28 Eylül 2010 Salı
CEMAATİN RÖVANŞI (HANEFİ AVCI ve ŞEYTANİ PUSU)
Mihrac Ural
28 Eylül 2010
Beklenen Oldu. Hanefi Avcı, “Devrimci bir örgütle ilişkilendirilerek” tutuklandı. Bu kadarını da beklemiyorduk diye düşünen varsa, Cemaat’i bilmiyorlar demektir. Benim açımdan son makalelerimde açıkça yazdığım gibi Cemaatten her şey beklenir ve olur. Burası Türkiye…
Hanefi Avcı’nın başına örülmesi beklenen çorap örülüp giydirildi; şu saatlerde tutuklu olarak havaalanında İstanbul’a doğru kalkacak uçağın gelişini bekliyor. NTV’den Ruşen Çakır’ı telefonla arayarak, konuya ilişkin görüşlerini aktardı.
Hanefi Avcı, yazdığı “Haliç’te Yaşayan Simonlar” adli kitabında, ayrıntılarıyla anlatmaya çalıştığı Fethullah Gülen Cemaatinin yasadışı faaliyetlerini sergilenmekte ve bir cürüm örgütü olduğunu açığa vuruyordu. Kitabın ortaya koyduğu bilgiler, yazılmayanların çok daha korkunç olduğa işaret ediyordu.
Birden çok makalede bu konuları işledim (bkz. http://mirural.blogspot.com/ Hanefi Avcı makaleleri) Cemaat, “imam” denilen yöneticilerle ülkenin ve devletin her köşesine sızmış bir ahtapot gibidir.
Cemaat şebekeleşmiş bir kolonidir. Genişlemekten çok, dar kadro sistemiyle, her kurumu ele geçirip yönetme eğilimi içindedir. Rastgele bir genişleme onu zayıflatacağı gibi, bölünmesine, çok sesli olmasına da yol açar. Bunun için “gizemli” kalması gerek; gizem örtüsü altında her türden çirkin amacını yürütebilir.
Cemaat İslam’ın temel argümanı olan ümmetçilikle de alakalı değildir. O milliyetçi muhafazakardır. Amacı, kurucusu ve liderleri Fethullah Gülen’in hem tarih seyri içindeki konumu hem de ilişkileri açısından ABD çıkarlarıyla uyumlaşmış ırkçı-milliyetçiliktir (5 kıta 120 ülkede faaliyet gösteriyorlar).
İslam, Cemaat şebekesi için bir araçtır, milli egemenlik ve bu egemenliğin maddi çıkarları, kültürel yayılma amaçları için bir araçtır; İslam’ın olmadığı Vietnam’da, Rus steplerinde Sibirya’da, Orta Afrika’da yayılması bunun önemli bir göstergesidir. Cemaat’in bu yöndeki atağının, 1990’lı yıllara birlikte, Sovyet sisteminin çökmesi ardından Türki Cumhuriyetlerin kucaklanması amacıyla yapıldığı ve bu adımın CİA programlı bir şekilde tanzim edildiği bilinmektedir.
Cemaat, bölgemizde ABD-İsrail çıkarlarıyla yakından ilgilidir. İsrail’in bir türlü eklemleşemediği bölgemizde kendini bir orijinal unsur yapma çabasının teorisi olan “Ortadoğululuk” tezinin desteklenmesine sunulmuş bir çabayı da içeriyor.
Cemaatin bu çabası, kendini “Yeni-Osmanlıcılık” olarak tecelli etmiştir. Bu Yeni-Osmanlıcılık, İslam ümmetçiliğinden arındırılmış, farklı İslam etnik topluluğu tek boyutlu millet egemenliği altına sokma çabasıdır. Arapların bu yolla dizginlenebileceğine inanan Cemaat, İsrail’e karşı oluşan büyük Arap halk öfkesini sindirme ve yönünün bulanıklaştırma çabası içindedir. Erdoğan’ aptal müsteşarlarının giydirmek istediği Nasır’cılık ise doğmadan iflas etmiştir.
Fethulla Gülen bu konuya çok net olarak, CNN Türk TV’den 5N Bir K Programı yapımcısı Cüneyt Özdemir’le “Pensilvanya’da Fethullah Gülenle Bir Gün” başlığı altında verilen röportajda dile getirmiştir; “Gülen'e gore yaşadığımız çağda dünyada Osmanlı ruhunu canlandırmanın en doğru yolu 'eğitim' ve 'kültürel değerler' (http://tr.fgulen.com/content/view/18615/12/ )
Aynı röportajda Filistinlilere yardım için giden Mavi Marmara gemisi ve olaylar hakkında söyledikleri ise oldukça anlamlıdır. “Fethullah Gülen Mavi Marmara'da pek çok gönüllünün sürekli tekrar ettiği "şehit olmaya gidiyoruz" retoriğine şiddetle karşı çıkıyor. Böylesine bir şeyin şehitlik bile kabul edilemeyeceğini söylüyor. (http://tr.fgulen.com/content/view/18615/12/ )
İsrail, Fethullah Gülen için, hiçbir İslamcıda olmayan ölçekti önemli bir figür. TV’lerin ünlü“Kurtlar Vadisi”’inde aşırı İsrail karşıtlığı var sayılarak alternatif bir dizi çekimi yapılmış ve Samanyolu TV’de “Tek Türkiye” adı altında yayına sokulmuştur; bu dizide ayrıca Kürt özgürlük hareketine karşı düşmanlık açıkça işlenmiştir. Bütün bu algılar ABD-İsrail eksenindeki var oluşa bir işaret olarak gündeme gelmektedir.
Buna ABD ve İsrail’in güçleriyle ilgili kanaatlerini de kattığımızda Cemaatin algısın anlamak zor olmayacaktır. “ABD ve İsrail'in küresel ve bölgesel gücünü ise önemsiyor… tartışılmaz bir askeri üstünlüğünün olduğunu vurguluyor. ABD'nin çeşitli ülkelerdeki donanmasının gücünden örnekler veriyor. (http://tr.fgulen.com/content/view/18615/12/ )
Cemiyetin dünyaya bakışı budur. Ülke içinde ise bir başka kumpastır.
Cemiyet Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairse Başkanlığını ele geçirmiştir. Bu “Şube” ülkemizde tanık olduğumuz tüm kirli işlerin, video, ses bandı, fotoğraf gibi yasadışı yollarla kişileri, kurumları teşhir etmek, yıpratmak, şantaj ve tehditle teslim olmalarını sağlamak için işlev gören bir şebeke karargahıdır. Hanefi Avcı, içlerinden biri olarak da bunu böyle dile getiriyor “İstihbarat dairesinde cemaatin özel cihazları, elde ettikleri her türlü kanunsuz dinleme materyalleri mevcuttur, bunlar neden aranmaz?” (Hanefi Avcı, “Haliç’te Yaşayan Simonlar” s: 542)
Hanefi Avcı devamla şunları söylüyor; “ Aslında herkes biliyor ama kimse dinlendirmiyor. Ben bu kitapla birlikte açıkça ifade ediyorum ki tüm bu işleri cemaat yapıyor, bunu artık herkes bilsin…” (Age. s:571 ve devamı) Avcı bu satırların devamında ayrıntılı olarak, devletin her kurum ve alanında cemaatin nasıl hüküm sürdüğünü açıklıyor.
Devamla da; “ devlet içinde devlet kurmaya kalkmak akılla izah edilemez. Bu devletin polisi, askeri, medyası oluşturulmak istenen bu sistem içerisinde çalıştırılamaz, bugün yapıldığı gibi cemaatin hedefleri uğruna hukuksuzluklar, komplo, şantaj ve iftira yöntemleri ile çalıştırılırsa da gelecekte bu ülke herkes için adeta bir cehenneme dönüşür “ (Age. s:572) diyerek anlamlı göndermeler yapmıştır. Özetle de; “ gerekirse hukuku ihlal ederek, gerekirse sahte delillerle savaşta her şey mubahtır anlayışı ile her türlü hileye başvurarak hedeflerine ulaşmaya çalışıyorlar” (Age. s;576)
“Ergenekon’un paşaları ne ise Cemaatin imamları da odur” derken yaptığım benzetmede, imamların rolünü küçümsediğimi anladım. İmamlar, Cemaat için, çoğaltılmış birer Gobels’tir (Hitlerin propaganda bakanı); Tanrı rahmeti, insan ahlakı, aile mahremiyeti gibi hiç bir değeri taşmayan bu şebeke, referandumda Liderleri Fethullah Gülen adlı din bezirganı bir müptezelin “AKP’ye destek için, EVET demek için, ölüleri bile diriltirseniz, onu da yapın” dediği gibi ne demokrasi ne de bir ahlak kuralına bağlıdır; amaç için her türden araç mubahtır.
Cemiyetin Kürt düşmanlığı ayrı bir konudur. Bu yöndeki ırkçılık yakın gelecekte siyasal gündemin birinci maddesi olacaktır. Bu günden bunun tüm belirtimleri ortaya çıkmıştır. Ayrı röportajda Cüneyt Özdemir’in dile getirdikleri bu açıdan çok anlamlıdır; “Daha önce Emniyet İstihbarat'da Önemli İşler Dairesi kitabımı yayına hazırlarken görüştüğüm kimi emniyetçilerin görüşlerinin nerede ise birebir aynını benzer kelimelerle tekrar ediyor. Bölgede kürtçe bilen imamlar, polisler, bürokratların olması ve bu insanların bölge halkını kucaklamasından yana. Benim anladığım kadarı ile Gülen'in Güneydoğu için kafasından geçen bir demokratik açılımdan çok bürokratik açılım. (http://tr.fgulen.com/content/view/18615/12/ )
Cemiyetin bu algısı, iç savaşı kimin kışkırttığını, süren kirli savaşın devamında kimin ısrarcı olduğunu, anadil eğitimine karşı duranların kimler olduğunu, din adı altında dinsizlik olan tek boyutlu milliyetçiliği kimin dayattığını, dinin istismarı yapılarak imamların nasıl kullanıldığını yeterince açık göstermektedir.
Cemiyet son dönemin tüm siyasal çalkantılarında parmak sahibidir. Baykal’ın videosu dahil benzer onlarca yasa dışı yolma insanlar mevkilerinden, çevrelerinden ıskat edilmiştir. Bu oyunun son perdesinde bizlerde payımıza düşeni aldık; Şahsım ve örgütümüz hakkında “Kaos İçin Alevilere Suikast” başlığı altında yandaş medya aracılığıyla kamuoyunun kafasını bulandırmak üzeri haberler servis edilmiştir. Kaynak Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığıdır.
Bu uydurma haber, tarafımdan basın açıklamalarıyla yalanlanmış, ailem tarafından da dava edilerek konu yargıya taşınmıştır. “AKP’nin derin devleti mahkemelik oldu başlığı altında yazdığım yazıda da bu olayı etraflıca irdelemeye çalıştım. Bu yazımın konusuyla ilgili bir başka önemli noktaya dikkat çekeceğim. O da, yalan haber servisi yapılırken. Komşu ülkeler arısı ilişkilerin bilinçlice tahribine yönelik ifadelerin kullanılmasıdır; bu yalan haberlerde, altı çizilerek benim Suriye’de olduğum iddiası yapılmıştır. Türkiye Suriye arasında gelişen iyi ilişkilerin bulanıklaştırılma çabasına işaret eden bu yalan haberler, Cemaatin ırkçı-milliyetçi bilinç altının bu tür senaryolarda nasıl işletildiğine önemli bir göstergedir. Ancak bu yalan haberler, bunun da ötesinde anlamlar taşıyor. Türkiye –Suriye ilişkilerinin İsrail’e verdiği huzursuzluk, cemaatin refleksleriyle bu şekilde işlendiğini söylemek abartılı olmayacaktır. “Kaos” da tas tamam budur.
Suriye’nin dile dolandırılmasının bir başka anlamı ve okurların dikkatinden kaçan yanları olduğunu ifade edeceğim. O da MİT ajanı kimi kuklaların, 3 yıldır aralıksız yaptıkları ihbarlarla olgunlaştırılmak istenen bir karanlık sürece işaret etmektedir. Bu kuklalardan biri “bekleyin göreceğiniz var” yünlü ihtarları ile İçişleri Bakanı ve MİT müsteşarının orta-doğada ıraktan sonra Suriye’ye geleceği ve elinde bir dizi dosyanın olduğu noktasıyla önemli bir kesişme içindedir. Demek ki MİT ajanı kişinin bir bildiği var. Bunu da önümüzdeki haftalarda görmek zor olmayacaktır. İki ülke ilişkisini ABD ve İsrail çıkarları yönünde provoke etmek isteyen ırkçı-milliyetçi Cemaat bu konuda da akıl almaz şeytanı senaryoları kurguladığını, kuklalarından aldığı yalan bilgilerle de olgunlaştırdığını görmek güç değildir.
Emn. Gen. Mdr. İstihbarat Dairesi Başkanlığı, ülke emniyet teşkilatının en korunaklı, en dokunulmaz ve en şeytani kurumudur. Tüm oyunlar, tüm tezgahlar bu kurum içinde organize edilerek, piyasaya sürülür. Cemaat, bu kurum içinde en kritik işleri yapar.
Cemaat, Ordu içinde, YÖK içinde, Yargı içinde ve devletin her köşesinde, kendisi ya da yarattığı gizemli atmosfer içinde, yörüngesine aldığı insanlarla, yarattığı korku etkisiyle işlerini aksatmadan yürütür. Başbakan bile “okyanuslar ötesinden” gelen desteğe gönderdiği selamın altında bu gerçek bulunmaktadır.
Referandumun AKP lehine sonuçlanmasıyla Cemaat büyük bir sükse yapmıştır. Öne çıkmıştır. Artık etkin olmadığı alanlarda bile etkin olma süreci başlamıştır. Cemaat, sivil diktatörlüğü Erdoğan adıyla ikame etmeyi denenecektir; tanrı yukarıda işleri peygamber yürütecektir. Vebal da, aksaklıklar da hep peygamberin başına yıkılacaktır.
Yakın dönemin diktatörlüğü Cemaatin diktatörlüğüdür. İsimler birer araçtır; bu nedenle Cemaat bir siyasi partiye dönüşmez, şeffaflıktın hoşlanmaz, hep arada kalır, herkese mavi boncuk dağıtır ya da tehditle istediği amaca ulaşır. Yasadışı şebekelerin tarihi bu yöntemle çalıştıklarını gösteriyor. Cemaatte bir yasadışı şebeke olarak, imamları aracılığıyla arada görünüp, kendi bağımsızlığını korumakta ve siyasal alanda güç ihtiyaç duyanlara, belli bedeller karşılığı bu gücü ödünç vermektedir.
Özetle cemaat budur. Bu cürüm şebekesinin ne Allah’ı ne imanı, ne de insanlığı vardır. Amaç için her araç mubahtır. Hanefi Avcı bu şebekenin kumpasına düşmüştür. Avcı’nın tutuklanışı karanlık güçlerin it dalaşıdır, birbirlerini yeme yarışıdır.
Cemaat, şeytanın aklına gelmeyecek bir suçlamayla Hanefi Avcı’yı vurdu; Savcılık soruxşturması sonucunda mahkemeye çıkarılan Avcı, Devrimci Karargah Örgütü’ne “yardım ve yataklık yapmaktan” suçlanarak tutukladı (Haber saat 21:00. 28 Eylül 2010. Yazıya yeni not olarak ek. Bn.)
Avcı bunun böyle olacağını tahmin etmişti. Kitabında bu günü işaret eden sözleri şöyledir .” Bu kitabın ikinci bölümüne yazdıklarımın ne manaya geldiğini çok az insan bilir. Bunların hayatımı bundan sonra zehir, zindan edeceğini biliyorum, geçmişte bir çok örgütün hedefi oldum. Ama bu defaki başka bir şey olduğunun farkındayım.” (Age. s:569)
Evet, Hanefi Avcı bugünün mağduru. Geçmişte mağdur ettiği insanların durumuna düştü. Gerçeği bu konumda daha iyi anlayacaktır; farklı da olsa, .buna Stokholm Sendromu diyebiliriz.
Kırk akıllı bir araya gelse de böylesi bir şeytani düzenek kurulamazdı. Böyle bir suçlama öncelikle Devrimci Karargah Örgütü’nce kayıtsız şartsız ret edileceği açıktır. Bu eli kanlı emniyetçiyle devrimcilerin bir savaşı vardı ilişkisi değil. Tutuklanmasına konu olan, kitabındaki bilgiler ise, herkesin bildiği, devrimcilerin her zaman üzerinde durdukları gerçeklerdi; takip edilmek ve buna karşı önlem almak devrimciliğin alfabesidir. Ama cemiyet için bunun hiç önemi yok, eski yandaşlarını kirletmek ve katlatmak için tüm araçlar devreye girmiştir, “ölüler bile ayağa kaldırılacaktır”.
Cemaatin emniyet ve yargı imamları bu uyduruk ithamı yapmakla karizmalarını çizdirmiş oldu. Önce herkes sindirilmiş gibi görünse de bu birikim bir yerde patlak verecektir.
Hanefi Avcı, kitabında örtülü de olsa kendini anlatırken ele verdiği gibi Türkiye siyasal tarihinin son çeyrek asrında istihbarat, kıyım, Operasyon ve zalimliğin an acımasızlarına imza atmış bir emniyet elemanıdır. İstihbarat daireleri başkanlığından, emniyet müdürlüğünde, her alanda bu kıyım sürecinin başında olan biridir. En büyük hedefi Kürt özgürlük hareketini ve devrimcileri kırmaktır; bu alanda akıl almaz işler yaptığını, tüyler ürperten ahlaksız yöntemlere baş vurduğunu göstermektedir. 1979 Acilciler operasyonunda Recep Güregen ve Hüseyin Gürgen yoldaşların kurşuna dizilmesinden Öğretmen Ali Uygur’un işkence altında öldürülmesine. Diyarbakır’da İstihbarat Şubesi Başkanlığındaki eli kanlı kıyımlara, Devrimci-Sol’cu bir kanat lideri Bedri Yağan ve arkadaşlarının esir alınması yerine (Devrimci Silahlı birlikler üyesi 22 kişi esir alınmasına karşın),palanlı bir şekilde kaldıkları evde öldürülmesine ve ondan sonra her alanda halka karşı işlediği cürümler.
Ancak Hanefi Avcı’nın Cemaat tezgahıyla tutuklanmasının daha ötelerde bir anlamı var.
O da halka karşı yönelecek tehlikedir. Siyasete böylesine yasadışı yollarla sızanların devleti, medyayı, ekonomik ve siyasi etkinlikleri, orduyu yargıyı halka karşı en acımasız tarzda kullanacağını ele vermektedir. Siyasetin kimyasını bozma çabası olan Cemaat çabaları, ülkemizin en önemli sorunlarında oynadığı milliyetçilikle kanlı bir iç savaşa sürüklenmemizin nedeni olacak gibidir.
Cemaatle sorunumuz burada başlıyor.
Hanefi Avcı olayını bu denklem içinde ele almak gerekiyor.
Sivil diktatörlüğe yönelen Erdoğan’nın derin devleti Cemaat’tir. Derken bu tehlikeye işaret ediyoruz.
Engel gördükleri herkesi, tasfiye etmek için şeytanın aklına bile gelmeyecek yöntemler kullananların bir vicdan muhasebesine, bir ahlak ilkesine bağlı olmaları düşünülemez. Böylesi bir yerde sadece orman kanunları yürür.
28 Eylül 2010
Beklenen Oldu. Hanefi Avcı, “Devrimci bir örgütle ilişkilendirilerek” tutuklandı. Bu kadarını da beklemiyorduk diye düşünen varsa, Cemaat’i bilmiyorlar demektir. Benim açımdan son makalelerimde açıkça yazdığım gibi Cemaatten her şey beklenir ve olur. Burası Türkiye…
Hanefi Avcı’nın başına örülmesi beklenen çorap örülüp giydirildi; şu saatlerde tutuklu olarak havaalanında İstanbul’a doğru kalkacak uçağın gelişini bekliyor. NTV’den Ruşen Çakır’ı telefonla arayarak, konuya ilişkin görüşlerini aktardı.
Hanefi Avcı, yazdığı “Haliç’te Yaşayan Simonlar” adli kitabında, ayrıntılarıyla anlatmaya çalıştığı Fethullah Gülen Cemaatinin yasadışı faaliyetlerini sergilenmekte ve bir cürüm örgütü olduğunu açığa vuruyordu. Kitabın ortaya koyduğu bilgiler, yazılmayanların çok daha korkunç olduğa işaret ediyordu.
Birden çok makalede bu konuları işledim (bkz. http://mirural.blogspot.com/ Hanefi Avcı makaleleri) Cemaat, “imam” denilen yöneticilerle ülkenin ve devletin her köşesine sızmış bir ahtapot gibidir.
Cemaat şebekeleşmiş bir kolonidir. Genişlemekten çok, dar kadro sistemiyle, her kurumu ele geçirip yönetme eğilimi içindedir. Rastgele bir genişleme onu zayıflatacağı gibi, bölünmesine, çok sesli olmasına da yol açar. Bunun için “gizemli” kalması gerek; gizem örtüsü altında her türden çirkin amacını yürütebilir.
Cemaat İslam’ın temel argümanı olan ümmetçilikle de alakalı değildir. O milliyetçi muhafazakardır. Amacı, kurucusu ve liderleri Fethullah Gülen’in hem tarih seyri içindeki konumu hem de ilişkileri açısından ABD çıkarlarıyla uyumlaşmış ırkçı-milliyetçiliktir (5 kıta 120 ülkede faaliyet gösteriyorlar).
İslam, Cemaat şebekesi için bir araçtır, milli egemenlik ve bu egemenliğin maddi çıkarları, kültürel yayılma amaçları için bir araçtır; İslam’ın olmadığı Vietnam’da, Rus steplerinde Sibirya’da, Orta Afrika’da yayılması bunun önemli bir göstergesidir. Cemaat’in bu yöndeki atağının, 1990’lı yıllara birlikte, Sovyet sisteminin çökmesi ardından Türki Cumhuriyetlerin kucaklanması amacıyla yapıldığı ve bu adımın CİA programlı bir şekilde tanzim edildiği bilinmektedir.
Cemaat, bölgemizde ABD-İsrail çıkarlarıyla yakından ilgilidir. İsrail’in bir türlü eklemleşemediği bölgemizde kendini bir orijinal unsur yapma çabasının teorisi olan “Ortadoğululuk” tezinin desteklenmesine sunulmuş bir çabayı da içeriyor.
Cemaatin bu çabası, kendini “Yeni-Osmanlıcılık” olarak tecelli etmiştir. Bu Yeni-Osmanlıcılık, İslam ümmetçiliğinden arındırılmış, farklı İslam etnik topluluğu tek boyutlu millet egemenliği altına sokma çabasıdır. Arapların bu yolla dizginlenebileceğine inanan Cemaat, İsrail’e karşı oluşan büyük Arap halk öfkesini sindirme ve yönünün bulanıklaştırma çabası içindedir. Erdoğan’ aptal müsteşarlarının giydirmek istediği Nasır’cılık ise doğmadan iflas etmiştir.
Fethulla Gülen bu konuya çok net olarak, CNN Türk TV’den 5N Bir K Programı yapımcısı Cüneyt Özdemir’le “Pensilvanya’da Fethullah Gülenle Bir Gün” başlığı altında verilen röportajda dile getirmiştir; “Gülen'e gore yaşadığımız çağda dünyada Osmanlı ruhunu canlandırmanın en doğru yolu 'eğitim' ve 'kültürel değerler' (http://tr.fgulen.com/content/view/18615/12/ )
Aynı röportajda Filistinlilere yardım için giden Mavi Marmara gemisi ve olaylar hakkında söyledikleri ise oldukça anlamlıdır. “Fethullah Gülen Mavi Marmara'da pek çok gönüllünün sürekli tekrar ettiği "şehit olmaya gidiyoruz" retoriğine şiddetle karşı çıkıyor. Böylesine bir şeyin şehitlik bile kabul edilemeyeceğini söylüyor. (http://tr.fgulen.com/content/view/18615/12/ )
İsrail, Fethullah Gülen için, hiçbir İslamcıda olmayan ölçekti önemli bir figür. TV’lerin ünlü“Kurtlar Vadisi”’inde aşırı İsrail karşıtlığı var sayılarak alternatif bir dizi çekimi yapılmış ve Samanyolu TV’de “Tek Türkiye” adı altında yayına sokulmuştur; bu dizide ayrıca Kürt özgürlük hareketine karşı düşmanlık açıkça işlenmiştir. Bütün bu algılar ABD-İsrail eksenindeki var oluşa bir işaret olarak gündeme gelmektedir.
Buna ABD ve İsrail’in güçleriyle ilgili kanaatlerini de kattığımızda Cemaatin algısın anlamak zor olmayacaktır. “ABD ve İsrail'in küresel ve bölgesel gücünü ise önemsiyor… tartışılmaz bir askeri üstünlüğünün olduğunu vurguluyor. ABD'nin çeşitli ülkelerdeki donanmasının gücünden örnekler veriyor. (http://tr.fgulen.com/content/view/18615/12/ )
Cemiyetin dünyaya bakışı budur. Ülke içinde ise bir başka kumpastır.
Cemiyet Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairse Başkanlığını ele geçirmiştir. Bu “Şube” ülkemizde tanık olduğumuz tüm kirli işlerin, video, ses bandı, fotoğraf gibi yasadışı yollarla kişileri, kurumları teşhir etmek, yıpratmak, şantaj ve tehditle teslim olmalarını sağlamak için işlev gören bir şebeke karargahıdır. Hanefi Avcı, içlerinden biri olarak da bunu böyle dile getiriyor “İstihbarat dairesinde cemaatin özel cihazları, elde ettikleri her türlü kanunsuz dinleme materyalleri mevcuttur, bunlar neden aranmaz?” (Hanefi Avcı, “Haliç’te Yaşayan Simonlar” s: 542)
Hanefi Avcı devamla şunları söylüyor; “ Aslında herkes biliyor ama kimse dinlendirmiyor. Ben bu kitapla birlikte açıkça ifade ediyorum ki tüm bu işleri cemaat yapıyor, bunu artık herkes bilsin…” (Age. s:571 ve devamı) Avcı bu satırların devamında ayrıntılı olarak, devletin her kurum ve alanında cemaatin nasıl hüküm sürdüğünü açıklıyor.
Devamla da; “ devlet içinde devlet kurmaya kalkmak akılla izah edilemez. Bu devletin polisi, askeri, medyası oluşturulmak istenen bu sistem içerisinde çalıştırılamaz, bugün yapıldığı gibi cemaatin hedefleri uğruna hukuksuzluklar, komplo, şantaj ve iftira yöntemleri ile çalıştırılırsa da gelecekte bu ülke herkes için adeta bir cehenneme dönüşür “ (Age. s:572) diyerek anlamlı göndermeler yapmıştır. Özetle de; “ gerekirse hukuku ihlal ederek, gerekirse sahte delillerle savaşta her şey mubahtır anlayışı ile her türlü hileye başvurarak hedeflerine ulaşmaya çalışıyorlar” (Age. s;576)
“Ergenekon’un paşaları ne ise Cemaatin imamları da odur” derken yaptığım benzetmede, imamların rolünü küçümsediğimi anladım. İmamlar, Cemaat için, çoğaltılmış birer Gobels’tir (Hitlerin propaganda bakanı); Tanrı rahmeti, insan ahlakı, aile mahremiyeti gibi hiç bir değeri taşmayan bu şebeke, referandumda Liderleri Fethullah Gülen adlı din bezirganı bir müptezelin “AKP’ye destek için, EVET demek için, ölüleri bile diriltirseniz, onu da yapın” dediği gibi ne demokrasi ne de bir ahlak kuralına bağlıdır; amaç için her türden araç mubahtır.
Cemiyetin Kürt düşmanlığı ayrı bir konudur. Bu yöndeki ırkçılık yakın gelecekte siyasal gündemin birinci maddesi olacaktır. Bu günden bunun tüm belirtimleri ortaya çıkmıştır. Ayrı röportajda Cüneyt Özdemir’in dile getirdikleri bu açıdan çok anlamlıdır; “Daha önce Emniyet İstihbarat'da Önemli İşler Dairesi kitabımı yayına hazırlarken görüştüğüm kimi emniyetçilerin görüşlerinin nerede ise birebir aynını benzer kelimelerle tekrar ediyor. Bölgede kürtçe bilen imamlar, polisler, bürokratların olması ve bu insanların bölge halkını kucaklamasından yana. Benim anladığım kadarı ile Gülen'in Güneydoğu için kafasından geçen bir demokratik açılımdan çok bürokratik açılım. (http://tr.fgulen.com/content/view/18615/12/ )
Cemiyetin bu algısı, iç savaşı kimin kışkırttığını, süren kirli savaşın devamında kimin ısrarcı olduğunu, anadil eğitimine karşı duranların kimler olduğunu, din adı altında dinsizlik olan tek boyutlu milliyetçiliği kimin dayattığını, dinin istismarı yapılarak imamların nasıl kullanıldığını yeterince açık göstermektedir.
Cemiyet son dönemin tüm siyasal çalkantılarında parmak sahibidir. Baykal’ın videosu dahil benzer onlarca yasa dışı yolma insanlar mevkilerinden, çevrelerinden ıskat edilmiştir. Bu oyunun son perdesinde bizlerde payımıza düşeni aldık; Şahsım ve örgütümüz hakkında “Kaos İçin Alevilere Suikast” başlığı altında yandaş medya aracılığıyla kamuoyunun kafasını bulandırmak üzeri haberler servis edilmiştir. Kaynak Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığıdır.
Bu uydurma haber, tarafımdan basın açıklamalarıyla yalanlanmış, ailem tarafından da dava edilerek konu yargıya taşınmıştır. “AKP’nin derin devleti mahkemelik oldu başlığı altında yazdığım yazıda da bu olayı etraflıca irdelemeye çalıştım. Bu yazımın konusuyla ilgili bir başka önemli noktaya dikkat çekeceğim. O da, yalan haber servisi yapılırken. Komşu ülkeler arısı ilişkilerin bilinçlice tahribine yönelik ifadelerin kullanılmasıdır; bu yalan haberlerde, altı çizilerek benim Suriye’de olduğum iddiası yapılmıştır. Türkiye Suriye arasında gelişen iyi ilişkilerin bulanıklaştırılma çabasına işaret eden bu yalan haberler, Cemaatin ırkçı-milliyetçi bilinç altının bu tür senaryolarda nasıl işletildiğine önemli bir göstergedir. Ancak bu yalan haberler, bunun da ötesinde anlamlar taşıyor. Türkiye –Suriye ilişkilerinin İsrail’e verdiği huzursuzluk, cemaatin refleksleriyle bu şekilde işlendiğini söylemek abartılı olmayacaktır. “Kaos” da tas tamam budur.
Suriye’nin dile dolandırılmasının bir başka anlamı ve okurların dikkatinden kaçan yanları olduğunu ifade edeceğim. O da MİT ajanı kimi kuklaların, 3 yıldır aralıksız yaptıkları ihbarlarla olgunlaştırılmak istenen bir karanlık sürece işaret etmektedir. Bu kuklalardan biri “bekleyin göreceğiniz var” yünlü ihtarları ile İçişleri Bakanı ve MİT müsteşarının orta-doğada ıraktan sonra Suriye’ye geleceği ve elinde bir dizi dosyanın olduğu noktasıyla önemli bir kesişme içindedir. Demek ki MİT ajanı kişinin bir bildiği var. Bunu da önümüzdeki haftalarda görmek zor olmayacaktır. İki ülke ilişkisini ABD ve İsrail çıkarları yönünde provoke etmek isteyen ırkçı-milliyetçi Cemaat bu konuda da akıl almaz şeytanı senaryoları kurguladığını, kuklalarından aldığı yalan bilgilerle de olgunlaştırdığını görmek güç değildir.
Emn. Gen. Mdr. İstihbarat Dairesi Başkanlığı, ülke emniyet teşkilatının en korunaklı, en dokunulmaz ve en şeytani kurumudur. Tüm oyunlar, tüm tezgahlar bu kurum içinde organize edilerek, piyasaya sürülür. Cemaat, bu kurum içinde en kritik işleri yapar.
Cemaat, Ordu içinde, YÖK içinde, Yargı içinde ve devletin her köşesinde, kendisi ya da yarattığı gizemli atmosfer içinde, yörüngesine aldığı insanlarla, yarattığı korku etkisiyle işlerini aksatmadan yürütür. Başbakan bile “okyanuslar ötesinden” gelen desteğe gönderdiği selamın altında bu gerçek bulunmaktadır.
Referandumun AKP lehine sonuçlanmasıyla Cemaat büyük bir sükse yapmıştır. Öne çıkmıştır. Artık etkin olmadığı alanlarda bile etkin olma süreci başlamıştır. Cemaat, sivil diktatörlüğü Erdoğan adıyla ikame etmeyi denenecektir; tanrı yukarıda işleri peygamber yürütecektir. Vebal da, aksaklıklar da hep peygamberin başına yıkılacaktır.
Yakın dönemin diktatörlüğü Cemaatin diktatörlüğüdür. İsimler birer araçtır; bu nedenle Cemaat bir siyasi partiye dönüşmez, şeffaflıktın hoşlanmaz, hep arada kalır, herkese mavi boncuk dağıtır ya da tehditle istediği amaca ulaşır. Yasadışı şebekelerin tarihi bu yöntemle çalıştıklarını gösteriyor. Cemaatte bir yasadışı şebeke olarak, imamları aracılığıyla arada görünüp, kendi bağımsızlığını korumakta ve siyasal alanda güç ihtiyaç duyanlara, belli bedeller karşılığı bu gücü ödünç vermektedir.
Özetle cemaat budur. Bu cürüm şebekesinin ne Allah’ı ne imanı, ne de insanlığı vardır. Amaç için her araç mubahtır. Hanefi Avcı bu şebekenin kumpasına düşmüştür. Avcı’nın tutuklanışı karanlık güçlerin it dalaşıdır, birbirlerini yeme yarışıdır.
Cemaat, şeytanın aklına gelmeyecek bir suçlamayla Hanefi Avcı’yı vurdu; Savcılık soruxşturması sonucunda mahkemeye çıkarılan Avcı, Devrimci Karargah Örgütü’ne “yardım ve yataklık yapmaktan” suçlanarak tutukladı (Haber saat 21:00. 28 Eylül 2010. Yazıya yeni not olarak ek. Bn.)
Avcı bunun böyle olacağını tahmin etmişti. Kitabında bu günü işaret eden sözleri şöyledir .” Bu kitabın ikinci bölümüne yazdıklarımın ne manaya geldiğini çok az insan bilir. Bunların hayatımı bundan sonra zehir, zindan edeceğini biliyorum, geçmişte bir çok örgütün hedefi oldum. Ama bu defaki başka bir şey olduğunun farkındayım.” (Age. s:569)
Evet, Hanefi Avcı bugünün mağduru. Geçmişte mağdur ettiği insanların durumuna düştü. Gerçeği bu konumda daha iyi anlayacaktır; farklı da olsa, .buna Stokholm Sendromu diyebiliriz.
Kırk akıllı bir araya gelse de böylesi bir şeytani düzenek kurulamazdı. Böyle bir suçlama öncelikle Devrimci Karargah Örgütü’nce kayıtsız şartsız ret edileceği açıktır. Bu eli kanlı emniyetçiyle devrimcilerin bir savaşı vardı ilişkisi değil. Tutuklanmasına konu olan, kitabındaki bilgiler ise, herkesin bildiği, devrimcilerin her zaman üzerinde durdukları gerçeklerdi; takip edilmek ve buna karşı önlem almak devrimciliğin alfabesidir. Ama cemiyet için bunun hiç önemi yok, eski yandaşlarını kirletmek ve katlatmak için tüm araçlar devreye girmiştir, “ölüler bile ayağa kaldırılacaktır”.
Cemaatin emniyet ve yargı imamları bu uyduruk ithamı yapmakla karizmalarını çizdirmiş oldu. Önce herkes sindirilmiş gibi görünse de bu birikim bir yerde patlak verecektir.
Hanefi Avcı, kitabında örtülü de olsa kendini anlatırken ele verdiği gibi Türkiye siyasal tarihinin son çeyrek asrında istihbarat, kıyım, Operasyon ve zalimliğin an acımasızlarına imza atmış bir emniyet elemanıdır. İstihbarat daireleri başkanlığından, emniyet müdürlüğünde, her alanda bu kıyım sürecinin başında olan biridir. En büyük hedefi Kürt özgürlük hareketini ve devrimcileri kırmaktır; bu alanda akıl almaz işler yaptığını, tüyler ürperten ahlaksız yöntemlere baş vurduğunu göstermektedir. 1979 Acilciler operasyonunda Recep Güregen ve Hüseyin Gürgen yoldaşların kurşuna dizilmesinden Öğretmen Ali Uygur’un işkence altında öldürülmesine. Diyarbakır’da İstihbarat Şubesi Başkanlığındaki eli kanlı kıyımlara, Devrimci-Sol’cu bir kanat lideri Bedri Yağan ve arkadaşlarının esir alınması yerine (Devrimci Silahlı birlikler üyesi 22 kişi esir alınmasına karşın),palanlı bir şekilde kaldıkları evde öldürülmesine ve ondan sonra her alanda halka karşı işlediği cürümler.
Ancak Hanefi Avcı’nın Cemaat tezgahıyla tutuklanmasının daha ötelerde bir anlamı var.
O da halka karşı yönelecek tehlikedir. Siyasete böylesine yasadışı yollarla sızanların devleti, medyayı, ekonomik ve siyasi etkinlikleri, orduyu yargıyı halka karşı en acımasız tarzda kullanacağını ele vermektedir. Siyasetin kimyasını bozma çabası olan Cemaat çabaları, ülkemizin en önemli sorunlarında oynadığı milliyetçilikle kanlı bir iç savaşa sürüklenmemizin nedeni olacak gibidir.
Cemaatle sorunumuz burada başlıyor.
Hanefi Avcı olayını bu denklem içinde ele almak gerekiyor.
Sivil diktatörlüğe yönelen Erdoğan’nın derin devleti Cemaat’tir. Derken bu tehlikeye işaret ediyoruz.
Engel gördükleri herkesi, tasfiye etmek için şeytanın aklına bile gelmeyecek yöntemler kullananların bir vicdan muhasebesine, bir ahlak ilkesine bağlı olmaları düşünülemez. Böylesi bir yerde sadece orman kanunları yürür.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder