14 Mayıs 2011 Cumartesi
SINIF MÜCADELESİ- DEMOKRASİ ÜZERİNE
Mikdat Abuzer’in “Temel konular” üzerine yazışmalarının 2. Makalesini yayınlıyoruz
2. YAZIŞMA
Mikdat Abuzer
8 Mayıs 2011
Benim yazımı okuyup okumadığınızdan emin olamadım. AYRI VARLIK bloguna ve Sosyalist Forumdaki tartışmalara göz gezdirmişsiniz. Orada daha kapsamlı yazılar ve tartışmalar yer almaktadır. Benim 80 gençliği grupta yayınladığım çok kısa b.ir özet. Algılarımı yakından tanımınız için ve yapacağımız tartışma okur için yararlı olması açısından bir başlangıç noktası olur diye 7 başlık altında verdim.
Bunlara parametrelerim diye de başlık koydum. Bu notlarda sizin son olarak yayınladığınız yazıya cevap niteliğinde birçok tespitler de yaptım. Aramızda oldukça ciddi farklılıklar bulunuyor. Argümanlarımız dahil tartışma düzlemimizde çok farklı.
Bu grupta yayınladığım önceki yazımda yabancılaşmanın tarihin en devrimci dinamiği olduğunu söyledim. Bu çok ciddi bir tartışma konusu. Marksizm’de ele alış ile size verdiğim linklerde uzun uzun tartışmasını yaptığımız ele alışların sağlıklı bir karşılaştırılması gerek. Ben bunları tekrar tekrar vurgulamamak için sadece genişçe okunacakları linkleri aktardım.
Tekrar ediyorum, Yabancılaşma tarihin en önemli devrimci dinamiğidir. Bu konuda yazdığım makaleleri burada yayınlayıp facebook’un güncel değerler üzerine yazmamız gereken belki daha çok ortak söylemlere yönelmemizi sağlayacak belirlemelerin önünü örtmesini istemiyorum. Ancak ortaya koyduğum bir belirlemeye katılmıyorsanız bunu tek tek ele alıp siyasi sohbetimizi yapmak mümkündür.
Yabancılaşma konusunu dile getirdim ki tartışılacak en kritik ve çoğu okurun, alışkanlıktan gelen tepkilerini çeken bir konudur. Yabancılaşmayı bu güne kadar olumsuz gören yaklaşımlarımıza kendi adıma tarihin en devrimci dinamiği olarak bakıyorum. Bu sınıf mücadelesinden de mi devrimcidir derseniz aynen öyle derim. Sınıf mücadelesi ve buna ait tüm argümanların kapitalizmin sınırları içinde takılı galan yıllardır işleyip durduğumuz argümanlar olduğunu söylemekle yetineceğim. Bu gruptaki yazıma tekrar göz atarsanız, 7. Parametrede bu konuyu mümkün olan en özet haliyle verdiğimi göreceksiniz. Bu da sizinle temelde ne kadar farklı bir yönden baktığıma yeterli bir göstergedir.
Bir yorumunuzda, değerli bir katılımcı arkadaşın yorumu üzerine, aklın yolu birdir yönünde belirleme yapmışsınız. Bakın bu nokta de bile çok farklı yerlerdeyiz. Kendi tecrübe ve okumalarımın öğrettiği gerçek “aklın yolunun bin bir ve doğruya giden yolların da bir o kadar çok olduğunu, ayrıca doğrunun da tek olmadığını” öğretmiştir. Bilimin yolu zaman ve mekan algılarıyla bu değişkenliği sahiptir ve diyalektiğin en temel algısı her şeyin hareket halinde olması da bununla kesişme halindedir.
Bu yaklaşımım doğal olarak sizin dile getirdiğiniz “Sınıf bakışı ise, en ileri teorik gözlüktür Egemen sınıfın şaşırtmacaları ile başka türlü mücadele etmek mümkün değildir.” Söylemiyle örtüşmesi çok zor.
Sınıf mücadelesi bakış açısı, tarihin tem üretim ilişkileri kesitinde o sistemin iç çatışması olarak önemli bir işlev gördüğünü, toplumu ileriye götürdüğünü, kölelere, serflere, emekçilere, kitlelere, ezilenlere haklar sağladığını tekrar belirteceğim. Ancak hiçbir üretim ilişkisinden yeni bir üretim ilişkisine girişin tarihsel devrimlerine yol açmadığını belirttim. Bu da belki en önemli tartışma konusudur. Buna değinmemişsiniz. Genellemeler, formülasyonlar, benim de binlerce kez tekrar ettiğim gençlik dönemi söylemlerinden öte bir açılım getirmiyor, “sosyalizmin” geri dönüşünü izah etmiyor. Gerçeği örtme çabası olarak ısrarla söylenmesinin ise, gençliğin tarihi daha doğru ve daha devrimci tarzda kavrayışının önünü kesiyor gibi geliyor.
Geçmişini onurla taşıyan bir insan olarak, geçmişi inkar edenleri ayıplayan, geçmişi olmayanın geleceği olmaz diyen biri olarak gelecek için daha net konuşmak, geçmişimizin bize sunduğu birikim ve tecrübelerle, hatalar ve olumluluklarla, bu genellemeleri tekrar etmeden ileriye gitmemiz gerektiğine inanıyorum. Aynı şeyleri bin kez tekrar ederek de ne birbirimize ne de okurlarımıza bir katkı sunma şansımızın olmayacağını, 21. Yy gerçekliğiyle örtüşemeyeceğimizi söylüyorum. Bunun için açık ve net üstelik çok basitçe sorup duruyorum, köleci Spartaküs isyanlarında anlam bulan sınıf mücadelesi neden feodalizmi kuramadı; Roma kapıları önünde yıktığının yerine ne koyacağını bilmeyen eli silahlı isyancılardan öteye geçemedi teslim oldu. Munzerlerin köylü isyanlarında anlam bulan feodal üretim tarzının yarattığı sınıf mücadeleleri neden kapitalizmi kuramadı; feodal karlarlını tahtları önünde diz çöktü, bağış bekledi. Bu sınıf mücadeleleri, her kesitin kendi özgünlüğünce içi doldurulan demokrasi ve özgürlük mücadelesi açısından tarihe ve insana olumlu katkılar yaptı, ancak yeri bir üretim tarzı yaratamadı. Yeni, eskinin bağrından kendi iç denge ve örgüleriyle oluşup, eskiyi yadsıyarak kuruldu; eskinin hiçbir temel sınıfı bunun içinde yer almadı öncülük yapmadı. Yeni ise eskiyi tüm sınıflarıyla birlikte tarihe gömdü. Tam bu noktada sınıf mücadelesi dediğimiz gerçek, eski sistemde iyileştirmeler için yürüttüğü mücadelesinin bir sonucu olarak ( bir amacı değil) özgürlük ve demokrasi mücadelesine yaptığı alan genişletmesi katkılarıyla geleceğin kurucusu güçlere itim vermiştir. Ötesi değil.
Kapitalizm ortamında bunu çok daha açık bir biçimde görmek zor değildir. II. Enternasyonalin içine düştüğü ulusalcı, emperyalist savaş yanlılığını kirli duruşunu bu algımla çok iyi anlıyorum. Ama sınıf bakış açısını ütopik bir olgu olarak ele alanlar ise bunu sınıfa ihanet olarak algılamasını da tutarlı bir davranış olarak görüyorum. Kimse bana o bilgi küpü dev işçi liderlerinin sınıf bilinçleriyle değil de “komploların”, “satılmışlıklarının” sonucu sarı sendikacılık yaptığını anlatamaz. Yaptıkları tamamen yanlış olsa da onlar sınıfın kaçınılmaz eğilimlerini dile getirdiler diyeceğim. Bana göre sınıf güdüleri, sınıf bilinçlerinin başka yolu da yoktu zaten.
Bu noktada ne anlatmam gerek, ulusların kapitalizmin şafağında doğduğu gerçeğini mi, doğal olarak bu sistemin içinde yer olan ve onu var olmasının temel taşı olan tüm sınıfların da aynı zamanda o ulus algısının içinde bir anaforda yer aldığı gerçeğini mi. Bunun sonucu olarak tarihin tüm kesitlerinde, en son noktada kapitalizmin tüm sınıflarıyla ulusçu duruş sergilediğini mi. Bunu ülkemizde çok daha çıplak görmek için Kürt sorununda, işçi sınıfının kimi yoğunluklarla faşist partisini destekleme olayını ( bilinçsiz sınıf algısı nedeniyle denebilir diye) bir kenara koyalım, en bilinçli olduğu iddiasında olan Komünist adını alan ya da almadan komünist ve de enternasyonalist olduğu savında olanların sol içinde ezici çoğunluk olarak milliyetçiliklerini izah etmenin başka yolu yoktur. Bunlara ben ne hain diyorum ne sapkın ne de satılmış. Bunları biliyorum. Bunları anlıyorum. Bence bunları anlamayan ve bu nedenle siyaset dışı kavramlarla suçlayanlar, sınıf mücadelesini ve sınıf kavrayışlarını bir kez daha gözden geçirmeleri gereklidir diyeceğim. Benim açımdan, sınıf mücadelesi ve sınıf algısı ifade ettiğim zeminde kavrandığı ölçüde bütün bunlar, tarihin ortaya koyduğu kaçınılmaz sonuçlardır diyorum.
Bunlar sınıf mücadelesinin tüm toplumlarda sistem içi bir mücadele olduğu gerçeğinin tartışmasız ispatıdır. Bu gün dünyanın tüm işçi hareketlerinin içine düştüğü sistemi kurtarmak için, işçinin işini kaybetmemesi için (Türkiye’de son tekel ve Tariş olayları dahil), hatta sistem çökmesin diye ücretlerden tenkisata gitmek dahil her kolaylığın gösterileceğinin ilanı ( Bu tüm dünyadaki bir durumdur) sınıf mücadelesi gerçekliğinde işçi sınıfının gelip tıkandığı yeri göstermesi açısından önemlidir. Bunu sarı sendikacılar, hainler, satılmışlar diye yorumlamak ise kolayına kaçmaktır ve hiçbir tarihi gerçeği izah edemez. Bu ne Polonya’da işçi sınıfının sınıf güdüleriyle “sosyalizm”i yıkma gerçeğini ifade eden karşı devrimi, ne de Sovyetlerdeki çöküşü asla izah edemez.
Bu yüzden çok soyut söylemler çerçevesinde yapılan genellemelerle, gerçek devrimciler olarak bizler liberalizm karşısında hep geride kalmaya mahkum oluyoruz. 100 yıldır gerçek anlamda ne bir kitlesel güç ne de gerçek anlamda bir tarihsel devrime imza atmamış olmamızın bir gerçek olduğunu anlamamız gerek. Bu zeminden çıkmayan algıların morali de gerçekçi değil kendini aldatan moraller olduğunu söyleyeceğim. Gerçek moraller gerçek devrimci görevleri önümüze koymakla mümkün olur. Unutmayalım ki halk hayallerin değil gerçek davaların arkasında durur. Kürt halkının duruşu da bu nedenle bu ölçüde kapsamlı olmuştur. Türkiye solunun marjinal bile olmamasının nedeni de budur.
Bu konu üzerine belki aylarca tartışabiliriz. Onlarca harften oluşan alfabenin yaratamayacağı cümle türü kalmaz. Ama bu hiçbir gerçeği değiştirilemez. Önceki yazımda dile getirdiğim parametrelerimin temel dokularını değiştirmez. Sınıf mücadelesi sonucu yapılan ve geri dönmeyen bir tarihsel devrim gösterilemez. Bence tartışmamızın püf noktası tas tamam budur.
Önceki yazımda boşluk bırakmamak için oldukça özet olarak ortaya koyduğum, sınıf mücadelesi ihmal edilmemesi gereken bir reformist mücadeleyse devrimci mücadele hangi argümanlara sarılarak kendini ifade ediyor sorusuna da net cevap verdim. Özgürlük ve demokrasi dedim.
Cevabi yazınızdan anlıyorum ki, özgürlük ve demokrasi kavramlarına biçtiğiniz anlam, eski söylemlerin tekrarını aşmamış. Şu kesin doğrudur tüm egemen sınıflar bu kavramlarla oynamıştır. Üstelik bu kavramları “somut” kavramlar olarak lanse edip, demokrasi denirse bu yalnızca burjuvaziye ait olandır kanaatlerini ne yazık ki en komünistinden en materyalistine kadar nakış etmiştir. Bu sorunuzla karşı karşıya kalacağımı bildiğim için bu konuyu önceki yazımda kısa da olsa ele aldım.
Tekrar edeyim. Özgürlük ve demokrasi, bu çağda asla burjuvazinin yaklaşacağı, sahipleneceği bir siyasal veri değildir. 21. Yy ölçüleriyle de hiçbir kapitalist ülke bu soyut kavramların somut tecellilerini ortaya koyamaz. Bu kapitalizmin doğasına ve vardığı tekelci düzeye de aykırıdır.
Tarihte özgürlük ve demokrasi her eski toplumdan çıkışta devrimci güçlerin bayrağıydı. Her çağın devrimcileri için bir bayrak olması soyut olan bu kavramlara da o çağın özgünlüğünce somut bur işlev yüklemeyi getirdi. Kölecilikten çıkıştı, feodalizmden çıkışta hep bu oldu. Burjuvazi de feodalizme karşı mücadelesinde bu soyut kavramları kendi çağının özgünlüğüyle somutlaştırdı. Bu bayrak burjuvazinin elinde ulusun tüm güçlerini toplayarak, eksik ekonomik evrim ve siyasal devrimine kadar ulaştırdı. Bu noktada dikkat edilirse bu soyut kavramların içini dolduran tarihsel işlevleridir.
Bu noktada bir soyutlama yapacak olursak, eski üretim ilişkisinden yeni bir üretim ilişkisine geçişte, özgürlük ve demokrasi devrimcilerin hedef kitlelerini altında topladığı bir bayrak olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Bu soyut kavramları kendi özgün tarihsel işlevleriyle dolduracak olan da devrimcilerdir. Öncelikle bunu doğru tespit etmek gerek. Bu nedenle bu gün, sınıf mücadelesinin sistem içinde tıkalı olan algıları ve araçlarına karşı, burjuvaziye ve onun sistemi inçin aldatıcı bin bir maskeyle ürettiği, liberalizmden, Farankfurt okuluna, Gramscy’den, post-modernistlerine kadar, ömrü on yıl bile dayanmayan tezlere karşı, gelecek yeni uygarlık, yeni üretim ilişkisinin ikamesi için, bilim ve tekniğin önündeki engellerin kalkması için, üretici güçlerin gelişimini tıkayan engellerin yıkılması için daha çok özgürlük ve demokrasi alanları açmamız gereklidir. Bu açılım çabası kapitalist sistemi çözecek, kurumlarını tarihe adım adım gömecek yeni toplumun bileşenlerini toparlayacak bir çabadır: Devrimci olan da budur. Bunun için bir program oluşturulmalı.
Burada farklı bir özgürlük ve demokrasiden söz ettiğim açıktır. Tıpkı farklı bir küreselleşmeden ve küresel üretim ilişkisinden söz ettiğim gibi. Sizinde işaret ettiğiniz gibi “ulus aşırı ekonomik faaliyetler” hiçbir zaman küresel üretim değildir. Emperyalist küreselleşme ise siyasi bir duruştur; savaşlar, istilalar, üsler, Pazar için yol güvenlikleri, tek boyutlu çıkarlar için farklı ülkelerde taşeron ya da ortaklıklardan ibarettir.
Olguların diyalektik bağını kurma noktasına gelince, önermelerim bu açıdan oldukça tutarlı. Yadsınmanın yadsınması kuralını bundan daha iyi izah mümkün değildir. Eski toplumun yadsınması onu oluşturan tüm temel verilerin de yadsınmasıdır. Tarihsel tez budur. Başkası hiç olamaz. Kölecilik için geçerli olan kapitalizm için geçerlidir. Yoksa tez olma iddiasını kaybeder. Bilimsel olması mümkün olmaz. Bu durumda kimse, “geçiş dönemi”, “geçiş toplumu”, “ara dönem” gibi tanımlamalarla eski toplumdan yeni topluma geçişi formüle etmesin, bu, diyalektiğe de materyalist felsefe verilerine de doğa ve toplum yasalarına da aykırıdır. Bilimsel de değildir.
Aykırı olduğunu ayrıca fiili olarak, bizim çağdaşlarımız iliklerine kadar da yaşayarak gördü.Real sosyalizm kapitalizm madalyonunun diğer yüzüydü. Sınıf mücadelesi eski sistem içinde iyileştirmeler, yenileştirmeler yapan, ihmal edilmemesi gereken bir mücadeledir ancak diyalektiğe göre eski toplumun temel sınıflarınca yürütülmesi nedeniyle asla yeni bur üretim tarzına geçemez.
Lütfen buna net cevap verelim. Tartışmamızın can noktası burasıdır. Ben söylemlerimi tarihten örneklerle, felsefenin temel kurallarıyla, eski sistemi tüm verileri, kurum ve iç denge hesaplarıyla, aldatıcı politikalarıyla bir bütün olarak yadsıyıp bu sonuca vardım ayrıca boşluğu düşmedim. Özgürlük ve demokrasi dedim. Bunun da içini boş bırakmadım. Devrimci bir özgürlük ve demokrasi algısının 21. Yy daki anlam ve muhtevasının eski topluma ait tüm sınıfı ve eğilimlerden farklı bir yerde olduğunu ifade ettim.
Bu uzun cevapta sadece sınıf mücadelesi ve demokrasi üzerinde durmaya çalmıştım. Burada Marks’tan aktaracağım birçok alıntıyı da ihmal ettim. Ancak görüşlerimi ifade etmem için yeterli ölçekte materyal sunmuş olduğuma inanıyorum. Aramızda çok ciddi farklılıkların olduğu sanırım açık. Bu durdum da cevabi yazınızın temel vurgularına yapabileceğim eleştiriler olduğunu anlamak güç değil. Çok sınıf mücadelesinden söz etmenin bana artık çok reformist bile olunamayacağını göstermiştir demekle yetineceğim. Bu söylemler bana kelime olarak devrimciliği çok lafzetmesine karşı gerçekte sözlerinin bir zemini olmadığına inanıyorum. Tarihin tüm verileri bunu gösteriyor diyorum. Sol buradan artık çıkmalıdır liberalizme, kapitalizmin farklı yönelimlerine esir olmadan çıkmalıdır diyorum.
Bu yaklaşımların sınıftan kaçış değil sınıfı gerçekliğiyle kavrayış ve anlamaktır diyorum. Tarihide tanık gösteriyorum. Büyük olayları da tanık gösteriyorum tek tek örnekler veriyorum. Sınıf gerçekliğinden kaçış ise sınıfı kaldıramayacağı görevler vehmetme çabasında olanların ağır hatayı bunca tarihi örnek orta yerde dururken, bundan ders almadan, geçmişi onurluca koruyup, onun üzerinde yükselmeden, aynı argümanların tekrarıyla bir yere varılacağını sananların hatalı olduğunu söylüyorum.
Buradan bakınca, "her ne gerekçe ve biçim altında olursa olsun ölüm kültürü yerine yaşam kültürünü savunmaya çağırıyorum’ ifadenizdeki anlamı açmanızı bekliyorum, neyi kastettiğinizi anlamadığım için.” Sorunuz da yeterince açık bir cevap almış olur.
İnsan tarihin konusudur ve amacıdır. Bence buna doğayı bir bütün olarak koymak gerek. Sınıf mücadelesi ve diğer her türden mücadele bu merkezi konunun araçlarından başka bir şey değildir. Özgürlük ve demokrasinin de taşıdığı anlam tastamam budur.
Dünyayı değiştirmek için kavrarken, tüm araçlar tarihin konusu olan insan ve doğayla ilgili bir biçim alır. Sınıf mücadelesi, her toplumda o toplumun daha iyi işleyişe kavuşması için ortaya koyduğu performansla (reformlarıyla) bu merkezi davanın bir aracıdır. Tarihin öznesi olarak, başka bir şey koymak materyalist felsefi algılara, diyalektiğin olayları kavrama ilkelerine aykırı olduğu gibi idealizme düşmektir. Çünkü sınıf kendini bir bilinçle ifade eder ve bu bilincin öngörüleriyle yönelimler taşır, bu en iyi halde en üstün haliyle bile insanlık ailesi indinde dar olanıdır. Bu bilinç tarihin de gösterdiği gibi hiçbir iddiasında sonuç almamış ve iflas etmişse bu daha da ciddi bir idealizm tehlikesine işaret eder. Sınıf bilinci denilen düşünce nesnel verilerden çıktığı iddiasına rağmen gerçek tarihle uyumlu değilse, ütopik kalmışsa bu bir vehim olmanın çok ötesinde, fiili sonuçlarıyla işçi sınıfının sırtına kaldıramayacağı gerçek dışı yükler uğruna bir sürükleniş anlamını gelecektir. Böylece, kendini de insanlığın daha geniş halk kitlelerini de olumsuz sonuçlara götürmüş olacaktır. İdealizm da tas tamam, kitabı teorik bir fikir jimnastikten, fiili bir kaosa böyle gelmiş olur.
Sınıflar sistemlerin ürünüdür. Hiçbir sınıf insanlığı gerçek anlamda temsil edemez. Bunu iddia etmek bilime de doğaya da aykırıdır. Böyle bir iddia, ancak hayalde olur. “Birey- İnsanın gelecekteki ileri sosyalizmde tarihin öznesi olacağını ama şimdi ve hala tarihin öznesinin sınıf olduğunu” söylemenizi bu açıdan, hayallerinize uygun görsem de hiç bir şekilde katılmam.
Bu söyleminiz, 19. Yy siyasal çıkarımlarının teoride yer almasından ibarettir. Zamanı geçmiş, halkın çıkarlarını temsil etmekten de çok uzaktır. Hangi argümanları kullanırsanız kullanın, bu söylemlerle ne halkı temsil etmek, ne tarihin ilerlemesine paralel olmak ne de fiili bir şey gerçekleştirme durumunda olamazsınız. 21.yy bu algıyı bir yere oturtmak mümkün olmadığı gibi, doğru bir çabada değildir. Kapitalizm, ortaya attığı bin bir teoriyle ve sistemin kendi güdülerinin itimiyle ve onun içindeki işçi sınıfı dahil tüm sınıfların kabulü bunu ikame ederek sonsuzu kadar bizleri böylesi bir darlığın içinde tutmak istiyor.
Sözlerim için aynıyla şu cümlenizi tekrar ederim “bana bunları söyleten,iç dünyamda insan olduğum için birikmiş,maddi yaşamla ,toplumsal ilişkilerden yansıyan çelişkilerden bağımsız iç güdülerim değildir,bana bunları söyleten, yaşamın yeşil ağacının dallarından sarkan nesnel gerçekliklerdir. Mümkün mertebe, bu gerçeklikleri net görmek için, maddi yaşamın üzerinden yükselen çelişkilerin yansımalarını takip ederken miyopi bakmamak için”dir.
Gelecek uygarlık ve insan merkezli algısı olanlar için, ne eski toplum ne de ona ait bir sınıf, özgürlük ve demokrasi, daha adıl ve eşit bir toplumsal yaşamın ayrıcalıklı sınıfı olamaz. Eski toplumun tüm sınıfları kendi toplumlarını korumak için, ilerlemeye karşı duracaktır diye düşünüyorum; Her milliyetçi tutumda içgüdüleriyle ve bilinçli öz kadrolarıyla işçi sınıfının ortaya koyduğu tutum bunun örnekleriyle doludur. Aralarındaki gergin ilişki (sınıf mücadelesi), toplumu sınıflar lehine iyileştirirken özgürlük ve demokrasi alanlarının daha da derinleşip genişletilmesine katkıları bir ilerleme unsuru olduğu ölçüde tarihin konusu olan insan için önem taşıyor diye düşünüyorum.
2. YAZIŞMA
Mikdat Abuzer
8 Mayıs 2011
Benim yazımı okuyup okumadığınızdan emin olamadım. AYRI VARLIK bloguna ve Sosyalist Forumdaki tartışmalara göz gezdirmişsiniz. Orada daha kapsamlı yazılar ve tartışmalar yer almaktadır. Benim 80 gençliği grupta yayınladığım çok kısa b.ir özet. Algılarımı yakından tanımınız için ve yapacağımız tartışma okur için yararlı olması açısından bir başlangıç noktası olur diye 7 başlık altında verdim.
Bunlara parametrelerim diye de başlık koydum. Bu notlarda sizin son olarak yayınladığınız yazıya cevap niteliğinde birçok tespitler de yaptım. Aramızda oldukça ciddi farklılıklar bulunuyor. Argümanlarımız dahil tartışma düzlemimizde çok farklı.
Bu grupta yayınladığım önceki yazımda yabancılaşmanın tarihin en devrimci dinamiği olduğunu söyledim. Bu çok ciddi bir tartışma konusu. Marksizm’de ele alış ile size verdiğim linklerde uzun uzun tartışmasını yaptığımız ele alışların sağlıklı bir karşılaştırılması gerek. Ben bunları tekrar tekrar vurgulamamak için sadece genişçe okunacakları linkleri aktardım.
Tekrar ediyorum, Yabancılaşma tarihin en önemli devrimci dinamiğidir. Bu konuda yazdığım makaleleri burada yayınlayıp facebook’un güncel değerler üzerine yazmamız gereken belki daha çok ortak söylemlere yönelmemizi sağlayacak belirlemelerin önünü örtmesini istemiyorum. Ancak ortaya koyduğum bir belirlemeye katılmıyorsanız bunu tek tek ele alıp siyasi sohbetimizi yapmak mümkündür.
Yabancılaşma konusunu dile getirdim ki tartışılacak en kritik ve çoğu okurun, alışkanlıktan gelen tepkilerini çeken bir konudur. Yabancılaşmayı bu güne kadar olumsuz gören yaklaşımlarımıza kendi adıma tarihin en devrimci dinamiği olarak bakıyorum. Bu sınıf mücadelesinden de mi devrimcidir derseniz aynen öyle derim. Sınıf mücadelesi ve buna ait tüm argümanların kapitalizmin sınırları içinde takılı galan yıllardır işleyip durduğumuz argümanlar olduğunu söylemekle yetineceğim. Bu gruptaki yazıma tekrar göz atarsanız, 7. Parametrede bu konuyu mümkün olan en özet haliyle verdiğimi göreceksiniz. Bu da sizinle temelde ne kadar farklı bir yönden baktığıma yeterli bir göstergedir.
Bir yorumunuzda, değerli bir katılımcı arkadaşın yorumu üzerine, aklın yolu birdir yönünde belirleme yapmışsınız. Bakın bu nokta de bile çok farklı yerlerdeyiz. Kendi tecrübe ve okumalarımın öğrettiği gerçek “aklın yolunun bin bir ve doğruya giden yolların da bir o kadar çok olduğunu, ayrıca doğrunun da tek olmadığını” öğretmiştir. Bilimin yolu zaman ve mekan algılarıyla bu değişkenliği sahiptir ve diyalektiğin en temel algısı her şeyin hareket halinde olması da bununla kesişme halindedir.
Bu yaklaşımım doğal olarak sizin dile getirdiğiniz “Sınıf bakışı ise, en ileri teorik gözlüktür Egemen sınıfın şaşırtmacaları ile başka türlü mücadele etmek mümkün değildir.” Söylemiyle örtüşmesi çok zor.
Sınıf mücadelesi bakış açısı, tarihin tem üretim ilişkileri kesitinde o sistemin iç çatışması olarak önemli bir işlev gördüğünü, toplumu ileriye götürdüğünü, kölelere, serflere, emekçilere, kitlelere, ezilenlere haklar sağladığını tekrar belirteceğim. Ancak hiçbir üretim ilişkisinden yeni bir üretim ilişkisine girişin tarihsel devrimlerine yol açmadığını belirttim. Bu da belki en önemli tartışma konusudur. Buna değinmemişsiniz. Genellemeler, formülasyonlar, benim de binlerce kez tekrar ettiğim gençlik dönemi söylemlerinden öte bir açılım getirmiyor, “sosyalizmin” geri dönüşünü izah etmiyor. Gerçeği örtme çabası olarak ısrarla söylenmesinin ise, gençliğin tarihi daha doğru ve daha devrimci tarzda kavrayışının önünü kesiyor gibi geliyor.
Geçmişini onurla taşıyan bir insan olarak, geçmişi inkar edenleri ayıplayan, geçmişi olmayanın geleceği olmaz diyen biri olarak gelecek için daha net konuşmak, geçmişimizin bize sunduğu birikim ve tecrübelerle, hatalar ve olumluluklarla, bu genellemeleri tekrar etmeden ileriye gitmemiz gerektiğine inanıyorum. Aynı şeyleri bin kez tekrar ederek de ne birbirimize ne de okurlarımıza bir katkı sunma şansımızın olmayacağını, 21. Yy gerçekliğiyle örtüşemeyeceğimizi söylüyorum. Bunun için açık ve net üstelik çok basitçe sorup duruyorum, köleci Spartaküs isyanlarında anlam bulan sınıf mücadelesi neden feodalizmi kuramadı; Roma kapıları önünde yıktığının yerine ne koyacağını bilmeyen eli silahlı isyancılardan öteye geçemedi teslim oldu. Munzerlerin köylü isyanlarında anlam bulan feodal üretim tarzının yarattığı sınıf mücadeleleri neden kapitalizmi kuramadı; feodal karlarlını tahtları önünde diz çöktü, bağış bekledi. Bu sınıf mücadeleleri, her kesitin kendi özgünlüğünce içi doldurulan demokrasi ve özgürlük mücadelesi açısından tarihe ve insana olumlu katkılar yaptı, ancak yeri bir üretim tarzı yaratamadı. Yeni, eskinin bağrından kendi iç denge ve örgüleriyle oluşup, eskiyi yadsıyarak kuruldu; eskinin hiçbir temel sınıfı bunun içinde yer almadı öncülük yapmadı. Yeni ise eskiyi tüm sınıflarıyla birlikte tarihe gömdü. Tam bu noktada sınıf mücadelesi dediğimiz gerçek, eski sistemde iyileştirmeler için yürüttüğü mücadelesinin bir sonucu olarak ( bir amacı değil) özgürlük ve demokrasi mücadelesine yaptığı alan genişletmesi katkılarıyla geleceğin kurucusu güçlere itim vermiştir. Ötesi değil.
Kapitalizm ortamında bunu çok daha açık bir biçimde görmek zor değildir. II. Enternasyonalin içine düştüğü ulusalcı, emperyalist savaş yanlılığını kirli duruşunu bu algımla çok iyi anlıyorum. Ama sınıf bakış açısını ütopik bir olgu olarak ele alanlar ise bunu sınıfa ihanet olarak algılamasını da tutarlı bir davranış olarak görüyorum. Kimse bana o bilgi küpü dev işçi liderlerinin sınıf bilinçleriyle değil de “komploların”, “satılmışlıklarının” sonucu sarı sendikacılık yaptığını anlatamaz. Yaptıkları tamamen yanlış olsa da onlar sınıfın kaçınılmaz eğilimlerini dile getirdiler diyeceğim. Bana göre sınıf güdüleri, sınıf bilinçlerinin başka yolu da yoktu zaten.
Bu noktada ne anlatmam gerek, ulusların kapitalizmin şafağında doğduğu gerçeğini mi, doğal olarak bu sistemin içinde yer olan ve onu var olmasının temel taşı olan tüm sınıfların da aynı zamanda o ulus algısının içinde bir anaforda yer aldığı gerçeğini mi. Bunun sonucu olarak tarihin tüm kesitlerinde, en son noktada kapitalizmin tüm sınıflarıyla ulusçu duruş sergilediğini mi. Bunu ülkemizde çok daha çıplak görmek için Kürt sorununda, işçi sınıfının kimi yoğunluklarla faşist partisini destekleme olayını ( bilinçsiz sınıf algısı nedeniyle denebilir diye) bir kenara koyalım, en bilinçli olduğu iddiasında olan Komünist adını alan ya da almadan komünist ve de enternasyonalist olduğu savında olanların sol içinde ezici çoğunluk olarak milliyetçiliklerini izah etmenin başka yolu yoktur. Bunlara ben ne hain diyorum ne sapkın ne de satılmış. Bunları biliyorum. Bunları anlıyorum. Bence bunları anlamayan ve bu nedenle siyaset dışı kavramlarla suçlayanlar, sınıf mücadelesini ve sınıf kavrayışlarını bir kez daha gözden geçirmeleri gereklidir diyeceğim. Benim açımdan, sınıf mücadelesi ve sınıf algısı ifade ettiğim zeminde kavrandığı ölçüde bütün bunlar, tarihin ortaya koyduğu kaçınılmaz sonuçlardır diyorum.
Bunlar sınıf mücadelesinin tüm toplumlarda sistem içi bir mücadele olduğu gerçeğinin tartışmasız ispatıdır. Bu gün dünyanın tüm işçi hareketlerinin içine düştüğü sistemi kurtarmak için, işçinin işini kaybetmemesi için (Türkiye’de son tekel ve Tariş olayları dahil), hatta sistem çökmesin diye ücretlerden tenkisata gitmek dahil her kolaylığın gösterileceğinin ilanı ( Bu tüm dünyadaki bir durumdur) sınıf mücadelesi gerçekliğinde işçi sınıfının gelip tıkandığı yeri göstermesi açısından önemlidir. Bunu sarı sendikacılar, hainler, satılmışlar diye yorumlamak ise kolayına kaçmaktır ve hiçbir tarihi gerçeği izah edemez. Bu ne Polonya’da işçi sınıfının sınıf güdüleriyle “sosyalizm”i yıkma gerçeğini ifade eden karşı devrimi, ne de Sovyetlerdeki çöküşü asla izah edemez.
Bu yüzden çok soyut söylemler çerçevesinde yapılan genellemelerle, gerçek devrimciler olarak bizler liberalizm karşısında hep geride kalmaya mahkum oluyoruz. 100 yıldır gerçek anlamda ne bir kitlesel güç ne de gerçek anlamda bir tarihsel devrime imza atmamış olmamızın bir gerçek olduğunu anlamamız gerek. Bu zeminden çıkmayan algıların morali de gerçekçi değil kendini aldatan moraller olduğunu söyleyeceğim. Gerçek moraller gerçek devrimci görevleri önümüze koymakla mümkün olur. Unutmayalım ki halk hayallerin değil gerçek davaların arkasında durur. Kürt halkının duruşu da bu nedenle bu ölçüde kapsamlı olmuştur. Türkiye solunun marjinal bile olmamasının nedeni de budur.
Bu konu üzerine belki aylarca tartışabiliriz. Onlarca harften oluşan alfabenin yaratamayacağı cümle türü kalmaz. Ama bu hiçbir gerçeği değiştirilemez. Önceki yazımda dile getirdiğim parametrelerimin temel dokularını değiştirmez. Sınıf mücadelesi sonucu yapılan ve geri dönmeyen bir tarihsel devrim gösterilemez. Bence tartışmamızın püf noktası tas tamam budur.
Önceki yazımda boşluk bırakmamak için oldukça özet olarak ortaya koyduğum, sınıf mücadelesi ihmal edilmemesi gereken bir reformist mücadeleyse devrimci mücadele hangi argümanlara sarılarak kendini ifade ediyor sorusuna da net cevap verdim. Özgürlük ve demokrasi dedim.
Cevabi yazınızdan anlıyorum ki, özgürlük ve demokrasi kavramlarına biçtiğiniz anlam, eski söylemlerin tekrarını aşmamış. Şu kesin doğrudur tüm egemen sınıflar bu kavramlarla oynamıştır. Üstelik bu kavramları “somut” kavramlar olarak lanse edip, demokrasi denirse bu yalnızca burjuvaziye ait olandır kanaatlerini ne yazık ki en komünistinden en materyalistine kadar nakış etmiştir. Bu sorunuzla karşı karşıya kalacağımı bildiğim için bu konuyu önceki yazımda kısa da olsa ele aldım.
Tekrar edeyim. Özgürlük ve demokrasi, bu çağda asla burjuvazinin yaklaşacağı, sahipleneceği bir siyasal veri değildir. 21. Yy ölçüleriyle de hiçbir kapitalist ülke bu soyut kavramların somut tecellilerini ortaya koyamaz. Bu kapitalizmin doğasına ve vardığı tekelci düzeye de aykırıdır.
Tarihte özgürlük ve demokrasi her eski toplumdan çıkışta devrimci güçlerin bayrağıydı. Her çağın devrimcileri için bir bayrak olması soyut olan bu kavramlara da o çağın özgünlüğünce somut bur işlev yüklemeyi getirdi. Kölecilikten çıkıştı, feodalizmden çıkışta hep bu oldu. Burjuvazi de feodalizme karşı mücadelesinde bu soyut kavramları kendi çağının özgünlüğüyle somutlaştırdı. Bu bayrak burjuvazinin elinde ulusun tüm güçlerini toplayarak, eksik ekonomik evrim ve siyasal devrimine kadar ulaştırdı. Bu noktada dikkat edilirse bu soyut kavramların içini dolduran tarihsel işlevleridir.
Bu noktada bir soyutlama yapacak olursak, eski üretim ilişkisinden yeni bir üretim ilişkisine geçişte, özgürlük ve demokrasi devrimcilerin hedef kitlelerini altında topladığı bir bayrak olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Bu soyut kavramları kendi özgün tarihsel işlevleriyle dolduracak olan da devrimcilerdir. Öncelikle bunu doğru tespit etmek gerek. Bu nedenle bu gün, sınıf mücadelesinin sistem içinde tıkalı olan algıları ve araçlarına karşı, burjuvaziye ve onun sistemi inçin aldatıcı bin bir maskeyle ürettiği, liberalizmden, Farankfurt okuluna, Gramscy’den, post-modernistlerine kadar, ömrü on yıl bile dayanmayan tezlere karşı, gelecek yeni uygarlık, yeni üretim ilişkisinin ikamesi için, bilim ve tekniğin önündeki engellerin kalkması için, üretici güçlerin gelişimini tıkayan engellerin yıkılması için daha çok özgürlük ve demokrasi alanları açmamız gereklidir. Bu açılım çabası kapitalist sistemi çözecek, kurumlarını tarihe adım adım gömecek yeni toplumun bileşenlerini toparlayacak bir çabadır: Devrimci olan da budur. Bunun için bir program oluşturulmalı.
Burada farklı bir özgürlük ve demokrasiden söz ettiğim açıktır. Tıpkı farklı bir küreselleşmeden ve küresel üretim ilişkisinden söz ettiğim gibi. Sizinde işaret ettiğiniz gibi “ulus aşırı ekonomik faaliyetler” hiçbir zaman küresel üretim değildir. Emperyalist küreselleşme ise siyasi bir duruştur; savaşlar, istilalar, üsler, Pazar için yol güvenlikleri, tek boyutlu çıkarlar için farklı ülkelerde taşeron ya da ortaklıklardan ibarettir.
Olguların diyalektik bağını kurma noktasına gelince, önermelerim bu açıdan oldukça tutarlı. Yadsınmanın yadsınması kuralını bundan daha iyi izah mümkün değildir. Eski toplumun yadsınması onu oluşturan tüm temel verilerin de yadsınmasıdır. Tarihsel tez budur. Başkası hiç olamaz. Kölecilik için geçerli olan kapitalizm için geçerlidir. Yoksa tez olma iddiasını kaybeder. Bilimsel olması mümkün olmaz. Bu durumda kimse, “geçiş dönemi”, “geçiş toplumu”, “ara dönem” gibi tanımlamalarla eski toplumdan yeni topluma geçişi formüle etmesin, bu, diyalektiğe de materyalist felsefe verilerine de doğa ve toplum yasalarına da aykırıdır. Bilimsel de değildir.
Aykırı olduğunu ayrıca fiili olarak, bizim çağdaşlarımız iliklerine kadar da yaşayarak gördü.Real sosyalizm kapitalizm madalyonunun diğer yüzüydü. Sınıf mücadelesi eski sistem içinde iyileştirmeler, yenileştirmeler yapan, ihmal edilmemesi gereken bir mücadeledir ancak diyalektiğe göre eski toplumun temel sınıflarınca yürütülmesi nedeniyle asla yeni bur üretim tarzına geçemez.
Lütfen buna net cevap verelim. Tartışmamızın can noktası burasıdır. Ben söylemlerimi tarihten örneklerle, felsefenin temel kurallarıyla, eski sistemi tüm verileri, kurum ve iç denge hesaplarıyla, aldatıcı politikalarıyla bir bütün olarak yadsıyıp bu sonuca vardım ayrıca boşluğu düşmedim. Özgürlük ve demokrasi dedim. Bunun da içini boş bırakmadım. Devrimci bir özgürlük ve demokrasi algısının 21. Yy daki anlam ve muhtevasının eski topluma ait tüm sınıfı ve eğilimlerden farklı bir yerde olduğunu ifade ettim.
Bu uzun cevapta sadece sınıf mücadelesi ve demokrasi üzerinde durmaya çalmıştım. Burada Marks’tan aktaracağım birçok alıntıyı da ihmal ettim. Ancak görüşlerimi ifade etmem için yeterli ölçekte materyal sunmuş olduğuma inanıyorum. Aramızda çok ciddi farklılıkların olduğu sanırım açık. Bu durdum da cevabi yazınızın temel vurgularına yapabileceğim eleştiriler olduğunu anlamak güç değil. Çok sınıf mücadelesinden söz etmenin bana artık çok reformist bile olunamayacağını göstermiştir demekle yetineceğim. Bu söylemler bana kelime olarak devrimciliği çok lafzetmesine karşı gerçekte sözlerinin bir zemini olmadığına inanıyorum. Tarihin tüm verileri bunu gösteriyor diyorum. Sol buradan artık çıkmalıdır liberalizme, kapitalizmin farklı yönelimlerine esir olmadan çıkmalıdır diyorum.
Bu yaklaşımların sınıftan kaçış değil sınıfı gerçekliğiyle kavrayış ve anlamaktır diyorum. Tarihide tanık gösteriyorum. Büyük olayları da tanık gösteriyorum tek tek örnekler veriyorum. Sınıf gerçekliğinden kaçış ise sınıfı kaldıramayacağı görevler vehmetme çabasında olanların ağır hatayı bunca tarihi örnek orta yerde dururken, bundan ders almadan, geçmişi onurluca koruyup, onun üzerinde yükselmeden, aynı argümanların tekrarıyla bir yere varılacağını sananların hatalı olduğunu söylüyorum.
Buradan bakınca, "her ne gerekçe ve biçim altında olursa olsun ölüm kültürü yerine yaşam kültürünü savunmaya çağırıyorum’ ifadenizdeki anlamı açmanızı bekliyorum, neyi kastettiğinizi anlamadığım için.” Sorunuz da yeterince açık bir cevap almış olur.
İnsan tarihin konusudur ve amacıdır. Bence buna doğayı bir bütün olarak koymak gerek. Sınıf mücadelesi ve diğer her türden mücadele bu merkezi konunun araçlarından başka bir şey değildir. Özgürlük ve demokrasinin de taşıdığı anlam tastamam budur.
Dünyayı değiştirmek için kavrarken, tüm araçlar tarihin konusu olan insan ve doğayla ilgili bir biçim alır. Sınıf mücadelesi, her toplumda o toplumun daha iyi işleyişe kavuşması için ortaya koyduğu performansla (reformlarıyla) bu merkezi davanın bir aracıdır. Tarihin öznesi olarak, başka bir şey koymak materyalist felsefi algılara, diyalektiğin olayları kavrama ilkelerine aykırı olduğu gibi idealizme düşmektir. Çünkü sınıf kendini bir bilinçle ifade eder ve bu bilincin öngörüleriyle yönelimler taşır, bu en iyi halde en üstün haliyle bile insanlık ailesi indinde dar olanıdır. Bu bilinç tarihin de gösterdiği gibi hiçbir iddiasında sonuç almamış ve iflas etmişse bu daha da ciddi bir idealizm tehlikesine işaret eder. Sınıf bilinci denilen düşünce nesnel verilerden çıktığı iddiasına rağmen gerçek tarihle uyumlu değilse, ütopik kalmışsa bu bir vehim olmanın çok ötesinde, fiili sonuçlarıyla işçi sınıfının sırtına kaldıramayacağı gerçek dışı yükler uğruna bir sürükleniş anlamını gelecektir. Böylece, kendini de insanlığın daha geniş halk kitlelerini de olumsuz sonuçlara götürmüş olacaktır. İdealizm da tas tamam, kitabı teorik bir fikir jimnastikten, fiili bir kaosa böyle gelmiş olur.
Sınıflar sistemlerin ürünüdür. Hiçbir sınıf insanlığı gerçek anlamda temsil edemez. Bunu iddia etmek bilime de doğaya da aykırıdır. Böyle bir iddia, ancak hayalde olur. “Birey- İnsanın gelecekteki ileri sosyalizmde tarihin öznesi olacağını ama şimdi ve hala tarihin öznesinin sınıf olduğunu” söylemenizi bu açıdan, hayallerinize uygun görsem de hiç bir şekilde katılmam.
Bu söyleminiz, 19. Yy siyasal çıkarımlarının teoride yer almasından ibarettir. Zamanı geçmiş, halkın çıkarlarını temsil etmekten de çok uzaktır. Hangi argümanları kullanırsanız kullanın, bu söylemlerle ne halkı temsil etmek, ne tarihin ilerlemesine paralel olmak ne de fiili bir şey gerçekleştirme durumunda olamazsınız. 21.yy bu algıyı bir yere oturtmak mümkün olmadığı gibi, doğru bir çabada değildir. Kapitalizm, ortaya attığı bin bir teoriyle ve sistemin kendi güdülerinin itimiyle ve onun içindeki işçi sınıfı dahil tüm sınıfların kabulü bunu ikame ederek sonsuzu kadar bizleri böylesi bir darlığın içinde tutmak istiyor.
Sözlerim için aynıyla şu cümlenizi tekrar ederim “bana bunları söyleten,iç dünyamda insan olduğum için birikmiş,maddi yaşamla ,toplumsal ilişkilerden yansıyan çelişkilerden bağımsız iç güdülerim değildir,bana bunları söyleten, yaşamın yeşil ağacının dallarından sarkan nesnel gerçekliklerdir. Mümkün mertebe, bu gerçeklikleri net görmek için, maddi yaşamın üzerinden yükselen çelişkilerin yansımalarını takip ederken miyopi bakmamak için”dir.
Gelecek uygarlık ve insan merkezli algısı olanlar için, ne eski toplum ne de ona ait bir sınıf, özgürlük ve demokrasi, daha adıl ve eşit bir toplumsal yaşamın ayrıcalıklı sınıfı olamaz. Eski toplumun tüm sınıfları kendi toplumlarını korumak için, ilerlemeye karşı duracaktır diye düşünüyorum; Her milliyetçi tutumda içgüdüleriyle ve bilinçli öz kadrolarıyla işçi sınıfının ortaya koyduğu tutum bunun örnekleriyle doludur. Aralarındaki gergin ilişki (sınıf mücadelesi), toplumu sınıflar lehine iyileştirirken özgürlük ve demokrasi alanlarının daha da derinleşip genişletilmesine katkıları bir ilerleme unsuru olduğu ölçüde tarihin konusu olan insan için önem taşıyor diye düşünüyorum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder