HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

30 Eylül 2010 Perşembe

NEBİL RAHUMA

194. DOSYA

NEBİL RAHUMA ve ÜÇ KONU


Mihrac Ural
29 Eylül 2010

BURADA YATAN ÖLÜMSÜZ KAHRAMAN NEBİL RAHUMA
ORTAK ÜLKEMİZİN
ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ MÜCADELESİNDE
FİLİSTİN HALKININ HAKLI DAVASINDA
VE İNSAN HAKLARI UĞRUNA HİÇ BİR ÖZVERİDEN KAÇINMADAN
DOĞRULARI ARKASINDA DURDU.
( Mihrac Ural )”



Bu beyitler Nebil Rahuma yoldaşın mezarı üzerinde yer alsınlar diye yazıldılar. Yerlerine koyulacaklar.

Ölüm yıldönümünde bir kez daha şehitlerin en mazlumu olan Nebil yoldaşı anıyoruz. Antakya’nın Türkiye devrimci hareketine kazandırdığı bu yiğit militanın anısı önünde tüm yoldaşlar saygıyla eğiliyoruz.

Bu yıl ilk kez hiç yazılmamış bir anımı aktararak onu anacağım. “Türkeş Ölümden Nasıl Kurtuldu” yazımı yayınlayacağım.

Nebil çok genç yaşlarda, mahallede futbol oyunundan devrimciliğe, bir itirafçının adımızı ilk kez polise afişe etmesinden firara, polis kuşatmasından eylemlere, kamulaştırmaya, işkencelerden zindana temel ekibimin temel bir militanı olarak parladı.

Onu İstanbul bölgesine gönderdiğimde neden gittiğinin sorusunu bile sormadı. İlişkimiz bu düzeyde güven ve sorumluluk bilinciyle harmanlanmıştı. Örgütümüze yönelik operasyonların yapıldığı 19 Ağustos 1977 tarihiyle birlikte, örgütü çökerten ve adımızı ilk kez polise veren itirafçı Engin Erkiner yüzünden firarı olduk.
Sonradan anlaşıldı ki, bu itirafçının (“katil muhbir”) örgüte sızdırdığı İbrahim Yalçın, bir MİT ajanıydı. Bu ikili, dünya sol tarihinde olmayan ve olmayacak olan, akli bir açıklaması, ancak görev olmasıyla anlamlı olan 3 yıllık karalama saldırılarını sürdürdüler. En çok da Nebil yoldaşı buna alet ettiler. 3 yıllık ısrar aynı zamanda bir iflasın adıydı. Başarılmamış bir derin görevin tanımıydı.
Devrimcilik ve örgütsel değerler kirletilmek isteniyordu bunun için çırpınışlara devam edilmektedir. Nebil yoldaşı alet etmek ise kolay değildi. Belgeler ve kanıtlar bunun önünde önemli bir engel oluşturuyordu. Tanımadıkları, en kabadayısının birkaç ay gördüğü Nebil üzerine tezler yazacak kadar ona asılmalarının komikliği çok anlamlıydı. Bu, sırtlarındaki kamburu temiz bir bezle örtme çabasıydı. 30 yıldır anmadıkları Nebil aniden revaçta olmaya başlamasının hikayesi buradan yola çıkar.
Bunu, Doğu Perinçek yolunda ihbarlarla sürdürüyor olmaları ise her şeyi yeterince açıklar nitelikte olmuştur. Bu bir Özel Harp Dairesi göreviydi.

Siyasi yazım performansımız arkasından nal toplayanlar, hayatlarında tek satırlık siyasi yazı yazmayı becerememiş kuklalar belli olmuştu; özelikle MİT’le ilişkiye giriş tarihlerini ısrarla gözleyip cevaplandırmamakla, bu soruya cevap vermemek için çırpınarak vakit geçirmekle MİT ajanı İbrahim Yalçın izmarit gibi ayakaltında ezilmiştir.

İlkemiz, belge, kanıt olmaksızın kimsenin suçlanamayacağıdır. Biz bu çirkin insanları kendi el yazıları ve örgüt arşivinde bulunan el yazılı raporlarıyla kendilerini nasıl tanımlamışlarsa öyle tanımlamakla yetindik. Gerisine gerek yoktu. Kim olduklarını kamuoyuna açıkladık. Birinin itirafçı diğerinin, MİT ajanı olduğunu kendi ağızlarından kanıtladık. Bu belgeler üç blogda orijinal halleriyle yer almaktadır. İlgili olanlar oradan bakabilirler. (http://mirural.blogspot.com/ http://tarihselhainler.blogspot.com/ http://acilciler-thkpc.blogspot.com/ ) Aynı bloglarda Nebil yoldaşla ilgili çok geniş araştırma ve bilgilere ulaşmak mümkündür (bunun için bkz: 68. DOSYA, 77. DOSYA VE 81. DOSYA)

Bu tartışmalar, ikilinin cevap vermesi gereken iki soruyu ortaya çıkardı. Onun cevabı beklenmektedir.

Birincisi;

İtirafçının cevaplaması gereken soru; o da, İtirafçı Engin Erkiner, evli olduğun İlker Akman’ın ablası sana, Malatya beyler deresinde “İlker Akman ve arkadaşlarının katledilmesine neden olan ihbarı sen yaptın” ve yüzüne tükürerek “katil muhbir” dedi mi demedi mi?

İkincisi;


MİT ajanı İbrahim Yalçın, tek tokat yemeden 12 sayfalık el yazısı itirafnamesinde bulanıklaştırarak verdiği üç yalan tarih bir yana, net ve ikircimsizce MİT’le ne zaman ilişkiye girdin? sorusu cevap beklenmektedir.

(bu iki soru ve gerekçeleri için Bkz. DOSYA NO: 176, 177, 178, 180, 185, 186, 187, 193. http://acilciler-thkpc.blogspot.com/ )

Nebil yoldaş tartışmalarının, dedikodu, hasım söylemi, ispatsız iddia, üçüncü kişilerin onayına muhtaç yalan, yeryüzünde kendinden başka kimsenin duymadığı sallama ölü konuşturuculuğu gölgesine sığınmadan belgelerle, kanıtlarla söylenmesi gereken üç temel unsur bulunmaktadır.

1. Nebil’i polise ilk kez afişe eden itirafçı Engin Erkiner’dir.

Tek tokat yemeden örgütün her şeyini polise teslim eden bu ahlaksız itirafçı, Nebili ilk kez polise ihbar eden kişidir. 17 kez adını anarak onu tarif etmiş ve suçlamıştır. Bakınız belge no: (1) alta. (Daha geniş bilgi için üstte verilen linklerde yer alan 1. DOSYA. İtirafçı Engin Erkiner’in 20 sayfalık Polis itirafnamesi )

2. Nebil’in ölümüne neden MİT ajanı İbrahim Yalçın’dır.

Örgütten habersiz olarak, Nebil’den alıp harcadığı 2 kg altın, Nebil’in katledilmesinin tek nedenidir. Diğer suçlamalar, birer uydurmadır.(Ayrıca 81. DOSYA’ya bakılarak geniş bilgi alınabilir)

Gerek, HDÖ davası GEREKÇELİ HÜKÜM s:131 de gerekse diğer HDÖ belgelerinde gösterilen neden HDÖ örgütünden habersiz olarak Acilciler örgütü yöneticilerine 1.500.000 Tl karşılığı altını vermesiyle, örgüt disiplinini çiğneyip tüzüğe aykırı davrandığından dolayı hakkında ölüm kararı verilmiştir.

Bu hükümde Ali Çakmaklı‘da Acilci yöneticilerinden biri olarak gösterilmiştir. Ona da “silah alımı için” verilen para aynı kapsam içinde mütalaa edilmiştir.

Nebil hiçbir zaman Ali Çakmaklı’nın ölümüyle ilgili suçlanmamıştır (bu söylem çok sonraları uydurulmuştur). Nebil ölüme mahkum edildiğinde, HDÖ’cülerin Ali Çakmaklı‘nın ölüm olayını bilmiş olsalar bile nedenleri ya da detaylarıyla ilgili bir sonuca varmalarına zaman açısından imkan yoktu. Ali Çakmaklı’yla Nebil’in ölümü arasında sadece 5 gün bulunmaktadır. HDÖ Ali Çakmaklı’yı da hiçbir zaman şehitleri arasında saymamıştır. Bütün uydurmalar MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın izini kaybetmesi için çalışan bir çark olarak dönmüştür. Bunun ortağı da İtirafçı Engin Erkiner’dir.

3. Nebil’i öldürenler, Mete Özer’in başını çektiği HDÖ’nün o kesitteki sorumlularıdır. Bunu da uyduruk gerekçeleriyle, resmi olarak üstlenmişlerdir.

Bu konuda, itirafçının, MİT ajanının, ölü konuşturucusunun hiç söz etmemesi, katilleri önemsememesi Nebil’i hangi kirli amaçla andıklarını göstermeye yeterlidir.
Bu üç temel konu dışında Nebili bir iki aydan fazla tanımamış olan aptalların ya da ölü konuşturucularının sokuşturmak istedikleri tamamen amaçlı yazımlar sadece yalandır ve bir yalanı örtmek içindir.

A) Bunlar arasında, Nebili ahlaksızlıkla suçlayan ithamlar,

Bunu Nebil’i katledenler, bir dolgu olarak öne sürdüler. Yoldaşını karısıyla cinsel ilişkiye girdiği ve kadının “Nebil’in …beni vardı” iddiasını itirafçı Engin Erkiner bir yazısında onaylamaktan çekinmemişti. O zaman Nebil olayının bu ölçüde kullanılabileceğini tahmin etmemişti. Nebil’e saldırmayı bile kurgulamıştı. Sonra, çekinerek bir kez daha bu konuya girmedi. Ölü konuşturucu birisi ise “evet nebilin cinsel organında ben vardı ben gördüm biliyorum…" yönünde yaptığı konuşma ise (bu konuşma zamanında en yakın arkadaşına yapılmıştır) Nebili katledenlerin ahlaksızlığını aşan bir destek konuşmasıdır.

Sinsi yılan ölü konuşturucusu hep öyledir, lafı alttan alta yayar koşulların havasına göre manalar verir. Belkemiksiz sözler etik olmayan onursuz duruşlar bu ikiyüzlülerin işidir. Bu kişi için Nebil yoldaşın Asi nehri kenarındaki evde bir ahlaksız teklifle ilgili yaptığı yorumu ve ona ilişkin kullandığı tabiri buraya aktarmayacağım. Beni arasın, ona derk söyleyeyim, bir tükürük olarak suratına yapıştırayım.

B) yakalanmasıyla ilgili uydurma “pusula” hikayesi çok daha komiktir.

Bu hikaye, Nebil’in örgütümüze yönelik toplu bir operasyonda (9-10 mart 1978) hepimizin yakalanmış olmasıyla iflas etmiştir.

Kaldı ki, “pusula”nın kimin tarafından Nebil’e ulaştırdığı bilinmiyor ya da Nebil bilmiyor, ya da söylememiş. Bu durumda kim bilinmeyen birinden pusula alır ki. Kişi biliniyorsa, bu kişi Nebil’in yerini de biliyorsa Nebil’e bir kötülük yapmak için neden “pusula”ya gerek olsun ki. “Pusula” ancak yeri belli olan Nebil’e gidebilir bu durumda “pusula”ya gerek kalmaz. Gönderenin “yazıdan tahmin edildiği” gibi ölü konuşturucusunun uyduruk söylemleri Nebili aptal yerine koymaktan başka anlama gelmez. Kaldı ki, Nebil’in yakalanma sürecini birlikte yaşayanlar, takibatları, ev değiştirmelerde ortaya çıkan sorunları da iyi biliyorlar. Bu iddia ölü konuşturma atölyesinde üretilmiş olması ne olduğunun anlaşılması için yeterlidir.

İkinci “pusula” iddiası ise tarji komiktir. Nebil’le sağmalcılardan birlikteydik. Firar olanağı çıkınca, benim çıkmamı istedi. Davada Nebil’in durumu kötüydü, Ben işkencede her şeyi inkar ettim, örgüt üyeliğini bile. İfadem beyaz sayfa gibidir. Çıkması talimatı verdim ve öyle çıktı. Bir ay geçmeden, bizler zindandayken bir çatışmada yakalandı. Bu durumda “pusula” diye bir şeyin olması için ışınlama yapmak gerekirdi. Zindanda ziyaret aralığının 15 günde bir olduğunu düşündüğümüzde, firar etmiş bir yoldaşın nerede nasıl kalacağını bilmeyi, ziyarete sadece yakın akrabaların geldiğini bir kenara koyalım, zaman açısından böyle bir şeyin olmasını düşünmek bile aptallıktır. Ölü konuşturmak için her türden etiği terk etmiş olmak yetmiyor birde aptal olmak gerekiyor.

Kaldı ki illegal örgüt sisteminde hayatımızın hiçbir kesitinde ne birbirimizi bulmak ne de başka bir nedenle pusula ya da aracı kullanmadık. Nebil’in yeri biliniyorsa, herhangi bir gönderdim onun eline geçecekse pusulanın bir anlamı kalır mı? Bu şerefsizler sürüsü, bu ar sız namusuz sürüsü hep öyledir. Minareyi çalmışlar ama kılıf uyduramamışlar.

Yeryüzünde kendisinden başka kimsenin duymadığı bir iddiayı, üstelik belirsizliklerle dolu bir söylemi gerçek diye lanse etmek sadece ahlaksızca bir davranıştır. Kişisel kinlerle gerçekleri karıştıranlar yarattıkları bataklığın kurbanı olmaya mahkumdurlar.

Bu iddia itirafçının ve MİT ajanının hayatlarını verdikleri, ömür boyu beni yazmaya mahkum oldukları komik bir iddiadır. Yalana ihtiyacı olanlar belgesiz, kanıtsız sallamalara sarılmaları normaldir. Bu yalanı yumurtlayan ölü konuşturucusu bunun hesabını bir biçimde verecektir. Geniş bilgi için, bkz. 77. DOSYA )

C) Nebil’in “Adana ABD konsolosluk eyleminde yalnız bırakıldığı” yalanı.

Ölü konuşturucusuyla Nebil’in, 15 dk.lık bir ceza evi görüşmesinde bir tarihin anlatılmış olması yalanı bir yana. Bir eylem üzerine konuşulacaksa önce o eylemde yer alanların görüşüne başvurulur. Bu yapılmamış. Amaç kirli olunca ciddi bir araştırmada olmaması normal.

Her söylediğini tanrı sözü sanan psikopatların bu tartışmalarda yer alması bataklığın derinleşmesinden başka b.ir sonuç üretmediği bellidir.

Gerçek ise çok farklı. Onlarca kez yazdık ama adamlarda utanma diye bir şey yok. Eylemde yer alanlar olarak gerçeğin çok farklı olduğunu söyledik. O eylemde Nebil sadece bir gözcüydü. Bu da bir yana. Bu eylemde Nebilin yalnız bırakıldığı iddiası Nebil’i onursuz biri olarak gösterme amacını taşır. Çünkü bu eylemden sonra Nebil aynı ekibin içinde ve talimatlara uyan bir militan olarak sonuna kadar durmuştu. Meziyetleri üzerine durmadan yazı yazıyorlar ama nebili bu yaklaşımla onursuz biri haline getirdiklerinin farkında olmuyorlar. Her şeyde öyle davranıyorlar, yalanı sallıyorlar ama sonrasını getiremiyorlar, uyum kuramıyorlar.

Nebil bu ekipte diğerleri gibi bir militandı ne karar alma ne de görev verme konumda değildi. Bir eylemde terk edilmişse, onurlu bir insan olarak bir daha aynı ekipte kalmamalıydı. Ama tersi olduğunu bu iddiayı yapanların kendisi dile getirmektedir.
Adana polis kuşatmasından kaçış, İstanbul süreci, Ülkücü faşistlerin toplanma yeri İstanbul Küllük kıraathanesinin kurşunlanması, şu ana kadar polisin bilmediği banka kamulaştırmasının yapılması, araba ve malzeme kamulaştırmaları, silahlı eylemlerinin birlikte yapılması. Nebil bütün bu süreçte bir militandı. Omuz omuza olduğu yoldaşlarıyla son ana kadar birlikteydi.

Adana ABD konsolosluk eyleminde Nebil gözcüydü, görevi eliyle yerine getiren, yanında olduğum F.Ç dir, gerisi yalandan ibarettir.

D) MİT ajanı İbrahim Yalçın, Nebili Ali Çaklamlı’nın ölümünden sonra gördüğü iddiası bir yalandır.

Bunu Mihrac Ural’ı karalamak amacıyla söylemektedir.

Ali çakmaklı Öldüğünde Nebil Adana’daydı (Alper Yalman’ın örgüte yazdığı raporda Ali Çakmaklı’nın ölümünün hemen ardından. Nebil’le görüşmesini ayrıntılarıyla aktarmaktadır: “ Olayın hemen ertesinde NEBİL yoldaşla görüştüm olayın kim tarafından yapıldığını öğrendikten sonra tavrımız çatışma tavrı olmaması konusunda uyarılarını dinledim görüş birliği içerisinde olduğumuzu söyledim ve NEBİL yoldaş İstanbul’a geri döndü. NEBİL yoldaş İstanbul’a döner dönmez, kendi alt ilişkileri tarafından bir eve götürülerek, bölgede bulunan sorumlularla birlikte sanık sandalyesine oturtulmuş” (Alper Yalman, Örgüt üyeliğine katılım talep ve raporu “Merkez Komitesine …20 Nisan 1982”)

Alper'in raporunda her şey açık ve net. Ali Çakmaklı öldüğünde, Nebil Adana’daydı. İstanbul’a geçer geçmez de arkadaşları tarafından tutuklanmıştı. Senarist MİT ajanı Nebil'le bu arada nasıl görüşmüş de Ali Çakmaklı’nın ölümü üzerine sohbet etmiş de Mihrac Ural’a tepkiliydi de…

Tarihler sıralandığında da her şey açıkça görülebilir. Nebil, HDÖ’cüler tarafından “Acilcilere maddi kaynak aktarmakla” suçlanarak tutuklanmıştır. Ali Çakmaklı’nın ölüm tarihi 23 Eylül 1980 akşama doğrudur, Nebil’in Alper’le görüşmesi en erken 24 Eylül 1980’dir. İstanbul’a gelişi ise en erken 25 Eylül 1980’dir. Katledilişi 29 Eylül 1980 olduğuna göre arada 4 gün bulunuyor o da tutuklu olduğu süredir. MİT ajanı İbrahim Yalçın, Nebil’le görüşme tarihlerine sürekli balans ayarı yapması açığını örtmek içindir.

İnsan bir kez kendini ahlaksızca satınca her adımı bir yalan ve dolan olmaya başlar. İbrahim Yalçın tas tamam bir yalan, dolan topağıdır.

E) Nebil zindandan iki kez firarı üzerine

Birincisi, Sağmalcılardan benim talimatımla ve benim yerime çıkmıştır. Bir öğrenci kavgasından içeri düşüp kısa sürede tahliye olan öğrenciler arasından, biri zorla diğeri gönüllüce esir alındı. Gönüllü olan Bedri Yağandı. Teklifi ben yaptım, onayladı. Ranzamın altına bağladım. Nebil benim çıkmamı istedi; dava dosyasında onun durumu daha kötüydü, ona çıkması gerektiğini söyledim ve buna uydu. İkinci arkadaş TİKKO’cu Hacı Demirkaya idi.

İkincisi, Niğde ceza evinden. Orada da İrfan Ural sırasını Nebil’e vermiştir. Nebil öyle firar etmişti. Bu kaçış üzerine bile aşağılık sinsi yılan tepki koymuş olmasını akılla izah etmek mümkün değildir. Neymiş “Nebil kaçmak için kimseden sıra talep etmeye tenezzül etmez”miş.

Ölür müsün öldürür müsün gibi bir hal.

Zindandan kaçmak bir ölüm kalım olayıdır. Her devrimci koşullar el verirse bedel ne olursa olsun firar eder. Kaldı ki, komün yaşanan aynı örgütün insanı olanlar arasında sıra teatisi kadar normal hiçbir şey olamaz. Özellikle Nebil, kaçış hazırlıkları tamamlandıktan sonra Niğde cezaevine sürgün gönderilmişse, doğal olarak kaçışla ilgili hesabı yapılmamıştır. Bu anlamda Nebil’in böyle bir talepte bulunması kadar doğal ve hiç bir şeye yorumlanmaması gereken bir durumdur. Ölü konuşturucusunun kin dolu tutumunu böylesi doğal bir talebe kadar uzatması ne kadar ön yargılı olduğunu göstermeye yeterlidir. Kaldı ki, bu pislik adam Nebil’le hayatı boyunca nasıl bir yardımlaşma içinde olmuştur ki, şu ana kadar onu katledenlere karşı bir çift söz bile söylememiştir; söylediği ise Mete Özer’ci HDÖ’cülerin Nebil’i yargılayan puştlar mahkemesini meşru gören “keşke yanında olup onu savunabilseydim” deme aptallığından ibarettir.

Nebil, İkinci kaçışında Koyna Ceza evine yanıma geldi. Ona Filistin’e gitmesi talimatını verdim. Antakya’ya gitti, Tacettin Sarı’nın yanına. 15 gün Levent (Hasan Baklacı)yoldaşın evinde gizlendi, sağ salim sınırı geçerek, Filistin kamplarına gitti. İsrail’e karşı eyleme katıldı. Bunu bana FHKC dış ilişkiler bürosu temsilcisi Hani ayrıntılarıyla anlattı; vurulan bir gerillayı sırtında taşıyarak getirdiğini ve kurtardığını söyledi.

Nebil yoldaş, okumayı sevmeyen, birkaç sayfa okuyunca “uykum geliyor” diye okumaktan kaçınan bir yoldaştı. Yazmayı da sevmezdi. Bu nedenle geride yazılı hiçbir şey bırakmamıştır. Bu durumunun da farkındaydı. Artan militanlığı ve eylem isteği bir ölçüde bununla da daha etken hale geliyordu.

Onurlu, sessiz, sitemsiz bir yoldaştı. İtirafçının örgüte açtığı yaralara karşı içi doluydu. “bu adama neden hak ettiği cezayı vermiyoruz” diye her kesitte serzenişte bulunurdu. Bunu son olarak Konya ceza evi ziyaretinde de dile getirdi. Ali Sönmez yoldaş bu konuda daha ısrarlıydı. Bütün bunlar dizginlenmişti.

Nebil yoldaşın anısı yüreklerimizin derinliğinde yerini tüm sıcaklığıyla koruyor. Abartmadan, abartıp onursuzlaştırmadan olduğu gibi tüm gerçekliğiyle tüm devrimci militanlar gibi bir devrimci militan olan bu kahraman yoldaşımı kararlıca anmaya devam edeceğiz. Onu sadece birilerini karalamak için ananlar, kısa süre onu da terk edecekler daha da kötüsünü yapacaklar.

Nebil… Nebil.. . Sen mücadelemizin bir parçası, anılarımızın da yıldızısın. Seni haksızca katledenlere lanet ediyoruz, adını kullanarak kirletmek isteyenlerin ise suratına tükürmeye devam ediyoruz.

Rahat uyu, anıt mezarın, manevi varlığının Kıble’si olmaya devam edecektir. Bizler de her zaman oraya bakacağız…

Dip not: (1)


İtirafçı Engin Erkiner’in polis ifadesinin özeti şudur:

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim” (Engin Erkiner İfadesi, s:16)

İfadesini polise yardımla açarak işe koyulan itirafçı Engin, Nebil yoldaşı polise gammazlarken, akla hayale gelmeyecek ayrıntılarıyla birlikte adını 17 kez tekrar ederek şunları itiraf ediyor.

Buyurun birlikte okuyalım:

“Nisan ayı sonlarında benim evimde yapılan toplantı sonunda MİHRAÇ giderken mayıs ayı başlarında İstanbul’a 2 insan göndereceğini söylemiş ve bunlarla buluşabilmem için de Taksim civarında şimdi hatırlayamadığım bir yerde randevu kararlaştırmıştık. Verilen randevu günü kararlaştırılan mahalle gittim, orada ALİ SÖNMEZ ve NEBİL ile karşılaştım ve tanıştım ALİ’nin soyadının SÖNMEZ olduğunu Emniyet müdürlüğünde öğrendim. ALİ ve NEBİL Antakya’dan talimatlı olarak geldiklerinden bunlara ayrıca eyleme girip girmeme konusunda herhangi bir sual tevcih etmedim.” ( Engin Erkiner’in polis İfadesi sayfa:10 )

“SORULDU: ALİ ve NEBİL Antakya’dan gelirken bir adet Fransız yapısı gerilla tipi İmsa otomatik makinalı tabanca (Baskın sırasında yakalanmıştır.), bir adet 14 lü tabanca (Baskında yakalandı.), bir adet 7,65 mm. Çapında tabanca (Baskında yakalanmıştır. Uzun brovningi olanı.) ve şarjörü iki defa doldurabilecek miktarda mermi getirmişlerdir.” (Engin Erkiner’in polis ifadesi,s:10)

“SORULDU: bir banka soyma eylemini gerçekleştirmek üzere ben, MUHARREM, ALİ ve NEBİL karar aldıktan sonra bankayı tespit etmek ve istihbarat toplamak maksadıyla teker teker İstanbul’un muhtelif semtlerindeki müsait bankaları dolaşmaya başladık. Bu arada Merter İş bankasının müsait durumda olduğu bilgisini arkadaşlardan biri bana getirdi Hep beraber bankaya giderek tetkik ettik, kaçış yollarını tespit ettik. Bu arada söylemeyi unuttum Ankara kadrosundan HAKKI Haziran ayı içinde eylemlerde kullanacağımız bir şoför getirmişti…

“…Ben soygundan sonra akşamleyin Cihangir’deki eve gelecektim. Belirtilen gün ve saatte yaptığımız plan gereğince Merter İş Bankası soygunu MUHARREM, ALİ, NEBİL ve şoför MUSTAFA tarafından gerçekleştirildi. Yukarıda söylemeyi unuttum eylemden birkaç gün önce kirli sarı renkte, Murat marka bir arabayı düz kontak yaparak çaldıklarını ve Cihangir’deki ev civarına getirdiklerini biliyorum…

“... Yukarıda da belirttiğim gibi soygun planlanan günde yapıldı, ben de akşamleyin kararlaştırıldığı gibi Cihangir’deki eve giderek paraları bir kere de beraber saydık. Bir kere de diyorum, zira daha önce MUHARREM, ALİ, NEBİL ve MUSTAFA paraları saymışlardı. Eve geldiğim vakit miktarını 200.000 TL. olduğunu söylemişlerdi. Paraları ve silahları Cihangir’deki eve bırakıp ben o gece kendi evime döndüm. Birkaç gün sonra da ALİ ile birlikte Antakya’ya hareket ettik. Antakya’ya giderken bankadan gasp ettiğimiz paranın 170.000 TL. civarında bir meblağı yanımıza aldık. ALİ ile birlikte MİHRAÇ’ın evine gittik. 4-5 gece burada kaldık. MİHRAÇ’ın evinde kaldığımız müddetçe örgütü, durumu ve Türkiye’deki genel siyasi ortam üzerinde konuştuk… Yukarıda da söylediğim gibi 4-5 gün MİHRAÇ’ın evinde kaldıktan sonra malzemelerle birlikte BEN, ALİ, NEBİL beraberce İstanbul’a döndük. Yukarıda söylemeyi unuttum MİHRAÇ’ın evine gittiğim vakit yanımda getirdiğim 170.000 TL. civarındaki parayı malzeme alması için MİHRAÇ’a vermiştim. MİHRAÇ orada kaldığım 4-5 gün içinde 400 adet civarında dinamit lokumu, tahminen 150 adet civarında elektrikli ve normal funye, 10 kutu 7,65mm. Çapında mermi, 8-9 kutu 60 lık 9 mm. lik uzun mermi, 2 adet Kalaşinkov marka tüfek, tahminen 200 adet civarında Kalaşinkov mermisi temin ederek bana teslim etmişti. Ayrıca tahminen 10 adet “Sosyal-Emperyalizm” (iki kelime çizildi) “SOVYET SOSYAL EMPERYALİZM TEZLERİNİN SAÇMALIĞI” başlıklı 212 sahifelik ve HALKIN DEVRİMCİ ÖNCÜLERİ imzasını taşıyan broşürü vermişti. Bütün bu malzemeleri 2 bavul ve bir el çantasına koyarak yukarıda da söylediğim gibi BEN, ALİ ve NEBİL ile birlikte İstanbul’a getirdim… 1 Mayıs hadiselerinde İnterkontinental Otelinden ateş edildiğine dair gazetelerde çıkan haberleri okumuştum. Bu sebepten eylem hedefi olarak İnterkontinental’i seçtim. Eylem şekli olarak ta bu otelin kurşunlanmasına karar verdim. Eylem kadrosu olarak şoför MUSTAFA, NEBİL, MUHARREM’i seçtim ve kendilerine böyle bir eylemi gerçekleştireceğimizi söyledim… saat 22.00 civarında eylemi yukarıda saydığım kadro gerçekleştirdi. Eylem planı şu…şekildeydi; Araba Bosfor Turizminin bulunduğu caddede bulunacak, MUHARREM ve NEBİL eylem günü kendilerine verdiğim iki adet kalaşinkov ve 4 adet dolu şarjörle İnönü Gezisinin Taksim tarafına bakan yüzündeki parmaklıkların hemin arkasında yer alan fundalıklar içinde otele ateş edeceklerdi. Eylem planlandığımız şekilde gerçekleştirildi, ben hadiseden sonra Taksim’e gittim, Taksim’e vardığım zaman saat 22,30 civarıydı, otelde fazla anormal bir durum göremedim. Buradan eve döndüm, ertesi gün gazetelerde otelin kurşunlanma olayını okudum. Sonra cihangir’deki eve giderek silah ve şarjörleri aldım, NEBİL ve MUHARREM eylem gecesi adam başına birer şarjörden biraz fazla mermiyi otele sıkmışlardı.” ( Engin Erkiner’in polis ifadesi s:10-11)

“ Bundan sonra yeni bir eylem gerçekleştirmek suretiyle para temin etmeyi düşündüm. ALİ, MUHARREM, NEBİL’i yanıma alarak Yusufpaşa Ak Bank’ı kontrol ettik, ancak orada gördüğümüz şahıslardan şüphelendik, bunların polis olabileceğini düşündük ve bu yüzden bu bankayı soymaktan vazgeçtik. Bu banka yerine Harbiye Ak Bank şubesini seçtik. Soygun planını şu şekilde yapmıştık; şoför MUSTAFA yukarıda da bahsettiğim gibi İnterkontinental eylemine katılan ve bu eylem için yeniden plakası değiştirilen beyaz renkli Reno ile Rayoevinin yanındaki sokakta istikameti Spor ve Sergi Sarayına doğru duracaktı. Eylemi BEN, NEBİL, ALİ, İBRAHİM YALÇIN gerçekleştirecektik. 18 Ağustos gecesi ben Cihangir’deki evde kaldım ve soygunun son planları üzerinde tartıştık, ertesi sabah saat 08,30 civarında topluca evden çıkarak Reno’ya bindik ve Spor Sergi Sarayına giden ve Rayo evinin yanında bulunan caddenin köşesinde arabadan indik. MUSTAFA DA arabayı caddenin içine çekerek arabada kaldı. Biz topluca bankaya girdik. Banka içinde şu şekilde ( daha önce yapılan plan çerçevesinde) yer aldı. İBRAHİM YALÇIN elinde 7,65 mm. çapında bir tabanca idi kapıyı tuttu. ALİ SÖNMEZ ceketinin içene sakladığı Fransız yapısı otomatik tabancayı ceketinin içinden çıkartarak vezne gitti. Yanlış oldu ALİ elinde 14 lü tabanca ile vezneye gitti ve vezneden paraları aldı. NEBİL ceketinin altına sakladığı Fransız yapısı otomatiği çıkartarak ortalığı kontrol etti, NEBİL’e yardımcı olarak ben de elimde 7,65 mm. tabanca ile etrafı kontrol ettim. ALİ paraları aldıktan sonra elindeki naylon torbaya koydu.”( Engin Erkiner’in polis ifadesi s: 11-12)

“SORULDU: TÜRKİYE DEVRİMİNİN ACİL SORUNLARI ve ya HALKIN DEVRİMCİ ÖNCÜLERİ’nin Türkiye çapında faaliyet gösteren ve benim tanıdığım kişileri görevleri ile birlikte şu şekilde sıralayabiliriz.

MİHRAÇ : Orta boylu,165-170 boyunda, esmer, siyah saçlı, Güney Bölge sorumlusu.
HAKKI: Uzun boylu,175 boyunda, zayıf, beyaz tenli,kısa saçlı. Ankara Bölge Sorumlusu. Üst komite üyesi, ( Bu isim takma addır)
EŞBER (BİNBAŞI), (Takma isim): 175 boyunda, zayıf,hafif sarışın. İzmir Bölge sorumlusu.
MİHRAÇ, HAKKI, EŞBER üst komite üyeleridir.
İSTANBUL:
CEMİL ORKUNOĞLU: HAS-İŞ ve TÜM-DER de
örgütsel çalışmayla ilgili görevlidir.
HİLAL ORKUNOĞLU (GÖKER): TÖB-DER’de örgütsel çalışmayla ilgili görevlidir.
BELMA GÜRDİL: Boğaziçi üniversitesinde örgütsel çalışmayla ilgili görevlidir.
ALİŞAN ÖZDEMİR: Sempatizan durumundadır.
BENGÜ: (Soyadını bilmiyorum) Sempatizan durumundadır.
İMAM KILIÇ: Sempatizan durumundadır.
ALİ SÖNMEZ : Örgütün eylem kadrosunda yer alır (takma ismi ZEKİ)
NEBİL: (Soyadını bilmiyorum), örgütün eylem kadrosundadır.
MUHARREM : (Soyadını bilmiyorum) örgütün eylem kadrosundadır.
MUSTAFA: (Soyadını bilmiyorum) Bütün eylem kadrosunda yer alır.
İBRAHİM YALÇIN: örgütün eylem kadrosundadır.
ALİ YILDIRIM: Sempatizan durumundadır.
HAYDAR YILMAZ: örgütün eylem kadrosundadır. ( takma ismi AHMET’tir)
NEBİL’in takma ismi SABRİ, MUHARREM’in takma ismi SİNAN’dır.
FİLİZ: (Soyadını bilmiyorum) Sempatizan durumundadır.
ATAKAN SAKARYA: Sempatizan durumundadır.
ERCÜMENT: ( Soyadını bilmiyorum) Sempatizan durumundadır.
ORHAN: (Soyadını bilmiyorum) sempatizan durumundadır.
ZUHAL: (Soyadını bilmiyorum) sempatizan durumundadır.
MEHMET ÇELİKEL: Seviyesi sempatizanlığın biraz ilerisi ve HAS-İŞ’te çalışır.
CUMALİ ÇAKMAKLI: Sempatizan durumundadır.
NAİM İME: TÜM-DER’de faaliyet göstermekte olup ACİL’e yaklaşmak durumundadır…” (Engin Erkiner’in polis ifadesi, s: 15-16)

Bu ifadeyle birlikte İtirafçı Engin Erkiner’in Nebil yoldaşı polise ilk ve tek teslim eden kişi olmasına rağmen, yoldaşın mütevazi isminden nemalanmak için kendisi ve MİT’e satılmış ortağının yaptıkları çirkinlikleri lanetliyor bunlara sesiz kalanları da ayıplıyorum

Hiç yorum yok: