HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

28 Mayıs 2011 Cumartesi

CENGİZ ÇANDAR

BÖLGEMİZİN CAHİLİ BİR KİRLİ KALEM
CENGİZ ÇANDAR


( Mihrac Ural’dan Cengiz Çandar’a)


Sayın Cengiz Çandar,


On yıllardır yazılarınızı takip ediyorum. Son olarak 28. 05. 2011 tarihli Radikal gazetesinde yayınlanan “Türkiye’nin Suriye doğrusu…” başlıklı köşe yazınızı okudum. Beni yanıltmadınız. Yazınızda, bir kez daha okurlarınızı aldatmış bulunuyorsunuz; aslı astarı olmayan söylemlerle, araştırmaya dayanmayan, duyum ve haber ajanslarının kurgularıyla şişirilmiş, bu gün tüm çıplaklığıyla açığa çıktığı gibi, bölgenin yeniden dizayn edilmesi için kurulu karanlık odaların üretimini pazarlamış durmuşsunuz.

Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ve onun medya etkinliklerinin sanal dayatmalarıyla yapılan çabalar, her ülkede olabilecek kadar Komşumuz Suriye’de de var olan sorunlar üzerine binerek, sizin de uzun yıllardır üçüncü derece bir figüran olarak tuzunuzun olduğu “Yaratıcı anarşi” tusinamileri yaratma çabaları olarak gündeme getirilmiştir.


Nedeni ve kaynağını belli olmayan bir Suriye düşmanlığınız var. Bir gazeteci olarak böylesi takıntılarla yazmak, tümüyle gerçek olsa bile tarafsızlığınızın sorgulanmasını gerektirir. Soğuk savaş çağlarından kalma bu ilkellik sizi terk etmemişe benziyor.


Ülkemiz ve komşumuz Suriye’yle başlayan ilişkilerin ilk adımından itibaren kaleme aldığınız karşıt yazılarınızı okudum. Gerçekçi hiçbir veriye dayanmadan iç dünyanızda “Alevi egemenliği” diye damgaladığınız Suriye’yi akıl almaz söylemlerle karalamaya çalıştınız. Bu iddia üzerine kurguladığınız Türkiye-Suriye ilişkilerinin, ülkemize zarar vereceğini söyleyip durdunuz. Daha da ötesine geçerek Araplara gitmek için seçilen en tehlikeli yol hatta çıkmaz sokak olarak gördünüz. Bu iddialarınızın tümü yanlış çıktı. İki ülke arasındaki ilişki, iktidarın karanlık iç dünyası, çıkar merkezli istismarı ve iki yüzlü politikalarına rağmen bölge halklarının yakınlaşmasını ve ülkemizin Arap alemine açılımını sağlayan önemli bir faktör olarak yükselip gelişti. Siyasi yönetimlerini iradelerine rağmen iki ülke halkları öylesine bir kucaklaştı ki, kendinizi bölge uzmanı sayan cehaletinize yüzünüze vurmuş oldu. Siz bölge hakkında, belgesiz, kanıtsız, gerçek haber kaynaklarına ulaşmadan, ilkel bir tutuculukla, siyasi eğilimlerinizin esiri olarak, gerçekleri inkar ederek köşesini harflerden oluşmuş cümlelerle doldurmak isteyen birisiniz.

En yetkili en yerinden kaynaklar bile, bırakan Suriye’yi ve bölgedeki rolünü karalayan ön yargılarınızı, Suriye’de “Alevi azınlık egemenliği” söyleminizin kocaman bir yalan olduğunu göstermektedir. Beşşar Esad’ın Alevi kökenli bir aileden gelmiş olması bu yanılgınızı hiç değiştirmiyor. Laik bir ülke olan Suriye’de hiç kimse dini ya da mezhebi nedeniyle bir yere gelmiyor. Alevi mezhebi resmi olarak bile hiçbir hakka sahip değildir. Lübnan gibi bir ülkede, yarı resmi bir anayasal kurum olarak Alevi Yüksek Meclisi varken, Suriye’de bu yoktur. Alevilerin inanç merkezlerinin bakımı ve ihtiyaçlarının karşılanmasında devletin hiçbir payı yoktur. Bu hizmetler, Tümüyle bireysel katkılarla karşılanır. Alevi mezhebinin özgün yazımları, ne mekan ne de ihtiyaçları resmi bir kurum tarafından karşılanmaz; çünkü resmen tanınmamıştır. Alevilik inanç olarak tüm Sünni mezhep inancının resmi mezhep sayıldığı ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de olduğu gibi yok sayılmıştır. Bunu bilmiyorsun, biliyorsan bile görmezden geliyorsun. Karalama yapmak için at gözlüğü giymek tas tamam budur.

Yazılarında sık sık dile getirdiğin, ordu, İstihbarat, gibi hassa kurumlarda Alevi kökenlilerin ağırlıklı yer aldıkları iddian da sallama bir iddiadır. Veriler, Alevilerin Suriye’de resmi görevlerde ülke nüfusuna göre %15 civarında olan ağırlıklarını temsil etmediklerini göstermektedirler. Ancak yalandan kimse ölmemiştir; bilgisizliğin ve ön yargılarının yönlendirdiği köşe yazılarında yaptığın iddiaları doğrulayacak hiçbir belge ve kanıt yoktur. Siz bu hokkabazlığınızla sadece okurlarınızı aldattığınızı sanmaya devam ediyorsunuz.

Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz, Suriye bölgenin tüm sorunlarında çözümün merkez halkası olarak belirmektedir. Bir gazeteci olarak, taraf olsanız bile bu gerçeği atlayamazsınız. 40 yıldır durum budur ve siz 30 yıldır işkembe-i kübradan atarak kaleme aldığınız yazılarla okurlarınızı aldatıp duruyorsunuz.

Suriye’nin kendi halkı kadar, bölge halklarının çıkarlarına ilkeli yaklaşan, direnme hareketlerini her alanda destekleyen, ev sahipliği yapan siyasal duruşu, sizi rahatsız edebilir. Hatta buna bir kup bulup, “Suriye kendi etkinliği için bunları kullanıyor” diye bir önyargıda da bulunabilirsiniz. Bu yargınız, bir ülkenin 40 yıl zorluklara özverilere katlanacağına kestirmeden Amerika uşağı olarak, İsrail’le onursuz bir barış yaparak bölgenin en zengin, en refah ülkesi olabilir önermesiyle ayakları havada olduğunu da görmeyebilirsiniz. Ama size rağmen bu ülke, olduğu kadarınca halkların çıkarlarına ilkeli yaklaşımın direnmenin yanında duruşun örneğini vermektedir. 40 yıldır, Amerikalı başkanları ülkesinde misafir kabul etmelerine rağmen, onlarla Amerika’da, başka ülke liderlerinin yaptığı gibi ayaklarına gitmeyi ret eden dünyanın biricik ülkesi olmasını nasıl açıklarsınız bilemem, ama bu duruşun maliyetine katlanmayı tercih eden bir ülkeyi anmadığınızı iddia etmek yanlış değildir.

Kin gözleri kör edince siyasi yorumlarında gözü kör olmasına bu açıdan çok iyi bir örnektiniz. Bölge konusunda en yetersiz ve en salmama yazıları siz yazıyorsunuz ama farkında değilsiniz. Ancak biz okurlar açıklarınızı, kaba yalan ve kurgularınızı yutmuyoruz.

Aynı önyargılarınızla, komşumuzdaki son gelişmeleri yorumlamışsınız. Her siyasi duruşun, kendine özgü bir komşuluk ilişki algısı var. Bu, ikiyüzlü olmadıkça anlaşılabilir bir şey. Buradan hareketle Suriye’nin canı cehenneme, birbirini yesinler de diyebilirsiniz. Bu açıdan yaklaşımlarınızı onaylayan yada eleştiren olur. Ancak, Komşu bir ülkede olanları, ülkemizde kamuoyu yaratmak için kullanmak, hele hele iktidarın bin bir övgüyle başlattığı bu ilişkiyi ikiyüzlüce arkadan hançerlemek için çalışmak, Amerika’nın çıkarlarına göre yorumlamak, NATO’nun olası kanlı girişimleri için zemin hazırlamak üzere ele almak, saygıyla karşılanabilir “bakış açısı” olarak ele alınamaz. Komşuların kaderiyle böylesine sorumsuzca duruş sergileyenlerin, kendi ülkelerinin kaderiyle oynanmasının kaçınılmaz olduğunu bilmeniz gereklidir. Siz gibi üçüncü sınıf yazarlar komşu ülkenin eli kanlı terör örgütü Müslüman Kardeşler Hareketine arka çıkarken, bil mukabil bir davranışı görmeye hızır olmanız gerekmez mi? Başkasına yaptığınız iyi olur da size yapılanca kötü olabilir mi?


İddiayla tekrar ediyorum. Bölge üzerinde ciddiye alınabilecek bir algınız yoktur. “Suriye'deki dalgalanma sınırı aşabilir” başlıklı, 10.05.2011 tarihinde Radikal gazetesinden yayınlanan Köşe yazınızda bir kez daha bu iddiamı kanıtlamış bulunuyorsunuz.

Söz konusu makalenizde, Suriye’den “Büyük bir göç dalgası” beklediniz. Konya’ya kadar etkileri olabilecek imaları bile yaptınız. Bu sallamalarınız üzerine, gerçek yüzünüzü bilmeyen okurlarınız ne yapmıştır bilemem. Ancak sonuçlar ortada. Ne oldu ? Değerli bir dostumun söylediği gibi, komşumuz Suriye’nin iç işlerine, komşuluk ilişkilerinde olmaması gereken bir karışmanın ürünü olan, her türden kanun dışı insanı kargo yapıp ülkemize taşımaktan başka bir şey olmayan (kaçakçı, beyaz ticaretçileri, ahlaksız işlerin mücrimleri gibi) 252 kişilik göçten başka bir şey olmadı. Üstelik sayının, verilen bir işaret üzerine, Milli Güvenlik Kurulu toplantısının bitimiyle birlikte sınırları aşarak ülkemize girmiş olmaları oldukça ilginçtir. Kim nasıl bilgi vermişse, geçiş anı gazeteciler tarafından tespit edilmiş. Sınır telleri jandarma eşliğinde aşılırken hatıra fotoğrafları bile çekilmiştir.

İşte “göç dalgası” iddianız bu kadardı. İddianızı doğrulamak için “biraz daha bekleyelim, görelim” de diyebilirsiniz. Neden olmasın, ilki tarjediydi, ikincisinin komedi olacağı teminatını size şimdiden verebilirim.

Yalan üzerine kurgulanmış her bilgi gibi bu tahayyüllerinizde kof çıktı. Oysa yerinde yapılan tüm gözlemler, ne muhalefetin bu ölçekte bir muhalefet ne de “iç savaşı” çağrıştıracak bir verinin olduğuna işaret ediyordu. Suriye sorunlarını çözmek için çırpınıyor, bunun için dev reform girişimleri başlatmıştır, halka katkı olabilecek her imkan seferber edilmiş, gecikmiş özgürlük ve demokrasi adımları için, gerekli yaptırımlara hız verilmiştir. Bardağın dolu tarafı boş olandan çok daha yoğundur, bunu görüp görmemek ise durduğunuz açıya bağlıdır.

Buna rağmen, iç dünyanızın karanlık talepleri, komşumuzun daha da büyük kaoslara yuvarlanmasını istiyorsa, buna uygun senaryolarla okurunuza hareket edercesine yazılar yazmanızın önünde hiçbir ahlaki engel yoktur diyeceğim.

Makalenizde bilgisizlik, bu verilerle de ayıplanacak bir şekilde açığa çıktı. İddia ediyorum bölgenin en cahil yazarı sizsiniz. Bunu yazdığınız her bölge yazısındaki uyduruk ve sallama iddialarınızla gösterebilirim.

Yeniden hatırlayın, Türkiye Suriye ilişkileri başladığında çizdiğiniz tabloların tümü karanlıktı. Sonra anladınız ki Suriye olmaksınız ne Araplara gidilebilir ne de bölgede bir varlık olunabilirdi. Bu atmosferin basıncı altında size çok uygun olan büyük bir U dönüşü yapan yazılar da yazdınız. Ahmet Davutoğulu’yla yaptığınız Şam ziyareti üzerine, Radikal gazetesinde, 8 Nisan 2011 tarihli “Davutoğlu ile Ortadoğu turu; Suriye’ye ‘çok partili’ dersler” baylıklı yazınızda bunu “Durum, Beşşar Esad’ın önüne mükemmel bir fırsat sunuyor. Yıllarca vaat ettiği, ancak gerçekleştirmediği reformları yaparsa, Suriye, ‘Arap tsunamisi’nin altında kalmaz ve Suriye, Suriye ile birlikte başta son yıllarda ona ziyadesiyle kefil olmuş olan ‘Türkiye’ kazanır” diyerek dile getirdiniz.

Nasıl oldu da bunu söylediniz? Anlatır mısınız? Yıllardır tu kakak bir Suriye tablosu çizip durdunuz. Şimdi hangi sihirli değnekle sorunlarını birden aşıp, yükselecek, kazanacak bir ülkeden söz edebiliyorsunuz. Okurlarınız size bu soruları sorunca nasıl çark ettiğinizi anlatacaksınız.

Suriye, sorunlarını aşacak bir zemine sahip değilse, bu potansiyelleri yoksa nasıl kazanabilir söyler misiniz? Siz kendinizi de mi okumuyorsunuz? Ya bu güne kadar yazdığınızda bilinçli bir yanlış vardı ya da kulaktan dolma bilgilerle sallama yazılar yazıyorsunuzdur. Her iki koşulda da ciddi olamazsınız.

Benci bilmediğiniz şey Suriye’dir, bölgedir. Bilmeniz gereken en basit veri, Suriye’nin bölgenin merkezi bir ülkesi olduğudur. Konumu, on yıllar içinde oluşturduğu dengeleri, toplumsal dokusunun siyasal süreçlerdeki yeri, bölge olaylarında oynadığı rol ve iç potansiyelleriyle Suriye sorunlarını kolayca aşabilecek bir ülkedir. Bunun da ötesinde, ülkemize, bölge ölçeğinde en büyük katkıyı her düzlemde yapabilecek bir ülkedir. Bunu anlamak için biraz geriye gitmek yeter. Suriye, Türkiye’ye araladığı kapı ölçüsünde bölgeye girişi sağlanmıştır. Bunu saat saat, tarih tarih size belgeleriyle, olaylarıyla aktarabilirim; hatırlamaya çalışın, Demirel’in ziyaretleri ve hokkabazlıklarıyla iki ülkenin birbirine olan güvenleri sıfırlanmıştı, ancak, Sayın Öcalan sorunu bitince, Hafız Esad’ın ölümü üzerine Cumhur Başkanı Necdet Sezer’in ziyaretiyle başlayan bir süreç açılmış oldu. Ceyhan anlaşmasıyla, güvenlik sorunlarında bir yakınlaşma sağlandı, Suriye’nin desteğiyle İslam Ülkeleri Konferansı Başkanlığına İhsan Ekmeleddinoğlu’nun seçilmesi gündeme geldi, ardından gür bir ilişki yoğunluğu oluştu, ekonomik, kültürel, siyasal ilişkilere yeniden yapılandırıldı.

Siz bütün bunların alt yapısının nasıl olduğunu bilir misiniz? Okurlarınıza bu konuda zerre kadar bilgi taşıdınız mı? Kendi adıma, yazılarınızda bunun izine hiç rastlamadım. Cahilin verebileceği şey yoksa ondan istemek abestir derler. Buradan ben aktarayım. Türkiye-Suriye ilişkilerinin böylesi bir boyuta gelmesinde en etkin neden, Arap üçlüsünün dağılmasıdır (Suudi Arabistan, Mısır, Suriye). Irak savaşında (20 Mart 2003) takınılan farklı tutumlar nedeniyle ve en son Gazze savaşında (27 Aralık 2008) ilişkiler bozulup dağılma olmasaydı, Mısır’ın olduğu yerde Türkiye’ye Ortadoğu alanında hiç bir rol düşmezdi. Bu gün Mısır, yeniden Arap davalarına sarılırsa omuz omuza olacağı tek ülke Suriye olacaktır ( son Filistin barışıyla bu eğilim kendini göstermeye başlamış bulunmaktadır ve siz bunu bir kayıp olarak gördüğünüzü ifade ediyorsunuz). Mısırın geri döndüğü bir Ortadoğu’da, bu güne kadar ülkede kamuoyunu aldatmak üzerine kurulan “lider ülke, bölgeyi kuşatan, düzenleyen ülke” atmasyonları nereye gidecek söyler misiniz? Okurlarınızı aldatarak kalem aldığınız yazıların bu bölgenin toprakları üzerinde ayaklarını basabileceği bir santimetre karelik alan yoktur bunu biliniz.

Oysa iyi komşuluk karşılıklı olarak eşitlerin kazanmasına dayanır, Yeni-Osmanlıcılğın arkadan hançerleyen, nüfus alanları elde etme, pazarları ele geçirme talancılığıyla değil. Kolay lokma sanılan komşularımızı hafife alarak bu bölgede ülkemiz ve halklarımız adına siyaset yapılamaz. Son makalelerinizde, farklı bir açıdan siz de dile getiriyorsunuz “Komşularla sıfır sorun” artık bıyık altında güldüren bir komedi oldu diye. Aynen öyledir. Ama siz bunu, komşuluk ilişkilerinde dar ulusal çıkarları öne alan bir yaklaşımla dile getiriyorsunuz ki, yanlış olan budur. Amacınız dostluk ve ortak kazanç olmayınca, olumlu bir tezi bile alaya almaktan çekinmezsiniz. Ancak bölge halkları bu ikiyüzlü politikalarınızı hangi kılıf altında saklarsanız saklayın, vereceği cevap, Libya’da, Bahreyn’de ve son olarak Suriye’de olduğu gibi, suratınızdaki maskeyi düşürmek olacaktır. Bölgenin halkları ve aydınları bu çirkin ikiyüzlü politikaya karşı öyle bir tarihi tavır oluştururdu ki, bir daha bu sınırları zor aşarsınız.

Bu ikircimli politikanız, ülkemizin ve halkımızın anlına ağır bir leke sürmüştür. Arap kardeşlerimiz “min şebbe ala şey fa şaba ileyh (gençliği ne üzerine şekillenmişse ihtiyarlığın da onun üzeride olacaktır)” derler. Bunu, Osmanlının izinden gidenlerin Araplara dostluk sunmaları mümkün değildir diye okumanızı tavsiye ederim.

Sizi temin ederim ki, bölgenin en cahil yazarı sizsiniz. Kimseyi da atlatmıyorsunuz. Medyadaki yeriniz, en az sizin kadar cahil patronların etiket ihtiyaçlarındandır.

Bakın, Suriye üzerine akıl almaz bilgisizlikle yazdığınız yazılara kimler gülüp geçiyor bu listeyi başucunuza koyun ve rahat uyuyun artık. Suriye’deki olayları protesto ederek, Suriye halkı ve yönetimine destek toplantısı yapan bölge güçleri (18 Nisan 2011), sanırım dünyada yapılan en kapsamlı, halkı en çok temsil eden örgütlerin toplantısıdır;

Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, FHKC-Genel Komutanlık, Direniş Cephesi, Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi, Hamas Örgütü ve Cihad adına Filistin Müttefik Kuvvetlerini temsilen Muhammed Yasin. Hizbullah (İslami Direniş Hareketi)-Hasan Nasrullah adına Nuwaf Musavi.Emel Hareketi-Nebih Berri adına (Lübnan Parlemento Başkanı) Ali Hasan Halil., Hıristiyan Aydınlar-Karim Bakradoni (Eski Bakan), İli Firzli (Eski Parlemento Başkan Yardımcısı), Bşara Mırhic (Eski Bakan). Caferi Mezhebi Müftüsü-Şeyh Ahmed Kabalan. Kudüs Mescidi İmamı-Şeyh Mahir Hammud. Alevi Meclisi Üst Konseyi. Demokratik Arap Partisi-Ali İd. Filistin Yurtseverler Kongresi-Salah Dakmak. Dürzi Birlikçiler-Şeyh Nebih Aridi. Demokratik Nasırcı Birlik Hareketi-Mustafa Hamdan. Filistin Yerel Halk Komiteleri-Süleyman Abdulhedi. Filistin Kadın Hareketi-Dr. Rabia Sabban. Filistin Gazeteciler ve Yazarlar Birliği-Dr. Heysem Abu Ğazlan. Arap Ulusal Suriye Partisi-Merwan Fares.
Sayın Cengiz Çandar, bu örgütler size yeterli mesaj değimlidir? Yoksa siz de mi, Saad el Hariri’nin eline baka baka kararıp gitmiş misiniz?

Suriye düşmanlığınızı bir yere bağlamayacağım. Ortak ülkemiz için komşu ülkelerle ilgili yaptığınız sığı siyasi yönelimlerin, gelip ülkemizi vuracağını akıl etmiyorsunuz. B:unun ayrımında olmayacak kadar gerçeklerden uzaksınız.

Oysa komşumuzun iyi olması hepimizin dileği olmalıdır. Bunun belirtileri de az değil. Olaylar hızla gerilemekte, vatanseverlik ağır basmakta, bu ülkenin bölgede oynadığı anti-emperyalist rolün önemi herkesçe teslim edilmektedir. 23 milyon nüfusun, % 1’ bile, bu eli kanlı terör eylemleri içinde yer almamaktadır. Boş teneke çok ses çıkarır misali, eli silahlı bir çete bile ülkeyi kaosa sürebilir, ama asla sonuç alamaz. Dış güçlerin komplosu işte tam burada ortaya çıkar. Halkın haklı talepleriyle ortaya koyduğu tepkileri alır, kendi çıkarlı için bir bataklığa, bir kanlı iç çatışmaya sürükler. Bu istendi, bu yapılmaya çalışıldı; protestoların ilk adımında yer alan demokratik güçler bu nedenle gösterilerden çekildi ve saha diş güçlerin güdümündekilere kaldı. Medya yayınlarından verilen talimatla, Cuma günü isimlendirmeleri dahil geceleri balkonlardan tekbir sesleri çıkarma girişimlerine gidildi. Gösteri ve yürüyüş yasası çıkmasına rağmen, güçleri olmadığı için,halkı asla temsil etmedikleri için yasal bir mitingi bile yapmayı göze aylamadılar. Yaptıkları tek şey, sokak aralarında, özgürlük kelimelerinin geçtiği karalamalardır. Halkın dönüp bakmadığı “kepenk kapatma” çağrıları, 27 mayıs 2011 Cuma gününü humat el diyar (Ordu) diye, ordudan kendilerine destek gelecek umuduyla yaptıkları adlandırmaya rağmen dönüp bakan bile olmadı. Geriye sivil ve asker ayrımı yapmadan işledikleri kanlı cinayetler kaldı. Türkiye de bu eli kanlı örgütlerinin suç ortaklığı olduğu açığa çıktı.

Sizin de bu bataklık çorbasında tuzu az biri değilsiniz. Bütün bunlardan sonra, son yazınızda iddia ettiğiniz gibi “Türkiye’nin Suriye doğrusu” bu değildir. Bu olsa olsa, sonuçta sahibini vuracak olan bir ikiyüzlülüktür. Bunu başarı diye telakki etmek ise siz gibi cahillere düşer: Sonuçta yapacağınız tek şey olacak, o da komşularımızla düşmanlığın kefaretini halkımızın sırtına yıkmaktır. Bu duruş sizin ittihatçı genetik duruşunuzdur; ülkeyi savaşa sürüp, ağır şamarı suratına yiyince, her şeyi kaos içinde bırakıp kaçmaktır. Bu ise, hiçte içe kapanmak anlamına gelmeyen “yurtta sulh cihanda sulh“ diyen cumhuriyet algısına sefilce, pervasız bir ihanettir.

Suriye halkının hak va kazanımlarını, başka bir ülke ya da siyasi eğilim temsil edemez. Ettiği iddiasında ise orada bir tutarsızlık var demektir. Suriye yönetimi, halkını herkesten çok düşünen bir yönetimdir. Bunu ilke olarak kabul edip kimsenin iç işlerine karışmamak gerek. Suriye kendini toparlayarak eski zindeliğine kavuşma çabasında aralıksız bir mücadele veriyor. Atılan reform adımları ise, ünlü İngiliz yazar Patrick Seale’in dediği gibi, “reformlar bir devrim gibidir”. Komşuluk gereği buna destek olmak, halkı ve yönetimi kazanmak varken, kanlı iç savaş için, Ülkemizi eli kanlı Müslüman Kardeşler Örgütü’nün bir sıçrama tahtası haline getirmek, hiçbir ülkeyi güçlü ve kazançlı kılamaz. Ülkemiz, soğuk savaş yöntemlerine NATO’nun bir kuklası olarak devam ettiğini iddia etmek bu açıdan yanlış değildir; Libya’da ülkemizin hangi politikaların bir aracı olduğunu bilmeyen yoktur. Aynıyla bölgemiz için de geçerli olan bu yaklaşım, ülkemizi vurmayacağını iddia etmek aptallıktır.

Size yazdığım bu maille birlikte, on küsur makalemi dosyada iletiyorum. Bu makaleler, akademik belge ve kanıtlara sadık yazımları içeriyor. Bunlara bir göz atın eksikliklerinizi fark etmeniz zor olmayacaktır.

Okuyan ve yazan birisiniz o kadar. Aydın değilsiniz. İnsan diye bir algınız, komşuluk diye bir değer düzleminiz yok. Siyaseti tek boyutlu çıkar olarak görüyorsunuz. Düşütüğünüz zaman da köle olmak için sıraya geçiyorsunuz. Suriye halkı, aydınları ve bölge aydınları sizi bu çirkinliğinizle çok yakından tanıdığını belirteceğim. Bataklıklar anıldığında adınız da geçiyor bilesiniz.

Sayın Çandar,

Yazdıklarınızdan zerre kadar sorumluluk duyuyorsanız, size bu iletiyle mail olarak gönderdiğim yazılara sadece bir göz atarsınız. Spotlarını bile okumanız yeterlidir. Blogum AYRI VARLIK ararsanız tüm yazılarımı da orda bulursunuz.

Son olarak, size bir ülkede ciddi, kararlı, gerçekçi talepler etrafında kitleleri temsil eden muhalefet için ipucu vereceğim, gerisini siz ölçüp biçin;


1.Başkent Şam'da ve ikinci büyük kent Halep'te ( Yaklaşık nüfusun %40'nın yaşadığı bu iki kentte) kendini muhalefet sayanlar varlık olabilecek bir kitle hareketi yaratamamışsa
2.Ülkenin en aydın, en dinamik, dünyanın her yerinde gerçek muhalefetin başlangıç noktası olan üniversitelerde bir varlık gösteremiyorsa
3. Gösterilerini yapmak için sığınacakları tek alan Camiler ve tek zaman Cuma namazı ise ve cuma namazından çıkan inançlı insanları bir adım bile yürütemiyorlarsa
4. Yurt dışında, Emperyalistlerin, Siyonistlerin, Arap gericiliğinin her türden desteği olmasına rağmen bir kitle oluşturamıyorlarsa,

Bu düzeyleriyle silaha sarılarak ülkede dehşet, kaos, “Yaratıcı Anarşi” gibi kanlı süreçlere yönelenlere asla kitle muhalefeti, halkın temsilcileri denemez; böylesi bir iddia, ne siyaset bilimi ne de gerçek halk çıkarları açısından mümkün değildir.
Hep yanlış atlara oynadınız bay Çandar. Ama bu kez kaleminiz, sivil diktatörlük müptelası bir iktidarın ikiyüzlü dış politikasında kan üzerinden siyasetin alet olmuştur.


Sizi ayıplamakla yetineceğim.

Mihrac Ural
28 Mayıs 2011

Hiç yorum yok: