HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

25 Mayıs 2011 Çarşamba

"SINIF" ve İNSAN ve İDEALİZM

Mikdat Abuzer’in “Temel konular” üzerine yazışmaları 3. Makale

3. YAZI

“SINIF” ve İNSAN ve İDEALİZM


Mikdat Abuzer
9 Mayıs 2011

Birincisi,

Hangi müsemma ile yazarsanız yazın, bu ben ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren gerçek ya da başka isimle yazıp yazmamanız değil, ortaya koyduğunuz görüşlerdir. Görüşlerinize hiç katılmasam da saygı duyduğum için cevaplıyorum. Cevabım emeklerinize değil, doğrularımla savaş halinde olmayan siyasal düzlemlerinize cevaptır; bir selefi-cihatçıya, ırkçıya ne kadar emek sarfetmiş olsa da verecek cevabım olmaz. Bu polemik, benim açımdan okura yararlı olmasını bitirdiği an biter. Hiç vaktim olmamasına ve bu alanda (face) böylesi uzun yazıların yeri olmadığına inanmama rağmen yazmamın nedeni budur. Bu nedenle, lütfen gereksiz konulara girmeyiniz.

İkincisi,

“SINIF MÜCADELESİ- DEMOKRASİ ÜZERİNE KISA AÇIKLAMALAR” başlıklı 2. Yazımın altına yaptığınız kısa yorumda, “Ertuğrul Kürkçü Devrimci Bir Duruştur” Başlıklı yazımla ilgili olarak itirazınızın olduğunun özellikle bilinmesini istediğinizi not düşmüşsünüz. Böylesi davranışları hiç tasvip etmediğimi belirtmek isterim. 70-80’li yılların yöntemi, artık bana uygun değildir. Şahıs değerlendirmeleri üzerine, böylesine iz sürmeyi kaliteli bir duruş olarak görmem. Bir sorununuz varsa bunu kendi görüşlerinizi tanıtmak için, benim de aralarında olacağım okurlarınıza sunmanız yeterlidir. Bunun için benim yazıma cevap vermeniz gerekmez. Sizi böylesi konularda cevaplamayacağımı bilmenizi isterim.

Ertuğrul Kürkçü’ye ilişkin kendi yazım ve “ERTUĞRUL KÜRKÇÜ (siyasette sayılar ve nitelikler)” başlıklı bir yazı yükledim. Amacımız seçimlerde halkımız yararına olumlu olduğuna inandığımız özgürlük ve demokrasi bolguna destek vermektir. Bunu, ülkemiz devrimci hareketinin tarihinde yakaladığı önemli fırsatlardan biri olarak değerlendirdik, katkımızı sunmak istedik. Ne Ertuğrul Kürkçü ne de özgürlük hareketiyle, siyasi, ideolojik ya da örgütsel resmi bağımız da yoktur. Dönemi değerlendiriyoruz ve doğrularımızın arkasında açık adlarımızla mensup olduğumuz örgütlenme çabasıyla destek oluyoruz.

Üçüncüsü,

2. CEVABİ YAZINIZA GELİNCE

Ortaya koyduğum ve oldukça net ifade ettiğim parametrelerime, ikinci yazımda da özel olarak ele aldığım “Yabancılaşma”, “sınıf mücadelesi” ve ”demokrasi” konularına tek satırlık, tek cümlelik bir eleştiri getirmediğinizi görüyorum. Benim on yıllardır okuyup savunduğum ve geçmişim diye onurla sırtımda taşımaya devam ederek aşmaya çalıştığım argümanları ısrarlı tekrar dile getirmişsiniz. Okura tek bir bilgi, tek bir açılım ya da benim yanlışlığımı, tarihsel örnekleriyle gösterecek bir tek cümle bile kurmamışsınız. Kendi adıma sizi çok iyi anlıyorum. Felsefi genellemeler, 19 yüzyıl Marksist oluşum sürecinin, adını andığınız ve anmadığınız onlarca tartışmanın yerli yersiz kahramanlarından yapılan sunumlar, tartışmamıza ve dolaysıyla okura bir şey katmaz. Bu yolla, beni 150 yıl önce “netlikle çürütmüş” olduğunuza inandırmanız sanırım biraz güç.

Tartışmamız kör dövüşüne dönsün istemiyorum, tekrarlar da çok sıkıcı.

Çok daha fazla olmasına karşın 7. Temel parametremi, kendimi anlatmak için ortaya koydum. Çabam da buydu. Bu saatten sonra birbirimizi ikna etmek üzere kimin doğru olduğu konusunda bir çekişmeye hiç gerek yok sanırım. “Ben doğruyum, yok sen yanlışsın” gibi komikliklere girmenin anlamı olmaz. Buyurun siz de tezlerinizin tarihte başarılmış örnekleriyle, daha da ileriye ve yeni örneklere gidebileceğinizin verileriyle kendinizi anlattın. Bunun için Marks’ı - Lenin’i, Marks’tan ve Lenin’den alıntılarla kanıtlamaya çalışmayın. Marksizm - Leninizm bir din değil, Kuran’ı ayetlerle kanıtlar durumlara düşmeniz beni memnun etmez.

Buraya tarihin tüm felsefe okullarının söylemleri ve bunların materyalist eleştirisini tek tek sıralamak mümkün. Hele hele, benim maddeci yaklaşımla eleştirel olarak ele aldığım doğu felsefeleri, teoloji konusunda da onlarca soyutlama aktarmam oldukça kolay. Her formülü, dincilerin bir ayeti her çağda farklı yorumlama esneklikleri gibi yorumlamamız da çok kolaydır. Tarih içinde Marksist okul usta ve örencileri arasında da “1844 el Yazmaları”ndan başlamak kaydıyla, aynı formüllerin nasıl da farklı yorumlandıklarını biliyoruz. Tarih Bolşeviklerin savaş ustalıklarını bir siyasal devrim zaferine götürdü, ama bu Menşeviklerin Marksizmi, materyalist felsefeyi hiç bilmedikleri anlamına gelmiyor. Geri dönüşle birlikte kimin haklı kimin haksız olduğunu tartışmak ise ayrı bir konu. Savaş ustalığı felsefi, fiili doğruluk anlamına gelmiyor. Ancak Menşevikler de kazansaydı bence sonuç değişmeyecekti. İdealize edilen algılar nesnel verilerle çatışma halinde oldukça gelinecek yer aynıydı. Bu yüzden, değdiniz gibi, “150 yıl önce netlikçe çürütülmüş” olan hiçbir şey yok. tersine 150 yıldır, din gibi okunup mealler üretilmesine rağmen anlaşılmayan şeylerden söz etmek daha doğru olacaktır. Bunları da altta veriyorum.

Kısaca,

Benim açımdan boş tekrar olmayan, tartışmamızın içini dolduracak ve diğer tüm iddialarımızı ilgilendiren en önemli konu, tarihin öznesinde sınıf mı ? “İnsan ve doğa” mı? olup olmadığıdır. Konunun dağılmaması için, diğer birçok tartışma konusuna girmeyeceğim. Bu temel konu ışığında diğer tüm konuların anlam kazanacağını bildirmekle yetineceğim.

Sonra,

“Sınıf” merkezli yaklaşımınız öncelikli olarak eski sistemde takılı kalmanızı ve idealist felsefenin çarkları arasında ileriyi görüşünüzü engelliyor. Sınıf mücadelesi, sistem içi kavgaların tarihini izah etse de her şeyi izah eden ve tek dinamik olan bir veri değildir. Tüm doneleri, verili sistemi ilgilendirdiği için bir sonraki, yeni üretim tarzına ait bir önerme için ne bilinç yaratabilir ne de bu mücadelenin araçlarıyla yeni bir sistem kurulabilir. Bu maddeci düşünce tarzına da aykırıdır. İdealizm, burada, eskinin fetiştirilmesiyle, belirmeye başlar. Aramızdaki fark da budur.

Konumuzu ilgilendiren, bir üretim tarzından daha ileri bir üretim tarzına geçişte, yani tarihsel devrim süreçleri eski topluma ait sınıf mücadelesinin değil, bir bütün olarak eskiyle yeninin mücadelesi esası üzerinde yükseldiğidir. Yadsınmanın yadsınması budur. Bir bütün, diğer bir bütün tarafından, eski, yeni tarafından bir bütün olarak yadsınır; eski tüm sınıflarıyla, kurum ve kuruluşlarıyla tarihe ötelenir ( bıçak kesiği gibi yok olmasa da egemenliği biter). Bu tarihin tüm devrimleri için, eskinin bağrından gelişip egemen olan tüm üretim tarzları için geçerli bir tezdir. Eski üretim ilişkisinin hiç bir sınıfı hiçbir mücadele yol ve yöntemiyle yeni bir üretim tarzı kuramamasının nesnel nedeni budur. Bu soyutlama bir tez olarak, bir toplumsal kanun olarak Kapitalizmden daha ileri bir topluma geçişi istisna tutmaz; “geçiş toplumu”, “ara dönem” gibi isimlendirmeler bu gerçeği değiştirmez. Real sosyalizmi kapitalizm madalyonun diğer bir yüzü olarak ifade etmem, bu yolun en büyük bilgelerinin (Bolşevikler) kurduğu “sosyalizm”den daha başka bir sosyalizmin kurulamayacağını ifade etmem de bundandır (Aynı anda tüm dünyada aynı akılla devrimler yapılmış olsa da (Troçki esprisi) farklı hiçbir şey olmayacaktı)

Her üretim tarzı kendi içinde sınıf mücadelesi taşır, ancak bu mücadele, tarihin hiçbir kesitinde yeni bir üretim tarzı üretemez. Sınıf mücadelesi gerçektir ve olumludur. Devrimci değil, reformisttir, sistem iyileştirmeleri için de gereklidir. Ancak yeni üretim tarzı, yeni düzen bunun sonucu değildir. Tersine eskinin tümden yadsınması sonucudur; Yeni, eskinin tüm verileriyle yadsınmasının bir sonucu olarak belirecektir. Bunun adı tarihsel devrimdir ve geri dönüşü olmaz.

Böylesi bir devrimle, nesnel verilerin yetersiz olduğu bir koşulda, devleti ele geçirerek, sözünü etmekte olduğumuz bir dönüşüm (eski üretim tarzından yeni üretim tarzına geçiş) için devrim yapılmış olunamaz. Bu noktada aydın kafasında bir vehim olarak üretilen sınıf, sınıf bilinci, sınıf örgütü, sınıf kadrosu, sınıf militanı, sınıf sendikası vb. kısır bir döngü içinde ait olduğu kapitalist sistemi, sonuçta ve bir biçimde yeniden üretmekten başka bir işe yaramaz.

Fabrika üretimi, Marks’ın Capitalde metaı çözümleyerek ortaya koyduğu kapitalist üretim tarzıdır. Fabrika üretimi, dolaysıyla üretimin temel unsurlarından biri olan işçi sınıfının ekonomik faaliyeti (insan olarak işçiler değil) ham madde+ iş gücü+üretim araçları= meta denklemiyle ifade edilir. Bu formül, var oldukça kapitalizm var demektir. Büyük bilgelerin kurduğu sosyalizmde bu değişmemiştir, aşılmamıştır. Yeni bir toplum, yeni bir uygarlık kurulamamıştı. O tarihi kesitin teknoloji evriminde, nasıl bir devrim yaparsanız yapın, ne kadar kitle yürütürseniz yürütün, başka bir sonuç üretemezdiniz. Bundan dolayı, iradeci müdahaleler kurulan şeyin ayakta durması için “Proleterya diktatörlüğü” adı altında zora dayanmaya mahkum olursunuz. Bu kaçınılmazdı. Ancak tarihte zorun rolü bu değildi.

Zor, tarihte devrime ebelik edendi. Gelişmelerinin belli bir aşamasında üretim ilişkileriyle üretici güçler arasındaki çelişkinin takınışını çözendi. Sürekli zorla yeni bir üretim ilişkisi var edilemezdi. Böylesi bir şey, doğaya da tarihe de toplumsal yaşam dengelerine de aykırıdır. Nitekim geri dönüş, bu gerçeğin ifadesi olmuştur.

Bana göre idealizm, bu gerçeğin görülmemesindedir. Eski argümanlara sarılarak fetişleştirilen kavramlar, yeni ortamda doğaüstü güçlerden medet uman tahayyüller haline böylece gelmiş olur. Denenmemiş olduğu koşullarda fiil yaratabilmesine karşın iflastan kurtulamayan bir algı, aynı argümanlarla başarılı olacağını sanmak hayalden başka bir şey değildir. Bu, dünya çapında solun marjinalliğini izah eden en kesin veridir.

Aynı minvalde konuyu farklı bir açıdan ele alırsak şunları göreceğiz. Geri dönüşün olduğu yerde, yeni bir toplumsal süreç başlatıldığı iddia edilemez. Materyalist algı bunu böyle tanımlar. Duygusal algı ise sizin ortaya koyduklarınızı tekrar eder. Kapitalizmden feodalizme geri dönüşü imkansız kılan veriler ne ise, feodalizmden köleciliğe geri dönüşün de verileridir. Soyutlamalarla ifade edilebilir tespitler, Bunlar aynıyla daha ileri bir toplumdan kapitalizme geri dönüş içinde geçerlidir. Ancak geri dönüş olabiliyorsa bu veriler olgunlaşmamış demektir. Olan da budur.

Olay ne yönetim hatası nede yönetici yetersizliği, ne kitle gücü ne de kitle bilinçsizliği, geri dönüşün mümkün olmaması tamamen nesnel bir vakıadır.

Geri dönüş imkansızlığı yada geri dönüşün mümkün olması tamamıyla, nesnel verilerin evrim birikimleriyle ilgilidir. Zira, eski düzen, teknolojinin birikimleri üzerinde, üretim araçlarının ilerlemesi sonucu, üretim ilişkileriyle çatışmasının bir ürünü olarak yıkılmışsa geri dönüş imkansızdır. Değilse geri dönüş kaçınılmazdır.

Marksın “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı” kitabının meşhur önsözündeki “Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da, bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar.” (sayfa 25) tespiti de tas tamam bunu anlatır. Yani, yadsınma bir bütündür, bir sınıfın diğer sınıfı yadsıması değildir. Sınıf da ona ait sistem de birlikte tarihsel olarak aşılır.

Burada sınıf, bütün bir parçası olarak doğup, bütünle birlikte tarihe gömülür. Üstelik sınıf tek başına bir hiçtir (ister köle ya da sahipleri, ister serfler ya da feodaller, ister burjuvazi ya da işçi sınıfı). Zıddıyla birlikte bir bütün oluşturmayan bir sınıf, ne bir sistem olur ne de ona ait bir varlık gerekçesi olur. Zıddıyla birlikte bir bütün olmak ise diyalektiğin, materyalist felsefenin temel ilkesidir (zıtların birliği esprisi). Sınıfı fetişleştirmek burada da idealizmdir. Benim görüşlerimi “150 yıldır netlikle çürütülmüş” olma hayaliniz, materyalizmle sözsel olmaktan öte hiçbir ilişkisi olmayan görüşlerinizin yarım asırdır fiili olarak yenilgiye uğradığı gerçeğini hiç değiştirmiyor.

Daha da sağlıklı bir algı için sınıfı bilmek gerek derim. Çünkü, bu temel bilgilerde bir eksiklik var gibi.

Sınıf tanımlaması, bir ekonomik kategoridir. İşçi sınıfı dediğimizde de üretim araçları üzerinde özel mülkiyeti olmamasından kaynaklanan nedenlerle iş gücünü pazarda bir meta gibi satan, üretime bu yanıyla katılarak artık değer üretin bir insan topluluğunu kast ederiz. Sınıfın üyesi olan tek tek insanlardan değil, ekonomideki yeri itibariyle sınıftan söz ettiğimizde bu gerçeği görürüz. Zira, insan olarak tüm işçiler fabrika çitlerini aşıp evlerine geldiklerinde, işçi olmanın çok ötesine giderler. Bu açıdan işçi kültürü, sınıf bilinci ve buna bağlı tüm önermeler, fabrika çitlerinden sonra silikleşmeye, sulanmaya başlar. Bunun için burjuvazinin özel olarak bir şey yapmasına gerek yok. Burjuvazinin sınıf bilincini bulandırma söylemi ne kadar doğru olursa olsun, işçinin (sınıfın değil) binicini belirleyen nesnel varlıklardan daha etkin değildir. Toplum içinde işçiler, var olan sistemin kültür algılarıyla siyasal, toplumsal yönelim alırlar. Bu da mahallenin tarihsel, inançsal, etnik binlerce örgünün yarattığı kültürle yüz yüze kalmak ve onun bir parçası olmak demektir. Hiçbir işçi bu gerçekle yüz yüze kalmaktan kurtulamaz.

Fabrika süreci içinde ne kadar katı bir işçi sınıfı üyesi olsa da yerleşim alanı ve yaşamı kuşatan kültürel, tarihsel, ideolojik veriler, bir nesnel etkinlik olarak işçilerin düşüncesini şekillendirmeye başlar. Hiçbir önerme, hiçbir ideoloji, hiçbir tez ya da ikna çabası, sonuçta bu nesnel etkiden daha büyük değildir. Bu ise, işçileri sınıfı olarak, kapitalizmin meşru sınıfı olarak sistemle bir bütünün ayrılmaz parçası halene getirir; önceki yazımda dile getirdiğim ulusun kapitalizmin şafağında doğması ve işçi sınıfının ulusçu doğasının nesnel verisi de tas tamam budur.

Fabrika’da üretimin bir parçası olarak artık değer üreten işçi, içinde yer aldığı sistemin bir parçası olarak bir sınıf oluştururken, bu sınıfın kaynağı olan sistemin davranışlarını, bilincini, reflekslerini taşır.

Sınıf bilinci, bu anlamıyla Kapitalizmin tüm sınıfları, sistemin çatışan içsel bir bütünü olmaları nedeniyle buluştukları bir ortak payda vardır. Ulusçu refleksler bu maddi gerçeklerin sonucu olan bir ortak paydadır. Kapitalizme ait bir sınıfın enternasyonalist olması, küresel düşünmesi ve bunu fiili bir çabaya büründürmesi bana göre bir aydın çabasının ötesinde değildir. Bu çabalar, kapitalizmin hiçbir sınıfının nesnel varlığıyla örtüşmez. Öyle olsaydı yeryüzündeki tüm köleler ve serfler üretimde aldıkları aynı konum nedeniyle 10 bin yıl önce enternasyonalizmi ilan etmeleri gerekirdi.

Devamla,

Sınıf mücadelesi bir sınıf olayıdır. Ancak tarihsel bir devrim, eski üretim tarzından yeni bir üretim tarzına geçiş, tek başına bir sınıf olayı değildir. Ne öznesi ne de nesnesi tek başına sınıf üzerine oturmaz. Daha kapsamlı daha çoğulcul unsurların, bütünsel gelişimleriyle ilgilidir. Materyalist açıdan tüm özneler, nesnel varlıkların sonucu olması dolaysıyla da tarihin öznesi tek boyutlu olamaz. Bütünsellikte ise, öncü artçı diye bir algı yanlıştır. En küçük bir dişlinin çalışmaması halinde onlarca dişliye sahip olan her saat durur.

İnsan ve doğayı, tarihin öznesi olarak algılamak ise, maddeci bilgi sonuçlarını bunların lehine kullanmak demektir. Yani araçları, amaç olan insan ve doğal için istihdam etmektir. Sınıf merkezli algı bunun karşısında çok ırkçı çok dar çok savaşçı ve çatışmacıdır. Çözüm arama bulma değil, kaos yaratmaktır. Gerçek devrimci mücadele gerçekçi dava ve çözümler için var olur. Hayali kavgalar, ne kadar keskin ve sert geçerse geçsin sonuçta kaos yaratır ve devrimci olamaz.

Ayrıca, tarihsel bir geçici kategori olan “sınıfı”, insan ve doğadan daha öncelikle bir merkeze oturtmak, onun sırtına kaldıramayacağı yükler taşıtmak, toplum tarihinde sonsuza kadar var olacağını iddia etmek kadar saçmadır. Böylesi bir iddia, teorinin ilkel komünal toplum ve gelecek için tahayyül edilen komünist toplumun sınıfsı olacağı tezlerine de aykırıdır. Bir tez, tarihin her kesitini açıklayamıyorsa buna tez denmez. Böylesi iddialarda inatla ısrar ise fetiştir. İdealizm de budur. Bir çırpıda, bu gün IMF kıskacında olan dünyanın 20 devrimini ayrıntılarıyla buraya aktarabilirim. Bu verileri biz çözümleyemesek, bunları destekleyen ve bunların yolunda yürüyenler olarak bir değerlendirme yapamasak, sorumluluklarımızı yerine getirmiş olabilir miyiz? Bence hayır. Bu konuda bir şey söylemeden hangi soyut felsefe argümanlarını evirip çevirip kendimizi haklı çıkarabiliriz ki.

Sınıf diye diye kendimizi aldatmayalım. Üretim tarzında devrim, eski ile yeni arasında bütünsel bir mücadeledir, sınıf mücadelesi ise bu değildir. Her sistemin kendine özgü bir sınıf mücadelesi var ancak her biri ayrı ayrıdır. Bu mücadeleni ilgili alanlarını aşıp, sınıfın sırtına ne nesnel ne tarihi olarak gerçekleşmesi mümkün olmayan görevler yıkmak, bu gün solun içine düştüğü duruma bir kez daha, komik hallerde düşmek demektir; bu ise, en eski üretim tarzının ezilen sınıfının, yani kölelerin sırtına, tarihin tüm ilerlemelerini yüklemek demektir.

Sınıf tezinde tutarlı olmak için bunun iddia edilmesi gerek. Oysa ne kölecilik, ne feodalizm ne de kapitalizm tablosu, sınıf merkezli bir algının sonucu olarak yeni üretim ilişkisi haline gelmedi.

Sınıf mücadelesinin olmadığı ilkel komünal toplumdan sınıflı, köleci topluma geçişi bu tez asla izah edemez. Tarihi tüm aşamalarıyla izah edemeyen bir tezle, geleceği kurmak yel değirmenleriyle savaşmaktır. Dolaysıyla, sistem için olan sınıf mücadelesini, yadsınmanın yadsınması kanunu gereğince, eskinin içinde gelişip büyüyen ve sonunda egemen olan yeni sistemin temel kurucu unsuru olarak göremeyiz. Bu bir inkar değil, doğru kavrayıştır. İnkar ise, sınıfa olmadık görevler yükleyerek onu balon gibi şişirip, patlamasını seyretmektir.

Marks bunu Capitalde çok yalın olarak şöyle ifade ediyor. ”Üretim tarzında devrim, manüfaktürde emek-gücü ile, büyük sanayide emek araçlarıyla başlar. Öyleyse bizim ilk inceleyeceğimiz şey, emek araçlarının, alet olmaktan çıkıp makineye nasıl dönüştüğü ya da makine ile el zanaatı aletleri arasındaki farkların neler olduğu soruları olmalıdır.” ( Karl Marks, Kapital Cilt I. İkinci baskı, s: 385-6, Dördüncü Kısım, Onbeşinci Bölüm Makine ve Büyük Sanayi. Sol yayınları)

Bu algıyı nesnel gerekçeleri için de bize şunları söylüyor “Teknoloji, insanın doğayı ele alış biçimini, yaşamını sürdürmek için başvurduğu üretim sürecini açıklayarak, toplumsal ilişkilerin oluşum biçimlerini ve bu ilişkilerden doğan kavramları ve düşünce biçimlerini ortaya koyuyor. Bu maddi temeli hesaba katmayan din tarihleri bile, eleştirici bir tarih sayılamaz… Bu sonuncu yöntem, biricik materyalist ve dolaysıyla biricik bilimsel yöntemdir.” (Age. S.386, 4. dipnot)

Bu yaklaşım Kapitalizmden sonra gelecek üretim ilişkisi için tek doğru materyalist ölçü olduğunu söyleyeceğim. Siyasi tespitler anlamında Marks tersini söylese de. Bu noktada her kim ki, tarihin ilerlemesi, yeniden üretilmesi, eski üretim ilişkisinden yeniye geçişi, sınıf, katman, insan iradesi vb donelere bağlarsa o idealizme sapmış tarihsel devrimleri nesnel temellerinden koparmış demektir.

Bunun böyle olduğunu ne Marks’tan bir alıntıyla ne Lenin’de başka bir alıntıyla kanıtlamanın gereği yok ( yüzlerce alıntı koymak mümkün olmasına rağmen). Dünyayı maddi verileriyle algılamak yeter. Yeni bir üretim tarzı için sınıf değil, sınıf binici, sınıf örgütü, bilinçli sınıf ya da sınıf aydını değil, gerekli olan teknolojik maddi evrimin belli bir olgunluğa gelmiş olmasıdır. Öznel öğe, ister sınıf ister onun örgütü, kadroları, militanları, sınıf bilinçli kurumları ya da her ne ise tümüyle bu nesnel gelişimin sonucudur. Bu nesnel evrim yoksa bütün bunlar da yoktur. Daha ileri bir üretim tarzı eskinin bağrında yarattığı nesnel gelişmelerle birlikte kendine ait değerlerini üretir (sınıf, katman, güç, etkinlik, örgüt, kadro, bilinç aydın vb). Eskinin bu tür verileriyle yeni asla kurulamaz. Bu kural kölecilik ya da feodalizm için olduğu kadar, kapitalizm için de aynıyla geçerlidir. Sosyal kanunların şu ya da bu sistem ve ya sınıf için ayrıcalığı olamaz.

Bunları işçi sınıfı diye düşüncede üretmek, bilinçte kurgulayıp gelecek toplumun ayrıntılı şemalarını çıkarmak idealizmin en kaba tarzıdır. 16. -17.yy bir köylüye bu nedenle kimse motordan, traktörden söz edemedi. Tarım işçisi olacağı kehanetinde bunmadı. Bunları ona o kesitte birileri söyleseydi deli diye alay konusu olurdu. Bu gelişim, iradelerden bağımsız, nesnel gelişim ve birikimlerin sonucu, fiili olarak ortaya kondukça gerçekleşti ve bunun sonucu olarak, kendine ait sınıf ve örgütlenmeleri ortaya koydu. Feodalizm böylece, yadsınmanın yadsınması kuralı gereğince tarihe karıştı. Kapitalizm doğdu.Kapitalizm de bu yolu izleyecektir.

Bu algıyı, aynı materyalist yaklaşımla sürdürerek açıklamak zor değil. Kapitalizmi yıkacak olan gelişme, öncelikle bir teknik devrim süreci ve bunu sonuçlarıyla, eski sistemin içinde fiili olarak ikame edildikçe ortaya çıkacaktır; bu gün bunun nüveleri ortaya çıkıyor ve bunun için küresel üretim ilişkisine, yeni bir uygarlığa, yeni bir üretim tarzına doğru gidiyoruz tespiti yapmak yanlış değildir. Bu gidişte, eskinin hiçbir sınıfı temel rol oynamıyor, yeninin sınıfları ise bu gelişmenin sonucunda ortaya çıkarak, belirginlik kazanacaktır.

Dolaysıyla, daha çok özgürlük ve demokrasi istemek tarihin ilerlemesine paralel olmak demektir. Demokrasi ve özgürlük gibi soyut kavramların içi her tarihi kesitte farklı doldurulur. Bu tarihi kesitte ne burjuvazinin ne de başka bir sınıfın izini taşımadan, kendi özgünlüğüyle devrimci bir görev olarak önümüze çıkan özgürlük ve demokrasi görevlerimizin içi doldurulacaktır.

Bunun tersini söylemek ise, eski düzenin bir sınıfına, “sınıfçılık” adına takılmaktır, eskiyi koruma ilkelliği ve idealizmdir. Bu hiçbir şekilde Materyalist bir algı değildir.

İdealizm bu yanlış sınıf bakışının ifadesi olarak karşımızda duruyor. Bu yüzden de ilgili olduğu sınıfın nesnel eğilimi olan, reflekslerinin merkezinde bulunan ulusçuluk, hatta ırkçılık yapmakta bir beis görmüyor. Dünyanın tüm komünist partilerinin içine düştükleri çirkin ulusçuluk burada anlam buluyor. Ben bunları çok iyi anlarken, sizler bunların birer “sapma” olduğunu iddia ediyorsunuz. Aramızda böylesi bir fark da bulunuyor.

Bu idealist yaklaşım, geçmişin ve günün ve de geleceğin maddi verilerine değil, onun sonucu olan sınıf gibi, katman gibi, lider gibi, örgüt vb gibi öznelerine, iradelerin yönlendirdiği dar ve fasit verilere sarılır. Bu da kavramları tarihin öznesi haline getiren Hegelci fetişizme düşmek demektir. Hegel “Formsuz (şekilsiz) madde soyut bir şeydir. Böyle bir maddeyi görmek, duymak, vs… olanaksızdır. Görülen ya da duyulan bir belirlenmiş maddedir. Yani belli bir forum taşımış maddedir.” (Atilla Tokatlı, çağdaş diyalektiğin kaynağı Hegel s:65) yaklaşımı da tas tamam budur.

Sn. arkadaş, nesnel gelişmelerin verili sınırları ve sonuçları içinde özne insandır, insanlığın ve doğanın gerekleridir. Bu temel yerine konacak her farklı şey dardır, yetersizdir ve tarihi kategori olarak sadece içinde doğup büyüdüğü ve onunla yok olacağı sistemin sınırlarına hapsolmaktır. Bu nedenle sınıf mücadelesi ve kapitalizmde sınıf olgusunun sınırlılığıyla ne devrimcilik yapılır ne de yeni bir üretim tarzının öznesi olacak bilinçli davranış üretilebilir. Ama tarih ne sizi ne bizi bekleyecek. Yadsınmanın yadsınması herkese rağmen, gelip kendi hükümranlığını kuracaktır.

Şu ana kadar hala, tek bir konu üzerinde konuşuyoruz (sınıf olgusu). Buna bağlı onlarca konu tartışılabilir. Burada yaptığım tek şey görüşlerimin daha iyi anlaşılması için, işin alfabesini ortaya koymaktır; bunun anlaşılmamış olduğu şüphesi içindeyim.

Sn. arkadaş, aramızda sınıf algısı bile kökten farklı. Buna bağlı tarih, felsefe ve gelecek yaklaşımlarının çok farklı olması da normaldir. Bu kadar yazı yerine, önceki yazılarımda sınıf mücadelesinin tarihte gerçekleştirdiği tek bir yeni üretim tarzı gösterseydiniz, sanırım okur için daha yararlı olacaktı. Ancak bunun yerine bana yıllar önce onurla taşıdığım geçmişimi tanımlayan argümanlarla tekrarlar yapmanız, boşa kürek çekmektir diyeceğim.

Bu algılarla ne gelecek kurulabilir ne de marjinal olmaktan çıkılabilir. Popülizm yapmak değil, tarihin gelişmesini yakalamaktan söz ediyorum. Bunu yakaladığımız zaman, kitlelere uğruna dövüşecekleri gerçekçi davaları da sunmuş oluruz diyorum. Nesnel gelişmeler bunun için gerekli yeni sınıfları ya da katmanları ve onların bilinçlerini ve örgütlenmelerini de yaratacaktır. Bu günün bilişim çağının verilerini ortaya koyduğumuzda çok önemli verilerin nüvelerin ortaya çıktığını görmek zor olmayacaktır ( bu ayrı bir tartışma konusudur)

SOSYALİZM, DEVRİM, KÜRESEL ÜRETİM, YABANCILAŞMA GİBİ TEMEL KONULAR ÜZERİNE KISA CÜMLELER” Başlıklı, 80 gençliği grupta yayınlanan birinci yazımda 7 Parametre ortaya koydum, özetle de örnekler verdim. Bu çağın gerçek anlamda devrimci mücadelesi ve devrimcilerin görevi özgürlük ve demokrasi mücadelesidir dedim. Bunun burjuva demokrasisiyle ne zaman ne mekan ne de nitelik olarak aynı olmadığını belirttim. Roma, Atina örneklerini hatırlatıp her tarihi kesitin bir üretim tarzından daha ileri bir üretim tarzına geçişte, özgürlük ve demokrasi bayrağını yeni üretim tarzının temel sınıfları yükseltir dedim. Bu nedenle, bu soyut kavramları bu çağda sadece devrimciler doldurabilir diye de noktaladım. Bu tarihi kesitte, demokrasi burjuvaziye ait bir siyasal veri değildir diye de ısrarla vurgu yaptım.

Tersi iddiaların, gerçek anlamda kapitalizmin sınırları dışına çıkmak istemeyen, bu sistemi tarihe gömecek nesnel gelişmelerin sonucu ortaya çıkan öznel öğenin dinamiklerini sürece katmak istemeyen algılar olduğunu belirttim. Buna da yakın tarihten kanıtlar verdim. Maddi veriler olarak, toplumsal mülkiyet ilan etmenin hiçbir zaman daha ileri bir üretim tarzına geçiş için yeterli olmayacağını ifade ettim. Bir gece ansızın, bir siyasi kararla ilan edilenin, yine bir gece ansızın bir siyasi kararla geri dönüşünün kaçınılmaz olduğunu örnekledim. Geri dönüşün ne idari ne de idarecilerin hatasından dolayı olmadığını, nesnel yetmezlik nedeniyle olduğunu ifade ettim. Bu önermelerime de dayanarak sınıf bakış açısının, öznel, idealist bir bakış açısı olduğunu, tarih öznesi olarak sınıfı görmenin bu başarısızlıkta önemli bir rolü olduğunu bu satırlardan bir kez daha belirtiyorum.

Bolşevikleri ve başlarında Lenin’i, sınıf bakış açısının gelmiş geçmiş en büyük ustaları olduğunu belirteceğim. Bunun verdiği güç ve dinamiklerle milyonlarca komünistin sosyalizm tahayyülünü kurmak için ikircimsiz ve öz verili çaba sarf ettiğini teslim etmemiz gereklidir. Onları hafife almıyorsak, teoriyi doğru kavramadılar diye bir iddiada bulunmuyorsak, Kurdukları sosyalizmden başka bir sosyalizm olmadığını teslim etmemiz gerek. Bu öyle ise, geri dönüşü yönetim bozukluğu, sonradan gelenlerin hatasına bağlamak, söz konusu öncülleri küçümsemek demektir. Bu doğru değildir.

Yanlış olan, yukarıda Marks’tan aktardığım ve gerçek anlamda, geri dönüşü mümkün olmayan bir devirim için gerekli nesnel gelişmelere sadık kalınmaması nedeniyle yapılanlardır. Bu nesnel yeterlilik olmadan “sınıf” üzerine yapılan kurgu tahayyülleriyle, eski üretim tarzını tarihsel olarak yadsımadan, yeni bir üretim tarzı kurulabileceğini iddia etmektir. Siyasi iktidarın ele geçirilmesini bunun için yeterli görmektir, toplumsal mülkiyetin hukuksal olarak ikamesiyle üretici güçlerin gürbüzce gelişebileceğini sanmaktır ilh…(ila ahiri)

Bundan da açıkça anlaşılması gereken şey Marks’ın, yukarıda üretim ilişkilerinde devrim olgusunu sıkı sıkıya teknoloji devrimine bağlama örneğinde olduğu gibi, üretici güçlerin gelişimini engelleyen eski üretim ilişkilerini aşacak girişimlerin katkısına dikkat çektim. Bu nesnel gelişmelerin devrimci öznesi ise eskiyen her toplumdan çıkışta olduğu gibi özgürlük ve demokrasi görevlerini yerine getiren güçlerdir. Bu güçler eski sistemin hiçbir sınıfı değildir; sınıf mücadelesi bu anlamda, eskinin içinde daha çok demokrasi ve özgürlük alanı açması kadar, gelecek toplumun kuruluşuna katkısı olabilir. Devimciler de bu nedenle bu mücadelelerin içinde yer alır.

Size gelince, sınıf merkezli algılarınız, yukarıda işaret ettiğim iç çelişki ve tutarsızlıklarını bir yana bıraksak da tarihi bir kategoriye bu ölçekte biçilmiş rollerle bir yere varılamayacağını bilmenizi isterim. Eski bir toplumdan “geleceği kuracak sınıf” çıkarma iddiası, benim materyalist felsefi algılarıma tamamen terstir. Böylesi bir iddia ırkçı, dinci iddiaların yönteminden farklılık gibi gelmiyor. Onlarda tarihi milletlerin savaşı, inançların savaşı olarak algılıyor. Bu nedenle idealizm bu algınızın temelini oluşturuyor diyorum.

Hiç yorum yok: