2 Mayıs 2011 Pazartesi
LİBYA İÇ SAVAŞI VE SİVİL KATLİAM
Mihrac Ural
3 Mayıs 2011
Her savaş bir çıkar savaşıdır. İç savaş ise savaşların en kirlisi ve en çirkinidir. İç savaşın kazananı yoktur. Sivil ölümleriyle, servet kayıplarıyla kazanan tek tarafın, bu savaşı kışkırtan dış güçler olduğu tarihin her döneminde ortaya çıkmış bir gerçektir.
Kaddafi’nin oğlu Seyfül Arap ve torunlarının katli diğer sivillerin katli gibidir; bu ise bir terör eylemidir. İnsanlık suçudur. Daha çok sivilin ölümünü engellemek, çıkar savaşının kirli gidişine dur demek için kardeş kavgasına son vermek, koşulsuz olarak barışı savunmak gerek.
***
NATO bombardımanı, Libya’da Kaddafi’nin en küçük çocuklarından ikincisi olan Seyfül Arap ve üç çocuğunu katletti (30 Nisan 2011). Kaddafi aynı bombardımandan sağ kurtulduğu, Libya hükümet sözcüsü tarafından açıklandı. Seyfül Arap, okul eğitimini sürdüren bir genç. Devletle, orduyla uzak yakın hiçbir ilişkisi olmayan bir genç. Kelimenin gerçek anlamıyla bir sivil insan. NATO özel olarak, çılgın bir serserilikle, Baba Kaddafi’yi katledeceğim diye bombalamadığı sivil yer kalmadı.
BM’nin tanıdığı bir devletin Başkanını öldürme gibi bir eğilim, başlı başına bir suç iken, bir de oğulları, torunları, sivilleri katletmek, bir insanlık suçudur.
NATO pervasız bir sivil katliam girişiminde bulunmuştur. Libya halkı artık üç ateş arasında ölüm tünelinden geçmektedir. Bunun kurbanları da sivillerdir. Kaddafi’nin oğlu olup olmaması değil, bir sivilin, çocuklarıyla cehennemi bombalar altında can vermesi önem taşımaktadır. Libya ve halkı, bir dış gücün yönlendiriciliğiyle, ayaklanmacı kuklaların ateşleri altında ve bir diktatörlüğün inadı altında kıyılmakta yakılıp yıkılmaktadır. Libya’da meşru hiçbir şey kalmamıştır, hiçbir iddia ya da öneri de meşru değildir. Libya’da bir tek meşru şeyin olduğunu belirleyecek yeryüzünde hiçbir kurum ya da merci yoktur, Kaos ve bataklık içinde, hiç kimse kazanmayacaktır. Emperyalistler kazanmış gibi görülse de, kapıları açılan kirli sürecin sonuçlarına bedel ödemekten kaçamayacaklardır.
Ortalıkta meşru diye dolaşan heyula da meşruluğunu yitireli çok olan Birleşmiş Miletler ve onun Güvenlik Konseyidir. Bu kurumu, küresel devlet terörünü meşru göstermenin bir aracı olarak yorumlamak abartma olmayacaktır.
BM, bir kez daha uluslar arası cürümlerin işlenmesi için meşruiyet beraatı dağıtan bir kurum olduğunu gösterdi. Sonuçları ise bitip tükenmeyen sivil ölümlerdir. Amaç da budur. Sivillerin korunması söylemi ise gayri meşru fiilin, meşrulaştırılmasından başka bir şey değildir.
BM Güvenlik konseyi, 1973 Nolu kararıyla, sözde “sivilleri korumak için” Libya hava sahasını uçuşa yasaklı hale getirdi. Bu karar çıktığı an Fransız uçakları Libya’nın resmi devlet kuvvetlerini bombalamaya başladı. Hava sahasının uçuşa yasaklanması hedefi o an aşıldı; Hava, deniz, kara tüm alanlarda en küçük bir kıpırdanma ağır bombardımanla yerle bir edilir oldu. Oysa, 1973 Nolu kararın ayrıntılı içeriğiyle ilgili bir bilgi bile gelmemişti. Böylece zor ve zorbalıkla yapılan içtihatlar, ayrıntılı bilgi beklenmeden ve geldiğinde de dönüp bakmadan, önceden belirlenen yargısız infazlar icra edilerek bugüne gelindi.
Başlangıçta bir halk hareketi olarak beliren, Kaddafi diktatörlüğünün tıkalı sistemini aşacak diye görülen muhalefet, varlığı dış güçlerin müdahalesine endeksli bir karşı devrim hareketi olarak belirdi. Guantanamo tutuklusuyken serbest bırakılan, sahibinin sesi Ebu Süfyan, Selefi gericiğin önderliğini yaptığı bu hareketin, insan hakları diye bir kaygısı olmadığını belirtemeye bile gerek yok.
Dış güçlerle, ülke içinde bir çuvala girenlerin halkını temsil edemeyeceği açıktır. Bu tür muhalif algı, sadece dış güçlerin kuklası olur. Bundan kendini kurtarması da mümkün değildir. Çatışmaların ardı ardına zorladığı süreçler, daha çok bağımlı olmaya götürür. Libya üzerine yazdığım tüm makalelerde bu gerçeği dile getirdim.
Libya’daki gelişmeler, devrimci söylemlerine rağmen Kaddafi’nin uzun yıllar süren iktidarda kalmanın zorunlu olarak gündeme getirdiği köklü hatalar, oligarşik bir diktatörlüğe kadar gidebilmektedir. Bu ise, muhaliflerin halkla daha çok kenetlenip onların çıkarlarını savunma açısından bir avantajdı. Libya’da Muhalefet bunu doğru okumadı, halkı taleplerle başlayan çabalar, güçsüz ve güdük kaldıkça, başlangıçta dış güçlerden istenen utangaç talepler, hızla ülkelerini dış güçlere satacak bir ihanete döndü. Önce hava sahasının uçuşa yasaklanması dendi, sonra silah yardımına geçildi en sonunda da NATO güçlerinden ülkeye kara çıkarması yapma istekleri gündeme geldi.
Libya artık bir bataklıktır. Kaybeden tek taraf olarak Libya halkının acıları ve ölümü, kıyımı ve yıkımı devam etmektedir. Kazan taraf ise, NATO güçleridir. Ona kuklalık eden gereci güçler ise ülkelerine yabancıları sokarak tarih karşısında ihanetin bataklığı içindedir. Kaddafi de iktidara yapışmanın, diktatörlüğün kefaretini halkına ödetmenin sorumluğuyla tarih karşısında mahkum olmuştur.
Bu gün Libya’da halkın gerçek çıkarlarını temsil eden, onların gelecekleri için bir kaygı duyan taraf yoktur. Ülkenin tüm özgün sosyal, siyasal, tarihsel konumu bir yana, bu gün Kaddafi’nin oğlunun katledilmesiyle de açıkça beliren gerçek, Libya, üçlü cehennem darbeleri altında kırılmakta olduğudur; Libya halkına karşı cürüm işleyenler, başta NATO güçleri olmak üzere, muhalifler ve Kaddafi güçleri.
Libya’da taraflar terör estirmektedir. İmha savaşı, yok etme kavgası vermektedir. Terör diye bir olgu varsa oda tas tamam budur. Kaddafi’nin her haliyle sivil olan oğlu ve torunlarının katledilmesi de bu terörün bir sonucudur. Oğul Seyfül Arap, ne bir fazla ne bir eksik, katledilen diğer siviller gibi, bu kirli savaşın kurbanıdır. Sivil katliamı olgusu bu yanıyla batı kültürünün çıkarlar için her şeyi mubah gören yaklaşımının bir sonucudur. Küresel terörün simgesi, EL KAİDE ve lideri Bin Ladin’i yaratan ve katleden mantık bunu yeterince açık göstermektedir.
Batı, insan akıllına zarar verecek ölçekte ikiyüzlüdür. Tarihte tüm uygarlıklar gibi batı uygarlığında insanlıkla ilgili tarihsel önemde yaşam katkılar yaparak var oldu. Gelişiminin belli bir sürecinde insanın daha olumlu kazanımları için mücadele etti. Demokrasi ve özgürlüklerle ilgili açılımlar ortaya koydu. Ancak bu uygarlık geliştikçe, içine girdiği çıkmazlarla önceki uygarlıklar gibi tarih karşısında gerici roller oynamaya başladı. Bir uygarlık gücü olmaktan, bir güç uygarlığı olmaya başladı. Bu artan oranda silahlanma, başka ulusları ve servetlerini talan etmekle at başı yürüdü.
Emperyalist çıkarlar bu sürecin tipik belirtisiydi. Küresel terörde bu sürecin son halkasında üretilen, insanlığın başına dayatılan bir Demokles Kılıcı oldu. İnsanlık ve yaşamla ilgili uygar kültür, hızla yerini ölüm kültürüne bıraktı. Yeryüzünü gözü dönmüş bir çıkar hırsı kapladıkça da sivil katliamları toplu tasfiyeler, gayri-meşru girişimler, operasyonlar insanlığın büyük badirelerden geçerek yarattığı önemli uluslararası kurumları da bozacak bir yönelim almış oldu; BM Güvenlik Konseyi bunların başında olmak üzere bir çok kurum, emperyalist dar çıkarların devlet eliyle işlediği terörü meşru gösteren bir araca dönüştü. Sivillerin katledilmesi böylesine ahlaksız bir yolla, batıyı bir güç uygarlığına dönüştürüyordu. Bu gün batı uygarlığının insanlıkla sorunu olan bir gerici güç haline gelmesi bu belirtilerle ortaya çıkmıştır.
Bir gün önce, halkına barış çağrısı yapan, iç savaşı sona erdirmek için gecikmiş de olsa çağrı yapan Kaddafi’yi katletmek üzere evine yapılan ağır bombardıman, ilgili ilgisiz herkesi tasfiye eden bir sivil katliama böylece dönüşmüş oldu. Bu açık bir terör eylemiydi. Batının amaçlarına varmak için her şeyi mubah gören yaklaşımıydı. İnsanlığın böylesi durumlarda duyarsız kalması mümkün değildir.
Libya’da bir emperyalist paylaşım savaşı sürmektedir. Muhalefet de bu savaşın bir kuklasıdır. Kaddafi, diktatörlüğü de bu sürecin oluşumunda temel figüranlardan biridir. Soğuk savaşı karakteristik özelliklerini taşıyan bu savaşta, bir kez daha NATO güçlerinin algı ve işlevlerinde hiçbir şeyin değişmediği görülmektedir. Bu güçlerle birlikte boyuna çok aşan kirli süreçlerin bir piyonu olarak, Katar denilen, körfezin çadır devleti ve onan malı El Jeezire TV’nin rolü, insanlığın olduğu gibi özel olarak Arap halkının vicdanında binlerce kez mahkum olmuştur.
Libya’da kirli bir çıkar savaşı sürmektedir. Bu savaş aynı zamanda artan oranda bir sivil katliamıdır. Libya halkı, kendi kaderini tayin etmek çizgisinden çıkmıştır. O, dar ve kirli çıkar savaşının esiridir. Bu esaretin daha da uzun süre devamı için çalışılmaktadır. Bu kanlı iç savaşın tek galibi, emperyalist güçler olacak, iç savaşta yorgun düşen kardeşler, Libya’nın bu çıkar çevreleri elinde, talan sofrası haline gelmiş olacaktır.
Önceki yazılarda da dile getirdiği gibi, kardeş kavgasının kaderi hep öyledir; iki taraf birbirini doğrayarak orgun düşmesi beklenecektir. Her iki tarafın ölüm döşeğine gelişiyle, söz de barış sağlanacak ve ülkenin yeniden imarı ve servetlerinin pazarlanması için, savaşın nedeni ve devam ettiricisi olan emperyalist güçler hüküm sürecektir.
Sonuçta ölen sivillerdir, kaybeden masum halktır. Bu Kaddafi’nin oğlu ve torunları için de geçerlidir.
3 Mayıs 2011
Her savaş bir çıkar savaşıdır. İç savaş ise savaşların en kirlisi ve en çirkinidir. İç savaşın kazananı yoktur. Sivil ölümleriyle, servet kayıplarıyla kazanan tek tarafın, bu savaşı kışkırtan dış güçler olduğu tarihin her döneminde ortaya çıkmış bir gerçektir.
Kaddafi’nin oğlu Seyfül Arap ve torunlarının katli diğer sivillerin katli gibidir; bu ise bir terör eylemidir. İnsanlık suçudur. Daha çok sivilin ölümünü engellemek, çıkar savaşının kirli gidişine dur demek için kardeş kavgasına son vermek, koşulsuz olarak barışı savunmak gerek.
***
NATO bombardımanı, Libya’da Kaddafi’nin en küçük çocuklarından ikincisi olan Seyfül Arap ve üç çocuğunu katletti (30 Nisan 2011). Kaddafi aynı bombardımandan sağ kurtulduğu, Libya hükümet sözcüsü tarafından açıklandı. Seyfül Arap, okul eğitimini sürdüren bir genç. Devletle, orduyla uzak yakın hiçbir ilişkisi olmayan bir genç. Kelimenin gerçek anlamıyla bir sivil insan. NATO özel olarak, çılgın bir serserilikle, Baba Kaddafi’yi katledeceğim diye bombalamadığı sivil yer kalmadı.
BM’nin tanıdığı bir devletin Başkanını öldürme gibi bir eğilim, başlı başına bir suç iken, bir de oğulları, torunları, sivilleri katletmek, bir insanlık suçudur.
NATO pervasız bir sivil katliam girişiminde bulunmuştur. Libya halkı artık üç ateş arasında ölüm tünelinden geçmektedir. Bunun kurbanları da sivillerdir. Kaddafi’nin oğlu olup olmaması değil, bir sivilin, çocuklarıyla cehennemi bombalar altında can vermesi önem taşımaktadır. Libya ve halkı, bir dış gücün yönlendiriciliğiyle, ayaklanmacı kuklaların ateşleri altında ve bir diktatörlüğün inadı altında kıyılmakta yakılıp yıkılmaktadır. Libya’da meşru hiçbir şey kalmamıştır, hiçbir iddia ya da öneri de meşru değildir. Libya’da bir tek meşru şeyin olduğunu belirleyecek yeryüzünde hiçbir kurum ya da merci yoktur, Kaos ve bataklık içinde, hiç kimse kazanmayacaktır. Emperyalistler kazanmış gibi görülse de, kapıları açılan kirli sürecin sonuçlarına bedel ödemekten kaçamayacaklardır.
Ortalıkta meşru diye dolaşan heyula da meşruluğunu yitireli çok olan Birleşmiş Miletler ve onun Güvenlik Konseyidir. Bu kurumu, küresel devlet terörünü meşru göstermenin bir aracı olarak yorumlamak abartma olmayacaktır.
BM, bir kez daha uluslar arası cürümlerin işlenmesi için meşruiyet beraatı dağıtan bir kurum olduğunu gösterdi. Sonuçları ise bitip tükenmeyen sivil ölümlerdir. Amaç da budur. Sivillerin korunması söylemi ise gayri meşru fiilin, meşrulaştırılmasından başka bir şey değildir.
BM Güvenlik konseyi, 1973 Nolu kararıyla, sözde “sivilleri korumak için” Libya hava sahasını uçuşa yasaklı hale getirdi. Bu karar çıktığı an Fransız uçakları Libya’nın resmi devlet kuvvetlerini bombalamaya başladı. Hava sahasının uçuşa yasaklanması hedefi o an aşıldı; Hava, deniz, kara tüm alanlarda en küçük bir kıpırdanma ağır bombardımanla yerle bir edilir oldu. Oysa, 1973 Nolu kararın ayrıntılı içeriğiyle ilgili bir bilgi bile gelmemişti. Böylece zor ve zorbalıkla yapılan içtihatlar, ayrıntılı bilgi beklenmeden ve geldiğinde de dönüp bakmadan, önceden belirlenen yargısız infazlar icra edilerek bugüne gelindi.
Başlangıçta bir halk hareketi olarak beliren, Kaddafi diktatörlüğünün tıkalı sistemini aşacak diye görülen muhalefet, varlığı dış güçlerin müdahalesine endeksli bir karşı devrim hareketi olarak belirdi. Guantanamo tutuklusuyken serbest bırakılan, sahibinin sesi Ebu Süfyan, Selefi gericiğin önderliğini yaptığı bu hareketin, insan hakları diye bir kaygısı olmadığını belirtemeye bile gerek yok.
Dış güçlerle, ülke içinde bir çuvala girenlerin halkını temsil edemeyeceği açıktır. Bu tür muhalif algı, sadece dış güçlerin kuklası olur. Bundan kendini kurtarması da mümkün değildir. Çatışmaların ardı ardına zorladığı süreçler, daha çok bağımlı olmaya götürür. Libya üzerine yazdığım tüm makalelerde bu gerçeği dile getirdim.
Libya’daki gelişmeler, devrimci söylemlerine rağmen Kaddafi’nin uzun yıllar süren iktidarda kalmanın zorunlu olarak gündeme getirdiği köklü hatalar, oligarşik bir diktatörlüğe kadar gidebilmektedir. Bu ise, muhaliflerin halkla daha çok kenetlenip onların çıkarlarını savunma açısından bir avantajdı. Libya’da Muhalefet bunu doğru okumadı, halkı taleplerle başlayan çabalar, güçsüz ve güdük kaldıkça, başlangıçta dış güçlerden istenen utangaç talepler, hızla ülkelerini dış güçlere satacak bir ihanete döndü. Önce hava sahasının uçuşa yasaklanması dendi, sonra silah yardımına geçildi en sonunda da NATO güçlerinden ülkeye kara çıkarması yapma istekleri gündeme geldi.
Libya artık bir bataklıktır. Kaybeden tek taraf olarak Libya halkının acıları ve ölümü, kıyımı ve yıkımı devam etmektedir. Kazan taraf ise, NATO güçleridir. Ona kuklalık eden gereci güçler ise ülkelerine yabancıları sokarak tarih karşısında ihanetin bataklığı içindedir. Kaddafi de iktidara yapışmanın, diktatörlüğün kefaretini halkına ödetmenin sorumluğuyla tarih karşısında mahkum olmuştur.
Bu gün Libya’da halkın gerçek çıkarlarını temsil eden, onların gelecekleri için bir kaygı duyan taraf yoktur. Ülkenin tüm özgün sosyal, siyasal, tarihsel konumu bir yana, bu gün Kaddafi’nin oğlunun katledilmesiyle de açıkça beliren gerçek, Libya, üçlü cehennem darbeleri altında kırılmakta olduğudur; Libya halkına karşı cürüm işleyenler, başta NATO güçleri olmak üzere, muhalifler ve Kaddafi güçleri.
Libya’da taraflar terör estirmektedir. İmha savaşı, yok etme kavgası vermektedir. Terör diye bir olgu varsa oda tas tamam budur. Kaddafi’nin her haliyle sivil olan oğlu ve torunlarının katledilmesi de bu terörün bir sonucudur. Oğul Seyfül Arap, ne bir fazla ne bir eksik, katledilen diğer siviller gibi, bu kirli savaşın kurbanıdır. Sivil katliamı olgusu bu yanıyla batı kültürünün çıkarlar için her şeyi mubah gören yaklaşımının bir sonucudur. Küresel terörün simgesi, EL KAİDE ve lideri Bin Ladin’i yaratan ve katleden mantık bunu yeterince açık göstermektedir.
Batı, insan akıllına zarar verecek ölçekte ikiyüzlüdür. Tarihte tüm uygarlıklar gibi batı uygarlığında insanlıkla ilgili tarihsel önemde yaşam katkılar yaparak var oldu. Gelişiminin belli bir sürecinde insanın daha olumlu kazanımları için mücadele etti. Demokrasi ve özgürlüklerle ilgili açılımlar ortaya koydu. Ancak bu uygarlık geliştikçe, içine girdiği çıkmazlarla önceki uygarlıklar gibi tarih karşısında gerici roller oynamaya başladı. Bir uygarlık gücü olmaktan, bir güç uygarlığı olmaya başladı. Bu artan oranda silahlanma, başka ulusları ve servetlerini talan etmekle at başı yürüdü.
Emperyalist çıkarlar bu sürecin tipik belirtisiydi. Küresel terörde bu sürecin son halkasında üretilen, insanlığın başına dayatılan bir Demokles Kılıcı oldu. İnsanlık ve yaşamla ilgili uygar kültür, hızla yerini ölüm kültürüne bıraktı. Yeryüzünü gözü dönmüş bir çıkar hırsı kapladıkça da sivil katliamları toplu tasfiyeler, gayri-meşru girişimler, operasyonlar insanlığın büyük badirelerden geçerek yarattığı önemli uluslararası kurumları da bozacak bir yönelim almış oldu; BM Güvenlik Konseyi bunların başında olmak üzere bir çok kurum, emperyalist dar çıkarların devlet eliyle işlediği terörü meşru gösteren bir araca dönüştü. Sivillerin katledilmesi böylesine ahlaksız bir yolla, batıyı bir güç uygarlığına dönüştürüyordu. Bu gün batı uygarlığının insanlıkla sorunu olan bir gerici güç haline gelmesi bu belirtilerle ortaya çıkmıştır.
Bir gün önce, halkına barış çağrısı yapan, iç savaşı sona erdirmek için gecikmiş de olsa çağrı yapan Kaddafi’yi katletmek üzere evine yapılan ağır bombardıman, ilgili ilgisiz herkesi tasfiye eden bir sivil katliama böylece dönüşmüş oldu. Bu açık bir terör eylemiydi. Batının amaçlarına varmak için her şeyi mubah gören yaklaşımıydı. İnsanlığın böylesi durumlarda duyarsız kalması mümkün değildir.
Libya’da bir emperyalist paylaşım savaşı sürmektedir. Muhalefet de bu savaşın bir kuklasıdır. Kaddafi, diktatörlüğü de bu sürecin oluşumunda temel figüranlardan biridir. Soğuk savaşı karakteristik özelliklerini taşıyan bu savaşta, bir kez daha NATO güçlerinin algı ve işlevlerinde hiçbir şeyin değişmediği görülmektedir. Bu güçlerle birlikte boyuna çok aşan kirli süreçlerin bir piyonu olarak, Katar denilen, körfezin çadır devleti ve onan malı El Jeezire TV’nin rolü, insanlığın olduğu gibi özel olarak Arap halkının vicdanında binlerce kez mahkum olmuştur.
Libya’da kirli bir çıkar savaşı sürmektedir. Bu savaş aynı zamanda artan oranda bir sivil katliamıdır. Libya halkı, kendi kaderini tayin etmek çizgisinden çıkmıştır. O, dar ve kirli çıkar savaşının esiridir. Bu esaretin daha da uzun süre devamı için çalışılmaktadır. Bu kanlı iç savaşın tek galibi, emperyalist güçler olacak, iç savaşta yorgun düşen kardeşler, Libya’nın bu çıkar çevreleri elinde, talan sofrası haline gelmiş olacaktır.
Önceki yazılarda da dile getirdiği gibi, kardeş kavgasının kaderi hep öyledir; iki taraf birbirini doğrayarak orgun düşmesi beklenecektir. Her iki tarafın ölüm döşeğine gelişiyle, söz de barış sağlanacak ve ülkenin yeniden imarı ve servetlerinin pazarlanması için, savaşın nedeni ve devam ettiricisi olan emperyalist güçler hüküm sürecektir.
Sonuçta ölen sivillerdir, kaybeden masum halktır. Bu Kaddafi’nin oğlu ve torunları için de geçerlidir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder