25 Mayıs 2011 Çarşamba
"SINIF" ve İNSAN ve İDEALİZM
Mikdat Abuzer’in “Temel konular” üzerine yazışmaları 3. Makale
3. YAZI
“SINIF” ve İNSAN ve İDEALİZM
Mikdat Abuzer
9 Mayıs 2011
Birincisi,
Hangi müsemma ile yazarsanız yazın, bu ben ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren gerçek ya da başka isimle yazıp yazmamanız değil, ortaya koyduğunuz görüşlerdir. Görüşlerinize hiç katılmasam da saygı duyduğum için cevaplıyorum. Cevabım emeklerinize değil, doğrularımla savaş halinde olmayan siyasal düzlemlerinize cevaptır; bir selefi-cihatçıya, ırkçıya ne kadar emek sarfetmiş olsa da verecek cevabım olmaz. Bu polemik, benim açımdan okura yararlı olmasını bitirdiği an biter. Hiç vaktim olmamasına ve bu alanda (face) böylesi uzun yazıların yeri olmadığına inanmama rağmen yazmamın nedeni budur. Bu nedenle, lütfen gereksiz konulara girmeyiniz.
İkincisi,
“SINIF MÜCADELESİ- DEMOKRASİ ÜZERİNE KISA AÇIKLAMALAR” başlıklı 2. Yazımın altına yaptığınız kısa yorumda, “Ertuğrul Kürkçü Devrimci Bir Duruştur” Başlıklı yazımla ilgili olarak itirazınızın olduğunun özellikle bilinmesini istediğinizi not düşmüşsünüz. Böylesi davranışları hiç tasvip etmediğimi belirtmek isterim. 70-80’li yılların yöntemi, artık bana uygun değildir. Şahıs değerlendirmeleri üzerine, böylesine iz sürmeyi kaliteli bir duruş olarak görmem. Bir sorununuz varsa bunu kendi görüşlerinizi tanıtmak için, benim de aralarında olacağım okurlarınıza sunmanız yeterlidir. Bunun için benim yazıma cevap vermeniz gerekmez. Sizi böylesi konularda cevaplamayacağımı bilmenizi isterim.
Ertuğrul Kürkçü’ye ilişkin kendi yazım ve “ERTUĞRUL KÜRKÇÜ (siyasette sayılar ve nitelikler)” başlıklı bir yazı yükledim. Amacımız seçimlerde halkımız yararına olumlu olduğuna inandığımız özgürlük ve demokrasi bolguna destek vermektir. Bunu, ülkemiz devrimci hareketinin tarihinde yakaladığı önemli fırsatlardan biri olarak değerlendirdik, katkımızı sunmak istedik. Ne Ertuğrul Kürkçü ne de özgürlük hareketiyle, siyasi, ideolojik ya da örgütsel resmi bağımız da yoktur. Dönemi değerlendiriyoruz ve doğrularımızın arkasında açık adlarımızla mensup olduğumuz örgütlenme çabasıyla destek oluyoruz.
Üçüncüsü,
2. CEVABİ YAZINIZA GELİNCE
Ortaya koyduğum ve oldukça net ifade ettiğim parametrelerime, ikinci yazımda da özel olarak ele aldığım “Yabancılaşma”, “sınıf mücadelesi” ve ”demokrasi” konularına tek satırlık, tek cümlelik bir eleştiri getirmediğinizi görüyorum. Benim on yıllardır okuyup savunduğum ve geçmişim diye onurla sırtımda taşımaya devam ederek aşmaya çalıştığım argümanları ısrarlı tekrar dile getirmişsiniz. Okura tek bir bilgi, tek bir açılım ya da benim yanlışlığımı, tarihsel örnekleriyle gösterecek bir tek cümle bile kurmamışsınız. Kendi adıma sizi çok iyi anlıyorum. Felsefi genellemeler, 19 yüzyıl Marksist oluşum sürecinin, adını andığınız ve anmadığınız onlarca tartışmanın yerli yersiz kahramanlarından yapılan sunumlar, tartışmamıza ve dolaysıyla okura bir şey katmaz. Bu yolla, beni 150 yıl önce “netlikle çürütmüş” olduğunuza inandırmanız sanırım biraz güç.
Tartışmamız kör dövüşüne dönsün istemiyorum, tekrarlar da çok sıkıcı.
Çok daha fazla olmasına karşın 7. Temel parametremi, kendimi anlatmak için ortaya koydum. Çabam da buydu. Bu saatten sonra birbirimizi ikna etmek üzere kimin doğru olduğu konusunda bir çekişmeye hiç gerek yok sanırım. “Ben doğruyum, yok sen yanlışsın” gibi komikliklere girmenin anlamı olmaz. Buyurun siz de tezlerinizin tarihte başarılmış örnekleriyle, daha da ileriye ve yeni örneklere gidebileceğinizin verileriyle kendinizi anlattın. Bunun için Marks’ı - Lenin’i, Marks’tan ve Lenin’den alıntılarla kanıtlamaya çalışmayın. Marksizm - Leninizm bir din değil, Kuran’ı ayetlerle kanıtlar durumlara düşmeniz beni memnun etmez.
Buraya tarihin tüm felsefe okullarının söylemleri ve bunların materyalist eleştirisini tek tek sıralamak mümkün. Hele hele, benim maddeci yaklaşımla eleştirel olarak ele aldığım doğu felsefeleri, teoloji konusunda da onlarca soyutlama aktarmam oldukça kolay. Her formülü, dincilerin bir ayeti her çağda farklı yorumlama esneklikleri gibi yorumlamamız da çok kolaydır. Tarih içinde Marksist okul usta ve örencileri arasında da “1844 el Yazmaları”ndan başlamak kaydıyla, aynı formüllerin nasıl da farklı yorumlandıklarını biliyoruz. Tarih Bolşeviklerin savaş ustalıklarını bir siyasal devrim zaferine götürdü, ama bu Menşeviklerin Marksizmi, materyalist felsefeyi hiç bilmedikleri anlamına gelmiyor. Geri dönüşle birlikte kimin haklı kimin haksız olduğunu tartışmak ise ayrı bir konu. Savaş ustalığı felsefi, fiili doğruluk anlamına gelmiyor. Ancak Menşevikler de kazansaydı bence sonuç değişmeyecekti. İdealize edilen algılar nesnel verilerle çatışma halinde oldukça gelinecek yer aynıydı. Bu yüzden, değdiniz gibi, “150 yıl önce netlikçe çürütülmüş” olan hiçbir şey yok. tersine 150 yıldır, din gibi okunup mealler üretilmesine rağmen anlaşılmayan şeylerden söz etmek daha doğru olacaktır. Bunları da altta veriyorum.
Kısaca,
Benim açımdan boş tekrar olmayan, tartışmamızın içini dolduracak ve diğer tüm iddialarımızı ilgilendiren en önemli konu, tarihin öznesinde sınıf mı ? “İnsan ve doğa” mı? olup olmadığıdır. Konunun dağılmaması için, diğer birçok tartışma konusuna girmeyeceğim. Bu temel konu ışığında diğer tüm konuların anlam kazanacağını bildirmekle yetineceğim.
Sonra,
“Sınıf” merkezli yaklaşımınız öncelikli olarak eski sistemde takılı kalmanızı ve idealist felsefenin çarkları arasında ileriyi görüşünüzü engelliyor. Sınıf mücadelesi, sistem içi kavgaların tarihini izah etse de her şeyi izah eden ve tek dinamik olan bir veri değildir. Tüm doneleri, verili sistemi ilgilendirdiği için bir sonraki, yeni üretim tarzına ait bir önerme için ne bilinç yaratabilir ne de bu mücadelenin araçlarıyla yeni bir sistem kurulabilir. Bu maddeci düşünce tarzına da aykırıdır. İdealizm, burada, eskinin fetiştirilmesiyle, belirmeye başlar. Aramızdaki fark da budur.
Konumuzu ilgilendiren, bir üretim tarzından daha ileri bir üretim tarzına geçişte, yani tarihsel devrim süreçleri eski topluma ait sınıf mücadelesinin değil, bir bütün olarak eskiyle yeninin mücadelesi esası üzerinde yükseldiğidir. Yadsınmanın yadsınması budur. Bir bütün, diğer bir bütün tarafından, eski, yeni tarafından bir bütün olarak yadsınır; eski tüm sınıflarıyla, kurum ve kuruluşlarıyla tarihe ötelenir ( bıçak kesiği gibi yok olmasa da egemenliği biter). Bu tarihin tüm devrimleri için, eskinin bağrından gelişip egemen olan tüm üretim tarzları için geçerli bir tezdir. Eski üretim ilişkisinin hiç bir sınıfı hiçbir mücadele yol ve yöntemiyle yeni bir üretim tarzı kuramamasının nesnel nedeni budur. Bu soyutlama bir tez olarak, bir toplumsal kanun olarak Kapitalizmden daha ileri bir topluma geçişi istisna tutmaz; “geçiş toplumu”, “ara dönem” gibi isimlendirmeler bu gerçeği değiştirmez. Real sosyalizmi kapitalizm madalyonun diğer bir yüzü olarak ifade etmem, bu yolun en büyük bilgelerinin (Bolşevikler) kurduğu “sosyalizm”den daha başka bir sosyalizmin kurulamayacağını ifade etmem de bundandır (Aynı anda tüm dünyada aynı akılla devrimler yapılmış olsa da (Troçki esprisi) farklı hiçbir şey olmayacaktı)
Her üretim tarzı kendi içinde sınıf mücadelesi taşır, ancak bu mücadele, tarihin hiçbir kesitinde yeni bir üretim tarzı üretemez. Sınıf mücadelesi gerçektir ve olumludur. Devrimci değil, reformisttir, sistem iyileştirmeleri için de gereklidir. Ancak yeni üretim tarzı, yeni düzen bunun sonucu değildir. Tersine eskinin tümden yadsınması sonucudur; Yeni, eskinin tüm verileriyle yadsınmasının bir sonucu olarak belirecektir. Bunun adı tarihsel devrimdir ve geri dönüşü olmaz.
Böylesi bir devrimle, nesnel verilerin yetersiz olduğu bir koşulda, devleti ele geçirerek, sözünü etmekte olduğumuz bir dönüşüm (eski üretim tarzından yeni üretim tarzına geçiş) için devrim yapılmış olunamaz. Bu noktada aydın kafasında bir vehim olarak üretilen sınıf, sınıf bilinci, sınıf örgütü, sınıf kadrosu, sınıf militanı, sınıf sendikası vb. kısır bir döngü içinde ait olduğu kapitalist sistemi, sonuçta ve bir biçimde yeniden üretmekten başka bir işe yaramaz.
Fabrika üretimi, Marks’ın Capitalde metaı çözümleyerek ortaya koyduğu kapitalist üretim tarzıdır. Fabrika üretimi, dolaysıyla üretimin temel unsurlarından biri olan işçi sınıfının ekonomik faaliyeti (insan olarak işçiler değil) ham madde+ iş gücü+üretim araçları= meta denklemiyle ifade edilir. Bu formül, var oldukça kapitalizm var demektir. Büyük bilgelerin kurduğu sosyalizmde bu değişmemiştir, aşılmamıştır. Yeni bir toplum, yeni bir uygarlık kurulamamıştı. O tarihi kesitin teknoloji evriminde, nasıl bir devrim yaparsanız yapın, ne kadar kitle yürütürseniz yürütün, başka bir sonuç üretemezdiniz. Bundan dolayı, iradeci müdahaleler kurulan şeyin ayakta durması için “Proleterya diktatörlüğü” adı altında zora dayanmaya mahkum olursunuz. Bu kaçınılmazdı. Ancak tarihte zorun rolü bu değildi.
Zor, tarihte devrime ebelik edendi. Gelişmelerinin belli bir aşamasında üretim ilişkileriyle üretici güçler arasındaki çelişkinin takınışını çözendi. Sürekli zorla yeni bir üretim ilişkisi var edilemezdi. Böylesi bir şey, doğaya da tarihe de toplumsal yaşam dengelerine de aykırıdır. Nitekim geri dönüş, bu gerçeğin ifadesi olmuştur.
Bana göre idealizm, bu gerçeğin görülmemesindedir. Eski argümanlara sarılarak fetişleştirilen kavramlar, yeni ortamda doğaüstü güçlerden medet uman tahayyüller haline böylece gelmiş olur. Denenmemiş olduğu koşullarda fiil yaratabilmesine karşın iflastan kurtulamayan bir algı, aynı argümanlarla başarılı olacağını sanmak hayalden başka bir şey değildir. Bu, dünya çapında solun marjinalliğini izah eden en kesin veridir.
Aynı minvalde konuyu farklı bir açıdan ele alırsak şunları göreceğiz. Geri dönüşün olduğu yerde, yeni bir toplumsal süreç başlatıldığı iddia edilemez. Materyalist algı bunu böyle tanımlar. Duygusal algı ise sizin ortaya koyduklarınızı tekrar eder. Kapitalizmden feodalizme geri dönüşü imkansız kılan veriler ne ise, feodalizmden köleciliğe geri dönüşün de verileridir. Soyutlamalarla ifade edilebilir tespitler, Bunlar aynıyla daha ileri bir toplumdan kapitalizme geri dönüş içinde geçerlidir. Ancak geri dönüş olabiliyorsa bu veriler olgunlaşmamış demektir. Olan da budur.
Olay ne yönetim hatası nede yönetici yetersizliği, ne kitle gücü ne de kitle bilinçsizliği, geri dönüşün mümkün olmaması tamamen nesnel bir vakıadır.
Geri dönüş imkansızlığı yada geri dönüşün mümkün olması tamamıyla, nesnel verilerin evrim birikimleriyle ilgilidir. Zira, eski düzen, teknolojinin birikimleri üzerinde, üretim araçlarının ilerlemesi sonucu, üretim ilişkileriyle çatışmasının bir ürünü olarak yıkılmışsa geri dönüş imkansızdır. Değilse geri dönüş kaçınılmazdır.
Marksın “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı” kitabının meşhur önsözündeki “Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da, bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar.” (sayfa 25) tespiti de tas tamam bunu anlatır. Yani, yadsınma bir bütündür, bir sınıfın diğer sınıfı yadsıması değildir. Sınıf da ona ait sistem de birlikte tarihsel olarak aşılır.
Burada sınıf, bütün bir parçası olarak doğup, bütünle birlikte tarihe gömülür. Üstelik sınıf tek başına bir hiçtir (ister köle ya da sahipleri, ister serfler ya da feodaller, ister burjuvazi ya da işçi sınıfı). Zıddıyla birlikte bir bütün oluşturmayan bir sınıf, ne bir sistem olur ne de ona ait bir varlık gerekçesi olur. Zıddıyla birlikte bir bütün olmak ise diyalektiğin, materyalist felsefenin temel ilkesidir (zıtların birliği esprisi). Sınıfı fetişleştirmek burada da idealizmdir. Benim görüşlerimi “150 yıldır netlikle çürütülmüş” olma hayaliniz, materyalizmle sözsel olmaktan öte hiçbir ilişkisi olmayan görüşlerinizin yarım asırdır fiili olarak yenilgiye uğradığı gerçeğini hiç değiştirmiyor.
Daha da sağlıklı bir algı için sınıfı bilmek gerek derim. Çünkü, bu temel bilgilerde bir eksiklik var gibi.
Sınıf tanımlaması, bir ekonomik kategoridir. İşçi sınıfı dediğimizde de üretim araçları üzerinde özel mülkiyeti olmamasından kaynaklanan nedenlerle iş gücünü pazarda bir meta gibi satan, üretime bu yanıyla katılarak artık değer üretin bir insan topluluğunu kast ederiz. Sınıfın üyesi olan tek tek insanlardan değil, ekonomideki yeri itibariyle sınıftan söz ettiğimizde bu gerçeği görürüz. Zira, insan olarak tüm işçiler fabrika çitlerini aşıp evlerine geldiklerinde, işçi olmanın çok ötesine giderler. Bu açıdan işçi kültürü, sınıf bilinci ve buna bağlı tüm önermeler, fabrika çitlerinden sonra silikleşmeye, sulanmaya başlar. Bunun için burjuvazinin özel olarak bir şey yapmasına gerek yok. Burjuvazinin sınıf bilincini bulandırma söylemi ne kadar doğru olursa olsun, işçinin (sınıfın değil) binicini belirleyen nesnel varlıklardan daha etkin değildir. Toplum içinde işçiler, var olan sistemin kültür algılarıyla siyasal, toplumsal yönelim alırlar. Bu da mahallenin tarihsel, inançsal, etnik binlerce örgünün yarattığı kültürle yüz yüze kalmak ve onun bir parçası olmak demektir. Hiçbir işçi bu gerçekle yüz yüze kalmaktan kurtulamaz.
Fabrika süreci içinde ne kadar katı bir işçi sınıfı üyesi olsa da yerleşim alanı ve yaşamı kuşatan kültürel, tarihsel, ideolojik veriler, bir nesnel etkinlik olarak işçilerin düşüncesini şekillendirmeye başlar. Hiçbir önerme, hiçbir ideoloji, hiçbir tez ya da ikna çabası, sonuçta bu nesnel etkiden daha büyük değildir. Bu ise, işçileri sınıfı olarak, kapitalizmin meşru sınıfı olarak sistemle bir bütünün ayrılmaz parçası halene getirir; önceki yazımda dile getirdiğim ulusun kapitalizmin şafağında doğması ve işçi sınıfının ulusçu doğasının nesnel verisi de tas tamam budur.
Fabrika’da üretimin bir parçası olarak artık değer üreten işçi, içinde yer aldığı sistemin bir parçası olarak bir sınıf oluştururken, bu sınıfın kaynağı olan sistemin davranışlarını, bilincini, reflekslerini taşır.
Sınıf bilinci, bu anlamıyla Kapitalizmin tüm sınıfları, sistemin çatışan içsel bir bütünü olmaları nedeniyle buluştukları bir ortak payda vardır. Ulusçu refleksler bu maddi gerçeklerin sonucu olan bir ortak paydadır. Kapitalizme ait bir sınıfın enternasyonalist olması, küresel düşünmesi ve bunu fiili bir çabaya büründürmesi bana göre bir aydın çabasının ötesinde değildir. Bu çabalar, kapitalizmin hiçbir sınıfının nesnel varlığıyla örtüşmez. Öyle olsaydı yeryüzündeki tüm köleler ve serfler üretimde aldıkları aynı konum nedeniyle 10 bin yıl önce enternasyonalizmi ilan etmeleri gerekirdi.
Devamla,
Sınıf mücadelesi bir sınıf olayıdır. Ancak tarihsel bir devrim, eski üretim tarzından yeni bir üretim tarzına geçiş, tek başına bir sınıf olayı değildir. Ne öznesi ne de nesnesi tek başına sınıf üzerine oturmaz. Daha kapsamlı daha çoğulcul unsurların, bütünsel gelişimleriyle ilgilidir. Materyalist açıdan tüm özneler, nesnel varlıkların sonucu olması dolaysıyla da tarihin öznesi tek boyutlu olamaz. Bütünsellikte ise, öncü artçı diye bir algı yanlıştır. En küçük bir dişlinin çalışmaması halinde onlarca dişliye sahip olan her saat durur.
İnsan ve doğayı, tarihin öznesi olarak algılamak ise, maddeci bilgi sonuçlarını bunların lehine kullanmak demektir. Yani araçları, amaç olan insan ve doğal için istihdam etmektir. Sınıf merkezli algı bunun karşısında çok ırkçı çok dar çok savaşçı ve çatışmacıdır. Çözüm arama bulma değil, kaos yaratmaktır. Gerçek devrimci mücadele gerçekçi dava ve çözümler için var olur. Hayali kavgalar, ne kadar keskin ve sert geçerse geçsin sonuçta kaos yaratır ve devrimci olamaz.
Ayrıca, tarihsel bir geçici kategori olan “sınıfı”, insan ve doğadan daha öncelikle bir merkeze oturtmak, onun sırtına kaldıramayacağı yükler taşıtmak, toplum tarihinde sonsuza kadar var olacağını iddia etmek kadar saçmadır. Böylesi bir iddia, teorinin ilkel komünal toplum ve gelecek için tahayyül edilen komünist toplumun sınıfsı olacağı tezlerine de aykırıdır. Bir tez, tarihin her kesitini açıklayamıyorsa buna tez denmez. Böylesi iddialarda inatla ısrar ise fetiştir. İdealizm de budur. Bir çırpıda, bu gün IMF kıskacında olan dünyanın 20 devrimini ayrıntılarıyla buraya aktarabilirim. Bu verileri biz çözümleyemesek, bunları destekleyen ve bunların yolunda yürüyenler olarak bir değerlendirme yapamasak, sorumluluklarımızı yerine getirmiş olabilir miyiz? Bence hayır. Bu konuda bir şey söylemeden hangi soyut felsefe argümanlarını evirip çevirip kendimizi haklı çıkarabiliriz ki.
Sınıf diye diye kendimizi aldatmayalım. Üretim tarzında devrim, eski ile yeni arasında bütünsel bir mücadeledir, sınıf mücadelesi ise bu değildir. Her sistemin kendine özgü bir sınıf mücadelesi var ancak her biri ayrı ayrıdır. Bu mücadeleni ilgili alanlarını aşıp, sınıfın sırtına ne nesnel ne tarihi olarak gerçekleşmesi mümkün olmayan görevler yıkmak, bu gün solun içine düştüğü duruma bir kez daha, komik hallerde düşmek demektir; bu ise, en eski üretim tarzının ezilen sınıfının, yani kölelerin sırtına, tarihin tüm ilerlemelerini yüklemek demektir.
Sınıf tezinde tutarlı olmak için bunun iddia edilmesi gerek. Oysa ne kölecilik, ne feodalizm ne de kapitalizm tablosu, sınıf merkezli bir algının sonucu olarak yeni üretim ilişkisi haline gelmedi.
Sınıf mücadelesinin olmadığı ilkel komünal toplumdan sınıflı, köleci topluma geçişi bu tez asla izah edemez. Tarihi tüm aşamalarıyla izah edemeyen bir tezle, geleceği kurmak yel değirmenleriyle savaşmaktır. Dolaysıyla, sistem için olan sınıf mücadelesini, yadsınmanın yadsınması kanunu gereğince, eskinin içinde gelişip büyüyen ve sonunda egemen olan yeni sistemin temel kurucu unsuru olarak göremeyiz. Bu bir inkar değil, doğru kavrayıştır. İnkar ise, sınıfa olmadık görevler yükleyerek onu balon gibi şişirip, patlamasını seyretmektir.
Marks bunu Capitalde çok yalın olarak şöyle ifade ediyor. ”Üretim tarzında devrim, manüfaktürde emek-gücü ile, büyük sanayide emek araçlarıyla başlar. Öyleyse bizim ilk inceleyeceğimiz şey, emek araçlarının, alet olmaktan çıkıp makineye nasıl dönüştüğü ya da makine ile el zanaatı aletleri arasındaki farkların neler olduğu soruları olmalıdır.” ( Karl Marks, Kapital Cilt I. İkinci baskı, s: 385-6, Dördüncü Kısım, Onbeşinci Bölüm Makine ve Büyük Sanayi. Sol yayınları)
Bu algıyı nesnel gerekçeleri için de bize şunları söylüyor “Teknoloji, insanın doğayı ele alış biçimini, yaşamını sürdürmek için başvurduğu üretim sürecini açıklayarak, toplumsal ilişkilerin oluşum biçimlerini ve bu ilişkilerden doğan kavramları ve düşünce biçimlerini ortaya koyuyor. Bu maddi temeli hesaba katmayan din tarihleri bile, eleştirici bir tarih sayılamaz… Bu sonuncu yöntem, biricik materyalist ve dolaysıyla biricik bilimsel yöntemdir.” (Age. S.386, 4. dipnot)
Bu yaklaşım Kapitalizmden sonra gelecek üretim ilişkisi için tek doğru materyalist ölçü olduğunu söyleyeceğim. Siyasi tespitler anlamında Marks tersini söylese de. Bu noktada her kim ki, tarihin ilerlemesi, yeniden üretilmesi, eski üretim ilişkisinden yeniye geçişi, sınıf, katman, insan iradesi vb donelere bağlarsa o idealizme sapmış tarihsel devrimleri nesnel temellerinden koparmış demektir.
Bunun böyle olduğunu ne Marks’tan bir alıntıyla ne Lenin’de başka bir alıntıyla kanıtlamanın gereği yok ( yüzlerce alıntı koymak mümkün olmasına rağmen). Dünyayı maddi verileriyle algılamak yeter. Yeni bir üretim tarzı için sınıf değil, sınıf binici, sınıf örgütü, bilinçli sınıf ya da sınıf aydını değil, gerekli olan teknolojik maddi evrimin belli bir olgunluğa gelmiş olmasıdır. Öznel öğe, ister sınıf ister onun örgütü, kadroları, militanları, sınıf bilinçli kurumları ya da her ne ise tümüyle bu nesnel gelişimin sonucudur. Bu nesnel evrim yoksa bütün bunlar da yoktur. Daha ileri bir üretim tarzı eskinin bağrında yarattığı nesnel gelişmelerle birlikte kendine ait değerlerini üretir (sınıf, katman, güç, etkinlik, örgüt, kadro, bilinç aydın vb). Eskinin bu tür verileriyle yeni asla kurulamaz. Bu kural kölecilik ya da feodalizm için olduğu kadar, kapitalizm için de aynıyla geçerlidir. Sosyal kanunların şu ya da bu sistem ve ya sınıf için ayrıcalığı olamaz.
Bunları işçi sınıfı diye düşüncede üretmek, bilinçte kurgulayıp gelecek toplumun ayrıntılı şemalarını çıkarmak idealizmin en kaba tarzıdır. 16. -17.yy bir köylüye bu nedenle kimse motordan, traktörden söz edemedi. Tarım işçisi olacağı kehanetinde bunmadı. Bunları ona o kesitte birileri söyleseydi deli diye alay konusu olurdu. Bu gelişim, iradelerden bağımsız, nesnel gelişim ve birikimlerin sonucu, fiili olarak ortaya kondukça gerçekleşti ve bunun sonucu olarak, kendine ait sınıf ve örgütlenmeleri ortaya koydu. Feodalizm böylece, yadsınmanın yadsınması kuralı gereğince tarihe karıştı. Kapitalizm doğdu.Kapitalizm de bu yolu izleyecektir.
Bu algıyı, aynı materyalist yaklaşımla sürdürerek açıklamak zor değil. Kapitalizmi yıkacak olan gelişme, öncelikle bir teknik devrim süreci ve bunu sonuçlarıyla, eski sistemin içinde fiili olarak ikame edildikçe ortaya çıkacaktır; bu gün bunun nüveleri ortaya çıkıyor ve bunun için küresel üretim ilişkisine, yeni bir uygarlığa, yeni bir üretim tarzına doğru gidiyoruz tespiti yapmak yanlış değildir. Bu gidişte, eskinin hiçbir sınıfı temel rol oynamıyor, yeninin sınıfları ise bu gelişmenin sonucunda ortaya çıkarak, belirginlik kazanacaktır.
Dolaysıyla, daha çok özgürlük ve demokrasi istemek tarihin ilerlemesine paralel olmak demektir. Demokrasi ve özgürlük gibi soyut kavramların içi her tarihi kesitte farklı doldurulur. Bu tarihi kesitte ne burjuvazinin ne de başka bir sınıfın izini taşımadan, kendi özgünlüğüyle devrimci bir görev olarak önümüze çıkan özgürlük ve demokrasi görevlerimizin içi doldurulacaktır.
Bunun tersini söylemek ise, eski düzenin bir sınıfına, “sınıfçılık” adına takılmaktır, eskiyi koruma ilkelliği ve idealizmdir. Bu hiçbir şekilde Materyalist bir algı değildir.
İdealizm bu yanlış sınıf bakışının ifadesi olarak karşımızda duruyor. Bu yüzden de ilgili olduğu sınıfın nesnel eğilimi olan, reflekslerinin merkezinde bulunan ulusçuluk, hatta ırkçılık yapmakta bir beis görmüyor. Dünyanın tüm komünist partilerinin içine düştükleri çirkin ulusçuluk burada anlam buluyor. Ben bunları çok iyi anlarken, sizler bunların birer “sapma” olduğunu iddia ediyorsunuz. Aramızda böylesi bir fark da bulunuyor.
Bu idealist yaklaşım, geçmişin ve günün ve de geleceğin maddi verilerine değil, onun sonucu olan sınıf gibi, katman gibi, lider gibi, örgüt vb gibi öznelerine, iradelerin yönlendirdiği dar ve fasit verilere sarılır. Bu da kavramları tarihin öznesi haline getiren Hegelci fetişizme düşmek demektir. Hegel “Formsuz (şekilsiz) madde soyut bir şeydir. Böyle bir maddeyi görmek, duymak, vs… olanaksızdır. Görülen ya da duyulan bir belirlenmiş maddedir. Yani belli bir forum taşımış maddedir.” (Atilla Tokatlı, çağdaş diyalektiğin kaynağı Hegel s:65) yaklaşımı da tas tamam budur.
Sn. arkadaş, nesnel gelişmelerin verili sınırları ve sonuçları içinde özne insandır, insanlığın ve doğanın gerekleridir. Bu temel yerine konacak her farklı şey dardır, yetersizdir ve tarihi kategori olarak sadece içinde doğup büyüdüğü ve onunla yok olacağı sistemin sınırlarına hapsolmaktır. Bu nedenle sınıf mücadelesi ve kapitalizmde sınıf olgusunun sınırlılığıyla ne devrimcilik yapılır ne de yeni bir üretim tarzının öznesi olacak bilinçli davranış üretilebilir. Ama tarih ne sizi ne bizi bekleyecek. Yadsınmanın yadsınması herkese rağmen, gelip kendi hükümranlığını kuracaktır.
Şu ana kadar hala, tek bir konu üzerinde konuşuyoruz (sınıf olgusu). Buna bağlı onlarca konu tartışılabilir. Burada yaptığım tek şey görüşlerimin daha iyi anlaşılması için, işin alfabesini ortaya koymaktır; bunun anlaşılmamış olduğu şüphesi içindeyim.
Sn. arkadaş, aramızda sınıf algısı bile kökten farklı. Buna bağlı tarih, felsefe ve gelecek yaklaşımlarının çok farklı olması da normaldir. Bu kadar yazı yerine, önceki yazılarımda sınıf mücadelesinin tarihte gerçekleştirdiği tek bir yeni üretim tarzı gösterseydiniz, sanırım okur için daha yararlı olacaktı. Ancak bunun yerine bana yıllar önce onurla taşıdığım geçmişimi tanımlayan argümanlarla tekrarlar yapmanız, boşa kürek çekmektir diyeceğim.
Bu algılarla ne gelecek kurulabilir ne de marjinal olmaktan çıkılabilir. Popülizm yapmak değil, tarihin gelişmesini yakalamaktan söz ediyorum. Bunu yakaladığımız zaman, kitlelere uğruna dövüşecekleri gerçekçi davaları da sunmuş oluruz diyorum. Nesnel gelişmeler bunun için gerekli yeni sınıfları ya da katmanları ve onların bilinçlerini ve örgütlenmelerini de yaratacaktır. Bu günün bilişim çağının verilerini ortaya koyduğumuzda çok önemli verilerin nüvelerin ortaya çıktığını görmek zor olmayacaktır ( bu ayrı bir tartışma konusudur)
“SOSYALİZM, DEVRİM, KÜRESEL ÜRETİM, YABANCILAŞMA GİBİ TEMEL KONULAR ÜZERİNE KISA CÜMLELER” Başlıklı, 80 gençliği grupta yayınlanan birinci yazımda 7 Parametre ortaya koydum, özetle de örnekler verdim. Bu çağın gerçek anlamda devrimci mücadelesi ve devrimcilerin görevi özgürlük ve demokrasi mücadelesidir dedim. Bunun burjuva demokrasisiyle ne zaman ne mekan ne de nitelik olarak aynı olmadığını belirttim. Roma, Atina örneklerini hatırlatıp her tarihi kesitin bir üretim tarzından daha ileri bir üretim tarzına geçişte, özgürlük ve demokrasi bayrağını yeni üretim tarzının temel sınıfları yükseltir dedim. Bu nedenle, bu soyut kavramları bu çağda sadece devrimciler doldurabilir diye de noktaladım. Bu tarihi kesitte, demokrasi burjuvaziye ait bir siyasal veri değildir diye de ısrarla vurgu yaptım.
Tersi iddiaların, gerçek anlamda kapitalizmin sınırları dışına çıkmak istemeyen, bu sistemi tarihe gömecek nesnel gelişmelerin sonucu ortaya çıkan öznel öğenin dinamiklerini sürece katmak istemeyen algılar olduğunu belirttim. Buna da yakın tarihten kanıtlar verdim. Maddi veriler olarak, toplumsal mülkiyet ilan etmenin hiçbir zaman daha ileri bir üretim tarzına geçiş için yeterli olmayacağını ifade ettim. Bir gece ansızın, bir siyasi kararla ilan edilenin, yine bir gece ansızın bir siyasi kararla geri dönüşünün kaçınılmaz olduğunu örnekledim. Geri dönüşün ne idari ne de idarecilerin hatasından dolayı olmadığını, nesnel yetmezlik nedeniyle olduğunu ifade ettim. Bu önermelerime de dayanarak sınıf bakış açısının, öznel, idealist bir bakış açısı olduğunu, tarih öznesi olarak sınıfı görmenin bu başarısızlıkta önemli bir rolü olduğunu bu satırlardan bir kez daha belirtiyorum.
Bolşevikleri ve başlarında Lenin’i, sınıf bakış açısının gelmiş geçmiş en büyük ustaları olduğunu belirteceğim. Bunun verdiği güç ve dinamiklerle milyonlarca komünistin sosyalizm tahayyülünü kurmak için ikircimsiz ve öz verili çaba sarf ettiğini teslim etmemiz gereklidir. Onları hafife almıyorsak, teoriyi doğru kavramadılar diye bir iddiada bulunmuyorsak, Kurdukları sosyalizmden başka bir sosyalizm olmadığını teslim etmemiz gerek. Bu öyle ise, geri dönüşü yönetim bozukluğu, sonradan gelenlerin hatasına bağlamak, söz konusu öncülleri küçümsemek demektir. Bu doğru değildir.
Yanlış olan, yukarıda Marks’tan aktardığım ve gerçek anlamda, geri dönüşü mümkün olmayan bir devirim için gerekli nesnel gelişmelere sadık kalınmaması nedeniyle yapılanlardır. Bu nesnel yeterlilik olmadan “sınıf” üzerine yapılan kurgu tahayyülleriyle, eski üretim tarzını tarihsel olarak yadsımadan, yeni bir üretim tarzı kurulabileceğini iddia etmektir. Siyasi iktidarın ele geçirilmesini bunun için yeterli görmektir, toplumsal mülkiyetin hukuksal olarak ikamesiyle üretici güçlerin gürbüzce gelişebileceğini sanmaktır ilh…(ila ahiri)
Bundan da açıkça anlaşılması gereken şey Marks’ın, yukarıda üretim ilişkilerinde devrim olgusunu sıkı sıkıya teknoloji devrimine bağlama örneğinde olduğu gibi, üretici güçlerin gelişimini engelleyen eski üretim ilişkilerini aşacak girişimlerin katkısına dikkat çektim. Bu nesnel gelişmelerin devrimci öznesi ise eskiyen her toplumdan çıkışta olduğu gibi özgürlük ve demokrasi görevlerini yerine getiren güçlerdir. Bu güçler eski sistemin hiçbir sınıfı değildir; sınıf mücadelesi bu anlamda, eskinin içinde daha çok demokrasi ve özgürlük alanı açması kadar, gelecek toplumun kuruluşuna katkısı olabilir. Devimciler de bu nedenle bu mücadelelerin içinde yer alır.
Size gelince, sınıf merkezli algılarınız, yukarıda işaret ettiğim iç çelişki ve tutarsızlıklarını bir yana bıraksak da tarihi bir kategoriye bu ölçekte biçilmiş rollerle bir yere varılamayacağını bilmenizi isterim. Eski bir toplumdan “geleceği kuracak sınıf” çıkarma iddiası, benim materyalist felsefi algılarıma tamamen terstir. Böylesi bir iddia ırkçı, dinci iddiaların yönteminden farklılık gibi gelmiyor. Onlarda tarihi milletlerin savaşı, inançların savaşı olarak algılıyor. Bu nedenle idealizm bu algınızın temelini oluşturuyor diyorum.
3. YAZI
“SINIF” ve İNSAN ve İDEALİZM
Mikdat Abuzer
9 Mayıs 2011
Birincisi,
Hangi müsemma ile yazarsanız yazın, bu ben ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren gerçek ya da başka isimle yazıp yazmamanız değil, ortaya koyduğunuz görüşlerdir. Görüşlerinize hiç katılmasam da saygı duyduğum için cevaplıyorum. Cevabım emeklerinize değil, doğrularımla savaş halinde olmayan siyasal düzlemlerinize cevaptır; bir selefi-cihatçıya, ırkçıya ne kadar emek sarfetmiş olsa da verecek cevabım olmaz. Bu polemik, benim açımdan okura yararlı olmasını bitirdiği an biter. Hiç vaktim olmamasına ve bu alanda (face) böylesi uzun yazıların yeri olmadığına inanmama rağmen yazmamın nedeni budur. Bu nedenle, lütfen gereksiz konulara girmeyiniz.
İkincisi,
“SINIF MÜCADELESİ- DEMOKRASİ ÜZERİNE KISA AÇIKLAMALAR” başlıklı 2. Yazımın altına yaptığınız kısa yorumda, “Ertuğrul Kürkçü Devrimci Bir Duruştur” Başlıklı yazımla ilgili olarak itirazınızın olduğunun özellikle bilinmesini istediğinizi not düşmüşsünüz. Böylesi davranışları hiç tasvip etmediğimi belirtmek isterim. 70-80’li yılların yöntemi, artık bana uygun değildir. Şahıs değerlendirmeleri üzerine, böylesine iz sürmeyi kaliteli bir duruş olarak görmem. Bir sorununuz varsa bunu kendi görüşlerinizi tanıtmak için, benim de aralarında olacağım okurlarınıza sunmanız yeterlidir. Bunun için benim yazıma cevap vermeniz gerekmez. Sizi böylesi konularda cevaplamayacağımı bilmenizi isterim.
Ertuğrul Kürkçü’ye ilişkin kendi yazım ve “ERTUĞRUL KÜRKÇÜ (siyasette sayılar ve nitelikler)” başlıklı bir yazı yükledim. Amacımız seçimlerde halkımız yararına olumlu olduğuna inandığımız özgürlük ve demokrasi bolguna destek vermektir. Bunu, ülkemiz devrimci hareketinin tarihinde yakaladığı önemli fırsatlardan biri olarak değerlendirdik, katkımızı sunmak istedik. Ne Ertuğrul Kürkçü ne de özgürlük hareketiyle, siyasi, ideolojik ya da örgütsel resmi bağımız da yoktur. Dönemi değerlendiriyoruz ve doğrularımızın arkasında açık adlarımızla mensup olduğumuz örgütlenme çabasıyla destek oluyoruz.
Üçüncüsü,
2. CEVABİ YAZINIZA GELİNCE
Ortaya koyduğum ve oldukça net ifade ettiğim parametrelerime, ikinci yazımda da özel olarak ele aldığım “Yabancılaşma”, “sınıf mücadelesi” ve ”demokrasi” konularına tek satırlık, tek cümlelik bir eleştiri getirmediğinizi görüyorum. Benim on yıllardır okuyup savunduğum ve geçmişim diye onurla sırtımda taşımaya devam ederek aşmaya çalıştığım argümanları ısrarlı tekrar dile getirmişsiniz. Okura tek bir bilgi, tek bir açılım ya da benim yanlışlığımı, tarihsel örnekleriyle gösterecek bir tek cümle bile kurmamışsınız. Kendi adıma sizi çok iyi anlıyorum. Felsefi genellemeler, 19 yüzyıl Marksist oluşum sürecinin, adını andığınız ve anmadığınız onlarca tartışmanın yerli yersiz kahramanlarından yapılan sunumlar, tartışmamıza ve dolaysıyla okura bir şey katmaz. Bu yolla, beni 150 yıl önce “netlikle çürütmüş” olduğunuza inandırmanız sanırım biraz güç.
Tartışmamız kör dövüşüne dönsün istemiyorum, tekrarlar da çok sıkıcı.
Çok daha fazla olmasına karşın 7. Temel parametremi, kendimi anlatmak için ortaya koydum. Çabam da buydu. Bu saatten sonra birbirimizi ikna etmek üzere kimin doğru olduğu konusunda bir çekişmeye hiç gerek yok sanırım. “Ben doğruyum, yok sen yanlışsın” gibi komikliklere girmenin anlamı olmaz. Buyurun siz de tezlerinizin tarihte başarılmış örnekleriyle, daha da ileriye ve yeni örneklere gidebileceğinizin verileriyle kendinizi anlattın. Bunun için Marks’ı - Lenin’i, Marks’tan ve Lenin’den alıntılarla kanıtlamaya çalışmayın. Marksizm - Leninizm bir din değil, Kuran’ı ayetlerle kanıtlar durumlara düşmeniz beni memnun etmez.
Buraya tarihin tüm felsefe okullarının söylemleri ve bunların materyalist eleştirisini tek tek sıralamak mümkün. Hele hele, benim maddeci yaklaşımla eleştirel olarak ele aldığım doğu felsefeleri, teoloji konusunda da onlarca soyutlama aktarmam oldukça kolay. Her formülü, dincilerin bir ayeti her çağda farklı yorumlama esneklikleri gibi yorumlamamız da çok kolaydır. Tarih içinde Marksist okul usta ve örencileri arasında da “1844 el Yazmaları”ndan başlamak kaydıyla, aynı formüllerin nasıl da farklı yorumlandıklarını biliyoruz. Tarih Bolşeviklerin savaş ustalıklarını bir siyasal devrim zaferine götürdü, ama bu Menşeviklerin Marksizmi, materyalist felsefeyi hiç bilmedikleri anlamına gelmiyor. Geri dönüşle birlikte kimin haklı kimin haksız olduğunu tartışmak ise ayrı bir konu. Savaş ustalığı felsefi, fiili doğruluk anlamına gelmiyor. Ancak Menşevikler de kazansaydı bence sonuç değişmeyecekti. İdealize edilen algılar nesnel verilerle çatışma halinde oldukça gelinecek yer aynıydı. Bu yüzden, değdiniz gibi, “150 yıl önce netlikçe çürütülmüş” olan hiçbir şey yok. tersine 150 yıldır, din gibi okunup mealler üretilmesine rağmen anlaşılmayan şeylerden söz etmek daha doğru olacaktır. Bunları da altta veriyorum.
Kısaca,
Benim açımdan boş tekrar olmayan, tartışmamızın içini dolduracak ve diğer tüm iddialarımızı ilgilendiren en önemli konu, tarihin öznesinde sınıf mı ? “İnsan ve doğa” mı? olup olmadığıdır. Konunun dağılmaması için, diğer birçok tartışma konusuna girmeyeceğim. Bu temel konu ışığında diğer tüm konuların anlam kazanacağını bildirmekle yetineceğim.
Sonra,
“Sınıf” merkezli yaklaşımınız öncelikli olarak eski sistemde takılı kalmanızı ve idealist felsefenin çarkları arasında ileriyi görüşünüzü engelliyor. Sınıf mücadelesi, sistem içi kavgaların tarihini izah etse de her şeyi izah eden ve tek dinamik olan bir veri değildir. Tüm doneleri, verili sistemi ilgilendirdiği için bir sonraki, yeni üretim tarzına ait bir önerme için ne bilinç yaratabilir ne de bu mücadelenin araçlarıyla yeni bir sistem kurulabilir. Bu maddeci düşünce tarzına da aykırıdır. İdealizm, burada, eskinin fetiştirilmesiyle, belirmeye başlar. Aramızdaki fark da budur.
Konumuzu ilgilendiren, bir üretim tarzından daha ileri bir üretim tarzına geçişte, yani tarihsel devrim süreçleri eski topluma ait sınıf mücadelesinin değil, bir bütün olarak eskiyle yeninin mücadelesi esası üzerinde yükseldiğidir. Yadsınmanın yadsınması budur. Bir bütün, diğer bir bütün tarafından, eski, yeni tarafından bir bütün olarak yadsınır; eski tüm sınıflarıyla, kurum ve kuruluşlarıyla tarihe ötelenir ( bıçak kesiği gibi yok olmasa da egemenliği biter). Bu tarihin tüm devrimleri için, eskinin bağrından gelişip egemen olan tüm üretim tarzları için geçerli bir tezdir. Eski üretim ilişkisinin hiç bir sınıfı hiçbir mücadele yol ve yöntemiyle yeni bir üretim tarzı kuramamasının nesnel nedeni budur. Bu soyutlama bir tez olarak, bir toplumsal kanun olarak Kapitalizmden daha ileri bir topluma geçişi istisna tutmaz; “geçiş toplumu”, “ara dönem” gibi isimlendirmeler bu gerçeği değiştirmez. Real sosyalizmi kapitalizm madalyonun diğer bir yüzü olarak ifade etmem, bu yolun en büyük bilgelerinin (Bolşevikler) kurduğu “sosyalizm”den daha başka bir sosyalizmin kurulamayacağını ifade etmem de bundandır (Aynı anda tüm dünyada aynı akılla devrimler yapılmış olsa da (Troçki esprisi) farklı hiçbir şey olmayacaktı)
Her üretim tarzı kendi içinde sınıf mücadelesi taşır, ancak bu mücadele, tarihin hiçbir kesitinde yeni bir üretim tarzı üretemez. Sınıf mücadelesi gerçektir ve olumludur. Devrimci değil, reformisttir, sistem iyileştirmeleri için de gereklidir. Ancak yeni üretim tarzı, yeni düzen bunun sonucu değildir. Tersine eskinin tümden yadsınması sonucudur; Yeni, eskinin tüm verileriyle yadsınmasının bir sonucu olarak belirecektir. Bunun adı tarihsel devrimdir ve geri dönüşü olmaz.
Böylesi bir devrimle, nesnel verilerin yetersiz olduğu bir koşulda, devleti ele geçirerek, sözünü etmekte olduğumuz bir dönüşüm (eski üretim tarzından yeni üretim tarzına geçiş) için devrim yapılmış olunamaz. Bu noktada aydın kafasında bir vehim olarak üretilen sınıf, sınıf bilinci, sınıf örgütü, sınıf kadrosu, sınıf militanı, sınıf sendikası vb. kısır bir döngü içinde ait olduğu kapitalist sistemi, sonuçta ve bir biçimde yeniden üretmekten başka bir işe yaramaz.
Fabrika üretimi, Marks’ın Capitalde metaı çözümleyerek ortaya koyduğu kapitalist üretim tarzıdır. Fabrika üretimi, dolaysıyla üretimin temel unsurlarından biri olan işçi sınıfının ekonomik faaliyeti (insan olarak işçiler değil) ham madde+ iş gücü+üretim araçları= meta denklemiyle ifade edilir. Bu formül, var oldukça kapitalizm var demektir. Büyük bilgelerin kurduğu sosyalizmde bu değişmemiştir, aşılmamıştır. Yeni bir toplum, yeni bir uygarlık kurulamamıştı. O tarihi kesitin teknoloji evriminde, nasıl bir devrim yaparsanız yapın, ne kadar kitle yürütürseniz yürütün, başka bir sonuç üretemezdiniz. Bundan dolayı, iradeci müdahaleler kurulan şeyin ayakta durması için “Proleterya diktatörlüğü” adı altında zora dayanmaya mahkum olursunuz. Bu kaçınılmazdı. Ancak tarihte zorun rolü bu değildi.
Zor, tarihte devrime ebelik edendi. Gelişmelerinin belli bir aşamasında üretim ilişkileriyle üretici güçler arasındaki çelişkinin takınışını çözendi. Sürekli zorla yeni bir üretim ilişkisi var edilemezdi. Böylesi bir şey, doğaya da tarihe de toplumsal yaşam dengelerine de aykırıdır. Nitekim geri dönüş, bu gerçeğin ifadesi olmuştur.
Bana göre idealizm, bu gerçeğin görülmemesindedir. Eski argümanlara sarılarak fetişleştirilen kavramlar, yeni ortamda doğaüstü güçlerden medet uman tahayyüller haline böylece gelmiş olur. Denenmemiş olduğu koşullarda fiil yaratabilmesine karşın iflastan kurtulamayan bir algı, aynı argümanlarla başarılı olacağını sanmak hayalden başka bir şey değildir. Bu, dünya çapında solun marjinalliğini izah eden en kesin veridir.
Aynı minvalde konuyu farklı bir açıdan ele alırsak şunları göreceğiz. Geri dönüşün olduğu yerde, yeni bir toplumsal süreç başlatıldığı iddia edilemez. Materyalist algı bunu böyle tanımlar. Duygusal algı ise sizin ortaya koyduklarınızı tekrar eder. Kapitalizmden feodalizme geri dönüşü imkansız kılan veriler ne ise, feodalizmden köleciliğe geri dönüşün de verileridir. Soyutlamalarla ifade edilebilir tespitler, Bunlar aynıyla daha ileri bir toplumdan kapitalizme geri dönüş içinde geçerlidir. Ancak geri dönüş olabiliyorsa bu veriler olgunlaşmamış demektir. Olan da budur.
Olay ne yönetim hatası nede yönetici yetersizliği, ne kitle gücü ne de kitle bilinçsizliği, geri dönüşün mümkün olmaması tamamen nesnel bir vakıadır.
Geri dönüş imkansızlığı yada geri dönüşün mümkün olması tamamıyla, nesnel verilerin evrim birikimleriyle ilgilidir. Zira, eski düzen, teknolojinin birikimleri üzerinde, üretim araçlarının ilerlemesi sonucu, üretim ilişkileriyle çatışmasının bir ürünü olarak yıkılmışsa geri dönüş imkansızdır. Değilse geri dönüş kaçınılmazdır.
Marksın “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı” kitabının meşhur önsözündeki “Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da, bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar.” (sayfa 25) tespiti de tas tamam bunu anlatır. Yani, yadsınma bir bütündür, bir sınıfın diğer sınıfı yadsıması değildir. Sınıf da ona ait sistem de birlikte tarihsel olarak aşılır.
Burada sınıf, bütün bir parçası olarak doğup, bütünle birlikte tarihe gömülür. Üstelik sınıf tek başına bir hiçtir (ister köle ya da sahipleri, ister serfler ya da feodaller, ister burjuvazi ya da işçi sınıfı). Zıddıyla birlikte bir bütün oluşturmayan bir sınıf, ne bir sistem olur ne de ona ait bir varlık gerekçesi olur. Zıddıyla birlikte bir bütün olmak ise diyalektiğin, materyalist felsefenin temel ilkesidir (zıtların birliği esprisi). Sınıfı fetişleştirmek burada da idealizmdir. Benim görüşlerimi “150 yıldır netlikle çürütülmüş” olma hayaliniz, materyalizmle sözsel olmaktan öte hiçbir ilişkisi olmayan görüşlerinizin yarım asırdır fiili olarak yenilgiye uğradığı gerçeğini hiç değiştirmiyor.
Daha da sağlıklı bir algı için sınıfı bilmek gerek derim. Çünkü, bu temel bilgilerde bir eksiklik var gibi.
Sınıf tanımlaması, bir ekonomik kategoridir. İşçi sınıfı dediğimizde de üretim araçları üzerinde özel mülkiyeti olmamasından kaynaklanan nedenlerle iş gücünü pazarda bir meta gibi satan, üretime bu yanıyla katılarak artık değer üretin bir insan topluluğunu kast ederiz. Sınıfın üyesi olan tek tek insanlardan değil, ekonomideki yeri itibariyle sınıftan söz ettiğimizde bu gerçeği görürüz. Zira, insan olarak tüm işçiler fabrika çitlerini aşıp evlerine geldiklerinde, işçi olmanın çok ötesine giderler. Bu açıdan işçi kültürü, sınıf bilinci ve buna bağlı tüm önermeler, fabrika çitlerinden sonra silikleşmeye, sulanmaya başlar. Bunun için burjuvazinin özel olarak bir şey yapmasına gerek yok. Burjuvazinin sınıf bilincini bulandırma söylemi ne kadar doğru olursa olsun, işçinin (sınıfın değil) binicini belirleyen nesnel varlıklardan daha etkin değildir. Toplum içinde işçiler, var olan sistemin kültür algılarıyla siyasal, toplumsal yönelim alırlar. Bu da mahallenin tarihsel, inançsal, etnik binlerce örgünün yarattığı kültürle yüz yüze kalmak ve onun bir parçası olmak demektir. Hiçbir işçi bu gerçekle yüz yüze kalmaktan kurtulamaz.
Fabrika süreci içinde ne kadar katı bir işçi sınıfı üyesi olsa da yerleşim alanı ve yaşamı kuşatan kültürel, tarihsel, ideolojik veriler, bir nesnel etkinlik olarak işçilerin düşüncesini şekillendirmeye başlar. Hiçbir önerme, hiçbir ideoloji, hiçbir tez ya da ikna çabası, sonuçta bu nesnel etkiden daha büyük değildir. Bu ise, işçileri sınıfı olarak, kapitalizmin meşru sınıfı olarak sistemle bir bütünün ayrılmaz parçası halene getirir; önceki yazımda dile getirdiğim ulusun kapitalizmin şafağında doğması ve işçi sınıfının ulusçu doğasının nesnel verisi de tas tamam budur.
Fabrika’da üretimin bir parçası olarak artık değer üreten işçi, içinde yer aldığı sistemin bir parçası olarak bir sınıf oluştururken, bu sınıfın kaynağı olan sistemin davranışlarını, bilincini, reflekslerini taşır.
Sınıf bilinci, bu anlamıyla Kapitalizmin tüm sınıfları, sistemin çatışan içsel bir bütünü olmaları nedeniyle buluştukları bir ortak payda vardır. Ulusçu refleksler bu maddi gerçeklerin sonucu olan bir ortak paydadır. Kapitalizme ait bir sınıfın enternasyonalist olması, küresel düşünmesi ve bunu fiili bir çabaya büründürmesi bana göre bir aydın çabasının ötesinde değildir. Bu çabalar, kapitalizmin hiçbir sınıfının nesnel varlığıyla örtüşmez. Öyle olsaydı yeryüzündeki tüm köleler ve serfler üretimde aldıkları aynı konum nedeniyle 10 bin yıl önce enternasyonalizmi ilan etmeleri gerekirdi.
Devamla,
Sınıf mücadelesi bir sınıf olayıdır. Ancak tarihsel bir devrim, eski üretim tarzından yeni bir üretim tarzına geçiş, tek başına bir sınıf olayı değildir. Ne öznesi ne de nesnesi tek başına sınıf üzerine oturmaz. Daha kapsamlı daha çoğulcul unsurların, bütünsel gelişimleriyle ilgilidir. Materyalist açıdan tüm özneler, nesnel varlıkların sonucu olması dolaysıyla da tarihin öznesi tek boyutlu olamaz. Bütünsellikte ise, öncü artçı diye bir algı yanlıştır. En küçük bir dişlinin çalışmaması halinde onlarca dişliye sahip olan her saat durur.
İnsan ve doğayı, tarihin öznesi olarak algılamak ise, maddeci bilgi sonuçlarını bunların lehine kullanmak demektir. Yani araçları, amaç olan insan ve doğal için istihdam etmektir. Sınıf merkezli algı bunun karşısında çok ırkçı çok dar çok savaşçı ve çatışmacıdır. Çözüm arama bulma değil, kaos yaratmaktır. Gerçek devrimci mücadele gerçekçi dava ve çözümler için var olur. Hayali kavgalar, ne kadar keskin ve sert geçerse geçsin sonuçta kaos yaratır ve devrimci olamaz.
Ayrıca, tarihsel bir geçici kategori olan “sınıfı”, insan ve doğadan daha öncelikle bir merkeze oturtmak, onun sırtına kaldıramayacağı yükler taşıtmak, toplum tarihinde sonsuza kadar var olacağını iddia etmek kadar saçmadır. Böylesi bir iddia, teorinin ilkel komünal toplum ve gelecek için tahayyül edilen komünist toplumun sınıfsı olacağı tezlerine de aykırıdır. Bir tez, tarihin her kesitini açıklayamıyorsa buna tez denmez. Böylesi iddialarda inatla ısrar ise fetiştir. İdealizm de budur. Bir çırpıda, bu gün IMF kıskacında olan dünyanın 20 devrimini ayrıntılarıyla buraya aktarabilirim. Bu verileri biz çözümleyemesek, bunları destekleyen ve bunların yolunda yürüyenler olarak bir değerlendirme yapamasak, sorumluluklarımızı yerine getirmiş olabilir miyiz? Bence hayır. Bu konuda bir şey söylemeden hangi soyut felsefe argümanlarını evirip çevirip kendimizi haklı çıkarabiliriz ki.
Sınıf diye diye kendimizi aldatmayalım. Üretim tarzında devrim, eski ile yeni arasında bütünsel bir mücadeledir, sınıf mücadelesi ise bu değildir. Her sistemin kendine özgü bir sınıf mücadelesi var ancak her biri ayrı ayrıdır. Bu mücadeleni ilgili alanlarını aşıp, sınıfın sırtına ne nesnel ne tarihi olarak gerçekleşmesi mümkün olmayan görevler yıkmak, bu gün solun içine düştüğü duruma bir kez daha, komik hallerde düşmek demektir; bu ise, en eski üretim tarzının ezilen sınıfının, yani kölelerin sırtına, tarihin tüm ilerlemelerini yüklemek demektir.
Sınıf tezinde tutarlı olmak için bunun iddia edilmesi gerek. Oysa ne kölecilik, ne feodalizm ne de kapitalizm tablosu, sınıf merkezli bir algının sonucu olarak yeni üretim ilişkisi haline gelmedi.
Sınıf mücadelesinin olmadığı ilkel komünal toplumdan sınıflı, köleci topluma geçişi bu tez asla izah edemez. Tarihi tüm aşamalarıyla izah edemeyen bir tezle, geleceği kurmak yel değirmenleriyle savaşmaktır. Dolaysıyla, sistem için olan sınıf mücadelesini, yadsınmanın yadsınması kanunu gereğince, eskinin içinde gelişip büyüyen ve sonunda egemen olan yeni sistemin temel kurucu unsuru olarak göremeyiz. Bu bir inkar değil, doğru kavrayıştır. İnkar ise, sınıfa olmadık görevler yükleyerek onu balon gibi şişirip, patlamasını seyretmektir.
Marks bunu Capitalde çok yalın olarak şöyle ifade ediyor. ”Üretim tarzında devrim, manüfaktürde emek-gücü ile, büyük sanayide emek araçlarıyla başlar. Öyleyse bizim ilk inceleyeceğimiz şey, emek araçlarının, alet olmaktan çıkıp makineye nasıl dönüştüğü ya da makine ile el zanaatı aletleri arasındaki farkların neler olduğu soruları olmalıdır.” ( Karl Marks, Kapital Cilt I. İkinci baskı, s: 385-6, Dördüncü Kısım, Onbeşinci Bölüm Makine ve Büyük Sanayi. Sol yayınları)
Bu algıyı nesnel gerekçeleri için de bize şunları söylüyor “Teknoloji, insanın doğayı ele alış biçimini, yaşamını sürdürmek için başvurduğu üretim sürecini açıklayarak, toplumsal ilişkilerin oluşum biçimlerini ve bu ilişkilerden doğan kavramları ve düşünce biçimlerini ortaya koyuyor. Bu maddi temeli hesaba katmayan din tarihleri bile, eleştirici bir tarih sayılamaz… Bu sonuncu yöntem, biricik materyalist ve dolaysıyla biricik bilimsel yöntemdir.” (Age. S.386, 4. dipnot)
Bu yaklaşım Kapitalizmden sonra gelecek üretim ilişkisi için tek doğru materyalist ölçü olduğunu söyleyeceğim. Siyasi tespitler anlamında Marks tersini söylese de. Bu noktada her kim ki, tarihin ilerlemesi, yeniden üretilmesi, eski üretim ilişkisinden yeniye geçişi, sınıf, katman, insan iradesi vb donelere bağlarsa o idealizme sapmış tarihsel devrimleri nesnel temellerinden koparmış demektir.
Bunun böyle olduğunu ne Marks’tan bir alıntıyla ne Lenin’de başka bir alıntıyla kanıtlamanın gereği yok ( yüzlerce alıntı koymak mümkün olmasına rağmen). Dünyayı maddi verileriyle algılamak yeter. Yeni bir üretim tarzı için sınıf değil, sınıf binici, sınıf örgütü, bilinçli sınıf ya da sınıf aydını değil, gerekli olan teknolojik maddi evrimin belli bir olgunluğa gelmiş olmasıdır. Öznel öğe, ister sınıf ister onun örgütü, kadroları, militanları, sınıf bilinçli kurumları ya da her ne ise tümüyle bu nesnel gelişimin sonucudur. Bu nesnel evrim yoksa bütün bunlar da yoktur. Daha ileri bir üretim tarzı eskinin bağrında yarattığı nesnel gelişmelerle birlikte kendine ait değerlerini üretir (sınıf, katman, güç, etkinlik, örgüt, kadro, bilinç aydın vb). Eskinin bu tür verileriyle yeni asla kurulamaz. Bu kural kölecilik ya da feodalizm için olduğu kadar, kapitalizm için de aynıyla geçerlidir. Sosyal kanunların şu ya da bu sistem ve ya sınıf için ayrıcalığı olamaz.
Bunları işçi sınıfı diye düşüncede üretmek, bilinçte kurgulayıp gelecek toplumun ayrıntılı şemalarını çıkarmak idealizmin en kaba tarzıdır. 16. -17.yy bir köylüye bu nedenle kimse motordan, traktörden söz edemedi. Tarım işçisi olacağı kehanetinde bunmadı. Bunları ona o kesitte birileri söyleseydi deli diye alay konusu olurdu. Bu gelişim, iradelerden bağımsız, nesnel gelişim ve birikimlerin sonucu, fiili olarak ortaya kondukça gerçekleşti ve bunun sonucu olarak, kendine ait sınıf ve örgütlenmeleri ortaya koydu. Feodalizm böylece, yadsınmanın yadsınması kuralı gereğince tarihe karıştı. Kapitalizm doğdu.Kapitalizm de bu yolu izleyecektir.
Bu algıyı, aynı materyalist yaklaşımla sürdürerek açıklamak zor değil. Kapitalizmi yıkacak olan gelişme, öncelikle bir teknik devrim süreci ve bunu sonuçlarıyla, eski sistemin içinde fiili olarak ikame edildikçe ortaya çıkacaktır; bu gün bunun nüveleri ortaya çıkıyor ve bunun için küresel üretim ilişkisine, yeni bir uygarlığa, yeni bir üretim tarzına doğru gidiyoruz tespiti yapmak yanlış değildir. Bu gidişte, eskinin hiçbir sınıfı temel rol oynamıyor, yeninin sınıfları ise bu gelişmenin sonucunda ortaya çıkarak, belirginlik kazanacaktır.
Dolaysıyla, daha çok özgürlük ve demokrasi istemek tarihin ilerlemesine paralel olmak demektir. Demokrasi ve özgürlük gibi soyut kavramların içi her tarihi kesitte farklı doldurulur. Bu tarihi kesitte ne burjuvazinin ne de başka bir sınıfın izini taşımadan, kendi özgünlüğüyle devrimci bir görev olarak önümüze çıkan özgürlük ve demokrasi görevlerimizin içi doldurulacaktır.
Bunun tersini söylemek ise, eski düzenin bir sınıfına, “sınıfçılık” adına takılmaktır, eskiyi koruma ilkelliği ve idealizmdir. Bu hiçbir şekilde Materyalist bir algı değildir.
İdealizm bu yanlış sınıf bakışının ifadesi olarak karşımızda duruyor. Bu yüzden de ilgili olduğu sınıfın nesnel eğilimi olan, reflekslerinin merkezinde bulunan ulusçuluk, hatta ırkçılık yapmakta bir beis görmüyor. Dünyanın tüm komünist partilerinin içine düştükleri çirkin ulusçuluk burada anlam buluyor. Ben bunları çok iyi anlarken, sizler bunların birer “sapma” olduğunu iddia ediyorsunuz. Aramızda böylesi bir fark da bulunuyor.
Bu idealist yaklaşım, geçmişin ve günün ve de geleceğin maddi verilerine değil, onun sonucu olan sınıf gibi, katman gibi, lider gibi, örgüt vb gibi öznelerine, iradelerin yönlendirdiği dar ve fasit verilere sarılır. Bu da kavramları tarihin öznesi haline getiren Hegelci fetişizme düşmek demektir. Hegel “Formsuz (şekilsiz) madde soyut bir şeydir. Böyle bir maddeyi görmek, duymak, vs… olanaksızdır. Görülen ya da duyulan bir belirlenmiş maddedir. Yani belli bir forum taşımış maddedir.” (Atilla Tokatlı, çağdaş diyalektiğin kaynağı Hegel s:65) yaklaşımı da tas tamam budur.
Sn. arkadaş, nesnel gelişmelerin verili sınırları ve sonuçları içinde özne insandır, insanlığın ve doğanın gerekleridir. Bu temel yerine konacak her farklı şey dardır, yetersizdir ve tarihi kategori olarak sadece içinde doğup büyüdüğü ve onunla yok olacağı sistemin sınırlarına hapsolmaktır. Bu nedenle sınıf mücadelesi ve kapitalizmde sınıf olgusunun sınırlılığıyla ne devrimcilik yapılır ne de yeni bir üretim tarzının öznesi olacak bilinçli davranış üretilebilir. Ama tarih ne sizi ne bizi bekleyecek. Yadsınmanın yadsınması herkese rağmen, gelip kendi hükümranlığını kuracaktır.
Şu ana kadar hala, tek bir konu üzerinde konuşuyoruz (sınıf olgusu). Buna bağlı onlarca konu tartışılabilir. Burada yaptığım tek şey görüşlerimin daha iyi anlaşılması için, işin alfabesini ortaya koymaktır; bunun anlaşılmamış olduğu şüphesi içindeyim.
Sn. arkadaş, aramızda sınıf algısı bile kökten farklı. Buna bağlı tarih, felsefe ve gelecek yaklaşımlarının çok farklı olması da normaldir. Bu kadar yazı yerine, önceki yazılarımda sınıf mücadelesinin tarihte gerçekleştirdiği tek bir yeni üretim tarzı gösterseydiniz, sanırım okur için daha yararlı olacaktı. Ancak bunun yerine bana yıllar önce onurla taşıdığım geçmişimi tanımlayan argümanlarla tekrarlar yapmanız, boşa kürek çekmektir diyeceğim.
Bu algılarla ne gelecek kurulabilir ne de marjinal olmaktan çıkılabilir. Popülizm yapmak değil, tarihin gelişmesini yakalamaktan söz ediyorum. Bunu yakaladığımız zaman, kitlelere uğruna dövüşecekleri gerçekçi davaları da sunmuş oluruz diyorum. Nesnel gelişmeler bunun için gerekli yeni sınıfları ya da katmanları ve onların bilinçlerini ve örgütlenmelerini de yaratacaktır. Bu günün bilişim çağının verilerini ortaya koyduğumuzda çok önemli verilerin nüvelerin ortaya çıktığını görmek zor olmayacaktır ( bu ayrı bir tartışma konusudur)
“SOSYALİZM, DEVRİM, KÜRESEL ÜRETİM, YABANCILAŞMA GİBİ TEMEL KONULAR ÜZERİNE KISA CÜMLELER” Başlıklı, 80 gençliği grupta yayınlanan birinci yazımda 7 Parametre ortaya koydum, özetle de örnekler verdim. Bu çağın gerçek anlamda devrimci mücadelesi ve devrimcilerin görevi özgürlük ve demokrasi mücadelesidir dedim. Bunun burjuva demokrasisiyle ne zaman ne mekan ne de nitelik olarak aynı olmadığını belirttim. Roma, Atina örneklerini hatırlatıp her tarihi kesitin bir üretim tarzından daha ileri bir üretim tarzına geçişte, özgürlük ve demokrasi bayrağını yeni üretim tarzının temel sınıfları yükseltir dedim. Bu nedenle, bu soyut kavramları bu çağda sadece devrimciler doldurabilir diye de noktaladım. Bu tarihi kesitte, demokrasi burjuvaziye ait bir siyasal veri değildir diye de ısrarla vurgu yaptım.
Tersi iddiaların, gerçek anlamda kapitalizmin sınırları dışına çıkmak istemeyen, bu sistemi tarihe gömecek nesnel gelişmelerin sonucu ortaya çıkan öznel öğenin dinamiklerini sürece katmak istemeyen algılar olduğunu belirttim. Buna da yakın tarihten kanıtlar verdim. Maddi veriler olarak, toplumsal mülkiyet ilan etmenin hiçbir zaman daha ileri bir üretim tarzına geçiş için yeterli olmayacağını ifade ettim. Bir gece ansızın, bir siyasi kararla ilan edilenin, yine bir gece ansızın bir siyasi kararla geri dönüşünün kaçınılmaz olduğunu örnekledim. Geri dönüşün ne idari ne de idarecilerin hatasından dolayı olmadığını, nesnel yetmezlik nedeniyle olduğunu ifade ettim. Bu önermelerime de dayanarak sınıf bakış açısının, öznel, idealist bir bakış açısı olduğunu, tarih öznesi olarak sınıfı görmenin bu başarısızlıkta önemli bir rolü olduğunu bu satırlardan bir kez daha belirtiyorum.
Bolşevikleri ve başlarında Lenin’i, sınıf bakış açısının gelmiş geçmiş en büyük ustaları olduğunu belirteceğim. Bunun verdiği güç ve dinamiklerle milyonlarca komünistin sosyalizm tahayyülünü kurmak için ikircimsiz ve öz verili çaba sarf ettiğini teslim etmemiz gereklidir. Onları hafife almıyorsak, teoriyi doğru kavramadılar diye bir iddiada bulunmuyorsak, Kurdukları sosyalizmden başka bir sosyalizm olmadığını teslim etmemiz gerek. Bu öyle ise, geri dönüşü yönetim bozukluğu, sonradan gelenlerin hatasına bağlamak, söz konusu öncülleri küçümsemek demektir. Bu doğru değildir.
Yanlış olan, yukarıda Marks’tan aktardığım ve gerçek anlamda, geri dönüşü mümkün olmayan bir devirim için gerekli nesnel gelişmelere sadık kalınmaması nedeniyle yapılanlardır. Bu nesnel yeterlilik olmadan “sınıf” üzerine yapılan kurgu tahayyülleriyle, eski üretim tarzını tarihsel olarak yadsımadan, yeni bir üretim tarzı kurulabileceğini iddia etmektir. Siyasi iktidarın ele geçirilmesini bunun için yeterli görmektir, toplumsal mülkiyetin hukuksal olarak ikamesiyle üretici güçlerin gürbüzce gelişebileceğini sanmaktır ilh…(ila ahiri)
Bundan da açıkça anlaşılması gereken şey Marks’ın, yukarıda üretim ilişkilerinde devrim olgusunu sıkı sıkıya teknoloji devrimine bağlama örneğinde olduğu gibi, üretici güçlerin gelişimini engelleyen eski üretim ilişkilerini aşacak girişimlerin katkısına dikkat çektim. Bu nesnel gelişmelerin devrimci öznesi ise eskiyen her toplumdan çıkışta olduğu gibi özgürlük ve demokrasi görevlerini yerine getiren güçlerdir. Bu güçler eski sistemin hiçbir sınıfı değildir; sınıf mücadelesi bu anlamda, eskinin içinde daha çok demokrasi ve özgürlük alanı açması kadar, gelecek toplumun kuruluşuna katkısı olabilir. Devimciler de bu nedenle bu mücadelelerin içinde yer alır.
Size gelince, sınıf merkezli algılarınız, yukarıda işaret ettiğim iç çelişki ve tutarsızlıklarını bir yana bıraksak da tarihi bir kategoriye bu ölçekte biçilmiş rollerle bir yere varılamayacağını bilmenizi isterim. Eski bir toplumdan “geleceği kuracak sınıf” çıkarma iddiası, benim materyalist felsefi algılarıma tamamen terstir. Böylesi bir iddia ırkçı, dinci iddiaların yönteminden farklılık gibi gelmiyor. Onlarda tarihi milletlerin savaşı, inançların savaşı olarak algılıyor. Bu nedenle idealizm bu algınızın temelini oluşturuyor diyorum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder