6 Mayıs 2011 Cuma
Çılgın medya ve Suriye
Doç. Dr. Mehmet Yuva
mehmetyuva@cemmedya.com
02.05.2011 - 13:58
vatandaşlarımız cereyan eden hadiseleri televizyon ve gazetelerden telakki etmektedirler. Bu yayın organları vasıtasıyla zihinlere, “kanlı bir iç çatışmanın” “demokrasi ve hürriyet talep eden mazlum bir kitleye karşı diktatör bir rejimin terörü ve zulmü” ve hatta “Alevi bir azınlığın Sünni çoğunluk üzerindeki anti-demokratik İktidarı’nın” fotoğrafı enjekte edilmektedir. Bu organlarda öldürülen askerlere, polise, sivil masumlara yer verilmez. Homs kentinde misafirlikten donen sivil giyimli bir albayın iki oğlu ve yeğenini arabadan indirerek satir ve kılıçlarla paramparça edilen canları, kesilen kulakları haber kıymetinde değildir. Farklı etnik ve mezhepsel kimliklerinden dolayı Tartus kentinden Sam’a çilek satmaya giden üç çiftçinin lime lime edilen vücutları sergilenmez. Evinden, komsu bakkala ihtiyaçları için giden emekli bir subay babanın yolun ortasında kurşunlanması ona yardıma kosan manavın ayni akıbete uğramasının haber değeri yoktur. Su ana kadar öldürülen 58 silahsız polisin (Suriye’de olayların patlak verdiği geçen Mart ayına kadar genelde polisler silah taşımazlardı) cenazelerin gazete ve televizyonlarda emaresi okunmaz. Bu organlar için onlar sadece “kelledir” ve öldürülmeleri normaldir. Çünkü onlar “diktatör rejimin uşaklarıdır “. Bu basın kuruluşları için, 30 senedir huzur, güven ve istikrarın hüküm sürdüğü Suriye’de saltanatı elinde tutan “vampirler”, taze kan için Suriye halkının kanını akıtmak, vahşet uygulamak için bir gece karar vermişler ve halkın üzerine silahlı mahlûklarını sürmüşler.
Bu organlarda, ABD’nin ve Batı emperyalist devletlerinin petrol kaygısı yok, su kaynaklarını kontrol etme tamahı yok, malları için pazar kaygısı yok, İsrail’in güvenliği için bölgeyi etnik ve mezhepsel kaosa sürüklemek yok, Büyük Orta-Doğu Projesi komplo, Suriye’yi İran’dan uzak dur şantajı yok, Türkiye ile bu kadar yakın alaka içinde olma tehdidi yok, Lübnan’da, Filistin’de, Irak’ta İsrail ve ABD işgaline karşı mukavemet eden güçlerden desteğini çek talebi yok, İsrail’in 1967 den beri işgal ettiği Golan bölgesi yok, Suriye’nin anti-emperyalist, anti-Siyonist terbiyeden vazgeçmesi için baskı yok, Suriye’nin istikrarsızlaştırılması ve bölük pörçük edilmesinin asıl amacının Türkiye’yi tamamen teslim alma projeleri yok, Orta-Doğu’daki ateş çemberinin esas hedefinin Türkiye’yi abluka altına alması ve siyasi-iktisadi maslahatlarının tamamen Batı’nın rahmetine terk edilmesi hiç yok. Bunlar için Suriye’de olup biten sadece, “halkın” “diktatörlüğe” karşı demokrasi için isyanıdır. Servis edilen “demokratik” mücadelenin liderlerini tarihin çöplüğünden çıkardılar temcit pilavı gibi kamuoyunun boğazına soktular. 1979-82 tarihleri arasında kanlı terör eylemleriyle Suriye halkının nefretine nail olmuş dini-dar Sünni Müslüman (!) Kardeşler Örgütü temsilcilerini, 35 sene Suriye’nin en önemli mevkilerinde yer almış, Fransa’nın nükleer artıklarını, nüfuzunu kullanarak Suriye çöllerine büyük rüşvetler karşılığı gömdürmüş ve en nihayet soruşturmaya tabi tutulduğu zaman kapağı dostu Fransa’ya atmış Abdulhalim Haddam’i, dini-dar Alevi Müslüman (!) ve Suriye’yi soyup soğana çevirdikten sonra Fransa’ya iltica etmiş Hama katliamı mimari Rıfat Esad ile Suudi ve körfez sermayesiyle beşli tekfirci-selefi-vahhabi dini-dar güruhları “demokrasi” ve “özgürlük” savaşçıları olarak vicdanları zerre sızlamadan yeniden cilalatıp parlatıyorlar. Hürriyet ve Takvim gazeteleri Haddam’la röportaj yapmanın onurunu yasıyorlar. Vatan gazetesi görevini hakkıyla yerine getiriyor ve Bessar Esad’a istinad edilen akla hayale gelmeyecek bir başlık atıyor: “Günde 200’den fazla öldürmeyin”!!!
Suriye devlet başkanı Beşar Esad’ın 2004 tarihinde Türkiye’ye yaptığı ziyaret sonrasında Türk basının odaklandığı husus bu genç devlet başkanın terbiyesi, görgüsü, giyimi, batıdan aldığı eğitim ve ona eslik eden Hanımı’nın kibarlığı, inceliği ve güzelliği üzerinedir. Bu süreçte ne oldu da, “acilimin” “reformların” „Türkiye’nin gerçek dostu“ ve “barışın” lideri Beşar Esad aniden “kanlı bir diktatöre” dönüşüyor?
Tarih unutkanlık hastalığının ilacıdır. Tarihçi bu hastalığı önleyen, tedavi eden hekimdir. Bu ilkeden hareketle, Suriye’yi Türkiye medyası ve akademik kurumları vasıtasıyla sağlıklı irdelemek imkansızdır. 60 senedir, büyük oranda, Suriye ile alakalı dillendirilen ve tedavüle sokulan malumatlar sübjektiftir. Türkiye komsularımızı tanımamaktadır. Bölgemiz devletleri ve toplumları ile alakalı bilgilerini ağırlıklı olarak Batı’nın kütüphanelerinden, istihbarat sitelerinden, araştırma merkezlerinden ve üniversitelerinden devşirmektedir. Bu konvoya son merhalede, Katar merkezli el-Cezire TV ile Türkiye’nin en karlı ve stratejik öneme haiz Telekom’u satın alan Başbakan Erdoğan’ın gözdesi eski Lübnan Başbakanı Suudi sermayesinin vitrindeki figüranı Saad el-Hariri’nin el-Arabiya televizyonu
katılıyor. Suriye “dostu“ AKP hükümetinin basın-yayın kuruluşları, TRT’si, Mazlum-Der, Vakit gazetesi Beşar Esad’ı çarmıha mıhlıyor. Türkiye topraklarında Suriye karşıtı bütün faaliyetlere el altından destek veriyor. İstanbul’da topladığı “özgürlük savaşçıları !!” ile iki gün süren Suriye için İstanbul konferansları tanzim ediyor. Sergiledikleri yalanlar şeytana külahı ters giydirecek cinsten. Suriyeli bir subayın iki yaşındaki çocuğun başına postalıyla basarak nasıl kursuna dizdiği anlatılıyor. Yaşlı bir gösterici amcayı tutuklayan bir subay, amirine ne yapması gerektiğini soruyor, amirinden ”buraya getirme orada gebert” emri geliyor. Ancak subay merhametli çıkıyor, vicdani sızlıyor, böyle bir emri yerine getirmem diyor. Amiri subaydan yanındaki askeri telsize istiyor ve askere hem subayı hem de yaşlı amcayı orada öldürmesi emrini veriyor. Askerde çaresiz bu emri yerine getiriyor ve her ikisini infaz ediyor.
CIA başkanın Türkiye’ye yaptığı ve kamuoyundan saklanan ziyaretinin ardından MİT Müsteşarı Suriye’ye bir ziyarette bulunuyor. CIA Başkanı’nın Turkiye’de ağırlanan Suriye muhalefeti temsilcileri ile görüştüğü iddia ediliyor. Türkiye, her alanda ittifak halinde olduğumuz, tek hükümet olmayı hedefleyen Yüksek İstişare Konseyi’ne rağmen, Suriye’ye karşı tertiplerin, istihbarat faaliyetlerinin, Suriye muhalefetinin psikolojik harbi için ev sahipliği yapıyor. Dini-dar basın organlarında Alevi-Sünni ayırımcılığın daniskası sergileniyor. Suriye Alevilerinin berbat hayat koşullarına rağmen, kendilerini özgürce ifade bile edemedikleri, kimliklerini-dini vecibelerini özgürce yasayamadıkları gerçeği ortada iken, devletin resmi mezhebi Sünni-Hanefilik iken, okullarda verilen terbiye, kılınan resmi namazlar, bayramlar, oruçlar, ibadetler İslam’ın hanefi mezhebi yorumuna uygun yapılırken, ülkede fabrikadan çok Cami varken, her köşede kur-an kursları var iken, başörtülülerin kamu alanları dahil hayatin her alanında tartışma konusu bile yapılmamış iken devlet başkanı Esad’ın aile kökenine bakarak Suriye’yi Alevi azınlığın iktidarı söylemlerini dillendirmek vicdan işi değil cüzdan işidir. Kaldı ki bütün bu özgürlükleri biz Sünnilere sağlayan bir Alevi-iktidarı ise, bizlerin yapacağı tek şey Alevilere şükretmek olmalıdır. Ayrıca, Suriye bütün dinlerin huzur ve barış içinde yaşadığı nadir ülkelerden birisidir. Bütün dinlerin bayramları resmi bayram olarak kutlanır. Laik-Cumhuriyet değerlerini benimsemiş Suriye, dini hoşgörü de markadır.
Hatay vilayetimize yakin Suriye köylerinden Turkiye’deki akrabalarına gelenler için Dış İşleri Bakanlığı “kriz masası” (!) oluşturuyor. Buraya gelen Suriyeli vatandaşlar için çadır kent kuruluyor. Beşar Esad “dostu” Davutoğlu: “Geçiş sürecinde, göçlerin sürmemesi” temennisinde bulunarak, muğlak bir açıklama yapıyor. “Geçiş süreci” ile ifade etmek istediği nedir pek iyi anlaşılmıyor!!! Temennisi, Suriye’nin yasayacağı bir geçiş sürecinden mi, yoksa gümrüklerdeki geçişlerden mi yana belli değil. Suriye hususunda çok net olmayan kafaları biraz daha allak bullak ediyor. Ve bu tavırla, Davutoğlu, “muhteşem” Hükümeti’nin, Orta-Doğuda halen “muhteşem lider” konumunda olduğunu iddia edebiliyor. Bu tavrı ile AKP Hükümeti’nin Orta-Doğudaki güvenirliliğinin bittiğini, “kabak” çıktığını “dostluklarına” itimat edilemeyeceğini kendileri dışında herkes biliyor. Bu konuda da istihbarat senaryoları diplomatik ilişkilerin yerini alıyor.
Yüce Rabbim cüzdanla vicdan arasında kalan basınımızla hükümeti ıslah eylesin, bizi onların şerrinden korusun, ülkemize, komşularımıza zeval vermesin. Âmin…
mehmetyuva@cemmedya.com
02.05.2011 - 13:58
vatandaşlarımız cereyan eden hadiseleri televizyon ve gazetelerden telakki etmektedirler. Bu yayın organları vasıtasıyla zihinlere, “kanlı bir iç çatışmanın” “demokrasi ve hürriyet talep eden mazlum bir kitleye karşı diktatör bir rejimin terörü ve zulmü” ve hatta “Alevi bir azınlığın Sünni çoğunluk üzerindeki anti-demokratik İktidarı’nın” fotoğrafı enjekte edilmektedir. Bu organlarda öldürülen askerlere, polise, sivil masumlara yer verilmez. Homs kentinde misafirlikten donen sivil giyimli bir albayın iki oğlu ve yeğenini arabadan indirerek satir ve kılıçlarla paramparça edilen canları, kesilen kulakları haber kıymetinde değildir. Farklı etnik ve mezhepsel kimliklerinden dolayı Tartus kentinden Sam’a çilek satmaya giden üç çiftçinin lime lime edilen vücutları sergilenmez. Evinden, komsu bakkala ihtiyaçları için giden emekli bir subay babanın yolun ortasında kurşunlanması ona yardıma kosan manavın ayni akıbete uğramasının haber değeri yoktur. Su ana kadar öldürülen 58 silahsız polisin (Suriye’de olayların patlak verdiği geçen Mart ayına kadar genelde polisler silah taşımazlardı) cenazelerin gazete ve televizyonlarda emaresi okunmaz. Bu organlar için onlar sadece “kelledir” ve öldürülmeleri normaldir. Çünkü onlar “diktatör rejimin uşaklarıdır “. Bu basın kuruluşları için, 30 senedir huzur, güven ve istikrarın hüküm sürdüğü Suriye’de saltanatı elinde tutan “vampirler”, taze kan için Suriye halkının kanını akıtmak, vahşet uygulamak için bir gece karar vermişler ve halkın üzerine silahlı mahlûklarını sürmüşler.
Bu organlarda, ABD’nin ve Batı emperyalist devletlerinin petrol kaygısı yok, su kaynaklarını kontrol etme tamahı yok, malları için pazar kaygısı yok, İsrail’in güvenliği için bölgeyi etnik ve mezhepsel kaosa sürüklemek yok, Büyük Orta-Doğu Projesi komplo, Suriye’yi İran’dan uzak dur şantajı yok, Türkiye ile bu kadar yakın alaka içinde olma tehdidi yok, Lübnan’da, Filistin’de, Irak’ta İsrail ve ABD işgaline karşı mukavemet eden güçlerden desteğini çek talebi yok, İsrail’in 1967 den beri işgal ettiği Golan bölgesi yok, Suriye’nin anti-emperyalist, anti-Siyonist terbiyeden vazgeçmesi için baskı yok, Suriye’nin istikrarsızlaştırılması ve bölük pörçük edilmesinin asıl amacının Türkiye’yi tamamen teslim alma projeleri yok, Orta-Doğu’daki ateş çemberinin esas hedefinin Türkiye’yi abluka altına alması ve siyasi-iktisadi maslahatlarının tamamen Batı’nın rahmetine terk edilmesi hiç yok. Bunlar için Suriye’de olup biten sadece, “halkın” “diktatörlüğe” karşı demokrasi için isyanıdır. Servis edilen “demokratik” mücadelenin liderlerini tarihin çöplüğünden çıkardılar temcit pilavı gibi kamuoyunun boğazına soktular. 1979-82 tarihleri arasında kanlı terör eylemleriyle Suriye halkının nefretine nail olmuş dini-dar Sünni Müslüman (!) Kardeşler Örgütü temsilcilerini, 35 sene Suriye’nin en önemli mevkilerinde yer almış, Fransa’nın nükleer artıklarını, nüfuzunu kullanarak Suriye çöllerine büyük rüşvetler karşılığı gömdürmüş ve en nihayet soruşturmaya tabi tutulduğu zaman kapağı dostu Fransa’ya atmış Abdulhalim Haddam’i, dini-dar Alevi Müslüman (!) ve Suriye’yi soyup soğana çevirdikten sonra Fransa’ya iltica etmiş Hama katliamı mimari Rıfat Esad ile Suudi ve körfez sermayesiyle beşli tekfirci-selefi-vahhabi dini-dar güruhları “demokrasi” ve “özgürlük” savaşçıları olarak vicdanları zerre sızlamadan yeniden cilalatıp parlatıyorlar. Hürriyet ve Takvim gazeteleri Haddam’la röportaj yapmanın onurunu yasıyorlar. Vatan gazetesi görevini hakkıyla yerine getiriyor ve Bessar Esad’a istinad edilen akla hayale gelmeyecek bir başlık atıyor: “Günde 200’den fazla öldürmeyin”!!!
Suriye devlet başkanı Beşar Esad’ın 2004 tarihinde Türkiye’ye yaptığı ziyaret sonrasında Türk basının odaklandığı husus bu genç devlet başkanın terbiyesi, görgüsü, giyimi, batıdan aldığı eğitim ve ona eslik eden Hanımı’nın kibarlığı, inceliği ve güzelliği üzerinedir. Bu süreçte ne oldu da, “acilimin” “reformların” „Türkiye’nin gerçek dostu“ ve “barışın” lideri Beşar Esad aniden “kanlı bir diktatöre” dönüşüyor?
Tarih unutkanlık hastalığının ilacıdır. Tarihçi bu hastalığı önleyen, tedavi eden hekimdir. Bu ilkeden hareketle, Suriye’yi Türkiye medyası ve akademik kurumları vasıtasıyla sağlıklı irdelemek imkansızdır. 60 senedir, büyük oranda, Suriye ile alakalı dillendirilen ve tedavüle sokulan malumatlar sübjektiftir. Türkiye komsularımızı tanımamaktadır. Bölgemiz devletleri ve toplumları ile alakalı bilgilerini ağırlıklı olarak Batı’nın kütüphanelerinden, istihbarat sitelerinden, araştırma merkezlerinden ve üniversitelerinden devşirmektedir. Bu konvoya son merhalede, Katar merkezli el-Cezire TV ile Türkiye’nin en karlı ve stratejik öneme haiz Telekom’u satın alan Başbakan Erdoğan’ın gözdesi eski Lübnan Başbakanı Suudi sermayesinin vitrindeki figüranı Saad el-Hariri’nin el-Arabiya televizyonu
katılıyor. Suriye “dostu“ AKP hükümetinin basın-yayın kuruluşları, TRT’si, Mazlum-Der, Vakit gazetesi Beşar Esad’ı çarmıha mıhlıyor. Türkiye topraklarında Suriye karşıtı bütün faaliyetlere el altından destek veriyor. İstanbul’da topladığı “özgürlük savaşçıları !!” ile iki gün süren Suriye için İstanbul konferansları tanzim ediyor. Sergiledikleri yalanlar şeytana külahı ters giydirecek cinsten. Suriyeli bir subayın iki yaşındaki çocuğun başına postalıyla basarak nasıl kursuna dizdiği anlatılıyor. Yaşlı bir gösterici amcayı tutuklayan bir subay, amirine ne yapması gerektiğini soruyor, amirinden ”buraya getirme orada gebert” emri geliyor. Ancak subay merhametli çıkıyor, vicdani sızlıyor, böyle bir emri yerine getirmem diyor. Amiri subaydan yanındaki askeri telsize istiyor ve askere hem subayı hem de yaşlı amcayı orada öldürmesi emrini veriyor. Askerde çaresiz bu emri yerine getiriyor ve her ikisini infaz ediyor.
CIA başkanın Türkiye’ye yaptığı ve kamuoyundan saklanan ziyaretinin ardından MİT Müsteşarı Suriye’ye bir ziyarette bulunuyor. CIA Başkanı’nın Turkiye’de ağırlanan Suriye muhalefeti temsilcileri ile görüştüğü iddia ediliyor. Türkiye, her alanda ittifak halinde olduğumuz, tek hükümet olmayı hedefleyen Yüksek İstişare Konseyi’ne rağmen, Suriye’ye karşı tertiplerin, istihbarat faaliyetlerinin, Suriye muhalefetinin psikolojik harbi için ev sahipliği yapıyor. Dini-dar basın organlarında Alevi-Sünni ayırımcılığın daniskası sergileniyor. Suriye Alevilerinin berbat hayat koşullarına rağmen, kendilerini özgürce ifade bile edemedikleri, kimliklerini-dini vecibelerini özgürce yasayamadıkları gerçeği ortada iken, devletin resmi mezhebi Sünni-Hanefilik iken, okullarda verilen terbiye, kılınan resmi namazlar, bayramlar, oruçlar, ibadetler İslam’ın hanefi mezhebi yorumuna uygun yapılırken, ülkede fabrikadan çok Cami varken, her köşede kur-an kursları var iken, başörtülülerin kamu alanları dahil hayatin her alanında tartışma konusu bile yapılmamış iken devlet başkanı Esad’ın aile kökenine bakarak Suriye’yi Alevi azınlığın iktidarı söylemlerini dillendirmek vicdan işi değil cüzdan işidir. Kaldı ki bütün bu özgürlükleri biz Sünnilere sağlayan bir Alevi-iktidarı ise, bizlerin yapacağı tek şey Alevilere şükretmek olmalıdır. Ayrıca, Suriye bütün dinlerin huzur ve barış içinde yaşadığı nadir ülkelerden birisidir. Bütün dinlerin bayramları resmi bayram olarak kutlanır. Laik-Cumhuriyet değerlerini benimsemiş Suriye, dini hoşgörü de markadır.
Hatay vilayetimize yakin Suriye köylerinden Turkiye’deki akrabalarına gelenler için Dış İşleri Bakanlığı “kriz masası” (!) oluşturuyor. Buraya gelen Suriyeli vatandaşlar için çadır kent kuruluyor. Beşar Esad “dostu” Davutoğlu: “Geçiş sürecinde, göçlerin sürmemesi” temennisinde bulunarak, muğlak bir açıklama yapıyor. “Geçiş süreci” ile ifade etmek istediği nedir pek iyi anlaşılmıyor!!! Temennisi, Suriye’nin yasayacağı bir geçiş sürecinden mi, yoksa gümrüklerdeki geçişlerden mi yana belli değil. Suriye hususunda çok net olmayan kafaları biraz daha allak bullak ediyor. Ve bu tavırla, Davutoğlu, “muhteşem” Hükümeti’nin, Orta-Doğuda halen “muhteşem lider” konumunda olduğunu iddia edebiliyor. Bu tavrı ile AKP Hükümeti’nin Orta-Doğudaki güvenirliliğinin bittiğini, “kabak” çıktığını “dostluklarına” itimat edilemeyeceğini kendileri dışında herkes biliyor. Bu konuda da istihbarat senaryoları diplomatik ilişkilerin yerini alıyor.
Yüce Rabbim cüzdanla vicdan arasında kalan basınımızla hükümeti ıslah eylesin, bizi onların şerrinden korusun, ülkemize, komşularımıza zeval vermesin. Âmin…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder