9 Aralık 2010 Perşembe
İNSAN HAKLARININ TECELLİSİ ÇAĞDAŞ DEMOKRATİK BİR SİSTEMLE MÜMKÜNDÜR!
Mehmet GÜZEL
09-12-2010
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin Birleşmiş Milletler tarafından 10 Aralık 1948’de kabulünün üzerinden 62 yıl geçti. İnsanlığın ortak gelişimi mücadele ve birikimlerin eseri olarak ortaya çıkar. Bu yanıyla hiçbir olumlu gelişme insanlığın hizmetine kendiliğinden sunulmaz. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi de belli bir mücadele sürecinin eseridir.
Ne var ki bildirgenin insanlığın ortak değerlerine kazandırılmasının üzerinden bunca yıl geçmiş olmasına rağmen temel insan hak ve hukukunun ihlali dünya genelinde vahim boyutlara ulaşmış durumdadır. ABD’nin başını çektiği kapitalist sistem kar üzerine örgütlenmiş bir sistem olduğundan insan unsuru ve hakları geri planda kalmaktadır.
Ülkemiz açısından bakıldığında ise durum çok farklı değil. Kapitalizmin bir parçası olan ülkemizin bu konuda dünya ülkeler sıralamasında en arkalarda olduğu söylenebilir. Denebilir ki bizim de insan hakları karnemiz kırıklarla doludur. AB uyum süreci kapsamında gündeme gelen reform girişimleri, iyileştirmeler yadsınmaması gereken kazanımlar olsa da ihtiyacı karşılamaktan çok uzaktır. Yine de bunlar demokrasi mücadelesinin on yıllardır yılmadan yürütülmesinin sonucu elde edilen kazanımlardır. Ancak bunlara rağmen ülkemiz çağın gereklerinin çok gerisinde ve demokrasinin gerçek işlevlerinin tam tersi bir noktadadır.
Bunun son örneğini de geçtiğimiz günlerde bir kez daha yaşadık. Başbakan Erdoğan’ın Dolmabahçe’deki ofisinde rektörlerle toplantısını protesto etmek isteyen bir grup üniversite öğrencisine polis vahşice saldırmış genç bir kadın öğrenci aldığı darbeler sonucu bebeğini kaybetmiştir. En temel insani haklarını kullanmak isteyen öğrencilere yönelen bu saldırı AKP hükümetinin demokrasiden ve insan haklarından ne anladığını ortaya koymaktadır.
Öte yandan makyajlamalarla yamalı bohça haline getirilen anayasa bütün düzeltme çabalarına rağmen 12 Eylül faşizminin anayasasıdır ve aynı özü korumaya devam etmektedir. Böylesi bir anayasa ile yönetilen devletin demokrasi ve bu bağlamda insan haklarıyla bağdaşması mümkün değildir. Etnik kimlikleri reddeden, cinsiyet ayrımını uygulayan, tek din ve mezhebin egemenliğine dayanan, kişisel hak ve özgürlükleri devletin şiddet cenderesi altında baskılayan, bütün toplumu ekonomik sefalete mahkûm eden bir sistemin demokrasiyle de, insan haklarıyla da alakası olamaz.
Uluslar arası hukukun en temel dayanağı olan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin ruhuna uygun bir siyasal yapılanma için devlet yapısının demokratikleştirilmesi gerekmektedir. Bunun acil gereklerinden en başta geleni ise demokratik bir anayasanın hazırlanmasıdır. Halklarımızın etnik kimliklerini tanıyıp eşit kurucular olarak gören, eşit-özgür-gönüllü birlikteliğine dayanan, kadının ve tüm ötekileştirilen toplumsal kesimlerin özgürlüklerini güvence altına alan, insanca yaşamanın ekonomik güvencelerini sağlayan, demokratik yaşamın kültürel dönüşümüne uygun eğitim sistemini öngören demokratik bir anayasa hazırlanmalı ve toplumun ortak iradesiyle hayata geçirilmelidir.
Demokratik sistemin ön koşulu anadil üzerindeki yasakların kaldırılmalıdır. Ülkemizde yaşayan tüm halkların kendi anadillerini özgürce konuşabilmesi ve yeni kuşaklara öğretebilmesi için anadilde eğitim başta olmak üzere tüm gereklilikler yerine getirilmelidir.
Teknolojik gelişimin, bilimin ve insanlık bilgi birikiminin muazzam geliştiği bu çağda bu gelişimlere tezatlık oluşturan siyasal geriliklere son verilmelidir. Siyasal gericiliğin anti-demokratik uygulamaları teknolojik-bilimsel gelişimle uyumlu olamaz. Çağdaş demokratik, eşitlikçi, barışçıl, adil bir düzen için tüm demokrasi güçleri mücadelemizi yükseltmeliyiz.
09-12-2010
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin Birleşmiş Milletler tarafından 10 Aralık 1948’de kabulünün üzerinden 62 yıl geçti. İnsanlığın ortak gelişimi mücadele ve birikimlerin eseri olarak ortaya çıkar. Bu yanıyla hiçbir olumlu gelişme insanlığın hizmetine kendiliğinden sunulmaz. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi de belli bir mücadele sürecinin eseridir.
Ne var ki bildirgenin insanlığın ortak değerlerine kazandırılmasının üzerinden bunca yıl geçmiş olmasına rağmen temel insan hak ve hukukunun ihlali dünya genelinde vahim boyutlara ulaşmış durumdadır. ABD’nin başını çektiği kapitalist sistem kar üzerine örgütlenmiş bir sistem olduğundan insan unsuru ve hakları geri planda kalmaktadır.
Ülkemiz açısından bakıldığında ise durum çok farklı değil. Kapitalizmin bir parçası olan ülkemizin bu konuda dünya ülkeler sıralamasında en arkalarda olduğu söylenebilir. Denebilir ki bizim de insan hakları karnemiz kırıklarla doludur. AB uyum süreci kapsamında gündeme gelen reform girişimleri, iyileştirmeler yadsınmaması gereken kazanımlar olsa da ihtiyacı karşılamaktan çok uzaktır. Yine de bunlar demokrasi mücadelesinin on yıllardır yılmadan yürütülmesinin sonucu elde edilen kazanımlardır. Ancak bunlara rağmen ülkemiz çağın gereklerinin çok gerisinde ve demokrasinin gerçek işlevlerinin tam tersi bir noktadadır.
Bunun son örneğini de geçtiğimiz günlerde bir kez daha yaşadık. Başbakan Erdoğan’ın Dolmabahçe’deki ofisinde rektörlerle toplantısını protesto etmek isteyen bir grup üniversite öğrencisine polis vahşice saldırmış genç bir kadın öğrenci aldığı darbeler sonucu bebeğini kaybetmiştir. En temel insani haklarını kullanmak isteyen öğrencilere yönelen bu saldırı AKP hükümetinin demokrasiden ve insan haklarından ne anladığını ortaya koymaktadır.
Öte yandan makyajlamalarla yamalı bohça haline getirilen anayasa bütün düzeltme çabalarına rağmen 12 Eylül faşizminin anayasasıdır ve aynı özü korumaya devam etmektedir. Böylesi bir anayasa ile yönetilen devletin demokrasi ve bu bağlamda insan haklarıyla bağdaşması mümkün değildir. Etnik kimlikleri reddeden, cinsiyet ayrımını uygulayan, tek din ve mezhebin egemenliğine dayanan, kişisel hak ve özgürlükleri devletin şiddet cenderesi altında baskılayan, bütün toplumu ekonomik sefalete mahkûm eden bir sistemin demokrasiyle de, insan haklarıyla da alakası olamaz.
Uluslar arası hukukun en temel dayanağı olan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin ruhuna uygun bir siyasal yapılanma için devlet yapısının demokratikleştirilmesi gerekmektedir. Bunun acil gereklerinden en başta geleni ise demokratik bir anayasanın hazırlanmasıdır. Halklarımızın etnik kimliklerini tanıyıp eşit kurucular olarak gören, eşit-özgür-gönüllü birlikteliğine dayanan, kadının ve tüm ötekileştirilen toplumsal kesimlerin özgürlüklerini güvence altına alan, insanca yaşamanın ekonomik güvencelerini sağlayan, demokratik yaşamın kültürel dönüşümüne uygun eğitim sistemini öngören demokratik bir anayasa hazırlanmalı ve toplumun ortak iradesiyle hayata geçirilmelidir.
Demokratik sistemin ön koşulu anadil üzerindeki yasakların kaldırılmalıdır. Ülkemizde yaşayan tüm halkların kendi anadillerini özgürce konuşabilmesi ve yeni kuşaklara öğretebilmesi için anadilde eğitim başta olmak üzere tüm gereklilikler yerine getirilmelidir.
Teknolojik gelişimin, bilimin ve insanlık bilgi birikiminin muazzam geliştiği bu çağda bu gelişimlere tezatlık oluşturan siyasal geriliklere son verilmelidir. Siyasal gericiliğin anti-demokratik uygulamaları teknolojik-bilimsel gelişimle uyumlu olamaz. Çağdaş demokratik, eşitlikçi, barışçıl, adil bir düzen için tüm demokrasi güçleri mücadelemizi yükseltmeliyiz.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder