27 Aralık 2010 Pazartesi
GAZZE YİNE HEDEF
SÖZE GEREK VAR MI?!!!
Mihrac Ural
27 Aralık 2010
Terörist İsrail devleti hükümeti, 26 Aralık 2010 tarihli kabine toplantısında, bir kez daha Gazze’ye saldırma hazırlıkları içinde olduğunu sinyalini verdi. Bir kez daha insanlık kıyımı, bölge ve dünya barışını riske ve kaoslara sürme eğilimleri belirmeye başladı.
Filistin halkının toprakları üzerinde, Batılı emperyalistlerin, II. dünya paylaşım savaşlarının bir kefareti olarak zorla, göçlerle, tarihi hiçbir bağ ve bağlantısı olmayan insanların yerleştirilmesiyle İsrail devleti kurudu. Bu devlet, II. dünya paylaşım savaşının deneyimli savaş subayı eskilerinin öncülüğünde kurulan ordularla yayılmacı karakter aldı. İsrail devleti savaşla beslenen bir devlet olarak, bölge ve dünya barışını sürekli riske sokan bir unsur oldu. Bu risk bugün de atarak devam ediyor.
Bu devlet, emperyalist güçlerin bölgemizdeki yer altı ve üstü kaynaklarının denetimi amacıyla kurulmuş bir ileri karakoldu. 62 yıldır ve öncesi, bu bölge kuşaklarını savaş gerginlikleri içinde yıkılarak geçirdi. İsrail ise savaşla yaşama üzerine kurulu dengeleriyle her defasında bölgedeki tüm savaşların kışkırtıcısı ve sürdürücüsü olmuştu.
27 Aralık 2008’de Gazze’ye yönelik İsrail saldırısı bu sürecin son halkalarından biriydi. Lübnan’a yönelik 12 Temmuz 2006 saldırısında aldığı ağır yenilginin sendromuyla, ciddi iç dağılmalar yaşayan bu savaş devleti İsrail, eli kolu ambargolarla bağlanmış, gerici Arap devletlerinin merhametsiz engelleriyle ölüm döşeğinde olan Gazze’ye saldırarak intikam almaya yöneldi.
Olayları bir kez daha hatırlayalım;
İki yıl önce bu gün, yerden ve gökten yağmur gibi inen bomba ve füzeler masum Filistin halkını Gazze'de vuruyordu; fosforlusundan salkımlısına, tarihte ilk kez denen toplu kıyım için özel imal edilmiş çok patlamalı bombalar ölü saçıyordu. Toprak yanıyor, kayalar eriyordu. İnsanlar, dalları çırpıldıkça düşen zeytin tanesi gibi yerlere seriliyordu. Siyonist – Nazilerin terör devleti İsrail, bir kez daha, bin kez daha Filistin halkını vurdu.
Bölge ve dünya barışını riske sokarak, insanlığı sonu belli olmayan bir kaosla yüz yüze bıraktı.
Gazze bu savaşta, yeryüzünden silinmek istenircesine, ayakta dik duracak her yapısı yerle bir edildi. 1500 şehit 5500 yaralı bilançosuyla, onurlu direnişine bedel sunmaya mecbur edildi.
27 Aralık 2008 günü saldırı başladığı an “GAZZEYİ KATLEDEMEYECEKSİNİZ” başlığı altında özetle şunları yazdım;
“Gazze’de hepimiz katlediliyoruz. Haklarımız, özgürlüklerimiz, insanlığımız kıyıma uğruyor. Gazze’de biz ölüyoruz. Yaşamak adına hak ve özgürlüklerimiz adına buna dur demeliyiz. Bunun için elimizi, bilincimizi, sözümüzü Gazze’ye yönlendirmeliyiz.
Gazze kan ağlıyor !
Yüzlerce Filistinli şehit ve yaralı, bir vahşet tablosu İsrail, Gazze’yi kana buluyor.
İsrail Siyonizmi’nin, Arap gericiliğinin ev emperyalistlerin işbirliği on yıllardır bölgemize ölüm ve yıkım dayatmıştır. Bölgemizdeki saflaşma her zaman bu gerici toplamla, İlerici direniş güçlerinin arasında oldu. Bu saflaşma dün
Lübnan’da yoldaşlarımızın da şehit olmasına yol açtığı gibi, bu gün aynı gerici güçlerin saldırıları altında Filistin yüzlerce şehit vermektedir.” (M. Ural, 27 Aralık 2008“GAZZEYİ KATLEDEMEYECEKSİNİZ” makalesi. )
Savaşı gün be gün izledik, en yakın noktadaydık. Haksız bir savaş mazlum bir halkın boynuna kılıç gibi iniyordu, bunun acısını yaşadık, bölgeye oluşturduğu riskleri, insan yüzlerindeki ifadelerle bir kez daha algıladık.
İsrail iki yıl önce, 12 Temmuz 2006’da, Lübnan’a yaptığı ve sonuçta tarihinin en büyük yenilgiyi aldığı saldırının intikamını, Gazze’den en vahşi yöntemle almak istiyordu.
Bu saldırının bir boyutu, bölgedeki deneylerimin bilincime yansıttığı en önemli tecrübe soyutlaması ”bin savaş kazansa da ilk kaybedeceği savaşta her şeyi kaybedecek terörist bir devlet olan İsrail devleti olacaktır” belirlemesiyle, güçlü bir umutla yaşıyorduk. İsrail devletinin Gazze saldırısı, hezimet psikolojisinden kurtulmak, ordusuna moral vermek, ülkesine dünyanın her köşesinden zorla, dini alet ederek, vaatlerle topladığı insanların kaçışını engellemek üzere giriştiği bir güç gösterisiydi.
Gazze üzerine yürüyen bu zulüm bölgenin ve ülkemizin birçok siyasi gerçeğini de ortaya seren özeliliği vardı.
Savaşın ikinci günü yazdıklarımın özeti, o günü anlamak için önem taşıyan belirlemelere sahipti.
Gazze’ye açılan savaş bölge saflaşmasının gerçekliğini kör gözlere sokacak cinsten açık hale getiriyordu. Bölgemizde en küçüğünden en büyüğüne kadar her savaş ve çatışmada Emperyalist güçlerin İsrail ve bölge gericiliğiyle kol kola yürüdüğünün de bir ifadesiydi. Bu gerçekleri bu bölgede olduğumuz günden beri, Filistin halkının haklı davası uğruna verdiğimiz şehitlerle de biliyor, yaşıyorduk.
Bu saflaşma bölgeyi anlamak ve mücadelenin bir bütün olduğunu kavrama açısından çok önemliydi. Kavrayışsızlık, aynı zamanda Türkiye solunun içine düştüğü hataların da kaynağıydı.
Bölgenin her köşesinde süren savaş, her köşesindeki saflaşmanın da nedenidir. Dün de öyleydi bu günde; Bunu savaşın ikinci gününde önemle tespit etmiştik.
”Bölgemizin her bir köşesinde ve her dönemde bitip tükenmeyen savaşlar kanlı olaylar hüküm sürmüştür. Bölgemiz insanlığın en önemli uygarlık merkezi olarak doğal servetleriyle emperyalist güçlerin iştahını kabartmış ve tecavüze uğramıştır. Her defasında bu güçler ya kendi kefaretlerinin karşılığı olarak dayattıkları İsrail gibi suni devletlerle bölgede kalıcı maşalar yaratmış ya da bölgenin yerli işbirlikçileri, gericilikle kol kola bu bölgenin zenginliğini talan ederek halkın çıkarlarını gasp etmiştir. Bu gidişe dur diyen ve çıkarlarını savunan halka ise ölüm denklemlerinde kanlı kıyımı reva görmüştür.
Bir tarafta onlar ABD, İsrail ve Arap gericiliği; her biri zaman zaman fiili olarak zaman zaman destekçi olarak önde ya da geride olmuştur; ama bölgemize ve halklarımıza dayatılan her ölüm kalım olayında parmakları bulunmuştur.
Diğer tarafta bölgenin mazlum halkları ve onların direnme güçleri yer almıştır.
Dün Lübnan’da, bu gün Irak ve Filistin’de, Gazze’de haklı dava ve çıkarları için direnmeye devam ederek, şehit vermektedirler.
Bu gerçeği bizler 1983 Kasımında da yaşadık. Yoldaşlarımız, Gazzeli şehitlerin İsrail ve Arap gericiliğine karşı direnişte şehit oldukları gibi şehit oldular. Bu gün Gazze’de, İsrail’le birlikte Arap gericiliği ve El fetih’in gerici kurmayları aynı safta direnen güçlere karşı savaşı ölümü, kıyım ve yıkımı dayatmaktadırlar. Bölgeyi anlamak için bu saflaşmayı bilmek gerek. Bu bölgede bu saflaşma kadim bir saflaşmadır. Bu saflaşmada tarafsız olmak gericiliğin yanında olmak demektir.
Türkiye solu bu konuda açık ve net bir tutumla Gazze’de direnen halkın ve örgütlerin yanında bölgemizin ilerici güçler safında tüm gericiliğe karşı bir mücadelesinin olması gerek. Bu gericilik tüm halklara karşı Türk, Kürt Arap Fars ve diğer etnik topluluklara ölümü, tehciri, tenkili tecavüzü dayatmaktadır. Bu denklemde gerici güçlerden kimin önde fiili olarak askeriyle savaşıp savaşmadığı önem taşımıyor. Onlar bir biçimde birbiriyle ilintili ve birbirini destekleyerek halka ve çıkarlarına tecavüz etmektedirler.
Bu nedenle tüm ilerici güçler bölge halkları saflarını sıklaştırmak ve direnmek için dayanışmakla yükümlüdür.” (Mihrac Ural, 28 Aralık 2008 “ GAZZE KIYIMI VE ORTADOĞU’DA GELENKSEL SAFLAŞMA” Makalesi)
Gazze savaşı, ülkemizdeki sol Siyonistlerin de çehresini açığa vuran bir savaştı.
Bölge saflaşmasının ülkemizdeki yansımaları hızla kendini göstermeye başlamıştı bile. İtirafçısından özel Harp dairesi kuklalarına kadar, sol milliyetçisinden, sol liberalline kadar herkes bu savaşın etkisi altında yerini almıştı.
Filistin halkının direnişini kirletmek için, Siyonist propagandaya alet olanlar, hızla belirmeye başlamıştı. Savaşın ilk haftası bitmeden, bu saldırganlığa karşı dur deme görevini de sorumluca üstlenmeye çalıştık.
3 Ocak 2009’da savaşın ilk haftası bitmeden şunları dile getirdim;
”Şu cümleleri okuyun;
"Yerleşim birimlerine rastgele roket atmak emperyalizme ve siyonizme karsi savasmak midir? Hamas’in ev yapimi roketleri somut bir hedefe yonelik olarak ateslenemezler. Diyelim 20 kilometre otede bir Israil yerlesim birimi var. Oraya yonelik olarak atilir, artik kime isabet ederse...
Hamas fuzeleri bugune kadar esas olarak sivilleri oldurdu.”
Bu cümleler kimin, beyaz saray sözcüsünün mü? İsrail dışişleri bakanı Livni’ni mi? Savunma bakanı Barak’ın mı? Başbakan Olmert’in mi?
Hayır, hiç birinin değil…
Bu cümleler,
Toprakları gasp edilmiş, yüz binlerce insanı öldürülmüş ve öldürülmeye devam edilen Filistin halkının dramını küçümseyen…
22 Eylül 2000, II. İntifada başlangıcından bu yana 7,5 yıl içinde Nazileri aratmayan bir kıyımla 7000 Filistinliyi katleden, 50 000 kişiyi yaralayan milyonlarca ağacı, askeri neden ve toprak işgalleri için keserek çevreyi de öldüren, sivil halkı planlı, programlı bir ısrarla katleden, yıllık ortalama ürettiği ölüm sayısı 1000 insan olan Siyonist İsrail devletinin yaptıklarını göz ardı eden...
Filistin halkının bu ölümler karşısında "kuşları bile ürkütmeyen" füzeleriyle, “Sizin ölüm stratejinize karşı, biz yaşam stratejisiyle direnerek cevap vereceğiz” diyenlerin duruşunu anlamayan bir aptala aittir…” (Mihrac Ural, 3 Ocak 2009 “GAZZE DİRENİŞİ VE SOLDAKİ SİYONİSTLER” makalesi)
Gazze’ye yönelik insanlık dışı saldırının her günü anlamlıydı. Obama, ABD başkanlık seçimini kazanmış, yeryüzünü aldatıcı bir barış umudu kaplamıştı.
ABD başkanlık seçimini ve Obama’nın kazanmasını etraflıca yazmıştık. Bir de Gazze savaşı vardı orta yerde süren. Yemin töreninden sonra, 21 Ocak 2009 tarihinde Beyaz Saray’a yerleşip, fiilen işleri yürüten dünyanın en yetkili insanı olacaktı. Ama bizler biliyorduk bu da kuru bir gürültüydü. Ocak ayının ilk haftası savaşın en kanlı haftasıydı
Obama için şunları yazdım;
“Soldaki Siyonistler esasında marjinal bile değildir. Kendi seslerini bile duymayacak kadar gerçeklerden uzaktır. Onlar sadece Siyonizm’in tarihi boyunca bilinen oyun girdaplarına kapılmış sıradan şeylerdir.
Bugün Gazze’de olanlar karşısında Batı’nın marjinal algıları, “ölü ölüyü kaldırmaz” ünlü Arap vecizesinde ifadesini bulan bir durum sergilemektedir. Solun bu ölü kesimlerinin Siyonistlerle buluşması, Obama’nın Siyonist İsrail katliamları karşısındaki sessizliğiyle aynı konumdadır. Her iki tarafın da ahlaki ölümü sonucu dik durabilecek bir söylemleri olmayacaktır.” (Mihrac Ural, 7 Ocak 2009 “OBAMA’NIN GAZZE SINAVI” makalesi)
İki yıl önce dile getirdiğimiz bu algı, bu gün itibariyle haklı olduğunu yeterince göstermiş oldu. Amerika aynı Amerika, ABD Başkanı da hangi isim ve renkte olursa olsun aynı olacaktı. Obama, Amerikan emperyalizminin yüksek çıkarına göre kurgulanmış statüleri dışında yapabileceği hiç bir şey olamazdı. ABD, İsrail'in stratejik müttefiki ve çıkar ortağıdır. ABD, Gazze savaşının en büyü destekçisiydi, Obama yönetimi de Gazze'ye dayatılan insanlık dışı ambargonun sürdürülmesinin en büyük destekçisi olmaya devam emektedir.
Zalim bir saldırı Filistin halkını Gazze’de Azrail gibi kovalıyordu; canlılık ve medeniyet adına hiç bir şeyi dik bırakmak istemeyen, çılgın bir saldırıydı. Yerden ve gökten bombalar yağıyordu. Bütün bunlar, önceleri ve sonrasında olacak olan dış müdahalelerin tümü, bölgenin enerji kaynakları için emperyalist girişimlerden ibaretti. Bu amaç için, bölgedeki kuklalar ve maşalar güçlendirilmek istenmiştir. Bu basit gerçek gözden kay bolunca soyut bir savaş karşıtlığı, ayakları havada kalan bir söyleme dönüşüyor ve barışa hizmet etmiyordu.
Soyut bir savaş karşıtlığı söylemi, esasında direnenleri hedef alıyordu, haklıları haksız ilan eden bir ikircimliği bulunuyordu.
İsrail bu türlerin en yakın müttefiki idi. Bu çevrelerin Gazze savaşındaki ikircimli tutumlarını sergilemek üzere de şunları yazdım, savaşın ikinci haftasına girmiştik;
“Savaşa soyut bir karşı çıkış, haksızın yanında saf tutmak kadar risklidir. Dikkat ediniz; Gazze’de soyut bir savaş yoktur. Bu savaşta suçlu bellidir, savaş mekanizmaları, destekçileri ve silah aparatları türleriyle ortadadır. Yahudi halkının bu savaşta hiçbir çıkarı yoktur. Kimse Yahudi halkına yönelik bir husumet içinde olamaz da. Bunu yapanların parametreleri savaşın bitmesine hiçbir zaman hizmet edemez. Tersi de doğrudur, bu savaşta açıkça Filistin halkının yanında olmadan savaşın sona ermesine katkı yapılamaz.
Dürüst olmak gerekir. Bölgemizi ve dünyayı meşgul eden sorunun nedenini bilmeden, bunu açıkça algılamadan sağlıklı tutum takınmak mümkün değildir.
Bu başlangıcı bilmeden halkın asla içselleştirmeyeceği kuru çabalarla, boş tenekenin çok ses çıkartması hallerine düşülür. Bu yüzden nedenleri, başlangıcı ve sürdürülüşünün tüm yönleri bilinen bir savaşta açık ve net taraf olmak gerekir. Bu, hiçbir zaman savaş taraflısı olmak değildir; tersine savaşa son vermenin en kestirme yoludur. Zira savaşı çıkaranlar, bunun tüm hazırlıklarını ve uzun süreli rantları için uzun sürmesini sağlayacak gerekleri de oluşturmuşlardır.
Savaşa karşı olmak savaşla savaşmayı gerektirir. Bunun yolu Filistin halkının yaşam mücadelesinin yanında olmaktan geçer. Bu aynı zamanda her türden ırkçılığa karşı tutum almakla özdeştir. Bunları bir arada yürütmeden, soyut savaş karşıtlığı sadece savaşın nedenine ve sürdürücülerine katkı sağlamış olur. İnsanlık onur ve erdemleri ise böyle bir ikircimliği kaldıramaz. Siyonist eğilimleri destek anlamına gelecek bu davranış, ırkçılığa karşı durmanın çok uzağındadır.” ( Mihrac Ural, 13 Ocak 2009 “SAVAŞ KARŞITLIĞI ve İKİRCİMLİ OLMA TEHLİKESİ” makalesi)
Gazze savaşını en yakın noktadan, ülkemin devrimci geleneğinin ve halkımın sorumluluğu altında bir taraf olarak takip ettim. Önemli her gelişmeyi yorumlayarak okurlarımla paylaştım. Hüzün doldum heyecanlandım.
Bu bölgede süren siyasi sürgünlüğüm boyunca, 4 büyük savaşın tanığıyım ( 4 Haziran 1982 İsrail’in Lübnan’ı istila ettiği savaş, 16-17 Ocak - 28 Şubat 1991 I. Körfez savaşı (Irak’ın, Kuveyt’i işgali (2 Ağustos 1990) ardından), 20 Mart - 9 Nisan 2003 II. Körfez savaşı (Irak’ın istilası savaşı), 12 Temmuz 2006 İsrail’in Lübnan’a saldırısı (Hizbullah karşısında yenildiği savaş) ve irili ufaklı bir dizi savaşımsı çatışmanın tanığıyım. İnsanı bir ömür boyu değil, birkaç kuşağı da ömür boyu takip edecek risklerin girdaplarında ölüm denklemlerinden geçtik. Her an işgalle yüz yüze kalacağımız kaygısıyla hazırlıklar yaptık.
Direnmenin bir hak olduğunu ve bu yolda yürümenin hak kazanımı için en kestirme yol olduğu inancıyla dik durduk, dik duranlarla omuz omuza tüm gücümüzle yer aldık.
Umutsuz olmadık. Tarih bilgi ve bilincimizin soyutlamalarıyla direnmenin er ya da geç kazanacağını biliyorduk; Roma’yı, Bizans’ı, Osmanlı’yı aradık, hepsi art arda bu toprakların gaspçısı olarak hezimete uğrayarak göçüp gittiğini gördük. Yerli halkın, bu bakir toprakları tarihte ilk kez yaşama açarak anavatana çevirmiş olan halkların direnişle kendi ülkelerinin, topraklarının da hakimi olduğunuda öğrendik.
Tarihte kazanan tek taraf vardı, o da hakları arkasında fedakarca direnerek duranlardı.
Bu kez de öyle olacağını biliyorduk. Filistin halkı, bu geleneğin bir devamıydı. Toprağın adı ve diliydi. Özeriyle, haklı taleplerinin arkasında dik durup direniyordu. Gazze’de bu onurlu duruşu sergiliyordu. Ölüm yağdıranlara karşı yaşamı temsil ediyordu.
Nitekim, savaş üçüncü haftasına girmişti. İsrail her açıdan kan kaybediyor, diz çöküyordu. Filistin halkının vücudu kana bulanmış olmasına karşı, her geçen gün insanlığı da arkasına alarak, teslimiyete karşı duruyordu. Gazze savaşı bu haliyle, kazanılamayacağını İsrail kadar Arap gericiliği ve emperyalistlerde anlıyordu.
İsrail, Lübnan’da Hizbullah’tan aldığı ağır yenilginin ardından bir kez daha direnenlerin önünde diz çöküyordu.
Siyonist-Nazilerin terör devleti İsrail, savaş gerekçesi olarak öne sürdüğü meşhur 6 madde bulunuyordu.
“1. Gazze'nin istilası
2. Tüm direniş güçlerinin mutlak olarak tasfiyesi
3. İsrailli esir asker Cilat Şalit'in kurtarılması
4. Gazze'nin El Fetih'li teslimiyetçilere (Mahmut Abbas- Muhammed Dehlan) sunulması.
5. Sınır kapıları denetiminin uluslar arası güce bırakılması.
6. Silah girişini sağlayan tünellerin yok edilmesi.”
Siyonistler, bu hedeflerin hiç birine ulaşamadı.
Savaştaki yenilginin dolaysız sonucu da bu oldu. Direniş kazanmıştı 18 Ocak 2009.
Her şey burada bitti mi? Hayır.
Kanla beslenenler bir kez daha en zayıf halka diye Gazze’yi savaş tehditleriyle yok etmek için hazırlıklarını sürdürmeye devam ettiler.
Her savaşta galip gelmeye kodlanmış karizmaları çizilmişti. Bunu onaramıyorlardı.
Lübnan artık eski Lübnan değil. Hizbullah da onlarca kat daha güçlü. Bu kez Lübnan’a saldırının maliyeti, toprak kaybıyla sonuçlanabilir ki, bu İsrail için yıkımların en büyüğü olur. İsrail bu riskten tir tir titremeye devam ediyor. Beklenen büyük savaş tas tamam bu riskleri taşıyacak bir savaş olup, bölgenin kaderini değiştirecek niteliktedir.
İsrail’in terörist devleti, bu savaş ısrarla istiyor ve hazırlıklarını kesintisiz sürdürüyor: Ancak zamanı uygun bulmuyor. Küçük bir başarı uğruna, Gazze’yi bir kez daha yakıp yıkmak ve katletmek istiyor.
İsrail terör devleti, bir büyük savaşın ürünüdür, yaşam tarzı savaşlar üzerine kuruludur. Savaş İsrail’in kendi vatandaşına vereceği en önemli güvencedir. Ama hep zaferle sonuçlanacak bir savaş arayışı artık geride kaldığını o da biliyor. Bunun için en zayıf, en kuşatılmış, en çaresiz halkanın üzerine Gazze üzerine ölüm saçmayı arzulamaktadır.
İsrail Terörist devleti, bölge için genel ve kalıcı bir barışı istemiyor. Bu var oluşuyla ters orantılıdır. İsrail, kazanacağı bir savaşın ardından, savaş galibi devlet olarak, mağlup olana dayatacağı bir barış arayışı içindedir. O onursuzların peşinde, bir savaş arayışı içindedir.
Üstelik bu fırsatı bulamayabileceğinin bilincinde, ırkçı bir devlet kurma alt hazırlığı da yapmaktadır. Niyetlerin en çirkini bu eğilimde de kendini göstermektedir. Arındırılmış bir Yahudi devleti bu amaçla söylemlerinin temel kaynağı haline gelmiştir.
Amerikan diplomasisinin jargonları arasına “Yahudi halkına ait İsrail devleti yanı sıra Filistinlilere ait bir devlet” aldatmacası böylece, özel vurgularla piyasaya sürülmektedir. Bu çağrılar, İsrail devleti hükmü altında yaşayan ve nüfusları gittikçe artarak çoğunluk yönünde ilerleyen Filistinlilerin haklarını, bu günden, bu amaçla gasp etmek istektedir. İsrail vatandaşlık yasasının çirkin amaçlarla dayattığı "yemin" tas tamam bu amaca bir hizmet olarak ortaya koyulmaktadır.
İki devlet herkesin kabulü ama ırkçı devlet kimsenin kabulü değildir. Filistin halkı, bu nedenle de hakları için kararlıca devam etmesinden başka bir yol bırakılmadığı açığa çıkmaktadır.
İsrail bu taktiklerinde de açıkça ırkçı bir terör hazırlığı içinde olduğunu gösteriyor. Bu nedenle de en zayıf halka gördüğü Gazze’yi bir kez daha vurmak için hazırlanıyor; yok olan moralini, hezimetlerinin telafisini insan kıyımıyla tekrar kazanmaya çalışıyor.
Bu nedenle bir kez daha hepimizi bekleyen bir sınavın eşiğine geldiğimizi belirteceğim.
Bölgeyi uzun yılların gözlemlerine dayanarak izleyen bu satırların, yazarı yaklaşan tehlikenin bilince çıkarılması için bölge ve ülke devrimcilerini uyarmayı bir görev sasıyor.
Bu bölge hepimizin, bu bölgenin barışı da bizim.
Savaşı ve acımasız etkilerini engellemek, barışı ikame etmek için herkesin yapabileceği çok şey var. Buna hazır olmalıyız, bu günden yapılabilir hiçbir şeyi ihmal etmemeliyiz.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder