15 Mayıs 2011 Pazar
NEKBE
NEKBE
FİLİSTİN FELAKETİ GÜNÜ(15 Mayıs 1948)
Mihrac Ural
15 Mayıs 2011
“Arkasında halkın durduğu hiçbir hak kaybolmaz” der Araplar. Bu atasözü, bölgemiz ve dünyamızın tüm haklı davaları için geçerli bir sözdür. Filistin halkı 63 yıldır haklı davasının arkasında durmaya devam etti. Bu gün 3. İntifada olabilecek bir kararlı mücadele sergilemeye yöneldi. Tel örgülerini, askerler ve tankların tuttuğu engelleri aşarak işgal topraklarındaki kardeşleriyle kucaklaştı. Hiçbir Arap ordusu ve askeri gücünün başaramadığını silahsız Arap gençleri, azim ve kararlılıkla yürüyerek başardı. Şehitler ve yaralılar verdi ama on yıllardır beslediği özlemin gerçek olabileceğini gösterdi.
Bu süreç, Arap halkının genel uyanışının ortaya koyduğu dev atılımın da bir sonucudur. İç barışını başarmış Filistin, haklarını kazanmada daha ileri bir adım atabileceğini de göstermiş oldu. Bu atılım, bölge gelişmelerini dünyamız siyasal olaylarının merkezine bir kez daha taşımış oldu.
Bu gelişmeler ülkemizi de doğrudan etkileyen verilere sahiptir. Mahmut Alınak’ın çığlığını hepimizin duyması, sorumluluk ve yükümlülüklerimizi ihmal etmeden yerine getirmesi gerekiyor; bu çığlık, bölgemizdeki gelişmelerin ülkemizi de ölüm denklemlerine, kanlı iç çatışmalara, kıyım ve yıkıma sürüklediği gerçeğini dile getiriyor.
***
Bu Gün Filistin tarihinin en karanlık günüdür. Nekbe ya da felaket günü. Yani topraklarının haksızca İşgal edilerek yurtlarından kovuldukları gün, ölüm, gözyaşı, kıyım ve yıkıma maruz kaldıkları gün. Bu gün bölgemizin, kaderinde karanlık sayfaların açıldığı gündür.
Bu günün anısına Arap halkı, Filistinli göçmenlerle omuz omuza, İsrail işgali altındaki topraklara doğru büyük kitlesel yürüyüş yapmayı kararlaştırdılar. Bu satırların yazılmakta olduğu 15 Mayıs 2011 saat;15.00 sıralarında Filistin halkı işgal altındaki topraklarda ve İşgalci İsrail’e sınır olan Arap ülkelerinde, felaket gününün 63, yıl dönümü dolaysıyla etkin protestolar yükseltiyor. Çoğu örgütsüz, lidersiz olana, farklı Arap ülkelerinden gelen binlerce genç 3. İntifada günü olabilecek bir mücadelenin kapılarını açıyor gibidir.
İlk gelen haberler, 5 şehit verildiği onlarca yaralının olduğudur. Suriye’nin işgal altındaki toprakları Golan’da, Filistinli-Suriyeli halk kitlesinin, İsrailli askerlerin kurşun yağmuru altında sınırları aşarak, işgal altındaki Mejdel Şems beldesine vardıklarını belirtiyorlar. Bu adım İsrail’in kurulduğu 15 Mayıs 1948’den bu yana ilk kez gerçekleşiyor. Savaşlarla değil, ordular ve bombalarla değil, kitlelerin kararlı gücüyle işgal topraklarına giriliyor ve özgürlük mücadelesinin nitelikli adımları atılmaya başlanıyor.
İsrail bilindiği gibi, II. Dünya savaşının Batının sırtına bindirdiği kefaretin bedeli olarak, ilgisi olmadığı, tarihi bir bağı bulunmadığı Siyonist hayallerin de itimiyle, Filistin Arap Halkının toprakları gasp edilerek kuruldu. Bu gasp olduğu yerde kalmadı, yeni gasplarla, genişleme ve istilalarla, yıkım ve kıyımla, Filistinlileri köylerinden, kentlerinden de kovarak, bölge ve dünya barışını tehdit eden bir fenomen haline geldi. 63 yıl her günü, her anı ölümlerle örülü bir can çekişme süreci olarak bölgemiz halklarının yaşamına dayatıldı. İsrail, bölgede her türden barışa karşı, savaşı yaşam tarzı olarak belirleyip kendini bölgenin her türden insanı yaşam varlığıyla kopardı. Bunu batının akıl almaz desteğiyle de çok vahşi ve pervasız bir biçim aldı. Birleşmiş Miletler Güvenlik Konseyinde 48 kez veto hakkını İsrail lehine kullanan ABD, bu pervasızlığın en önemli destekçisi ve sorumlusudur. Milyonlarca Filistinlinin topraklarından koparılıp dünyanın her köşesine acılar içinde bir sürgün yaşamına düşmeleri bunun sonucu oldu.
Bu sürecin son halkasında, İsrail devleti hükmü altında kalan Filistinli Arapların 25 yıl içinde nüfus oranlarının gelişim ritmi gereği, Yahudi nüfusu katlayacağı kaygısıyla, İsrail’in bir Yahudi devleti olarak kendini tanımlamaya başlaması dikkat çekicidir. Bu sürecin Nazi katliamlarını aratmayacak bir boyut almakta olduğuna da önemli bir göstergedir. Ancak bölgemizde ciddi ve kökten değişimlerin ilk adımları Arap devrimleriyle birlikte atılmaya başlandı. Bu gelişme, İsrail gibi tarih dışı kalmış, barbarlığı ve savaş mekanizmaları gölgesinde yaşam sürdüreceği sanısını da yerle bir etmiştir. Bu sıkışma, bölgemizde direnme güçlerini içten bölmek, kardeş kavgalarını yükseltmek, iç savaşa sürükleyerek güçsüz düşürmek için ortaya konan komploları da izah eden bir durumdur. Batılı güçler, bölgemizde İsrail’e ait bir geleceğin kalmadığını gördükçe, çok daha hızlı bir biçimde, İsrail’i kuşatan tehlikeleri bertaraf etmek için kolları sıvamaktadır. Lübnan’da hükümetin bir türlü kurulamaması, Suriye’de yönetimin başlattığı reform çabalarına rağmen eli kanlı selefi terör güçlerinin katliamlarına devam etmesi bunun sonucudur.
Bütün bu çabalara rağmen, on yılların kıyım ve katliamlarına rağmen Filistin halkı geri dönüş hakkından vazgeçmeyeceğini, sürgündeki yaşamın geçici olduğunu, ülkeleri Filistin’e dönme iradesini kuşaktan kuşağa taşıyarak zafere kavuşturacağını gösteriyor. Bu duruş, haklı bir davanın arkasında halkın dik duruşunu yansıtıyor. Filistin halkı bu kararlılığını Nekbe günü (felaket günü) dolaysıyla güçlüce dile getirdi. Mısır’dan yola çıkan yüz binlerin önü Mısır ordusu tarafından kesildi, ortak sınıra yaklaştırılmadı, Ürdün’de de aynı durum oldu. Ancak Lübnan ve Suriye’de yönetimlerin bıraktığı serbestlikle sınırlar aşıldı ve işgal topraklarına girildi. Bu noktada çatışmalar oldu ve şehitler yaralılar oldu.
Bu gelişmeler bölgemizde, haklı davaların çözümü, batılı güçlerin desteklediği İsrail’in kanlı kıyım girişimleriyle çözümsüz kaldıkça, nasıl da patlama noktasına geleceğini ve bölgeyi yeni kanlı savaşlara sürükleyebileceğini gösteriyor. İnsanlık, bölge sorunlarının merkezinde çözümsüzlüğün tek kaynağı olarak İsrail siyonizminin olduğu gerçeğini bir kez daha bu olaylarda açıkça görmüş olmaktadır.
KISSADAN HİSSE
Aylar önce, 3 Ağustos 2010 tarihli “ORTADOĞU’DA GERGİN SAATLER” başlıklı makalem, 7 Ekim 2010 tarihli “ORTADOĞU GEBE” başlıklı makale ve sonrasında kaleme aldığım makalelerde, bölgemizin patlamak üzere onduğuna işaret ettim. Bölgemizin doğu yakası dinginleşirken, batı yakasının kaynayacağını belirttim. Yakın izlemelerim, okumalarım ve olayların bire bir tanığı olarak vardığım sonuçları okurlarımla paylaştım. Tunus Yasemin Devrimi üzerine, Mısır Devrimi ve Libya ayaklanmaları üzerine onlarca makalede bölge gelişmelerini irdeledim. Bu yazıların linki şudur; http://anonymouse.org/cgi-bin/anon-www.cgi/http://mirural.blogspot.com/ . Bu makalelerimin kıssasından çıkarttığım tüm hisseler ülkemizle ilgili idi. Çünkü ülkemiz bölgenin orta yerinde yer alan ve tüm dokularıyla, bu bölgedeki gelişmelerin etkisi altında olan bir ülkedir.
Filistin NEKBE günü dolaysıyla ortaya çıkan bu gelişmeler, Yeryüzünün tüm şer güçleri bir araya gelse de haklı bir halk davasının sonuna kadar susturulamayacağına, er ya da geç başarı kazanacağına bir işarettir. Silahların başaramadığını, barışın güçlerinin, silahsız savunmasız ancak kararlı girişimleriyle başarılacağını görmek güç değildir. Bu aynı zamanda bölgemizin tüm iktidarları için ders alınacak bir gelişmedir.
İktidarlar, halkın çıkarlarını korumak, ihtiyaçlarını karşılamak ve taleplerini yerine getirmek için görevlendirilmiştir. Hiçbir iktidar halkın gücünden daha güçlü değildir. Hiçbir iktidar, sonuna kadar halkın taleplerini erteleyemez, onlar üzerinde oyun oynayamaz. Bölge gelişmeleri bu yanıyla ülkemizi de dört bir taraftan saracak gelişmelerle yüz yüze bırakacaktır. Bu anlamda ülkemiz de gebedir.
Sancısız doğum, barışı ve kardeşliği hakların verilmesini gerektirir. Bunun bilincinde olmayan iktidarlar halka savaşları, kıyım ve yıkımı dayatır. Sonunda da halk ne kadar çekerse çeksin buna katlanır ve kefaret er ya da geç iktidarlara ödetilir.
İsrail, bu gün, Filistin halkına çektirdiği acıların kefaretini ödemekle yüz yüze kalmaktadır. Görülen o ki, tarihin tanık olduğu en terörist devlet olarak İsrail bu kefareti barışla ödemek istemiyor yine kanlı kıyım ve ölüm denklemlerine sarılmak istiyor. Bu onun bileceği iştir. Her eğilim ortaya koyduğu tutuma göre bir hesap öder.
Ancak ülkemizde bu türden ilkel akıllara geçit vermemeliyiz. Bu ülke birimizin değil hepimizindir. Mahmut Alınak ülkemiz gelişmelerini bir çığlıkla anlatmaya çalıştı. Yaklaşan tehlikenin ne kadar kanlı olabileceğine işaret etti. Çığlığına çığlığımı kattığımı yazdım. Tehlikenin ortak ülkemizi ve içinde hepimizi ayrımsız ölüm süreçlerine sürükleyeceği açıktır. Bunu engellemek, barışı ikame etmek için her birimizin vakit geçirmeden yapması gereken çok şeyin olduğunu belirteceğim.
FİLİSTİN FELAKETİ GÜNÜ(15 Mayıs 1948)
Mihrac Ural
15 Mayıs 2011
“Arkasında halkın durduğu hiçbir hak kaybolmaz” der Araplar. Bu atasözü, bölgemiz ve dünyamızın tüm haklı davaları için geçerli bir sözdür. Filistin halkı 63 yıldır haklı davasının arkasında durmaya devam etti. Bu gün 3. İntifada olabilecek bir kararlı mücadele sergilemeye yöneldi. Tel örgülerini, askerler ve tankların tuttuğu engelleri aşarak işgal topraklarındaki kardeşleriyle kucaklaştı. Hiçbir Arap ordusu ve askeri gücünün başaramadığını silahsız Arap gençleri, azim ve kararlılıkla yürüyerek başardı. Şehitler ve yaralılar verdi ama on yıllardır beslediği özlemin gerçek olabileceğini gösterdi.
Bu süreç, Arap halkının genel uyanışının ortaya koyduğu dev atılımın da bir sonucudur. İç barışını başarmış Filistin, haklarını kazanmada daha ileri bir adım atabileceğini de göstermiş oldu. Bu atılım, bölge gelişmelerini dünyamız siyasal olaylarının merkezine bir kez daha taşımış oldu.
Bu gelişmeler ülkemizi de doğrudan etkileyen verilere sahiptir. Mahmut Alınak’ın çığlığını hepimizin duyması, sorumluluk ve yükümlülüklerimizi ihmal etmeden yerine getirmesi gerekiyor; bu çığlık, bölgemizdeki gelişmelerin ülkemizi de ölüm denklemlerine, kanlı iç çatışmalara, kıyım ve yıkıma sürüklediği gerçeğini dile getiriyor.
***
Bu Gün Filistin tarihinin en karanlık günüdür. Nekbe ya da felaket günü. Yani topraklarının haksızca İşgal edilerek yurtlarından kovuldukları gün, ölüm, gözyaşı, kıyım ve yıkıma maruz kaldıkları gün. Bu gün bölgemizin, kaderinde karanlık sayfaların açıldığı gündür.
Bu günün anısına Arap halkı, Filistinli göçmenlerle omuz omuza, İsrail işgali altındaki topraklara doğru büyük kitlesel yürüyüş yapmayı kararlaştırdılar. Bu satırların yazılmakta olduğu 15 Mayıs 2011 saat;15.00 sıralarında Filistin halkı işgal altındaki topraklarda ve İşgalci İsrail’e sınır olan Arap ülkelerinde, felaket gününün 63, yıl dönümü dolaysıyla etkin protestolar yükseltiyor. Çoğu örgütsüz, lidersiz olana, farklı Arap ülkelerinden gelen binlerce genç 3. İntifada günü olabilecek bir mücadelenin kapılarını açıyor gibidir.
İlk gelen haberler, 5 şehit verildiği onlarca yaralının olduğudur. Suriye’nin işgal altındaki toprakları Golan’da, Filistinli-Suriyeli halk kitlesinin, İsrailli askerlerin kurşun yağmuru altında sınırları aşarak, işgal altındaki Mejdel Şems beldesine vardıklarını belirtiyorlar. Bu adım İsrail’in kurulduğu 15 Mayıs 1948’den bu yana ilk kez gerçekleşiyor. Savaşlarla değil, ordular ve bombalarla değil, kitlelerin kararlı gücüyle işgal topraklarına giriliyor ve özgürlük mücadelesinin nitelikli adımları atılmaya başlanıyor.
İsrail bilindiği gibi, II. Dünya savaşının Batının sırtına bindirdiği kefaretin bedeli olarak, ilgisi olmadığı, tarihi bir bağı bulunmadığı Siyonist hayallerin de itimiyle, Filistin Arap Halkının toprakları gasp edilerek kuruldu. Bu gasp olduğu yerde kalmadı, yeni gasplarla, genişleme ve istilalarla, yıkım ve kıyımla, Filistinlileri köylerinden, kentlerinden de kovarak, bölge ve dünya barışını tehdit eden bir fenomen haline geldi. 63 yıl her günü, her anı ölümlerle örülü bir can çekişme süreci olarak bölgemiz halklarının yaşamına dayatıldı. İsrail, bölgede her türden barışa karşı, savaşı yaşam tarzı olarak belirleyip kendini bölgenin her türden insanı yaşam varlığıyla kopardı. Bunu batının akıl almaz desteğiyle de çok vahşi ve pervasız bir biçim aldı. Birleşmiş Miletler Güvenlik Konseyinde 48 kez veto hakkını İsrail lehine kullanan ABD, bu pervasızlığın en önemli destekçisi ve sorumlusudur. Milyonlarca Filistinlinin topraklarından koparılıp dünyanın her köşesine acılar içinde bir sürgün yaşamına düşmeleri bunun sonucu oldu.
Bu sürecin son halkasında, İsrail devleti hükmü altında kalan Filistinli Arapların 25 yıl içinde nüfus oranlarının gelişim ritmi gereği, Yahudi nüfusu katlayacağı kaygısıyla, İsrail’in bir Yahudi devleti olarak kendini tanımlamaya başlaması dikkat çekicidir. Bu sürecin Nazi katliamlarını aratmayacak bir boyut almakta olduğuna da önemli bir göstergedir. Ancak bölgemizde ciddi ve kökten değişimlerin ilk adımları Arap devrimleriyle birlikte atılmaya başlandı. Bu gelişme, İsrail gibi tarih dışı kalmış, barbarlığı ve savaş mekanizmaları gölgesinde yaşam sürdüreceği sanısını da yerle bir etmiştir. Bu sıkışma, bölgemizde direnme güçlerini içten bölmek, kardeş kavgalarını yükseltmek, iç savaşa sürükleyerek güçsüz düşürmek için ortaya konan komploları da izah eden bir durumdur. Batılı güçler, bölgemizde İsrail’e ait bir geleceğin kalmadığını gördükçe, çok daha hızlı bir biçimde, İsrail’i kuşatan tehlikeleri bertaraf etmek için kolları sıvamaktadır. Lübnan’da hükümetin bir türlü kurulamaması, Suriye’de yönetimin başlattığı reform çabalarına rağmen eli kanlı selefi terör güçlerinin katliamlarına devam etmesi bunun sonucudur.
Bütün bu çabalara rağmen, on yılların kıyım ve katliamlarına rağmen Filistin halkı geri dönüş hakkından vazgeçmeyeceğini, sürgündeki yaşamın geçici olduğunu, ülkeleri Filistin’e dönme iradesini kuşaktan kuşağa taşıyarak zafere kavuşturacağını gösteriyor. Bu duruş, haklı bir davanın arkasında halkın dik duruşunu yansıtıyor. Filistin halkı bu kararlılığını Nekbe günü (felaket günü) dolaysıyla güçlüce dile getirdi. Mısır’dan yola çıkan yüz binlerin önü Mısır ordusu tarafından kesildi, ortak sınıra yaklaştırılmadı, Ürdün’de de aynı durum oldu. Ancak Lübnan ve Suriye’de yönetimlerin bıraktığı serbestlikle sınırlar aşıldı ve işgal topraklarına girildi. Bu noktada çatışmalar oldu ve şehitler yaralılar oldu.
Bu gelişmeler bölgemizde, haklı davaların çözümü, batılı güçlerin desteklediği İsrail’in kanlı kıyım girişimleriyle çözümsüz kaldıkça, nasıl da patlama noktasına geleceğini ve bölgeyi yeni kanlı savaşlara sürükleyebileceğini gösteriyor. İnsanlık, bölge sorunlarının merkezinde çözümsüzlüğün tek kaynağı olarak İsrail siyonizminin olduğu gerçeğini bir kez daha bu olaylarda açıkça görmüş olmaktadır.
KISSADAN HİSSE
Aylar önce, 3 Ağustos 2010 tarihli “ORTADOĞU’DA GERGİN SAATLER” başlıklı makalem, 7 Ekim 2010 tarihli “ORTADOĞU GEBE” başlıklı makale ve sonrasında kaleme aldığım makalelerde, bölgemizin patlamak üzere onduğuna işaret ettim. Bölgemizin doğu yakası dinginleşirken, batı yakasının kaynayacağını belirttim. Yakın izlemelerim, okumalarım ve olayların bire bir tanığı olarak vardığım sonuçları okurlarımla paylaştım. Tunus Yasemin Devrimi üzerine, Mısır Devrimi ve Libya ayaklanmaları üzerine onlarca makalede bölge gelişmelerini irdeledim. Bu yazıların linki şudur; http://anonymouse.org/cgi-bin/anon-www.cgi/http://mirural.blogspot.com/ . Bu makalelerimin kıssasından çıkarttığım tüm hisseler ülkemizle ilgili idi. Çünkü ülkemiz bölgenin orta yerinde yer alan ve tüm dokularıyla, bu bölgedeki gelişmelerin etkisi altında olan bir ülkedir.
Filistin NEKBE günü dolaysıyla ortaya çıkan bu gelişmeler, Yeryüzünün tüm şer güçleri bir araya gelse de haklı bir halk davasının sonuna kadar susturulamayacağına, er ya da geç başarı kazanacağına bir işarettir. Silahların başaramadığını, barışın güçlerinin, silahsız savunmasız ancak kararlı girişimleriyle başarılacağını görmek güç değildir. Bu aynı zamanda bölgemizin tüm iktidarları için ders alınacak bir gelişmedir.
İktidarlar, halkın çıkarlarını korumak, ihtiyaçlarını karşılamak ve taleplerini yerine getirmek için görevlendirilmiştir. Hiçbir iktidar halkın gücünden daha güçlü değildir. Hiçbir iktidar, sonuna kadar halkın taleplerini erteleyemez, onlar üzerinde oyun oynayamaz. Bölge gelişmeleri bu yanıyla ülkemizi de dört bir taraftan saracak gelişmelerle yüz yüze bırakacaktır. Bu anlamda ülkemiz de gebedir.
Sancısız doğum, barışı ve kardeşliği hakların verilmesini gerektirir. Bunun bilincinde olmayan iktidarlar halka savaşları, kıyım ve yıkımı dayatır. Sonunda da halk ne kadar çekerse çeksin buna katlanır ve kefaret er ya da geç iktidarlara ödetilir.
İsrail, bu gün, Filistin halkına çektirdiği acıların kefaretini ödemekle yüz yüze kalmaktadır. Görülen o ki, tarihin tanık olduğu en terörist devlet olarak İsrail bu kefareti barışla ödemek istemiyor yine kanlı kıyım ve ölüm denklemlerine sarılmak istiyor. Bu onun bileceği iştir. Her eğilim ortaya koyduğu tutuma göre bir hesap öder.
Ancak ülkemizde bu türden ilkel akıllara geçit vermemeliyiz. Bu ülke birimizin değil hepimizindir. Mahmut Alınak ülkemiz gelişmelerini bir çığlıkla anlatmaya çalıştı. Yaklaşan tehlikenin ne kadar kanlı olabileceğine işaret etti. Çığlığına çığlığımı kattığımı yazdım. Tehlikenin ortak ülkemizi ve içinde hepimizi ayrımsız ölüm süreçlerine sürükleyeceği açıktır. Bunu engellemek, barışı ikame etmek için her birimizin vakit geçirmeden yapması gereken çok şeyin olduğunu belirteceğim.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder