14 Aralık 2010 Salı
KERBELA
10 MUHARREM (ÂŞURA) İNSANLIĞIN ACISIDIR
İNSAN OLALIM İNSANLIK MESAJI ÜRETELİM
( Hicri 10 Muharrem 1432 – Miladi 16 Aralık 2010)
Kerbela katliamı, insanlığın kıyımıdır; İslam’ın özünü, manasını, yol haritasını dağıtma despotluğudur.
Dünyevi imparatorluk çıkarları için Arap ırkçılığının, Emeviler eliyle, Muaviye ve Yezid eliyle, her semavi dinde olduğu kadar, İslam’da da olan insani mesajın kirletildiği gündür.
Bedreddin Mahir
15 Aralık 2010
Yaşamın dünyevi kurallarını, doğanın maddi kanunlarıyla yorumlama temeli üzerinde yükselen gerçekçi kanaatlerimize karşın, tarihin bu sürecini doğru değerlendirmek yönündeki bir gözlem yerelimizi, çevremizi ve kolektif kimliğimizde etkin rolü olan bu geçmiş tarihle bir biçimde yüzleşmemiz gerekti kanısındayım. 1400 yıl önceki bir olaya taraf olmak değil, dünün bu gün içinde aldığı yeri ve bununla yüzleşmeyi yaparak geleceği doğru bir yaklaşım yapmak için bu önemli günlerin bilincimizde yer edinmesi gerektiğine inanıyorum. Yazılırımda sık sık bu türden dini daha çok ilgilendirir gibi duran konuların işlendiğini gören okurlarım da yakından bilir ki, evrensel olmanın yolları yereli doğru kavramaktan geçmektedir. Bu açıdan yerelimize ait olan bize aittir ve bunları doğru kavramak tarihle yüzleşmemizin de ileriye gidişimizin de zemini olacaktır.
Demokrasi ve özgürlük mücadelemizde bu günleri anmak, haklarımız için mücadelemize ufuklar katacaktır, direnme azmimize örnekler sunacaktır.
Kerbela katliamı (10 Muharrem bu yıl 16 Aralık 2010), insanlığın kıyımıdır; İslam’ın özünü, manasını, yol haritasını dağıtma despotluğudur.
Dünyevi imparatorluk çıkarları için Arap ırkçılığının, Emeviler eliyle, Muaviye ve Yezid eliyle, her semavi dinde olduğu kadar, İslamda da olan insani mesajın kirletildiği gündür.
Kerbela kıyımı, İslam’a karşı savaş verenlerin, İslam’a boyun eğdikten sonra, ellerine geçirdikleri iktidarla intikamlarını peygamberin Ehli Beyt’tinden almasıydı.
Kerbela, Ebu Süfyan, karısı Hind ve oğlu Muaviye’nin ve onun oğlu Yezidin, eliyle insanlığa dayatılmış bir ölüm denklemidir, insan kıyım fetvaların kapısını aralayan bir yoldur; Beni Ümmeya’nın yolu, İslamla tarihe gömülmüş olan eskinin yoluydu.
İslam, Emevilerin elinde, eski inanç ve ilişkilerin dünyevi çıkarlar için, talan, gasp ve fütuhatları için bir araç olmuştu, gerçek Müslümanlara karşı ise kanlı kıyımın işlevi gördü.
Tanrıyla kul arasındaki ilişkiye dünyevi ilişkileri sokuşturan bunlardır. İslam’ın ümmet algısındaki çok ulusluluğa karşı, ilkel Arap milliyetçiliğini dayatan da bunlardır. Bu satırların yazarı Arap kökenlidir. Türkiyelidir milliyetçiliğin nasıl da zkirli bir virüs olduğunu, egemen ulusçuluğun nasılda baskı ve zulüm olduğunu iyi bilir. 1400 yıl öncesinde durumun daha da vahim olduğunu kestirmek zor değildir. Beni Umeyya, Hz. Muhammed’in Haşimi ailesinin de mensup olduğu Kureyş’in aşiretinin hakim zümresiydi. İslam öncesi cahiliye döneminin tanrıları, putları, kutsal mekanları ve Kabe bunların denetimi altındaydı. Kabe etrafının bu güne kadar süren savaşa yasaklı alanı bunların ticaret merkezi olarak, sermayenin güvenliğini sağlayan bir özelikteydi. İşte bunlar, eski hükümranlıkları ve onların çıkarlarını koruyan inançlarını İslam büyük bir hamleyle yıkmıştı. Bu kesim sonuna kadar İslam düşmanlığı yaptı, İslam’a karşı açık, aleni savaş halinde oldu. En yıkın akrabaları öldü, Peygamberin de amcalarını katletti (Hamza). Peygamber, bunların son kalesi Mekke’yi fethedene kadar durum bu minvalde sürüyordu.
Mekke fethi arifesinde, Beni Ümeyya’nın lideri Ebu Süfyan ve karısı Hind (Muaviye’nin anne ve babası) Mekke fethinin bir önceki gecesinde araya giren yakın akrabaların eşiğinde teslim oldular, İslamlıklarını ilan ettiler; ama asla Müslüman olmadılar, eski dinlerini aradılar onun yeniden yükselişi için mücadele ettiler. Kadim ticari geleneğe en uygun olan elle tutulur gözle görülür bir tanrı putu, görülmeyen bilinmeyen tanrıdan çok dana gerçekçi olduğunun propagandasını yaptılar. Aynı soydan gelen amca çocukları Halife Osman zamanında da bu geri dönüş için, ellerinden gelen her şeyi yaptılar.
Geleneklerin gücü ciddi maddi değişimler olmadan ve üzerinden uzun süreler geçip yeni maddi verilere ait üst yapı kurumları kökleşmeden yıkılmaları mümkün değildi. Beni Ümeyya, bu gerçekleri kendi lehlerine çevirebilecek kadar da yetenekli ve egemen bir gelenekten gelenlerdi. Üstelik bu etkinlikleriyle, devam eden zenginlikleriyle çevrede kendilerinden bağımsız gelişen her olayı kendi lehlerine çevirebilecek müdahale gücüne de sahiptiler. Halife Osman’ın ölümünü kendi lehlerine usta Bizans manevralarıyla kullanmaları bunun küçük bir örneğidir.
Beni Ümeyya, Mekke ve Medine’de Hz. Ali ve Haşimilerin bulunduğu bir ortamda etkin olamıyorlardı. Peygamberin ölümü üzerinden henüz uzun bir zaman da geçmemişti. Şam valisi olarak uzakta gücünü toplayan bu kesim, İslam topluluğu içinde ayrı bir devlet örgütlenmesine yönelecek kadar gelenekten gelen etkinliklerini pekiştirebiliyorlardı. Bu ufukta görülen Emevi imparatorluğunun ilk adımlarıydı. İslam artık bunların elinde dünyevi saltanat girişimi olarak cihat’ı da yayılmacılık, toprak servet gaspı olarak işletmeye başlamıştı. İslamın insani mesajı yerine, tanrı adına imparatorluk sınırlarını genişletme ve ırkçılık yapma öne geçmişti. İlkel Arap milliyetçiliği bu süreçte öne çıkmış din ve inancın özü yok edilmişti. Bunun için de uydurma hadislerden oluşan Emevi şeriatı, “İslam şeriatı” olarak bu güne kadar uzanan gericilik kaynağı da şekillenmeye başlamıştı.
Bu eğilim, sonunda Arap-İslam uygarlığı denilen uygarlığı kurdu. Diğer uygarlıklar gibi bu uygarlığı kuran sonraki kuşaklar, insanlığa çok şey vermiştir. Ancak bu uygarlık ilkel çağların malum uygarlıkları gibi kölelik, gasp ve talan üzerine kuruluydu. İslam da bir ideolojik araç olarak bu uygarlık tarafından kullanıldı. İnsani mesajı geriye itildi.
İslam, vahide anlamını bulan masajı Peygamberin ehlibeyti ve ardılları olan İmamlarla, kovuşturulan, ölüm girdaplarından geçerek devam etti. Bu konumlarıyla Ehlibeyti yolu, mazlumların, fakirlerin, yoksulların, hak için direnenlerin yolu oldu.
Emeviler, geçmişin intikamını, İslamla son hesaplaşmalarını Kerbela’da yaptılar. Hz Muhammed’in torunlarını kılıçtan geçirdiler. Hilafetin o günkü anlamıyla inanların adil ve işit yöneticileri olma özelliğini kirlettiler; dünyevi dar çıkarlar için, insanlığı katlettiler. Böylece, İslamda bir dönem kapanıp yeni dönem açılmış oldu. İslam artık egemen olanların, etnik aidiyetlerin, dar aşiret çıkarlarının egemenlik aracı haline döndü. İslam tam burada Ümet’tin birleştirici çimentosu almaktan çıktı ve bir daha böylesi bir rol oynama şansına kavuşamadı. O gün bu gün İslam mozaik oylan bir toplumda kimsenin ortak böleni olamadı, egemen olan kim ise onun baskı ve zorbalığının hizmetinde iş gördü.
10 Muharrem H:61 Cuma günü ( Miladi 10 Ekim 680) tarihinde, Kerbela denen yerde, Fırat Nehrinin kenarında, Fırat suyunun taşıp aktığı yerde Peygamberin torunlarını aç susuz bıraktılar. Kılıçtan geçirmeden önce topluca aç ve susuz terk etme olayının en yüz kızartıcı türü olan Kerbela olayı Hz Hüseyn ve çocuklarına ve yandaşlarına böylece dayatılmış oldu.
O zulüm gününün anısına Alevi alemi, Kerbela şehitleriyle aç ve susuz, oruç tutarak dayanışma içinde olduklarını dile getirirler: bu aynı zamanda insanlığa bir mesajdır, mazlumdan yana olmaktır. Bu mesaj İslam aleminin kendi kirli tarihiyle yüzleşmesi için ortaya konmuş bir işarettir.
Muharrem yası, Alevi dünyasının 10 Muharreme giden yolda bir oruç dönemi olarak, geçmiş acıların tekrar etmemesi ve unutulmaması için yaşatılır. 12 gün oruç tutulur (farklı alevi kesimlerde bu süre değişebilir). Oruç döneminde, düğün-nişan yapılmayacak, eğlenceli yerlere gidilmeyecek, çok su içilmemeye dikkat edilecek, tıraş olunmayacak, etli yemek yenmeyecektir.
10 Muharrem anısına iş yapılmayacak, insanlık düşünülecek, insanlık için mesaj üretilecek.
Kerbela, belaların tekrar etmemesi için insanlığa barış mesajı olarak anılacak.
İNSAN OLALIM İNSANLIK MESAJI ÜRETELİM
( Hicri 10 Muharrem 1432 – Miladi 16 Aralık 2010)
Kerbela katliamı, insanlığın kıyımıdır; İslam’ın özünü, manasını, yol haritasını dağıtma despotluğudur.
Dünyevi imparatorluk çıkarları için Arap ırkçılığının, Emeviler eliyle, Muaviye ve Yezid eliyle, her semavi dinde olduğu kadar, İslam’da da olan insani mesajın kirletildiği gündür.
Bedreddin Mahir
15 Aralık 2010
Yaşamın dünyevi kurallarını, doğanın maddi kanunlarıyla yorumlama temeli üzerinde yükselen gerçekçi kanaatlerimize karşın, tarihin bu sürecini doğru değerlendirmek yönündeki bir gözlem yerelimizi, çevremizi ve kolektif kimliğimizde etkin rolü olan bu geçmiş tarihle bir biçimde yüzleşmemiz gerekti kanısındayım. 1400 yıl önceki bir olaya taraf olmak değil, dünün bu gün içinde aldığı yeri ve bununla yüzleşmeyi yaparak geleceği doğru bir yaklaşım yapmak için bu önemli günlerin bilincimizde yer edinmesi gerektiğine inanıyorum. Yazılırımda sık sık bu türden dini daha çok ilgilendirir gibi duran konuların işlendiğini gören okurlarım da yakından bilir ki, evrensel olmanın yolları yereli doğru kavramaktan geçmektedir. Bu açıdan yerelimize ait olan bize aittir ve bunları doğru kavramak tarihle yüzleşmemizin de ileriye gidişimizin de zemini olacaktır.
Demokrasi ve özgürlük mücadelemizde bu günleri anmak, haklarımız için mücadelemize ufuklar katacaktır, direnme azmimize örnekler sunacaktır.
Kerbela katliamı (10 Muharrem bu yıl 16 Aralık 2010), insanlığın kıyımıdır; İslam’ın özünü, manasını, yol haritasını dağıtma despotluğudur.
Dünyevi imparatorluk çıkarları için Arap ırkçılığının, Emeviler eliyle, Muaviye ve Yezid eliyle, her semavi dinde olduğu kadar, İslamda da olan insani mesajın kirletildiği gündür.
Kerbela kıyımı, İslam’a karşı savaş verenlerin, İslam’a boyun eğdikten sonra, ellerine geçirdikleri iktidarla intikamlarını peygamberin Ehli Beyt’tinden almasıydı.
Kerbela, Ebu Süfyan, karısı Hind ve oğlu Muaviye’nin ve onun oğlu Yezidin, eliyle insanlığa dayatılmış bir ölüm denklemidir, insan kıyım fetvaların kapısını aralayan bir yoldur; Beni Ümmeya’nın yolu, İslamla tarihe gömülmüş olan eskinin yoluydu.
İslam, Emevilerin elinde, eski inanç ve ilişkilerin dünyevi çıkarlar için, talan, gasp ve fütuhatları için bir araç olmuştu, gerçek Müslümanlara karşı ise kanlı kıyımın işlevi gördü.
Tanrıyla kul arasındaki ilişkiye dünyevi ilişkileri sokuşturan bunlardır. İslam’ın ümmet algısındaki çok ulusluluğa karşı, ilkel Arap milliyetçiliğini dayatan da bunlardır. Bu satırların yazarı Arap kökenlidir. Türkiyelidir milliyetçiliğin nasıl da zkirli bir virüs olduğunu, egemen ulusçuluğun nasılda baskı ve zulüm olduğunu iyi bilir. 1400 yıl öncesinde durumun daha da vahim olduğunu kestirmek zor değildir. Beni Umeyya, Hz. Muhammed’in Haşimi ailesinin de mensup olduğu Kureyş’in aşiretinin hakim zümresiydi. İslam öncesi cahiliye döneminin tanrıları, putları, kutsal mekanları ve Kabe bunların denetimi altındaydı. Kabe etrafının bu güne kadar süren savaşa yasaklı alanı bunların ticaret merkezi olarak, sermayenin güvenliğini sağlayan bir özelikteydi. İşte bunlar, eski hükümranlıkları ve onların çıkarlarını koruyan inançlarını İslam büyük bir hamleyle yıkmıştı. Bu kesim sonuna kadar İslam düşmanlığı yaptı, İslam’a karşı açık, aleni savaş halinde oldu. En yıkın akrabaları öldü, Peygamberin de amcalarını katletti (Hamza). Peygamber, bunların son kalesi Mekke’yi fethedene kadar durum bu minvalde sürüyordu.
Mekke fethi arifesinde, Beni Ümeyya’nın lideri Ebu Süfyan ve karısı Hind (Muaviye’nin anne ve babası) Mekke fethinin bir önceki gecesinde araya giren yakın akrabaların eşiğinde teslim oldular, İslamlıklarını ilan ettiler; ama asla Müslüman olmadılar, eski dinlerini aradılar onun yeniden yükselişi için mücadele ettiler. Kadim ticari geleneğe en uygun olan elle tutulur gözle görülür bir tanrı putu, görülmeyen bilinmeyen tanrıdan çok dana gerçekçi olduğunun propagandasını yaptılar. Aynı soydan gelen amca çocukları Halife Osman zamanında da bu geri dönüş için, ellerinden gelen her şeyi yaptılar.
Geleneklerin gücü ciddi maddi değişimler olmadan ve üzerinden uzun süreler geçip yeni maddi verilere ait üst yapı kurumları kökleşmeden yıkılmaları mümkün değildi. Beni Ümeyya, bu gerçekleri kendi lehlerine çevirebilecek kadar da yetenekli ve egemen bir gelenekten gelenlerdi. Üstelik bu etkinlikleriyle, devam eden zenginlikleriyle çevrede kendilerinden bağımsız gelişen her olayı kendi lehlerine çevirebilecek müdahale gücüne de sahiptiler. Halife Osman’ın ölümünü kendi lehlerine usta Bizans manevralarıyla kullanmaları bunun küçük bir örneğidir.
Beni Ümeyya, Mekke ve Medine’de Hz. Ali ve Haşimilerin bulunduğu bir ortamda etkin olamıyorlardı. Peygamberin ölümü üzerinden henüz uzun bir zaman da geçmemişti. Şam valisi olarak uzakta gücünü toplayan bu kesim, İslam topluluğu içinde ayrı bir devlet örgütlenmesine yönelecek kadar gelenekten gelen etkinliklerini pekiştirebiliyorlardı. Bu ufukta görülen Emevi imparatorluğunun ilk adımlarıydı. İslam artık bunların elinde dünyevi saltanat girişimi olarak cihat’ı da yayılmacılık, toprak servet gaspı olarak işletmeye başlamıştı. İslamın insani mesajı yerine, tanrı adına imparatorluk sınırlarını genişletme ve ırkçılık yapma öne geçmişti. İlkel Arap milliyetçiliği bu süreçte öne çıkmış din ve inancın özü yok edilmişti. Bunun için de uydurma hadislerden oluşan Emevi şeriatı, “İslam şeriatı” olarak bu güne kadar uzanan gericilik kaynağı da şekillenmeye başlamıştı.
Bu eğilim, sonunda Arap-İslam uygarlığı denilen uygarlığı kurdu. Diğer uygarlıklar gibi bu uygarlığı kuran sonraki kuşaklar, insanlığa çok şey vermiştir. Ancak bu uygarlık ilkel çağların malum uygarlıkları gibi kölelik, gasp ve talan üzerine kuruluydu. İslam da bir ideolojik araç olarak bu uygarlık tarafından kullanıldı. İnsani mesajı geriye itildi.
İslam, vahide anlamını bulan masajı Peygamberin ehlibeyti ve ardılları olan İmamlarla, kovuşturulan, ölüm girdaplarından geçerek devam etti. Bu konumlarıyla Ehlibeyti yolu, mazlumların, fakirlerin, yoksulların, hak için direnenlerin yolu oldu.
Emeviler, geçmişin intikamını, İslamla son hesaplaşmalarını Kerbela’da yaptılar. Hz Muhammed’in torunlarını kılıçtan geçirdiler. Hilafetin o günkü anlamıyla inanların adil ve işit yöneticileri olma özelliğini kirlettiler; dünyevi dar çıkarlar için, insanlığı katlettiler. Böylece, İslamda bir dönem kapanıp yeni dönem açılmış oldu. İslam artık egemen olanların, etnik aidiyetlerin, dar aşiret çıkarlarının egemenlik aracı haline döndü. İslam tam burada Ümet’tin birleştirici çimentosu almaktan çıktı ve bir daha böylesi bir rol oynama şansına kavuşamadı. O gün bu gün İslam mozaik oylan bir toplumda kimsenin ortak böleni olamadı, egemen olan kim ise onun baskı ve zorbalığının hizmetinde iş gördü.
10 Muharrem H:61 Cuma günü ( Miladi 10 Ekim 680) tarihinde, Kerbela denen yerde, Fırat Nehrinin kenarında, Fırat suyunun taşıp aktığı yerde Peygamberin torunlarını aç susuz bıraktılar. Kılıçtan geçirmeden önce topluca aç ve susuz terk etme olayının en yüz kızartıcı türü olan Kerbela olayı Hz Hüseyn ve çocuklarına ve yandaşlarına böylece dayatılmış oldu.
O zulüm gününün anısına Alevi alemi, Kerbela şehitleriyle aç ve susuz, oruç tutarak dayanışma içinde olduklarını dile getirirler: bu aynı zamanda insanlığa bir mesajdır, mazlumdan yana olmaktır. Bu mesaj İslam aleminin kendi kirli tarihiyle yüzleşmesi için ortaya konmuş bir işarettir.
Muharrem yası, Alevi dünyasının 10 Muharreme giden yolda bir oruç dönemi olarak, geçmiş acıların tekrar etmemesi ve unutulmaması için yaşatılır. 12 gün oruç tutulur (farklı alevi kesimlerde bu süre değişebilir). Oruç döneminde, düğün-nişan yapılmayacak, eğlenceli yerlere gidilmeyecek, çok su içilmemeye dikkat edilecek, tıraş olunmayacak, etli yemek yenmeyecektir.
10 Muharrem anısına iş yapılmayacak, insanlık düşünülecek, insanlık için mesaj üretilecek.
Kerbela, belaların tekrar etmemesi için insanlığa barış mesajı olarak anılacak.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder