyla ilgili kendimin yerinde bire bir gözlemlerden sonra yazdığım, başka arkadaşlardan buraya yüklediğim yazılar ve bölgenin tüm devrimci, demokrat, komünist, hareketlerin ortak kararla ilan ettikleri gerçekler Murat Çakır’ın yanıldığını göstermeye yeterlidir. Suriye bir direniş ülkesidir, eksiklerini reformlarla hızla aşmaya çalışarak da halkının temel demokratik ihtiyaçlarını giderme uğraşındadır. Aralarından bölgemizin en eski Komünist Partisi, farklı sosyalist partiler de dahil, 7 Partiden kurulu İlerici Vatan Cephesiyle yönetilen Suriye, yetersiz olsa da çok partili parlamenter bir sistemle yönetilmektedir. Bunun genişletilmesi, “tek parti önderliği” diye anayasanın 8. Maddesinde belirtilen anti demokratik engelin ilgasıyla genişletilecek reform adımları, bu ülkeyi daha da çağdaş ve direnme hattında bir ülke olarak güçlü hale getirecektir. Çağdaş, gösteri ve yürüyüş kanunu, özgür basın ve yayın kanunları, parti ve seçim yasaları hızla çıkarılmakta, ülke barışçıl her düşüncenin özgürce dile gelip örgütlenmesinin kanallarını açmaktadır. Ünlü İngiliz yazar Patrick Seale, Suriye yönetiminin karara bağladığı reform paketi için, “bu reformlar bir devrim gibidir” ibaresini kullanmıştır. Bu gelişmeleriyle Suriye, eskiden olduğu gibi bölgenin tüm devrimcilerinin anavatanı olmaya devam edecektir.
Kendi ülkemizden biliriz, üç kuşak, on yıllar boyu ceza yasasının 141-142. Maddelerinin kaldırılması için çalıştık. DGM için ise ölüp ölüp dirildik, kaldırılması için çalıştık. Sonuç bizim istediğim gibi ve özverilerle mücadele ettiğimiz kesitlerde değil, kendi keyiflerinin geldiği, çıkarlarının sınırları içinde, bir gece ansızın kaldırılma durumunda oldular. Bu bizim mücadele baskımızın sonucu olsa da. Bu karşılaştırmayı yapmamın nedeni; Suriye, reformlarını akıl almaz bir hızla ikame etmek isterken ısrarla önünü kesme çabalarının nasıl da büyük bir komploya bağlı olarak hayata geçirildiği görülmektedir.
Eli kanlı gerici Müslüman Kardeşler Hareketi ise bu ilerlemenin yolunu kesmek için silahlı saldırılarla Emperyalist-Siyonist ve Arap gericiliğinin çıkarlarına hizmet sunmaktadır. Bu belirlemeleri kimse duygusal, slogancı belirlemeler olarak ele almasın. Her cümlemin arkasında belgeleriyle, maddi delilleriyle, itiraflarıyla ortaya konan dosyalar bulunmaktadır. Suriye’de demokrasi ve özgürlük sorunu var. Bu sorunu çözmek için yönetim tüm gücüyle çalışmakta ve ülkenin tüm aydınlarının ilericilerinin de onayını alan reformları yapmaktadır. Ancak bu gelişmelerin Suriye’yi daha da güçlendireceği bilindiği için, yolu kesilmek istenmektedir. “Yaratıcı Anarşi”de tas tamam budur.
Suriye’nin demokratikleşme yolunda ilerlemesinin önü işte bu güçlerce kesilmek istenmektedir. Bölgemiz halklarının çıkarına olan bu ülkenin direnişçi tutumu, anti emperyalist, anti Siyonist duruşu ve son olarak kendini yenileme, geliştirme, halkı için yararlı olan reformlara yönelme girişimi bölgenin gelecek yaşam kesitleri için oldukça anlamlıdır. Mahkum edilmek istenen de budur.
Suriye ülke olarak bölgemizin tek direnme merkezidir. Bunu yaşayarak gördük. Bu nedenle bölgenin tüm devrimci örgütleri, bir araya gelerek sonuna kadar Suriye’den yana olduklarını ve onunla birlikte her türden tehlikeye göğüs gereceklerini açıkladılar. Bölgemizin en eski Komünist Partisi SKP, Sosyalist partiler, Demokratik muhalefetin ezici çoğunluğu, yurtseverler, dini temelde örgütlenen direniş örgütleri, Lübnan’ın bile istisna, Komünist, devrimci, direnişçi, ilerici demokrat tüm örgütleri, meydanlara on milyonu aşkın bir kitle olarak inip ülke yönetimine destek veren Suriye halkı, yönetimini desteklerken; Murat Çakır’ın hangi verilere, hangi kıstaslara, hangi örgüt ya da şahsiyetlere dayanarak Suriye’yi diktatörlük olarak değerlendirip, kim olduklarını bile bilmediği eli kanlı gerici terör örgütü yandaşlarına destek verişini anlamak gerçekten çok güçtür.
Kişi bir bölge ve ülke üzerine bir yazı yazarken öncelikle o ülkenin farklı kaynaklarına başvurur. Farklı ve gergin siyasi çevrelerini algılar. Bunları yapmadan, konuya en tarafsız haliyle yaklaşsa da kendi ülkesinin etkisi altında olacak Avrupalı yazarlara sığınmaz. Bu alışkanlık, solumuzun marjinalliğinin de temel nedenlerinden biri olduğunu buraya not düşmek istiyorum. Murat Çakır bu hataya düşmüştür.
Murat Çakır’ın bu konuda yetersiz bilgilenme içindedir. Bu kesin. Bunu her alanda onunla tartışmaya da hazırım. Bu konuda yeterli bilgi sahibi olmadığı gibi afaki söylemlerle okuru yanlış yönlendirmektedir. Avrupa’nın taraflı medyasının, sığ, çıkarcı, geri, oryantalist ülkeler üzerinde tasallutçu bakışın yaratmak istediği, bilinç kirletme ve yönlendirmesinden etkilenmiştir. Murat Çakır’ın bölge yazılarında ortaya çıkan yetersiz duruşu bundandır.
Suriye, 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesiyle ülkemize dayatılan karanlık dönemde, Türkiye devrimcilerinin ve Kürt özgürlük hareketinin güvenli tek limanıydı. Saddam diktatörlüğünden kaçan Iraklı Kürt–Arap devrimci hareketlerinin sığınağıydı. Lübnan ve Filistin devrimci hareketinin temel destekçisi olarak bu gün de görevini sürdürmektedir. Suriye’nin karşılıksız destek verdiği tüm hareketlerin, bu gün bölgemizde halkını en üst düzlemde temsil eden hareketler olması bile başlı başına bu ülkenin öz verilerini anlayıp, duruşunu kavramak için yeterlidir. Bu satırları yazarken vermek istediğim mesaj sadece gerçeklerin kavranmasıdır. (Bu satırların yazarı, Suriye’de birden çok kez tutuklanmış uzun süre zindan yatmış biri olduğunu hatırlatırım.) Bu ülkeyi ucuz laflarla, sallama yazılarla, bilimsel değeri olmayan, istatistik verisi bulunmayan söylemlerle, diktatörlüktür diyerek ötelemek, tutarlı bir siyasi üslup değildir.
Suriye’de muhalefete gelince; bu konuda asgari bilgi edinmeden görüş ortaya koymak da çok yanlıştır. Bu konuları sıkça yazdım, kısaca belirteyim. Suriye’de üç temel muhalefet vardır.
Birincisi; Kürt muhalefetidir; en gerçekçi ve en haklı muhalefet budur. Talepleri ve eğilimleri bellidir. Barışçıldır. Ülkesi Suriye’nin iç ve dış dengelerini, sorunlarını bilerek sorumluca bir siyasi tutum sergilemektedir. Bu muhalefetin içinde ciddi olmayan hayali taleplerle kendini diğerlerinden farklı göstermeye çalışın, kitlesiz ve kalitesiz marjinal guruplar da bulunmaktadır.
İkincisi; muhalif ilerici, devrimci, yurtsever, komünist guruplardan, “Şam Baharı”, “Şam Deklarasyonu” denilen guruplar. Bu kesimler on yıllardır demokratikleşmenin mücadelesini veren guruplardır. Tutarlı görüşleri ve programları bulunmaktadır. Suriye protestolarının başlangıcında bu gurupların özverili çabaları bulunmakta ve muhalif olmanın önünde duran korku duvarlarını yıkan da bunlardı. Bu muhalefet, yönetimin açıkladığı reform paketi konusunda, büyük bir çoğunluğu yönetime zaman tanıyarak fiili sonuçlarının beklenmesi gerektiğini belirtip gözlem sürecine girmiştir. En doğru tutum da bu idi. Bu kesimler ki ülkenin aydınları, sanatçılarının da katkısıyla Suriye halkının gerçek taleplerini temsil edenler, bu gün Suriye’de kanlı kardeş kavgasının doğmasına yol açan eli kanlı, silahlı selefi, Müslüman Kardeşler Hareketi gibi, gericiliğin ortaya koyduğu gösterilere, şiddetle karşı durmaya başlamış bulunmaktadırlar. Komünist Emek Birliği liderlerinden Fatih Camus’la yaptığım görüşmede bu tutumda olduklarını ve “gericiliğin ülkemizi dış güçlerin saldırılarına açık hale getirmek isteyen komplocu, provokatörlere şiddetle karşı duracağız” diyerek tavrını belirtmiştir.
Üçüncüsü; kin ve nefret muhalefeti. Bu muhalefetin kaynakları birçoktur. 1980’lı yıllarda yapılan eli kanlı ve silahlı gerici ayaklanmaların aldığı ağır yenilgi artıkları, “Alevi egemenliği” söylemi şemsiyesi altına şahsi, inançsal tepkilerini yerleştirenler; bunların, bu günkü en moda sloganları “Aleviler Tabuta Hıristiyanlar Beyrut’a”. Bu çevreler son olaylarda öldürdükleri insanların cesetlerini satırlarla parçalayıp sokakta sürükleyen çevrelerdir. Bunlara, Lübnan ve yakın dönem sorunlarının etkisiyle kışkırtılan, Suudi Arabistan, Katar gibi gerici ülkelerin ve prenslerinin ısrarla sürdürdükleri provokasyonlara alet olanlarla, Deraa, Humus, Baniyas gibi Lübnan’la sınır olan kentlerde kaçakçılıkla geçinen çevrelerle, mafya ilişkilerinde olan aileler eklenebilir. Bu çevrelerin, ortaya koydukları muhalefet de tanrının hükmüne çok bağlı görünmektedir; zaman ve mekan algıları da buna çok uygun ortaya çıkmaktadır. Camiler ve Cuma namazı bunun en açık belirtisidir. Başka bir mekan ve zaman da bir elin sayısı kadar halkı protesto gösterilerine çıkaramayan bu çevreler, Suriye’nin her Cuma gününü gergin hale getirmek için gericiliğin en çirkin girişimlerine baş vurmaktadırlar. Basına saldıran, kamu mülkiyetini yakıp yıkan, göstericilere de güvenlik güçlerine de aynı anda kurşun sıkan, suikast düzenleyen ve komploları ülke içine sırtında taşıyarak, cihat çağrılarıyla kanlı süreçleri başlatan çevreler bunlardır.
Dünya basının ilgili oldukları da bunlardır. Çünkü köpeğin insanı ısırması haber değil, insanın köpeği ısırması haberdir ilkesiyle çalışmaktadırlar. Murat Çakır bunlardan etkilenmiştir.
Bu eli kanlı çevrelerin, bölge halklarının düşmanı olanların, neler yaptığını ve medyanın yalan kurgularla bu olayları bire bin katarak nasıl servis ettiğini tek tek bilinmektedir. Bu konuda isterse Murat Çakır’a sunacağım binlerce belge bulunmaktadır.
İşte Suriye’nin gerçek muhalefet tablosu budur. Bunları bilmeden yazmak doğru yazmanın önündeki en büyük engeldir. Bu tablonun tümünün bir arada bile, başkent Şam’da ve ikinci büyük kent Halep’te hiç bir varlık olamamalarıyla, bir elin sayısı kadar kitleyi dahi yürütememelerini de ekleyerek olaylara bakmak gerek.
Bunlara ek olarak; yurtdışında, yani Suriye yönetiminin elinin uzanamayacağı dünyanın tüm ülkelerinde, üstelik Batılı ülkelerden aldıkları tüm desteklere rağmen, bu muhalefetin bir elin parmak sayısı kadar kararlı ve ısrarlı bir muhalefet örgütleyemediğini hatırlatacağım. Tersi ise çok daha doğrudur. Suriye yönetimine yurt dışında akın akın destek yürüyüşleri yapılmakta ülkelerini sonuna kadar savunacaklarını dile getirmektedirler.
Bu somut verilerin ışığında, bu maddi kanıtların olduğu yerde hangi insan hakları taraflısı, hangi siyasi kaygılar taşıyan insan, anti emperyalist tutumlarıyla bölgenin biricik ülkesi olan ve halkı tarafından bu ölçüde desteklenen bir ülkenin yıkılması için, kıstırılması için, eli kanlı muhalefetine “demokratik muhalefet” diyebilir? Onların desteklenmesi için çağrı yapabilir. Murat Çakır yanlış yapmıştır.
Suriye’de gösteri kanunu yeni çıktı. Dünyanın tüm uygar ülkelerinde olduğu gibi; barışçıl gösteri yapmak isteyenler, gösterilerinin yer ve zamanını belirleyerek, gösterici kitlenin korunması için, devletten yardım da alarak sorumluca bu hakkı kullanabilirler. Bu hak varken, provokasyon yaratmak için ısrarla silahlı saldırılar yapmak, sayıları yüzleri aşmayan cami ve Cuma namazına endeksli gösterilere yönelmek, ibadet yerlerini buna bir araç yapmak, hiçbir demokratik ülkenin izin vermeyeceği bir davranıştır.
Bu ortamda, yönetimin muhatap alabileceği örgütlü bir çevre oluşturamamaktadırlar. Ülke ölçeğinde, reformları tartışacak halkı temsil eden tek çevre İlerici Vatan Cephesinin partileri, lider ve kadroları ve bu reformlara onay veren geleneksel ilerici devrimci muhalif çevreler olmaktadır. Bunlarla da sıkı bir ilişki sürmekte, katkıları alınmaktadır.
Bu noktada, irili-ufaklı kitlesel görünüm veren her harekete demokratik hareket denemeyeceğini belirtmeme gerek yoktur. Afganistan’da Taliban hareketi, Suriye’de bulunan türünün bin katı daha kitlesel bir hareket ortaya koyuyor. Bu neyi değiştirir ki. Eli kanlı terör örgütü EL KAİDE, dünyanın her yerinde ölüm şebekelerini dolaştırıyor, bunun ne önemi var ki. İlerici olmak, gerçek anlamda halkı temsil etmek, dini inançlı da olsa, direnme çizgisinde haklı bir savaş vermenin kıstası bu değildir. Suriye’de, son gelişmelere rağmen gerginlik yapma inadında devam eden provokatörlere siyasi muhalefet bile denmeyeceği açıktır. Bu muhalefete ben kin ve intikam muhalefeti diyorum; bir ucu Amerikalı ve İsraillilerin, diğer ucu Suudi Arabistanlı karanlıklar Prensi Bender Bin Sultan ve kuklası Lübnanlı Saad El Hariri’ye uzanan, Suriye’nin bölgede oynadığı direnmeci çizgiyi ezmek için çırpınan gerici çevrelerin bir edatıdır. Bölge saflaşması ve kavgası da bu mihverde dönmektedir.
Murat Çakır'ın çok daha dikkatli okumalar ve aktarmalar yapması bir aydın sorumluluğudur.
Dolayısıyla kimse kimsenin adına konuşmamalıdır. Suriye halkını siyasi renklerinin tüm tayfıyla ele almayan yaklaşımların ciddi olması mümkün değildir. Türkiye devrimci hareketi ve halkı için, Suriye’yle ilgili ortaya koyacağımız bir tutum varsa, o da kardeş kavgası, dış müdahaleyi önleyecek, yapılan ıslahatları destekleyen ve barışı esas alan yaklaşımlara komşumuzun yaralarını sarması için destek tutumu olmalıdır.
İlgili arkadaşları, facebook’ta adım üzerine tıklayıp duvarımda yer alan ve tümü, yerinde gözlemlerle yazdığım Suriye konulu yazılara göz atmalarını isteyeceğim. Önceki bir dizi yazı yanı sıra; Mihrac Ural’dan aktardığım, “SURİYE OLAYLARI VE GERÇEKLER” ile son iki makale olan “SURİYE-TÜRKİYE-KÜRTLER” ve “GÖÇ DALGASI MI? SENARYONUN İLK SAHNESİ Mİ?” yazılarını, altta linkini verdiğim blogdan takip etmelerini tavsiye edeceğim.
http://anonymouse.org/cgi-bin/anon-www.cgi/http://mirural.blogspot.com/
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder