28 Mayıs 2011 Cumartesi
CENGİZ ÇANDAR
BÖLGEMİZİN CAHİLİ BİR KİRLİ KALEM
CENGİZ ÇANDAR
( Mihrac Ural’dan Cengiz Çandar’a)
Sayın Cengiz Çandar,
On yıllardır yazılarınızı takip ediyorum. Son olarak 28. 05. 2011 tarihli Radikal gazetesinde yayınlanan “Türkiye’nin Suriye doğrusu…” başlıklı köşe yazınızı okudum. Beni yanıltmadınız. Yazınızda, bir kez daha okurlarınızı aldatmış bulunuyorsunuz; aslı astarı olmayan söylemlerle, araştırmaya dayanmayan, duyum ve haber ajanslarının kurgularıyla şişirilmiş, bu gün tüm çıplaklığıyla açığa çıktığı gibi, bölgenin yeniden dizayn edilmesi için kurulu karanlık odaların üretimini pazarlamış durmuşsunuz.
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ve onun medya etkinliklerinin sanal dayatmalarıyla yapılan çabalar, her ülkede olabilecek kadar Komşumuz Suriye’de de var olan sorunlar üzerine binerek, sizin de uzun yıllardır üçüncü derece bir figüran olarak tuzunuzun olduğu “Yaratıcı anarşi” tusinamileri yaratma çabaları olarak gündeme getirilmiştir.
Nedeni ve kaynağını belli olmayan bir Suriye düşmanlığınız var. Bir gazeteci olarak böylesi takıntılarla yazmak, tümüyle gerçek olsa bile tarafsızlığınızın sorgulanmasını gerektirir. Soğuk savaş çağlarından kalma bu ilkellik sizi terk etmemişe benziyor.
Ülkemiz ve komşumuz Suriye’yle başlayan ilişkilerin ilk adımından itibaren kaleme aldığınız karşıt yazılarınızı okudum. Gerçekçi hiçbir veriye dayanmadan iç dünyanızda “Alevi egemenliği” diye damgaladığınız Suriye’yi akıl almaz söylemlerle karalamaya çalıştınız. Bu iddia üzerine kurguladığınız Türkiye-Suriye ilişkilerinin, ülkemize zarar vereceğini söyleyip durdunuz. Daha da ötesine geçerek Araplara gitmek için seçilen en tehlikeli yol hatta çıkmaz sokak olarak gördünüz. Bu iddialarınızın tümü yanlış çıktı. İki ülke arasındaki ilişki, iktidarın karanlık iç dünyası, çıkar merkezli istismarı ve iki yüzlü politikalarına rağmen bölge halklarının yakınlaşmasını ve ülkemizin Arap alemine açılımını sağlayan önemli bir faktör olarak yükselip gelişti. Siyasi yönetimlerini iradelerine rağmen iki ülke halkları öylesine bir kucaklaştı ki, kendinizi bölge uzmanı sayan cehaletinize yüzünüze vurmuş oldu. Siz bölge hakkında, belgesiz, kanıtsız, gerçek haber kaynaklarına ulaşmadan, ilkel bir tutuculukla, siyasi eğilimlerinizin esiri olarak, gerçekleri inkar ederek köşesini harflerden oluşmuş cümlelerle doldurmak isteyen birisiniz.
En yetkili en yerinden kaynaklar bile, bırakan Suriye’yi ve bölgedeki rolünü karalayan ön yargılarınızı, Suriye’de “Alevi azınlık egemenliği” söyleminizin kocaman bir yalan olduğunu göstermektedir. Beşşar Esad’ın Alevi kökenli bir aileden gelmiş olması bu yanılgınızı hiç değiştirmiyor. Laik bir ülke olan Suriye’de hiç kimse dini ya da mezhebi nedeniyle bir yere gelmiyor. Alevi mezhebi resmi olarak bile hiçbir hakka sahip değildir. Lübnan gibi bir ülkede, yarı resmi bir anayasal kurum olarak Alevi Yüksek Meclisi varken, Suriye’de bu yoktur. Alevilerin inanç merkezlerinin bakımı ve ihtiyaçlarının karşılanmasında devletin hiçbir payı yoktur. Bu hizmetler, Tümüyle bireysel katkılarla karşılanır. Alevi mezhebinin özgün yazımları, ne mekan ne de ihtiyaçları resmi bir kurum tarafından karşılanmaz; çünkü resmen tanınmamıştır. Alevilik inanç olarak tüm Sünni mezhep inancının resmi mezhep sayıldığı ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de olduğu gibi yok sayılmıştır. Bunu bilmiyorsun, biliyorsan bile görmezden geliyorsun. Karalama yapmak için at gözlüğü giymek tas tamam budur.
Yazılarında sık sık dile getirdiğin, ordu, İstihbarat, gibi hassa kurumlarda Alevi kökenlilerin ağırlıklı yer aldıkları iddian da sallama bir iddiadır. Veriler, Alevilerin Suriye’de resmi görevlerde ülke nüfusuna göre %15 civarında olan ağırlıklarını temsil etmediklerini göstermektedirler. Ancak yalandan kimse ölmemiştir; bilgisizliğin ve ön yargılarının yönlendirdiği köşe yazılarında yaptığın iddiaları doğrulayacak hiçbir belge ve kanıt yoktur. Siz bu hokkabazlığınızla sadece okurlarınızı aldattığınızı sanmaya devam ediyorsunuz.
Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz, Suriye bölgenin tüm sorunlarında çözümün merkez halkası olarak belirmektedir. Bir gazeteci olarak, taraf olsanız bile bu gerçeği atlayamazsınız. 40 yıldır durum budur ve siz 30 yıldır işkembe-i kübradan atarak kaleme aldığınız yazılarla okurlarınızı aldatıp duruyorsunuz.
Suriye’nin kendi halkı kadar, bölge halklarının çıkarlarına ilkeli yaklaşan, direnme hareketlerini her alanda destekleyen, ev sahipliği yapan siyasal duruşu, sizi rahatsız edebilir. Hatta buna bir kup bulup, “Suriye kendi etkinliği için bunları kullanıyor” diye bir önyargıda da bulunabilirsiniz. Bu yargınız, bir ülkenin 40 yıl zorluklara özverilere katlanacağına kestirmeden Amerika uşağı olarak, İsrail’le onursuz bir barış yaparak bölgenin en zengin, en refah ülkesi olabilir önermesiyle ayakları havada olduğunu da görmeyebilirsiniz. Ama size rağmen bu ülke, olduğu kadarınca halkların çıkarlarına ilkeli yaklaşımın direnmenin yanında duruşun örneğini vermektedir. 40 yıldır, Amerikalı başkanları ülkesinde misafir kabul etmelerine rağmen, onlarla Amerika’da, başka ülke liderlerinin yaptığı gibi ayaklarına gitmeyi ret eden dünyanın biricik ülkesi olmasını nasıl açıklarsınız bilemem, ama bu duruşun maliyetine katlanmayı tercih eden bir ülkeyi anmadığınızı iddia etmek yanlış değildir.
Kin gözleri kör edince siyasi yorumlarında gözü kör olmasına bu açıdan çok iyi bir örnektiniz. Bölge konusunda en yetersiz ve en salmama yazıları siz yazıyorsunuz ama farkında değilsiniz. Ancak biz okurlar açıklarınızı, kaba yalan ve kurgularınızı yutmuyoruz.
Aynı önyargılarınızla, komşumuzdaki son gelişmeleri yorumlamışsınız. Her siyasi duruşun, kendine özgü bir komşuluk ilişki algısı var. Bu, ikiyüzlü olmadıkça anlaşılabilir bir şey. Buradan hareketle Suriye’nin canı cehenneme, birbirini yesinler de diyebilirsiniz. Bu açıdan yaklaşımlarınızı onaylayan yada eleştiren olur. Ancak, Komşu bir ülkede olanları, ülkemizde kamuoyu yaratmak için kullanmak, hele hele iktidarın bin bir övgüyle başlattığı bu ilişkiyi ikiyüzlüce arkadan hançerlemek için çalışmak, Amerika’nın çıkarlarına göre yorumlamak, NATO’nun olası kanlı girişimleri için zemin hazırlamak üzere ele almak, saygıyla karşılanabilir “bakış açısı” olarak ele alınamaz. Komşuların kaderiyle böylesine sorumsuzca duruş sergileyenlerin, kendi ülkelerinin kaderiyle oynanmasının kaçınılmaz olduğunu bilmeniz gereklidir. Siz gibi üçüncü sınıf yazarlar komşu ülkenin eli kanlı terör örgütü Müslüman Kardeşler Hareketine arka çıkarken, bil mukabil bir davranışı görmeye hızır olmanız gerekmez mi? Başkasına yaptığınız iyi olur da size yapılanca kötü olabilir mi?
İddiayla tekrar ediyorum. Bölge üzerinde ciddiye alınabilecek bir algınız yoktur. “Suriye'deki dalgalanma sınırı aşabilir” başlıklı, 10.05.2011 tarihinde Radikal gazetesinden yayınlanan Köşe yazınızda bir kez daha bu iddiamı kanıtlamış bulunuyorsunuz.
Söz konusu makalenizde, Suriye’den “Büyük bir göç dalgası” beklediniz. Konya’ya kadar etkileri olabilecek imaları bile yaptınız. Bu sallamalarınız üzerine, gerçek yüzünüzü bilmeyen okurlarınız ne yapmıştır bilemem. Ancak sonuçlar ortada. Ne oldu ? Değerli bir dostumun söylediği gibi, komşumuz Suriye’nin iç işlerine, komşuluk ilişkilerinde olmaması gereken bir karışmanın ürünü olan, her türden kanun dışı insanı kargo yapıp ülkemize taşımaktan başka bir şey olmayan (kaçakçı, beyaz ticaretçileri, ahlaksız işlerin mücrimleri gibi) 252 kişilik göçten başka bir şey olmadı. Üstelik sayının, verilen bir işaret üzerine, Milli Güvenlik Kurulu toplantısının bitimiyle birlikte sınırları aşarak ülkemize girmiş olmaları oldukça ilginçtir. Kim nasıl bilgi vermişse, geçiş anı gazeteciler tarafından tespit edilmiş. Sınır telleri jandarma eşliğinde aşılırken hatıra fotoğrafları bile çekilmiştir.
İşte “göç dalgası” iddianız bu kadardı. İddianızı doğrulamak için “biraz daha bekleyelim, görelim” de diyebilirsiniz. Neden olmasın, ilki tarjediydi, ikincisinin komedi olacağı teminatını size şimdiden verebilirim.
Yalan üzerine kurgulanmış her bilgi gibi bu tahayyüllerinizde kof çıktı. Oysa yerinde yapılan tüm gözlemler, ne muhalefetin bu ölçekte bir muhalefet ne de “iç savaşı” çağrıştıracak bir verinin olduğuna işaret ediyordu. Suriye sorunlarını çözmek için çırpınıyor, bunun için dev reform girişimleri başlatmıştır, halka katkı olabilecek her imkan seferber edilmiş, gecikmiş özgürlük ve demokrasi adımları için, gerekli yaptırımlara hız verilmiştir. Bardağın dolu tarafı boş olandan çok daha yoğundur, bunu görüp görmemek ise durduğunuz açıya bağlıdır.
Buna rağmen, iç dünyanızın karanlık talepleri, komşumuzun daha da büyük kaoslara yuvarlanmasını istiyorsa, buna uygun senaryolarla okurunuza hareket edercesine yazılar yazmanızın önünde hiçbir ahlaki engel yoktur diyeceğim.
Makalenizde bilgisizlik, bu verilerle de ayıplanacak bir şekilde açığa çıktı. İddia ediyorum bölgenin en cahil yazarı sizsiniz. Bunu yazdığınız her bölge yazısındaki uyduruk ve sallama iddialarınızla gösterebilirim.
Yeniden hatırlayın, Türkiye Suriye ilişkileri başladığında çizdiğiniz tabloların tümü karanlıktı. Sonra anladınız ki Suriye olmaksınız ne Araplara gidilebilir ne de bölgede bir varlık olunabilirdi. Bu atmosferin basıncı altında size çok uygun olan büyük bir U dönüşü yapan yazılar da yazdınız. Ahmet Davutoğulu’yla yaptığınız Şam ziyareti üzerine, Radikal gazetesinde, 8 Nisan 2011 tarihli “Davutoğlu ile Ortadoğu turu; Suriye’ye ‘çok partili’ dersler” baylıklı yazınızda bunu “Durum, Beşşar Esad’ın önüne mükemmel bir fırsat sunuyor. Yıllarca vaat ettiği, ancak gerçekleştirmediği reformları yaparsa, Suriye, ‘Arap tsunamisi’nin altında kalmaz ve Suriye, Suriye ile birlikte başta son yıllarda ona ziyadesiyle kefil olmuş olan ‘Türkiye’ kazanır” diyerek dile getirdiniz.
Nasıl oldu da bunu söylediniz? Anlatır mısınız? Yıllardır tu kakak bir Suriye tablosu çizip durdunuz. Şimdi hangi sihirli değnekle sorunlarını birden aşıp, yükselecek, kazanacak bir ülkeden söz edebiliyorsunuz. Okurlarınız size bu soruları sorunca nasıl çark ettiğinizi anlatacaksınız.
Suriye, sorunlarını aşacak bir zemine sahip değilse, bu potansiyelleri yoksa nasıl kazanabilir söyler misiniz? Siz kendinizi de mi okumuyorsunuz? Ya bu güne kadar yazdığınızda bilinçli bir yanlış vardı ya da kulaktan dolma bilgilerle sallama yazılar yazıyorsunuzdur. Her iki koşulda da ciddi olamazsınız.
Benci bilmediğiniz şey Suriye’dir, bölgedir. Bilmeniz gereken en basit veri, Suriye’nin bölgenin merkezi bir ülkesi olduğudur. Konumu, on yıllar içinde oluşturduğu dengeleri, toplumsal dokusunun siyasal süreçlerdeki yeri, bölge olaylarında oynadığı rol ve iç potansiyelleriyle Suriye sorunlarını kolayca aşabilecek bir ülkedir. Bunun da ötesinde, ülkemize, bölge ölçeğinde en büyük katkıyı her düzlemde yapabilecek bir ülkedir. Bunu anlamak için biraz geriye gitmek yeter. Suriye, Türkiye’ye araladığı kapı ölçüsünde bölgeye girişi sağlanmıştır. Bunu saat saat, tarih tarih size belgeleriyle, olaylarıyla aktarabilirim; hatırlamaya çalışın, Demirel’in ziyaretleri ve hokkabazlıklarıyla iki ülkenin birbirine olan güvenleri sıfırlanmıştı, ancak, Sayın Öcalan sorunu bitince, Hafız Esad’ın ölümü üzerine Cumhur Başkanı Necdet Sezer’in ziyaretiyle başlayan bir süreç açılmış oldu. Ceyhan anlaşmasıyla, güvenlik sorunlarında bir yakınlaşma sağlandı, Suriye’nin desteğiyle İslam Ülkeleri Konferansı Başkanlığına İhsan Ekmeleddinoğlu’nun seçilmesi gündeme geldi, ardından gür bir ilişki yoğunluğu oluştu, ekonomik, kültürel, siyasal ilişkilere yeniden yapılandırıldı.
Siz bütün bunların alt yapısının nasıl olduğunu bilir misiniz? Okurlarınıza bu konuda zerre kadar bilgi taşıdınız mı? Kendi adıma, yazılarınızda bunun izine hiç rastlamadım. Cahilin verebileceği şey yoksa ondan istemek abestir derler. Buradan ben aktarayım. Türkiye-Suriye ilişkilerinin böylesi bir boyuta gelmesinde en etkin neden, Arap üçlüsünün dağılmasıdır (Suudi Arabistan, Mısır, Suriye). Irak savaşında (20 Mart 2003) takınılan farklı tutumlar nedeniyle ve en son Gazze savaşında (27 Aralık 2008) ilişkiler bozulup dağılma olmasaydı, Mısır’ın olduğu yerde Türkiye’ye Ortadoğu alanında hiç bir rol düşmezdi. Bu gün Mısır, yeniden Arap davalarına sarılırsa omuz omuza olacağı tek ülke Suriye olacaktır ( son Filistin barışıyla bu eğilim kendini göstermeye başlamış bulunmaktadır ve siz bunu bir kayıp olarak gördüğünüzü ifade ediyorsunuz). Mısırın geri döndüğü bir Ortadoğu’da, bu güne kadar ülkede kamuoyunu aldatmak üzerine kurulan “lider ülke, bölgeyi kuşatan, düzenleyen ülke” atmasyonları nereye gidecek söyler misiniz? Okurlarınızı aldatarak kalem aldığınız yazıların bu bölgenin toprakları üzerinde ayaklarını basabileceği bir santimetre karelik alan yoktur bunu biliniz.
Oysa iyi komşuluk karşılıklı olarak eşitlerin kazanmasına dayanır, Yeni-Osmanlıcılğın arkadan hançerleyen, nüfus alanları elde etme, pazarları ele geçirme talancılığıyla değil. Kolay lokma sanılan komşularımızı hafife alarak bu bölgede ülkemiz ve halklarımız adına siyaset yapılamaz. Son makalelerinizde, farklı bir açıdan siz de dile getiriyorsunuz “Komşularla sıfır sorun” artık bıyık altında güldüren bir komedi oldu diye. Aynen öyledir. Ama siz bunu, komşuluk ilişkilerinde dar ulusal çıkarları öne alan bir yaklaşımla dile getiriyorsunuz ki, yanlış olan budur. Amacınız dostluk ve ortak kazanç olmayınca, olumlu bir tezi bile alaya almaktan çekinmezsiniz. Ancak bölge halkları bu ikiyüzlü politikalarınızı hangi kılıf altında saklarsanız saklayın, vereceği cevap, Libya’da, Bahreyn’de ve son olarak Suriye’de olduğu gibi, suratınızdaki maskeyi düşürmek olacaktır. Bölgenin halkları ve aydınları bu çirkin ikiyüzlü politikaya karşı öyle bir tarihi tavır oluştururdu ki, bir daha bu sınırları zor aşarsınız.
Bu ikircimli politikanız, ülkemizin ve halkımızın anlına ağır bir leke sürmüştür. Arap kardeşlerimiz “min şebbe ala şey fa şaba ileyh (gençliği ne üzerine şekillenmişse ihtiyarlığın da onun üzeride olacaktır)” derler. Bunu, Osmanlının izinden gidenlerin Araplara dostluk sunmaları mümkün değildir diye okumanızı tavsiye ederim.
Sizi temin ederim ki, bölgenin en cahil yazarı sizsiniz. Kimseyi da atlatmıyorsunuz. Medyadaki yeriniz, en az sizin kadar cahil patronların etiket ihtiyaçlarındandır.
Bakın, Suriye üzerine akıl almaz bilgisizlikle yazdığınız yazılara kimler gülüp geçiyor bu listeyi başucunuza koyun ve rahat uyuyun artık. Suriye’deki olayları protesto ederek, Suriye halkı ve yönetimine destek toplantısı yapan bölge güçleri (18 Nisan 2011), sanırım dünyada yapılan en kapsamlı, halkı en çok temsil eden örgütlerin toplantısıdır;
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, FHKC-Genel Komutanlık, Direniş Cephesi, Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi, Hamas Örgütü ve Cihad adına Filistin Müttefik Kuvvetlerini temsilen Muhammed Yasin. Hizbullah (İslami Direniş Hareketi)-Hasan Nasrullah adına Nuwaf Musavi.Emel Hareketi-Nebih Berri adına (Lübnan Parlemento Başkanı) Ali Hasan Halil., Hıristiyan Aydınlar-Karim Bakradoni (Eski Bakan), İli Firzli (Eski Parlemento Başkan Yardımcısı), Bşara Mırhic (Eski Bakan). Caferi Mezhebi Müftüsü-Şeyh Ahmed Kabalan. Kudüs Mescidi İmamı-Şeyh Mahir Hammud. Alevi Meclisi Üst Konseyi. Demokratik Arap Partisi-Ali İd. Filistin Yurtseverler Kongresi-Salah Dakmak. Dürzi Birlikçiler-Şeyh Nebih Aridi. Demokratik Nasırcı Birlik Hareketi-Mustafa Hamdan. Filistin Yerel Halk Komiteleri-Süleyman Abdulhedi. Filistin Kadın Hareketi-Dr. Rabia Sabban. Filistin Gazeteciler ve Yazarlar Birliği-Dr. Heysem Abu Ğazlan. Arap Ulusal Suriye Partisi-Merwan Fares.
Sayın Cengiz Çandar, bu örgütler size yeterli mesaj değimlidir? Yoksa siz de mi, Saad el Hariri’nin eline baka baka kararıp gitmiş misiniz?
Suriye düşmanlığınızı bir yere bağlamayacağım. Ortak ülkemiz için komşu ülkelerle ilgili yaptığınız sığı siyasi yönelimlerin, gelip ülkemizi vuracağını akıl etmiyorsunuz. B:unun ayrımında olmayacak kadar gerçeklerden uzaksınız.
Oysa komşumuzun iyi olması hepimizin dileği olmalıdır. Bunun belirtileri de az değil. Olaylar hızla gerilemekte, vatanseverlik ağır basmakta, bu ülkenin bölgede oynadığı anti-emperyalist rolün önemi herkesçe teslim edilmektedir. 23 milyon nüfusun, % 1’ bile, bu eli kanlı terör eylemleri içinde yer almamaktadır. Boş teneke çok ses çıkarır misali, eli silahlı bir çete bile ülkeyi kaosa sürebilir, ama asla sonuç alamaz. Dış güçlerin komplosu işte tam burada ortaya çıkar. Halkın haklı talepleriyle ortaya koyduğu tepkileri alır, kendi çıkarlı için bir bataklığa, bir kanlı iç çatışmaya sürükler. Bu istendi, bu yapılmaya çalışıldı; protestoların ilk adımında yer alan demokratik güçler bu nedenle gösterilerden çekildi ve saha diş güçlerin güdümündekilere kaldı. Medya yayınlarından verilen talimatla, Cuma günü isimlendirmeleri dahil geceleri balkonlardan tekbir sesleri çıkarma girişimlerine gidildi. Gösteri ve yürüyüş yasası çıkmasına rağmen, güçleri olmadığı için,halkı asla temsil etmedikleri için yasal bir mitingi bile yapmayı göze aylamadılar. Yaptıkları tek şey, sokak aralarında, özgürlük kelimelerinin geçtiği karalamalardır. Halkın dönüp bakmadığı “kepenk kapatma” çağrıları, 27 mayıs 2011 Cuma gününü humat el diyar (Ordu) diye, ordudan kendilerine destek gelecek umuduyla yaptıkları adlandırmaya rağmen dönüp bakan bile olmadı. Geriye sivil ve asker ayrımı yapmadan işledikleri kanlı cinayetler kaldı. Türkiye de bu eli kanlı örgütlerinin suç ortaklığı olduğu açığa çıktı.
Sizin de bu bataklık çorbasında tuzu az biri değilsiniz. Bütün bunlardan sonra, son yazınızda iddia ettiğiniz gibi “Türkiye’nin Suriye doğrusu” bu değildir. Bu olsa olsa, sonuçta sahibini vuracak olan bir ikiyüzlülüktür. Bunu başarı diye telakki etmek ise siz gibi cahillere düşer: Sonuçta yapacağınız tek şey olacak, o da komşularımızla düşmanlığın kefaretini halkımızın sırtına yıkmaktır. Bu duruş sizin ittihatçı genetik duruşunuzdur; ülkeyi savaşa sürüp, ağır şamarı suratına yiyince, her şeyi kaos içinde bırakıp kaçmaktır. Bu ise, hiçte içe kapanmak anlamına gelmeyen “yurtta sulh cihanda sulh“ diyen cumhuriyet algısına sefilce, pervasız bir ihanettir.
Suriye halkının hak va kazanımlarını, başka bir ülke ya da siyasi eğilim temsil edemez. Ettiği iddiasında ise orada bir tutarsızlık var demektir. Suriye yönetimi, halkını herkesten çok düşünen bir yönetimdir. Bunu ilke olarak kabul edip kimsenin iç işlerine karışmamak gerek. Suriye kendini toparlayarak eski zindeliğine kavuşma çabasında aralıksız bir mücadele veriyor. Atılan reform adımları ise, ünlü İngiliz yazar Patrick Seale’in dediği gibi, “reformlar bir devrim gibidir”. Komşuluk gereği buna destek olmak, halkı ve yönetimi kazanmak varken, kanlı iç savaş için, Ülkemizi eli kanlı Müslüman Kardeşler Örgütü’nün bir sıçrama tahtası haline getirmek, hiçbir ülkeyi güçlü ve kazançlı kılamaz. Ülkemiz, soğuk savaş yöntemlerine NATO’nun bir kuklası olarak devam ettiğini iddia etmek bu açıdan yanlış değildir; Libya’da ülkemizin hangi politikaların bir aracı olduğunu bilmeyen yoktur. Aynıyla bölgemiz için de geçerli olan bu yaklaşım, ülkemizi vurmayacağını iddia etmek aptallıktır.
Size yazdığım bu maille birlikte, on küsur makalemi dosyada iletiyorum. Bu makaleler, akademik belge ve kanıtlara sadık yazımları içeriyor. Bunlara bir göz atın eksikliklerinizi fark etmeniz zor olmayacaktır.
Okuyan ve yazan birisiniz o kadar. Aydın değilsiniz. İnsan diye bir algınız, komşuluk diye bir değer düzleminiz yok. Siyaseti tek boyutlu çıkar olarak görüyorsunuz. Düşütüğünüz zaman da köle olmak için sıraya geçiyorsunuz. Suriye halkı, aydınları ve bölge aydınları sizi bu çirkinliğinizle çok yakından tanıdığını belirteceğim. Bataklıklar anıldığında adınız da geçiyor bilesiniz.
Sayın Çandar,
Yazdıklarınızdan zerre kadar sorumluluk duyuyorsanız, size bu iletiyle mail olarak gönderdiğim yazılara sadece bir göz atarsınız. Spotlarını bile okumanız yeterlidir. Blogum AYRI VARLIK ararsanız tüm yazılarımı da orda bulursunuz.
Son olarak, size bir ülkede ciddi, kararlı, gerçekçi talepler etrafında kitleleri temsil eden muhalefet için ipucu vereceğim, gerisini siz ölçüp biçin;
1.Başkent Şam'da ve ikinci büyük kent Halep'te ( Yaklaşık nüfusun %40'nın yaşadığı bu iki kentte) kendini muhalefet sayanlar varlık olabilecek bir kitle hareketi yaratamamışsa
2.Ülkenin en aydın, en dinamik, dünyanın her yerinde gerçek muhalefetin başlangıç noktası olan üniversitelerde bir varlık gösteremiyorsa
3. Gösterilerini yapmak için sığınacakları tek alan Camiler ve tek zaman Cuma namazı ise ve cuma namazından çıkan inançlı insanları bir adım bile yürütemiyorlarsa
4. Yurt dışında, Emperyalistlerin, Siyonistlerin, Arap gericiliğinin her türden desteği olmasına rağmen bir kitle oluşturamıyorlarsa,
Bu düzeyleriyle silaha sarılarak ülkede dehşet, kaos, “Yaratıcı Anarşi” gibi kanlı süreçlere yönelenlere asla kitle muhalefeti, halkın temsilcileri denemez; böylesi bir iddia, ne siyaset bilimi ne de gerçek halk çıkarları açısından mümkün değildir.
Hep yanlış atlara oynadınız bay Çandar. Ama bu kez kaleminiz, sivil diktatörlük müptelası bir iktidarın ikiyüzlü dış politikasında kan üzerinden siyasetin alet olmuştur.
Sizi ayıplamakla yetineceğim.
Mihrac Ural
28 Mayıs 2011
CENGİZ ÇANDAR
( Mihrac Ural’dan Cengiz Çandar’a)
Sayın Cengiz Çandar,
On yıllardır yazılarınızı takip ediyorum. Son olarak 28. 05. 2011 tarihli Radikal gazetesinde yayınlanan “Türkiye’nin Suriye doğrusu…” başlıklı köşe yazınızı okudum. Beni yanıltmadınız. Yazınızda, bir kez daha okurlarınızı aldatmış bulunuyorsunuz; aslı astarı olmayan söylemlerle, araştırmaya dayanmayan, duyum ve haber ajanslarının kurgularıyla şişirilmiş, bu gün tüm çıplaklığıyla açığa çıktığı gibi, bölgenin yeniden dizayn edilmesi için kurulu karanlık odaların üretimini pazarlamış durmuşsunuz.
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ve onun medya etkinliklerinin sanal dayatmalarıyla yapılan çabalar, her ülkede olabilecek kadar Komşumuz Suriye’de de var olan sorunlar üzerine binerek, sizin de uzun yıllardır üçüncü derece bir figüran olarak tuzunuzun olduğu “Yaratıcı anarşi” tusinamileri yaratma çabaları olarak gündeme getirilmiştir.
Nedeni ve kaynağını belli olmayan bir Suriye düşmanlığınız var. Bir gazeteci olarak böylesi takıntılarla yazmak, tümüyle gerçek olsa bile tarafsızlığınızın sorgulanmasını gerektirir. Soğuk savaş çağlarından kalma bu ilkellik sizi terk etmemişe benziyor.
Ülkemiz ve komşumuz Suriye’yle başlayan ilişkilerin ilk adımından itibaren kaleme aldığınız karşıt yazılarınızı okudum. Gerçekçi hiçbir veriye dayanmadan iç dünyanızda “Alevi egemenliği” diye damgaladığınız Suriye’yi akıl almaz söylemlerle karalamaya çalıştınız. Bu iddia üzerine kurguladığınız Türkiye-Suriye ilişkilerinin, ülkemize zarar vereceğini söyleyip durdunuz. Daha da ötesine geçerek Araplara gitmek için seçilen en tehlikeli yol hatta çıkmaz sokak olarak gördünüz. Bu iddialarınızın tümü yanlış çıktı. İki ülke arasındaki ilişki, iktidarın karanlık iç dünyası, çıkar merkezli istismarı ve iki yüzlü politikalarına rağmen bölge halklarının yakınlaşmasını ve ülkemizin Arap alemine açılımını sağlayan önemli bir faktör olarak yükselip gelişti. Siyasi yönetimlerini iradelerine rağmen iki ülke halkları öylesine bir kucaklaştı ki, kendinizi bölge uzmanı sayan cehaletinize yüzünüze vurmuş oldu. Siz bölge hakkında, belgesiz, kanıtsız, gerçek haber kaynaklarına ulaşmadan, ilkel bir tutuculukla, siyasi eğilimlerinizin esiri olarak, gerçekleri inkar ederek köşesini harflerden oluşmuş cümlelerle doldurmak isteyen birisiniz.
En yetkili en yerinden kaynaklar bile, bırakan Suriye’yi ve bölgedeki rolünü karalayan ön yargılarınızı, Suriye’de “Alevi azınlık egemenliği” söyleminizin kocaman bir yalan olduğunu göstermektedir. Beşşar Esad’ın Alevi kökenli bir aileden gelmiş olması bu yanılgınızı hiç değiştirmiyor. Laik bir ülke olan Suriye’de hiç kimse dini ya da mezhebi nedeniyle bir yere gelmiyor. Alevi mezhebi resmi olarak bile hiçbir hakka sahip değildir. Lübnan gibi bir ülkede, yarı resmi bir anayasal kurum olarak Alevi Yüksek Meclisi varken, Suriye’de bu yoktur. Alevilerin inanç merkezlerinin bakımı ve ihtiyaçlarının karşılanmasında devletin hiçbir payı yoktur. Bu hizmetler, Tümüyle bireysel katkılarla karşılanır. Alevi mezhebinin özgün yazımları, ne mekan ne de ihtiyaçları resmi bir kurum tarafından karşılanmaz; çünkü resmen tanınmamıştır. Alevilik inanç olarak tüm Sünni mezhep inancının resmi mezhep sayıldığı ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de olduğu gibi yok sayılmıştır. Bunu bilmiyorsun, biliyorsan bile görmezden geliyorsun. Karalama yapmak için at gözlüğü giymek tas tamam budur.
Yazılarında sık sık dile getirdiğin, ordu, İstihbarat, gibi hassa kurumlarda Alevi kökenlilerin ağırlıklı yer aldıkları iddian da sallama bir iddiadır. Veriler, Alevilerin Suriye’de resmi görevlerde ülke nüfusuna göre %15 civarında olan ağırlıklarını temsil etmediklerini göstermektedirler. Ancak yalandan kimse ölmemiştir; bilgisizliğin ve ön yargılarının yönlendirdiği köşe yazılarında yaptığın iddiaları doğrulayacak hiçbir belge ve kanıt yoktur. Siz bu hokkabazlığınızla sadece okurlarınızı aldattığınızı sanmaya devam ediyorsunuz.
Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz, Suriye bölgenin tüm sorunlarında çözümün merkez halkası olarak belirmektedir. Bir gazeteci olarak, taraf olsanız bile bu gerçeği atlayamazsınız. 40 yıldır durum budur ve siz 30 yıldır işkembe-i kübradan atarak kaleme aldığınız yazılarla okurlarınızı aldatıp duruyorsunuz.
Suriye’nin kendi halkı kadar, bölge halklarının çıkarlarına ilkeli yaklaşan, direnme hareketlerini her alanda destekleyen, ev sahipliği yapan siyasal duruşu, sizi rahatsız edebilir. Hatta buna bir kup bulup, “Suriye kendi etkinliği için bunları kullanıyor” diye bir önyargıda da bulunabilirsiniz. Bu yargınız, bir ülkenin 40 yıl zorluklara özverilere katlanacağına kestirmeden Amerika uşağı olarak, İsrail’le onursuz bir barış yaparak bölgenin en zengin, en refah ülkesi olabilir önermesiyle ayakları havada olduğunu da görmeyebilirsiniz. Ama size rağmen bu ülke, olduğu kadarınca halkların çıkarlarına ilkeli yaklaşımın direnmenin yanında duruşun örneğini vermektedir. 40 yıldır, Amerikalı başkanları ülkesinde misafir kabul etmelerine rağmen, onlarla Amerika’da, başka ülke liderlerinin yaptığı gibi ayaklarına gitmeyi ret eden dünyanın biricik ülkesi olmasını nasıl açıklarsınız bilemem, ama bu duruşun maliyetine katlanmayı tercih eden bir ülkeyi anmadığınızı iddia etmek yanlış değildir.
Kin gözleri kör edince siyasi yorumlarında gözü kör olmasına bu açıdan çok iyi bir örnektiniz. Bölge konusunda en yetersiz ve en salmama yazıları siz yazıyorsunuz ama farkında değilsiniz. Ancak biz okurlar açıklarınızı, kaba yalan ve kurgularınızı yutmuyoruz.
Aynı önyargılarınızla, komşumuzdaki son gelişmeleri yorumlamışsınız. Her siyasi duruşun, kendine özgü bir komşuluk ilişki algısı var. Bu, ikiyüzlü olmadıkça anlaşılabilir bir şey. Buradan hareketle Suriye’nin canı cehenneme, birbirini yesinler de diyebilirsiniz. Bu açıdan yaklaşımlarınızı onaylayan yada eleştiren olur. Ancak, Komşu bir ülkede olanları, ülkemizde kamuoyu yaratmak için kullanmak, hele hele iktidarın bin bir övgüyle başlattığı bu ilişkiyi ikiyüzlüce arkadan hançerlemek için çalışmak, Amerika’nın çıkarlarına göre yorumlamak, NATO’nun olası kanlı girişimleri için zemin hazırlamak üzere ele almak, saygıyla karşılanabilir “bakış açısı” olarak ele alınamaz. Komşuların kaderiyle böylesine sorumsuzca duruş sergileyenlerin, kendi ülkelerinin kaderiyle oynanmasının kaçınılmaz olduğunu bilmeniz gereklidir. Siz gibi üçüncü sınıf yazarlar komşu ülkenin eli kanlı terör örgütü Müslüman Kardeşler Hareketine arka çıkarken, bil mukabil bir davranışı görmeye hızır olmanız gerekmez mi? Başkasına yaptığınız iyi olur da size yapılanca kötü olabilir mi?
İddiayla tekrar ediyorum. Bölge üzerinde ciddiye alınabilecek bir algınız yoktur. “Suriye'deki dalgalanma sınırı aşabilir” başlıklı, 10.05.2011 tarihinde Radikal gazetesinden yayınlanan Köşe yazınızda bir kez daha bu iddiamı kanıtlamış bulunuyorsunuz.
Söz konusu makalenizde, Suriye’den “Büyük bir göç dalgası” beklediniz. Konya’ya kadar etkileri olabilecek imaları bile yaptınız. Bu sallamalarınız üzerine, gerçek yüzünüzü bilmeyen okurlarınız ne yapmıştır bilemem. Ancak sonuçlar ortada. Ne oldu ? Değerli bir dostumun söylediği gibi, komşumuz Suriye’nin iç işlerine, komşuluk ilişkilerinde olmaması gereken bir karışmanın ürünü olan, her türden kanun dışı insanı kargo yapıp ülkemize taşımaktan başka bir şey olmayan (kaçakçı, beyaz ticaretçileri, ahlaksız işlerin mücrimleri gibi) 252 kişilik göçten başka bir şey olmadı. Üstelik sayının, verilen bir işaret üzerine, Milli Güvenlik Kurulu toplantısının bitimiyle birlikte sınırları aşarak ülkemize girmiş olmaları oldukça ilginçtir. Kim nasıl bilgi vermişse, geçiş anı gazeteciler tarafından tespit edilmiş. Sınır telleri jandarma eşliğinde aşılırken hatıra fotoğrafları bile çekilmiştir.
İşte “göç dalgası” iddianız bu kadardı. İddianızı doğrulamak için “biraz daha bekleyelim, görelim” de diyebilirsiniz. Neden olmasın, ilki tarjediydi, ikincisinin komedi olacağı teminatını size şimdiden verebilirim.
Yalan üzerine kurgulanmış her bilgi gibi bu tahayyüllerinizde kof çıktı. Oysa yerinde yapılan tüm gözlemler, ne muhalefetin bu ölçekte bir muhalefet ne de “iç savaşı” çağrıştıracak bir verinin olduğuna işaret ediyordu. Suriye sorunlarını çözmek için çırpınıyor, bunun için dev reform girişimleri başlatmıştır, halka katkı olabilecek her imkan seferber edilmiş, gecikmiş özgürlük ve demokrasi adımları için, gerekli yaptırımlara hız verilmiştir. Bardağın dolu tarafı boş olandan çok daha yoğundur, bunu görüp görmemek ise durduğunuz açıya bağlıdır.
Buna rağmen, iç dünyanızın karanlık talepleri, komşumuzun daha da büyük kaoslara yuvarlanmasını istiyorsa, buna uygun senaryolarla okurunuza hareket edercesine yazılar yazmanızın önünde hiçbir ahlaki engel yoktur diyeceğim.
Makalenizde bilgisizlik, bu verilerle de ayıplanacak bir şekilde açığa çıktı. İddia ediyorum bölgenin en cahil yazarı sizsiniz. Bunu yazdığınız her bölge yazısındaki uyduruk ve sallama iddialarınızla gösterebilirim.
Yeniden hatırlayın, Türkiye Suriye ilişkileri başladığında çizdiğiniz tabloların tümü karanlıktı. Sonra anladınız ki Suriye olmaksınız ne Araplara gidilebilir ne de bölgede bir varlık olunabilirdi. Bu atmosferin basıncı altında size çok uygun olan büyük bir U dönüşü yapan yazılar da yazdınız. Ahmet Davutoğulu’yla yaptığınız Şam ziyareti üzerine, Radikal gazetesinde, 8 Nisan 2011 tarihli “Davutoğlu ile Ortadoğu turu; Suriye’ye ‘çok partili’ dersler” baylıklı yazınızda bunu “Durum, Beşşar Esad’ın önüne mükemmel bir fırsat sunuyor. Yıllarca vaat ettiği, ancak gerçekleştirmediği reformları yaparsa, Suriye, ‘Arap tsunamisi’nin altında kalmaz ve Suriye, Suriye ile birlikte başta son yıllarda ona ziyadesiyle kefil olmuş olan ‘Türkiye’ kazanır” diyerek dile getirdiniz.
Nasıl oldu da bunu söylediniz? Anlatır mısınız? Yıllardır tu kakak bir Suriye tablosu çizip durdunuz. Şimdi hangi sihirli değnekle sorunlarını birden aşıp, yükselecek, kazanacak bir ülkeden söz edebiliyorsunuz. Okurlarınız size bu soruları sorunca nasıl çark ettiğinizi anlatacaksınız.
Suriye, sorunlarını aşacak bir zemine sahip değilse, bu potansiyelleri yoksa nasıl kazanabilir söyler misiniz? Siz kendinizi de mi okumuyorsunuz? Ya bu güne kadar yazdığınızda bilinçli bir yanlış vardı ya da kulaktan dolma bilgilerle sallama yazılar yazıyorsunuzdur. Her iki koşulda da ciddi olamazsınız.
Benci bilmediğiniz şey Suriye’dir, bölgedir. Bilmeniz gereken en basit veri, Suriye’nin bölgenin merkezi bir ülkesi olduğudur. Konumu, on yıllar içinde oluşturduğu dengeleri, toplumsal dokusunun siyasal süreçlerdeki yeri, bölge olaylarında oynadığı rol ve iç potansiyelleriyle Suriye sorunlarını kolayca aşabilecek bir ülkedir. Bunun da ötesinde, ülkemize, bölge ölçeğinde en büyük katkıyı her düzlemde yapabilecek bir ülkedir. Bunu anlamak için biraz geriye gitmek yeter. Suriye, Türkiye’ye araladığı kapı ölçüsünde bölgeye girişi sağlanmıştır. Bunu saat saat, tarih tarih size belgeleriyle, olaylarıyla aktarabilirim; hatırlamaya çalışın, Demirel’in ziyaretleri ve hokkabazlıklarıyla iki ülkenin birbirine olan güvenleri sıfırlanmıştı, ancak, Sayın Öcalan sorunu bitince, Hafız Esad’ın ölümü üzerine Cumhur Başkanı Necdet Sezer’in ziyaretiyle başlayan bir süreç açılmış oldu. Ceyhan anlaşmasıyla, güvenlik sorunlarında bir yakınlaşma sağlandı, Suriye’nin desteğiyle İslam Ülkeleri Konferansı Başkanlığına İhsan Ekmeleddinoğlu’nun seçilmesi gündeme geldi, ardından gür bir ilişki yoğunluğu oluştu, ekonomik, kültürel, siyasal ilişkilere yeniden yapılandırıldı.
Siz bütün bunların alt yapısının nasıl olduğunu bilir misiniz? Okurlarınıza bu konuda zerre kadar bilgi taşıdınız mı? Kendi adıma, yazılarınızda bunun izine hiç rastlamadım. Cahilin verebileceği şey yoksa ondan istemek abestir derler. Buradan ben aktarayım. Türkiye-Suriye ilişkilerinin böylesi bir boyuta gelmesinde en etkin neden, Arap üçlüsünün dağılmasıdır (Suudi Arabistan, Mısır, Suriye). Irak savaşında (20 Mart 2003) takınılan farklı tutumlar nedeniyle ve en son Gazze savaşında (27 Aralık 2008) ilişkiler bozulup dağılma olmasaydı, Mısır’ın olduğu yerde Türkiye’ye Ortadoğu alanında hiç bir rol düşmezdi. Bu gün Mısır, yeniden Arap davalarına sarılırsa omuz omuza olacağı tek ülke Suriye olacaktır ( son Filistin barışıyla bu eğilim kendini göstermeye başlamış bulunmaktadır ve siz bunu bir kayıp olarak gördüğünüzü ifade ediyorsunuz). Mısırın geri döndüğü bir Ortadoğu’da, bu güne kadar ülkede kamuoyunu aldatmak üzerine kurulan “lider ülke, bölgeyi kuşatan, düzenleyen ülke” atmasyonları nereye gidecek söyler misiniz? Okurlarınızı aldatarak kalem aldığınız yazıların bu bölgenin toprakları üzerinde ayaklarını basabileceği bir santimetre karelik alan yoktur bunu biliniz.
Oysa iyi komşuluk karşılıklı olarak eşitlerin kazanmasına dayanır, Yeni-Osmanlıcılğın arkadan hançerleyen, nüfus alanları elde etme, pazarları ele geçirme talancılığıyla değil. Kolay lokma sanılan komşularımızı hafife alarak bu bölgede ülkemiz ve halklarımız adına siyaset yapılamaz. Son makalelerinizde, farklı bir açıdan siz de dile getiriyorsunuz “Komşularla sıfır sorun” artık bıyık altında güldüren bir komedi oldu diye. Aynen öyledir. Ama siz bunu, komşuluk ilişkilerinde dar ulusal çıkarları öne alan bir yaklaşımla dile getiriyorsunuz ki, yanlış olan budur. Amacınız dostluk ve ortak kazanç olmayınca, olumlu bir tezi bile alaya almaktan çekinmezsiniz. Ancak bölge halkları bu ikiyüzlü politikalarınızı hangi kılıf altında saklarsanız saklayın, vereceği cevap, Libya’da, Bahreyn’de ve son olarak Suriye’de olduğu gibi, suratınızdaki maskeyi düşürmek olacaktır. Bölgenin halkları ve aydınları bu çirkin ikiyüzlü politikaya karşı öyle bir tarihi tavır oluştururdu ki, bir daha bu sınırları zor aşarsınız.
Bu ikircimli politikanız, ülkemizin ve halkımızın anlına ağır bir leke sürmüştür. Arap kardeşlerimiz “min şebbe ala şey fa şaba ileyh (gençliği ne üzerine şekillenmişse ihtiyarlığın da onun üzeride olacaktır)” derler. Bunu, Osmanlının izinden gidenlerin Araplara dostluk sunmaları mümkün değildir diye okumanızı tavsiye ederim.
Sizi temin ederim ki, bölgenin en cahil yazarı sizsiniz. Kimseyi da atlatmıyorsunuz. Medyadaki yeriniz, en az sizin kadar cahil patronların etiket ihtiyaçlarındandır.
Bakın, Suriye üzerine akıl almaz bilgisizlikle yazdığınız yazılara kimler gülüp geçiyor bu listeyi başucunuza koyun ve rahat uyuyun artık. Suriye’deki olayları protesto ederek, Suriye halkı ve yönetimine destek toplantısı yapan bölge güçleri (18 Nisan 2011), sanırım dünyada yapılan en kapsamlı, halkı en çok temsil eden örgütlerin toplantısıdır;
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, FHKC-Genel Komutanlık, Direniş Cephesi, Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi, Hamas Örgütü ve Cihad adına Filistin Müttefik Kuvvetlerini temsilen Muhammed Yasin. Hizbullah (İslami Direniş Hareketi)-Hasan Nasrullah adına Nuwaf Musavi.Emel Hareketi-Nebih Berri adına (Lübnan Parlemento Başkanı) Ali Hasan Halil., Hıristiyan Aydınlar-Karim Bakradoni (Eski Bakan), İli Firzli (Eski Parlemento Başkan Yardımcısı), Bşara Mırhic (Eski Bakan). Caferi Mezhebi Müftüsü-Şeyh Ahmed Kabalan. Kudüs Mescidi İmamı-Şeyh Mahir Hammud. Alevi Meclisi Üst Konseyi. Demokratik Arap Partisi-Ali İd. Filistin Yurtseverler Kongresi-Salah Dakmak. Dürzi Birlikçiler-Şeyh Nebih Aridi. Demokratik Nasırcı Birlik Hareketi-Mustafa Hamdan. Filistin Yerel Halk Komiteleri-Süleyman Abdulhedi. Filistin Kadın Hareketi-Dr. Rabia Sabban. Filistin Gazeteciler ve Yazarlar Birliği-Dr. Heysem Abu Ğazlan. Arap Ulusal Suriye Partisi-Merwan Fares.
Sayın Cengiz Çandar, bu örgütler size yeterli mesaj değimlidir? Yoksa siz de mi, Saad el Hariri’nin eline baka baka kararıp gitmiş misiniz?
Suriye düşmanlığınızı bir yere bağlamayacağım. Ortak ülkemiz için komşu ülkelerle ilgili yaptığınız sığı siyasi yönelimlerin, gelip ülkemizi vuracağını akıl etmiyorsunuz. B:unun ayrımında olmayacak kadar gerçeklerden uzaksınız.
Oysa komşumuzun iyi olması hepimizin dileği olmalıdır. Bunun belirtileri de az değil. Olaylar hızla gerilemekte, vatanseverlik ağır basmakta, bu ülkenin bölgede oynadığı anti-emperyalist rolün önemi herkesçe teslim edilmektedir. 23 milyon nüfusun, % 1’ bile, bu eli kanlı terör eylemleri içinde yer almamaktadır. Boş teneke çok ses çıkarır misali, eli silahlı bir çete bile ülkeyi kaosa sürebilir, ama asla sonuç alamaz. Dış güçlerin komplosu işte tam burada ortaya çıkar. Halkın haklı talepleriyle ortaya koyduğu tepkileri alır, kendi çıkarlı için bir bataklığa, bir kanlı iç çatışmaya sürükler. Bu istendi, bu yapılmaya çalışıldı; protestoların ilk adımında yer alan demokratik güçler bu nedenle gösterilerden çekildi ve saha diş güçlerin güdümündekilere kaldı. Medya yayınlarından verilen talimatla, Cuma günü isimlendirmeleri dahil geceleri balkonlardan tekbir sesleri çıkarma girişimlerine gidildi. Gösteri ve yürüyüş yasası çıkmasına rağmen, güçleri olmadığı için,halkı asla temsil etmedikleri için yasal bir mitingi bile yapmayı göze aylamadılar. Yaptıkları tek şey, sokak aralarında, özgürlük kelimelerinin geçtiği karalamalardır. Halkın dönüp bakmadığı “kepenk kapatma” çağrıları, 27 mayıs 2011 Cuma gününü humat el diyar (Ordu) diye, ordudan kendilerine destek gelecek umuduyla yaptıkları adlandırmaya rağmen dönüp bakan bile olmadı. Geriye sivil ve asker ayrımı yapmadan işledikleri kanlı cinayetler kaldı. Türkiye de bu eli kanlı örgütlerinin suç ortaklığı olduğu açığa çıktı.
Sizin de bu bataklık çorbasında tuzu az biri değilsiniz. Bütün bunlardan sonra, son yazınızda iddia ettiğiniz gibi “Türkiye’nin Suriye doğrusu” bu değildir. Bu olsa olsa, sonuçta sahibini vuracak olan bir ikiyüzlülüktür. Bunu başarı diye telakki etmek ise siz gibi cahillere düşer: Sonuçta yapacağınız tek şey olacak, o da komşularımızla düşmanlığın kefaretini halkımızın sırtına yıkmaktır. Bu duruş sizin ittihatçı genetik duruşunuzdur; ülkeyi savaşa sürüp, ağır şamarı suratına yiyince, her şeyi kaos içinde bırakıp kaçmaktır. Bu ise, hiçte içe kapanmak anlamına gelmeyen “yurtta sulh cihanda sulh“ diyen cumhuriyet algısına sefilce, pervasız bir ihanettir.
Suriye halkının hak va kazanımlarını, başka bir ülke ya da siyasi eğilim temsil edemez. Ettiği iddiasında ise orada bir tutarsızlık var demektir. Suriye yönetimi, halkını herkesten çok düşünen bir yönetimdir. Bunu ilke olarak kabul edip kimsenin iç işlerine karışmamak gerek. Suriye kendini toparlayarak eski zindeliğine kavuşma çabasında aralıksız bir mücadele veriyor. Atılan reform adımları ise, ünlü İngiliz yazar Patrick Seale’in dediği gibi, “reformlar bir devrim gibidir”. Komşuluk gereği buna destek olmak, halkı ve yönetimi kazanmak varken, kanlı iç savaş için, Ülkemizi eli kanlı Müslüman Kardeşler Örgütü’nün bir sıçrama tahtası haline getirmek, hiçbir ülkeyi güçlü ve kazançlı kılamaz. Ülkemiz, soğuk savaş yöntemlerine NATO’nun bir kuklası olarak devam ettiğini iddia etmek bu açıdan yanlış değildir; Libya’da ülkemizin hangi politikaların bir aracı olduğunu bilmeyen yoktur. Aynıyla bölgemiz için de geçerli olan bu yaklaşım, ülkemizi vurmayacağını iddia etmek aptallıktır.
Size yazdığım bu maille birlikte, on küsur makalemi dosyada iletiyorum. Bu makaleler, akademik belge ve kanıtlara sadık yazımları içeriyor. Bunlara bir göz atın eksikliklerinizi fark etmeniz zor olmayacaktır.
Okuyan ve yazan birisiniz o kadar. Aydın değilsiniz. İnsan diye bir algınız, komşuluk diye bir değer düzleminiz yok. Siyaseti tek boyutlu çıkar olarak görüyorsunuz. Düşütüğünüz zaman da köle olmak için sıraya geçiyorsunuz. Suriye halkı, aydınları ve bölge aydınları sizi bu çirkinliğinizle çok yakından tanıdığını belirteceğim. Bataklıklar anıldığında adınız da geçiyor bilesiniz.
Sayın Çandar,
Yazdıklarınızdan zerre kadar sorumluluk duyuyorsanız, size bu iletiyle mail olarak gönderdiğim yazılara sadece bir göz atarsınız. Spotlarını bile okumanız yeterlidir. Blogum AYRI VARLIK ararsanız tüm yazılarımı da orda bulursunuz.
Son olarak, size bir ülkede ciddi, kararlı, gerçekçi talepler etrafında kitleleri temsil eden muhalefet için ipucu vereceğim, gerisini siz ölçüp biçin;
1.Başkent Şam'da ve ikinci büyük kent Halep'te ( Yaklaşık nüfusun %40'nın yaşadığı bu iki kentte) kendini muhalefet sayanlar varlık olabilecek bir kitle hareketi yaratamamışsa
2.Ülkenin en aydın, en dinamik, dünyanın her yerinde gerçek muhalefetin başlangıç noktası olan üniversitelerde bir varlık gösteremiyorsa
3. Gösterilerini yapmak için sığınacakları tek alan Camiler ve tek zaman Cuma namazı ise ve cuma namazından çıkan inançlı insanları bir adım bile yürütemiyorlarsa
4. Yurt dışında, Emperyalistlerin, Siyonistlerin, Arap gericiliğinin her türden desteği olmasına rağmen bir kitle oluşturamıyorlarsa,
Bu düzeyleriyle silaha sarılarak ülkede dehşet, kaos, “Yaratıcı Anarşi” gibi kanlı süreçlere yönelenlere asla kitle muhalefeti, halkın temsilcileri denemez; böylesi bir iddia, ne siyaset bilimi ne de gerçek halk çıkarları açısından mümkün değildir.
Hep yanlış atlara oynadınız bay Çandar. Ama bu kez kaleminiz, sivil diktatörlük müptelası bir iktidarın ikiyüzlü dış politikasında kan üzerinden siyasetin alet olmuştur.
Sizi ayıplamakla yetineceğim.
Mihrac Ural
28 Mayıs 2011
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder