5 Mayıs 2011 Perşembe
FİLİSTİN BARIŞI
Mihrac Ural
4 Nisan 2011
Filistin direnme güçleri tarihsel bir dönemecin eşiğinde iç barışları için önemli bir adım attı. Etkileri Arap halk devrimleri kadar derin ve sarsıcı olduğu, Düşmanlarının gösterdiği tepkiden belli olan bu barış Filistin devletine açılan yolda ileri bir adım sayılabilir; etkileri Amerika’dan İsrail’e kadar yankı bulan, Filistin davasının 21. Yüzyıldaki temel yönelimlerini belirleyecek bu adım, bölge barışı açısından da hayati önemdedir.
Mahmut Abbas (Abu mazin) Filistin Özerk Bölgesi Başkanı olarak ve en büyük Filistinli grup El Fetih adına, Halid Meşaal ise HAMAS ve diğer direnme grupları adına önemli bir barış anlaşmasına imza attılar (4 Nisan 2011 Kahire).
FİLİSTİN SİYASİ İRADE BİRLİĞİ
Bu anlaşmanın önemle bilinmesi gereken özelliği Filistin halkının siyasi irade birliğini sağlamasıdır. Anlaşmanın diğer maddeleri, çok önemli olsalar da teferruat sayılır.
Bu anlaşma, bölünmüş Filistin’in İsrail karşısında düştüğü zorluğu, dünya kamuoyunda kaybettiği etkinlik alanlarını, Arap aleminin bölünmüşlüğüne yaptığı ek olumsuz katkıyı ve tümünden daha önemli si, yükselen Arap özgürlük ve demokrasi mücadelesi çabalarının gerisine düşüşü aşmayı başaran bir anlaşmadır.
Bu anlaşma, süresi bitmiş olan Cumhurbaşkanlığı makamını 1 yıl içinde seçip, parlamento seçimlerine yönelme kararı almıştır; Filistin evi iç sorunlarını demokratik tarzda, seçim sonuçları ne olursa olsun herkesin kabulüyle, bu tıkanmaları aşma kararı almıştır. Bu ise önemli bir demokratikleşme adımıdır.
Bu gelişme, Filistin halkının düşmanlarını oldukça rahatsız etmiştir. Bölgede kaosun, bataklığın, kirli savaşların sürmesini isteyenleri de kaygıya düşürmüştür. Bu anlaşma, Filistin davasını eski güçlü konumuna, bölgedeki gelişmelerin rüzgarlarını da arkasına alarak atak yapmasına olanak sağlayacak bir açılımdır.
Gazze savaşı sırasında (27 Aralık 2008 – 18 Ocak 2009), gerici Arap ülkeleriyle birlikte İsrail yönetimine destek olan, Mahmut Abbas önderliğindeki El Fetih ve Filistin Özerk Bölge Yönetimin ortaya koyduğu yozlaşma, Filistin halkının direnme tarihinde ciddi yarıklar açmıştır. Ancak Filistin halkı, diğer Arap ülkelerinde gelişen hareketlerin İsrail işbirlikçisi yönetimlerini arka arkaya devirmesinin etkileri ayrıca Filistin yönetimi üzerinde de kendini gösterdi. Bu gelişmenin en önemli sonucu, Barış görüşmeleri adı altında boşuna zaman kaybı yaratan, zaman içinde yozlaşarak işi İsrail’e uşaklık derecesine kadar düşüren yöneticilerin çehresini açığa vurarak, bu gün imzalanan barış anlaşmasına ulaşması olmuştur.
Filistin iç barışı bölge barışının da temel dayanağıdır.
İSRAİL ve SAVAŞ ve BARIŞ
Bölge barışı, dünya barışı kadar önemlidir. Bu barışın önündeki en önemli engel ise, bölgemizdeki tüm savaşların nedeni olan İsrail’dir.
İsrail’in savaş üzerine kurguladığı yaşam, onu her yönüyle öteki haline getirmektedir. Tarihte kendini ötekileştiren böylesi bir topluma, böylesi bir devlete zor rastlanır. Tüm toplumlar, kendi anavatan toprakları üzerinde kurdukları devlet, tarihleriyle, komşularıyla, kültürüyle iç içe yerli ve köklü olarak tarih sahnesinde yerini alır. İsrail devleti, II. Dünya savaşının kefareti olarak, Avrupalılarca Filistin toprakları üzerinde kuruldu. Bu devleti kuran unsurların, bu toprakla ne tarihi ne kültürel ne de inançla ilgili bir ortak bölenleri vardı. Askeri bir zorun ürünüydüler. Nitekim, öyle başladı öyle devam etmektedirler. Bunu aşmak için de hiçbir çaba göstermemekte tam tersine savaşı bir yaşam biçimi görerek, topraklarını gasp ettikleri Filistinlilere tarihin en büyük acılarını bitip tükenmez kıyım ve yıkımı dayatmaktadırlar.
İsrail’in bu konuma, onu onarılması mümkün olmayan bir biçimde bu toprakların doğasından koparıp, öteki haline getiriyor.
Sürekli savaş halinde bir yaşam, Filistinlilere ait topraklar üzerinde ebede kadar bu yolla yaşanılabileceğini, Amerika’nın desteğinin sonsuz olduğunu, batı uygarlığının diğer tarihi uygarlıklar gibi yaşlanıp yok almayacağını sanarak desteklerinin ölümsüz olduğuna inanıyorlar. Siyonistler ayrıca kendilerini de tüm insanlığı da Nabukadnezar döneminden (MÖ.597’den 538’e kadar Babil sürgünü), Romalı general (sonra imparator) Titus Sürgününe (MS:70), oradan 1492 İspanya sürgününden, II. Dünya savaşı Hitler kıyımına kadar mazlum olduklarına inandırdılar. Gerçek ise her zaman öyle değildi. Bu gün Filistin halkına çektirdikleri acıları göz önüne getirince, bunun sonucunda ödeyecekleri kefareti de insanlığa mazlumlar olarak yutturma ihtimalleri az değildir. Ancak yaşadığımız gerçek, Siyonistlerin, İsrail adlı terör devletleriyle insanlığa ve Filistin halkına acı çektirdikleri, katlanılması mümkün olmayan zulüm ettiğidir.
Filistin halkının bu acıları birike birike gün gelir de Siyonistleri ezerse, İsrail oğulları insanlığı mazlum olduklarına dair bir kez daha aldatabilirler mi? Bu artık çok zor.
Her türden Yahudi düşmanlığını lanetleyen bu satırların yazarı, bu tarih hikayelerinin her zaman Yahudilerin anlattığı kadar masum olmadığına, kendi okuma ve araştırmalarıyla ulaştığını belirtir. Ancak konumuz bu değil, vurgu yapmak istediğim, Siyonistlerin, öncelikle Yahudi haklını bu illüzyonlarla kandırıp durduklarıdır. 21. Yüzyıl bilişim çağı olarak, iletişim dünyasının çağı olarak ortaya koyduğu olanaklarla Siyonistlerin bunu başaracakları çok şüphelidir.
Dünya barışını tehdit eden, büyük devletlerin bölgemizdeki riskli konumlanışlarına da neden olan İsrail’in sürdürdüğü duruş, onu bitip tükenmez komploların devleti haline de getirmiştir. Bölgemizin her köşesinde, her türden komplo ve “Yaratıcı Anarşi” organizesinin arkasında mutlaka İsrail parmağının ortaya çıkması manidardır. Yaşama dair bu algılar, düşman üretimi üzerine kurguludurlar. Bu nedenle, bölgenin her varlığı onlar için potansiyel bir düşmandır. Buna göre yaşamı dizayn etmek, sürekli savaş hali, sürekli komplo ve baskın halinde olmak demektir. Bundan dolayıdır ki, Amerika ve İsrail, bölgemiz halklarının kardeş kavgasının, düşmanlıkların, bölünmelerin bitmesini hiç istemez. Tersine, kışkırtır ve bunun için her türden çirkin girişimlere başvurur. Her ülkenin birçok parçaya bölünmesini, barışla elde edilebilecek hakların ise iç savaşlara yol açmasını ister.
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) işte bu algının ürünüdür. Filistin davasının bölünmelerle zayıflaması, bu projelerin daha kolay ikamesi demektir. Bu nedenle de Filistin iç barışının en azılı düşmanları Amerika ve İsrail’dir.
Filistin iç barışı, bölgemiz üzerine kara bulutları yerleştiren mantığa karşı bir duruştur. Öncelikli olarak da İsrail’in planlarını alt üst edecek bir gelişmedir. Bu planlar geriledikçe, bu ölüm denklemleri bozuldukça, bölge barışı da gerçek anlamda ikame edilebilir hale gelmektedir. Bu açıdan, Filistin iç barışı bölge barışının temelidir demek abartma olmayacaktır.
FİLİSTİN BARIŞI VE FİLİSTİN DEVLETİ
İsrail, Arap alemindeki ortaklarını kaybettikçe, köşeye sıkışmaktadır. Bu sıkışmanın ilk belirtileri Tunus ve Mısır devrimleridir. Bu devrimler, ikinci aşamalarında, Pandoranın kutusundan çıkan şer öbekleriyle uğraşılarında başarı kazandıkça, bu işlevlerini artırarak devam edecektir. Bu sürecin önemli halkası ise Filistin iç barışının başarılabileceğinin gösterilmesiydi.
İsrail, artık birbiriyle çatışmalı iki ayrı alan ve iki ayrı kararla karşı karşıya değildir.
Filistin davasının bu günkü en önemli iki lideri Muhmut Abbasa (Ebu Mazin) ve Halid Meşaal “ayrılık döneminin geride kaldı, ortak düşmanımız İsrail’dir, birbirimizle dövüşmemiz yanlıştır. Hedefe bir bütün olarak kilitlenmemiz davamızın çıkarınadır” vurgusunu yaptılar.
İsrail Başbakanı Natenyahu’nun “Ya biz ya HAMAS” diyerek, Mahmut Abbas’ı sıkıştırmak istemesine karşılık, “Ya barış ya yerleşim birimleri“ diye cevap alması manidardır.
Üzerinde ciddi soru işaretleri olan, Oslo Anlaşması gibi teslimiyet girişimlerinin mimarı olarak ün yapan Mahmut Abbası’ın çileden çıkarak daha olumlu bir rotaya girme çabası, Filistin’de ortaya çıkan olumlu gelişmeler için önemli bir veridir. Medyaya sızan İsrail-Filistin gizli ilişkilerinin ortaya koyduğu çirkin ihanetin baskısı altında, birçok eski kadroyu dışlayarak HAMAS’la yapılan bu barış anlaşması, bölge direnme güçlerince de olumlu görülerek desteklenmiştir.
Filistin mücadelesinde sorumluluk ateşten bir gömlektir. Bu gömleği giyme dirayeti olmayanların yandığını yakın zamanda tüm çıplaklığıyla gördük. Bunlar arsında, Filistin-İsrail Barış Görüşmeleri sorumlusu Saib Ureykat gibi, ancak ihanetle ifade edilebilecek faaliyetleri, İsrail’le el ele Filistin direnme örgüt liderlerinin katledilmesini planlama çabaları buz dağının sadece görülen kısmıdır. Mahmut Abbas bu ekibin başıdır. Anca o da Arap ülkelerinde yükselen mücadelelerin etkisi ve aldığı sonuçlara karşı durulamayacağını görmüştür. İsrail’le kirli işlere giren birçok kadrosunu harcayarak kendini aklamaya çalışan Abbas, iç barış için attığı adımla, olumlu bir iş yaptığını söylemek yanlış değildir.
Bu adım tüm Filistinli örgütlerini kapsayarak Filistinlilere daha çok demokrasi ortamında siyasi karar verme olanağı sağlarsa, Filistin davası bağımsız kararının gücüyle, on yılların emeklerini bağımsız bir devletle taçlandırmaları zor olmayacaktır.
Bölgemizin gelişen koşulları Filistin devleti için daha çok olanak yaratmaktadır. Bölge ve dünya barışına önemli bir katkı olacak bu adım, öncelikle İsrail ve Amerika tarafından baltalanmaya çalışılacaktır. İsrail’in, bölgemizde savaş algısıyla yaşama inadı, Amerika’nın “Yaratıcı Anarşi”yle ülkeleri karıştırıp-barıştırıp egemenlik kurması, barışı sağlayacak her girişimin engellenmesine neden oluyor. Amerika’nın bölgedeki çıkarları, bölge halkları lehine hiçbir girişeme onay vermeyeceği ise açıktır.
Bilindiği gibi, Akdeniz Ortadoğu Kafkaslar, güzergahı yer yüzünün enerji kaynakları güzergahıdır. Emperyalist çıkarları ilgilendiren de budur. Bölgede bir karakol görevlisi olarak İsrail’i ayakta tutan, şımarıklaştıran, BM Güvenlik konseyinin yaptırımlarını 48 kez veto ederek koruyan Amerika, bu stratejik işbirliğini bölge halklarının yıkımı pahasına sürdürmekte ısrarlıdır. Bu bir çıkar ilişkisidir, Nükleer silahlarına göz yuman, ölüm kusan saldırı ve savaşlarını destekleyen, suikastlarını savunma hakkı diye onaylayan aynı güçtür.
Bu denklen, bu çıkar dünyası sürdükçe, devam edecek gibidir. Ancak, Tarihin deneyleri ve son yıllar içinde sağlanan başarılar, bu denklemi sahiplerinin başına geçirecek tek gücün, halkların direnmesi olduğunu, yeterince açık göstermiştir. Bunun yolu da Filistinlilerin başardığı iç barıştan geçmektedir. Siyasi irade birliğini iç barışıyla sağlamış, demokrasiyi derinleştirip genişletmiş bir halkı, yer yüzünde yenebilecek bir askeri güç olamaz.
Filistin iç barışından bölge halkları olarak beklentimiz de budur.
MISIR’IN DÖNÜŞÜ
Son olarak, bölge üzerine yazdığım yazıları takip eden okurlarım için, çok önemli bir bilgi vereceğim.
Ayır bir yazı konusu oylan bu bilgi şudur; Mısır, bölge siyasetindeki olumlu rolüne geri dönmeye başlamıştır.
Bu notu herkes aklında iyi tutsun. Zira birçok boyutuyla bölgemizdeki her olayla ilgili bir yanı olacaktır. Özellikle geleceğin önemli ilişkilerinden biri olarak yerini alacak Türkiye-Mısır ilişkileri bu açıdan çok önemlidir.
İki ülke ilişkilerinin tarihi çekişmelerin, gerginliklerin tarihi olduğu bilinmektedir. Türkiye’nin bölgede oynamaya soyunduğu rolle Mısır’ın sağlığına kavuşmuş haliyle oynayacağı rol önemli takip edilecektir; Filistin iç barış anlaşmasında, kimin nerede olduğunu gören izleyiciler buradan önemli ipuçları elde etmiş olmaları zor değil; Mısırın olduğu yerde Türkiye’ye koltuk düşmeyeceğini sık sık söylemiştim, bu gerçek hızla yerli yerine oturmaya başladı bile. Bu gerçeğin altında Türkiye’yi, orta-doğuyu sokan gücün kendi iç dinamiği olmadığını başka bir yerde aramak gerektiğine de önemli bir göndermedir. Yazılarımı izleyenler bu soruların cevaplarını bulmaları zor değil, bulamayanlara, gelecek makalelerimde doyurucu açıklamalar getireceğimi söyleyebilirim.
Türkiye-Mısır ilişkisi, Suriye’nin Mısır’la daha ilkeli bir zeminde, direnme hattı üzerinde, Filistinli güçlerle birlikte bir araya gelmeleri halinde ise çok farklı bir boyut alacağın şimdiden belirtirim; Türkiye’nin ikircimli dış politikasının iflası ise bu süreci hızlandıracak önemli bir etmen olarak belirmiştir.
Mora isyanı ve Kavalalı Mehmet Ali paşa ve oğlu İbrahim paşanın tarih sahnesine çıkışlarıyla etkin olarak başlayan bir süreç. O dönemle birlikte Mısır ve Osmanlı ilişkisinin gergin dengelerle yürümesi, Cemal abdül Nasır’a karşı İngiliz yanlılığıyla süren çirkin ve ikiyüzlü politikası, 4 Ocak 1954 Türkiye Kahire Büyük Elçisi Hülusi Fuat Tuğay olayı gibi önemli gelişmeler, bu gün ve yarının siyasi ilişkileri üzerine yapacağı etkileri irdelemek, bölgeyi daha iyi anlamak için zorunlu olacaktır. Bağdat paktı, Cento girişimleri, Irak devrimi (14 Temmuz 1958), Lübnan iç savaşı (1958), iki ülkenin bölgedeki nüfus alanı kavgalarını yansıtır. Biri emperyalistlere dayanarak bu kavgayı kazanmaya çalışırken diğeri ise halkına dayanıyordu. Ancak Mısır, nasırdan sonra dengelerini yitirdi, üçüncü sınıf bir ülke oldu. Gazze savaşında takındığı tutumla bitti. Suriye Arap üçlüsünden koptu (Suudi-Arabistan, Mısır, Suriye). Suriye kopmakla kalmadı, İran ve Türkiye’yle sıkı bir dostluk sürecine girdi ve Türkiye böylece bölgeye adım atma şansı yakaladı.
Bu izi sürerek gerçekleri bilince çıkarmadan orta-doğu hakkında uzmanlık taslamak, söz söylemek abesle iştigaldir. Bu satırlardan aktardığım kısa notları bir biri ardı sıra gelecek Mısır_Türkiye ilişkilerini irdeleyen makalelerimden takip edebileceksiniz.
Demem o ki,
Mısır Arap aleminin merkezine, orta-doğuya geri dönüyor. Merkez olmaya başladı bile. Devriminin ikinci aşaması da başarıları yoğunlaştıkça bu dönüş çok daha etkin olacağı açıktır. Bu ise konumuz olan, Filistin davası için de çok önemlidir.
4 Nisan 2011
Filistin direnme güçleri tarihsel bir dönemecin eşiğinde iç barışları için önemli bir adım attı. Etkileri Arap halk devrimleri kadar derin ve sarsıcı olduğu, Düşmanlarının gösterdiği tepkiden belli olan bu barış Filistin devletine açılan yolda ileri bir adım sayılabilir; etkileri Amerika’dan İsrail’e kadar yankı bulan, Filistin davasının 21. Yüzyıldaki temel yönelimlerini belirleyecek bu adım, bölge barışı açısından da hayati önemdedir.
Mahmut Abbas (Abu mazin) Filistin Özerk Bölgesi Başkanı olarak ve en büyük Filistinli grup El Fetih adına, Halid Meşaal ise HAMAS ve diğer direnme grupları adına önemli bir barış anlaşmasına imza attılar (4 Nisan 2011 Kahire).
FİLİSTİN SİYASİ İRADE BİRLİĞİ
Bu anlaşmanın önemle bilinmesi gereken özelliği Filistin halkının siyasi irade birliğini sağlamasıdır. Anlaşmanın diğer maddeleri, çok önemli olsalar da teferruat sayılır.
Bu anlaşma, bölünmüş Filistin’in İsrail karşısında düştüğü zorluğu, dünya kamuoyunda kaybettiği etkinlik alanlarını, Arap aleminin bölünmüşlüğüne yaptığı ek olumsuz katkıyı ve tümünden daha önemli si, yükselen Arap özgürlük ve demokrasi mücadelesi çabalarının gerisine düşüşü aşmayı başaran bir anlaşmadır.
Bu anlaşma, süresi bitmiş olan Cumhurbaşkanlığı makamını 1 yıl içinde seçip, parlamento seçimlerine yönelme kararı almıştır; Filistin evi iç sorunlarını demokratik tarzda, seçim sonuçları ne olursa olsun herkesin kabulüyle, bu tıkanmaları aşma kararı almıştır. Bu ise önemli bir demokratikleşme adımıdır.
Bu gelişme, Filistin halkının düşmanlarını oldukça rahatsız etmiştir. Bölgede kaosun, bataklığın, kirli savaşların sürmesini isteyenleri de kaygıya düşürmüştür. Bu anlaşma, Filistin davasını eski güçlü konumuna, bölgedeki gelişmelerin rüzgarlarını da arkasına alarak atak yapmasına olanak sağlayacak bir açılımdır.
Gazze savaşı sırasında (27 Aralık 2008 – 18 Ocak 2009), gerici Arap ülkeleriyle birlikte İsrail yönetimine destek olan, Mahmut Abbas önderliğindeki El Fetih ve Filistin Özerk Bölge Yönetimin ortaya koyduğu yozlaşma, Filistin halkının direnme tarihinde ciddi yarıklar açmıştır. Ancak Filistin halkı, diğer Arap ülkelerinde gelişen hareketlerin İsrail işbirlikçisi yönetimlerini arka arkaya devirmesinin etkileri ayrıca Filistin yönetimi üzerinde de kendini gösterdi. Bu gelişmenin en önemli sonucu, Barış görüşmeleri adı altında boşuna zaman kaybı yaratan, zaman içinde yozlaşarak işi İsrail’e uşaklık derecesine kadar düşüren yöneticilerin çehresini açığa vurarak, bu gün imzalanan barış anlaşmasına ulaşması olmuştur.
Filistin iç barışı bölge barışının da temel dayanağıdır.
İSRAİL ve SAVAŞ ve BARIŞ
Bölge barışı, dünya barışı kadar önemlidir. Bu barışın önündeki en önemli engel ise, bölgemizdeki tüm savaşların nedeni olan İsrail’dir.
İsrail’in savaş üzerine kurguladığı yaşam, onu her yönüyle öteki haline getirmektedir. Tarihte kendini ötekileştiren böylesi bir topluma, böylesi bir devlete zor rastlanır. Tüm toplumlar, kendi anavatan toprakları üzerinde kurdukları devlet, tarihleriyle, komşularıyla, kültürüyle iç içe yerli ve köklü olarak tarih sahnesinde yerini alır. İsrail devleti, II. Dünya savaşının kefareti olarak, Avrupalılarca Filistin toprakları üzerinde kuruldu. Bu devleti kuran unsurların, bu toprakla ne tarihi ne kültürel ne de inançla ilgili bir ortak bölenleri vardı. Askeri bir zorun ürünüydüler. Nitekim, öyle başladı öyle devam etmektedirler. Bunu aşmak için de hiçbir çaba göstermemekte tam tersine savaşı bir yaşam biçimi görerek, topraklarını gasp ettikleri Filistinlilere tarihin en büyük acılarını bitip tükenmez kıyım ve yıkımı dayatmaktadırlar.
İsrail’in bu konuma, onu onarılması mümkün olmayan bir biçimde bu toprakların doğasından koparıp, öteki haline getiriyor.
Sürekli savaş halinde bir yaşam, Filistinlilere ait topraklar üzerinde ebede kadar bu yolla yaşanılabileceğini, Amerika’nın desteğinin sonsuz olduğunu, batı uygarlığının diğer tarihi uygarlıklar gibi yaşlanıp yok almayacağını sanarak desteklerinin ölümsüz olduğuna inanıyorlar. Siyonistler ayrıca kendilerini de tüm insanlığı da Nabukadnezar döneminden (MÖ.597’den 538’e kadar Babil sürgünü), Romalı general (sonra imparator) Titus Sürgününe (MS:70), oradan 1492 İspanya sürgününden, II. Dünya savaşı Hitler kıyımına kadar mazlum olduklarına inandırdılar. Gerçek ise her zaman öyle değildi. Bu gün Filistin halkına çektirdikleri acıları göz önüne getirince, bunun sonucunda ödeyecekleri kefareti de insanlığa mazlumlar olarak yutturma ihtimalleri az değildir. Ancak yaşadığımız gerçek, Siyonistlerin, İsrail adlı terör devletleriyle insanlığa ve Filistin halkına acı çektirdikleri, katlanılması mümkün olmayan zulüm ettiğidir.
Filistin halkının bu acıları birike birike gün gelir de Siyonistleri ezerse, İsrail oğulları insanlığı mazlum olduklarına dair bir kez daha aldatabilirler mi? Bu artık çok zor.
Her türden Yahudi düşmanlığını lanetleyen bu satırların yazarı, bu tarih hikayelerinin her zaman Yahudilerin anlattığı kadar masum olmadığına, kendi okuma ve araştırmalarıyla ulaştığını belirtir. Ancak konumuz bu değil, vurgu yapmak istediğim, Siyonistlerin, öncelikle Yahudi haklını bu illüzyonlarla kandırıp durduklarıdır. 21. Yüzyıl bilişim çağı olarak, iletişim dünyasının çağı olarak ortaya koyduğu olanaklarla Siyonistlerin bunu başaracakları çok şüphelidir.
Dünya barışını tehdit eden, büyük devletlerin bölgemizdeki riskli konumlanışlarına da neden olan İsrail’in sürdürdüğü duruş, onu bitip tükenmez komploların devleti haline de getirmiştir. Bölgemizin her köşesinde, her türden komplo ve “Yaratıcı Anarşi” organizesinin arkasında mutlaka İsrail parmağının ortaya çıkması manidardır. Yaşama dair bu algılar, düşman üretimi üzerine kurguludurlar. Bu nedenle, bölgenin her varlığı onlar için potansiyel bir düşmandır. Buna göre yaşamı dizayn etmek, sürekli savaş hali, sürekli komplo ve baskın halinde olmak demektir. Bundan dolayıdır ki, Amerika ve İsrail, bölgemiz halklarının kardeş kavgasının, düşmanlıkların, bölünmelerin bitmesini hiç istemez. Tersine, kışkırtır ve bunun için her türden çirkin girişimlere başvurur. Her ülkenin birçok parçaya bölünmesini, barışla elde edilebilecek hakların ise iç savaşlara yol açmasını ister.
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) işte bu algının ürünüdür. Filistin davasının bölünmelerle zayıflaması, bu projelerin daha kolay ikamesi demektir. Bu nedenle de Filistin iç barışının en azılı düşmanları Amerika ve İsrail’dir.
Filistin iç barışı, bölgemiz üzerine kara bulutları yerleştiren mantığa karşı bir duruştur. Öncelikli olarak da İsrail’in planlarını alt üst edecek bir gelişmedir. Bu planlar geriledikçe, bu ölüm denklemleri bozuldukça, bölge barışı da gerçek anlamda ikame edilebilir hale gelmektedir. Bu açıdan, Filistin iç barışı bölge barışının temelidir demek abartma olmayacaktır.
FİLİSTİN BARIŞI VE FİLİSTİN DEVLETİ
İsrail, Arap alemindeki ortaklarını kaybettikçe, köşeye sıkışmaktadır. Bu sıkışmanın ilk belirtileri Tunus ve Mısır devrimleridir. Bu devrimler, ikinci aşamalarında, Pandoranın kutusundan çıkan şer öbekleriyle uğraşılarında başarı kazandıkça, bu işlevlerini artırarak devam edecektir. Bu sürecin önemli halkası ise Filistin iç barışının başarılabileceğinin gösterilmesiydi.
İsrail, artık birbiriyle çatışmalı iki ayrı alan ve iki ayrı kararla karşı karşıya değildir.
Filistin davasının bu günkü en önemli iki lideri Muhmut Abbasa (Ebu Mazin) ve Halid Meşaal “ayrılık döneminin geride kaldı, ortak düşmanımız İsrail’dir, birbirimizle dövüşmemiz yanlıştır. Hedefe bir bütün olarak kilitlenmemiz davamızın çıkarınadır” vurgusunu yaptılar.
İsrail Başbakanı Natenyahu’nun “Ya biz ya HAMAS” diyerek, Mahmut Abbas’ı sıkıştırmak istemesine karşılık, “Ya barış ya yerleşim birimleri“ diye cevap alması manidardır.
Üzerinde ciddi soru işaretleri olan, Oslo Anlaşması gibi teslimiyet girişimlerinin mimarı olarak ün yapan Mahmut Abbası’ın çileden çıkarak daha olumlu bir rotaya girme çabası, Filistin’de ortaya çıkan olumlu gelişmeler için önemli bir veridir. Medyaya sızan İsrail-Filistin gizli ilişkilerinin ortaya koyduğu çirkin ihanetin baskısı altında, birçok eski kadroyu dışlayarak HAMAS’la yapılan bu barış anlaşması, bölge direnme güçlerince de olumlu görülerek desteklenmiştir.
Filistin mücadelesinde sorumluluk ateşten bir gömlektir. Bu gömleği giyme dirayeti olmayanların yandığını yakın zamanda tüm çıplaklığıyla gördük. Bunlar arsında, Filistin-İsrail Barış Görüşmeleri sorumlusu Saib Ureykat gibi, ancak ihanetle ifade edilebilecek faaliyetleri, İsrail’le el ele Filistin direnme örgüt liderlerinin katledilmesini planlama çabaları buz dağının sadece görülen kısmıdır. Mahmut Abbas bu ekibin başıdır. Anca o da Arap ülkelerinde yükselen mücadelelerin etkisi ve aldığı sonuçlara karşı durulamayacağını görmüştür. İsrail’le kirli işlere giren birçok kadrosunu harcayarak kendini aklamaya çalışan Abbas, iç barış için attığı adımla, olumlu bir iş yaptığını söylemek yanlış değildir.
Bu adım tüm Filistinli örgütlerini kapsayarak Filistinlilere daha çok demokrasi ortamında siyasi karar verme olanağı sağlarsa, Filistin davası bağımsız kararının gücüyle, on yılların emeklerini bağımsız bir devletle taçlandırmaları zor olmayacaktır.
Bölgemizin gelişen koşulları Filistin devleti için daha çok olanak yaratmaktadır. Bölge ve dünya barışına önemli bir katkı olacak bu adım, öncelikle İsrail ve Amerika tarafından baltalanmaya çalışılacaktır. İsrail’in, bölgemizde savaş algısıyla yaşama inadı, Amerika’nın “Yaratıcı Anarşi”yle ülkeleri karıştırıp-barıştırıp egemenlik kurması, barışı sağlayacak her girişimin engellenmesine neden oluyor. Amerika’nın bölgedeki çıkarları, bölge halkları lehine hiçbir girişeme onay vermeyeceği ise açıktır.
Bilindiği gibi, Akdeniz Ortadoğu Kafkaslar, güzergahı yer yüzünün enerji kaynakları güzergahıdır. Emperyalist çıkarları ilgilendiren de budur. Bölgede bir karakol görevlisi olarak İsrail’i ayakta tutan, şımarıklaştıran, BM Güvenlik konseyinin yaptırımlarını 48 kez veto ederek koruyan Amerika, bu stratejik işbirliğini bölge halklarının yıkımı pahasına sürdürmekte ısrarlıdır. Bu bir çıkar ilişkisidir, Nükleer silahlarına göz yuman, ölüm kusan saldırı ve savaşlarını destekleyen, suikastlarını savunma hakkı diye onaylayan aynı güçtür.
Bu denklen, bu çıkar dünyası sürdükçe, devam edecek gibidir. Ancak, Tarihin deneyleri ve son yıllar içinde sağlanan başarılar, bu denklemi sahiplerinin başına geçirecek tek gücün, halkların direnmesi olduğunu, yeterince açık göstermiştir. Bunun yolu da Filistinlilerin başardığı iç barıştan geçmektedir. Siyasi irade birliğini iç barışıyla sağlamış, demokrasiyi derinleştirip genişletmiş bir halkı, yer yüzünde yenebilecek bir askeri güç olamaz.
Filistin iç barışından bölge halkları olarak beklentimiz de budur.
MISIR’IN DÖNÜŞÜ
Son olarak, bölge üzerine yazdığım yazıları takip eden okurlarım için, çok önemli bir bilgi vereceğim.
Ayır bir yazı konusu oylan bu bilgi şudur; Mısır, bölge siyasetindeki olumlu rolüne geri dönmeye başlamıştır.
Bu notu herkes aklında iyi tutsun. Zira birçok boyutuyla bölgemizdeki her olayla ilgili bir yanı olacaktır. Özellikle geleceğin önemli ilişkilerinden biri olarak yerini alacak Türkiye-Mısır ilişkileri bu açıdan çok önemlidir.
İki ülke ilişkilerinin tarihi çekişmelerin, gerginliklerin tarihi olduğu bilinmektedir. Türkiye’nin bölgede oynamaya soyunduğu rolle Mısır’ın sağlığına kavuşmuş haliyle oynayacağı rol önemli takip edilecektir; Filistin iç barış anlaşmasında, kimin nerede olduğunu gören izleyiciler buradan önemli ipuçları elde etmiş olmaları zor değil; Mısırın olduğu yerde Türkiye’ye koltuk düşmeyeceğini sık sık söylemiştim, bu gerçek hızla yerli yerine oturmaya başladı bile. Bu gerçeğin altında Türkiye’yi, orta-doğuyu sokan gücün kendi iç dinamiği olmadığını başka bir yerde aramak gerektiğine de önemli bir göndermedir. Yazılarımı izleyenler bu soruların cevaplarını bulmaları zor değil, bulamayanlara, gelecek makalelerimde doyurucu açıklamalar getireceğimi söyleyebilirim.
Türkiye-Mısır ilişkisi, Suriye’nin Mısır’la daha ilkeli bir zeminde, direnme hattı üzerinde, Filistinli güçlerle birlikte bir araya gelmeleri halinde ise çok farklı bir boyut alacağın şimdiden belirtirim; Türkiye’nin ikircimli dış politikasının iflası ise bu süreci hızlandıracak önemli bir etmen olarak belirmiştir.
Mora isyanı ve Kavalalı Mehmet Ali paşa ve oğlu İbrahim paşanın tarih sahnesine çıkışlarıyla etkin olarak başlayan bir süreç. O dönemle birlikte Mısır ve Osmanlı ilişkisinin gergin dengelerle yürümesi, Cemal abdül Nasır’a karşı İngiliz yanlılığıyla süren çirkin ve ikiyüzlü politikası, 4 Ocak 1954 Türkiye Kahire Büyük Elçisi Hülusi Fuat Tuğay olayı gibi önemli gelişmeler, bu gün ve yarının siyasi ilişkileri üzerine yapacağı etkileri irdelemek, bölgeyi daha iyi anlamak için zorunlu olacaktır. Bağdat paktı, Cento girişimleri, Irak devrimi (14 Temmuz 1958), Lübnan iç savaşı (1958), iki ülkenin bölgedeki nüfus alanı kavgalarını yansıtır. Biri emperyalistlere dayanarak bu kavgayı kazanmaya çalışırken diğeri ise halkına dayanıyordu. Ancak Mısır, nasırdan sonra dengelerini yitirdi, üçüncü sınıf bir ülke oldu. Gazze savaşında takındığı tutumla bitti. Suriye Arap üçlüsünden koptu (Suudi-Arabistan, Mısır, Suriye). Suriye kopmakla kalmadı, İran ve Türkiye’yle sıkı bir dostluk sürecine girdi ve Türkiye böylece bölgeye adım atma şansı yakaladı.
Bu izi sürerek gerçekleri bilince çıkarmadan orta-doğu hakkında uzmanlık taslamak, söz söylemek abesle iştigaldir. Bu satırlardan aktardığım kısa notları bir biri ardı sıra gelecek Mısır_Türkiye ilişkilerini irdeleyen makalelerimden takip edebileceksiniz.
Demem o ki,
Mısır Arap aleminin merkezine, orta-doğuya geri dönüyor. Merkez olmaya başladı bile. Devriminin ikinci aşaması da başarıları yoğunlaştıkça bu dönüş çok daha etkin olacağı açıktır. Bu ise konumuz olan, Filistin davası için de çok önemlidir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder