HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

20 Eylül 2010 Pazartesi

ANADOLU CUMHURİYETİ

Mihrac Ural
19 Eylül 2010

Anadolu adına takılmadan, içerdiği birleştirici ve barışçıl amaca bakarak bu sorunla ilgili olalım.

Tüm veriler, haklı taleplerimizin er ya da geç bu cumhuriyetin Demokratik Özerklik seçenekleri içinde şekilleneceğini göstermektedir. Ya da bölüneme bir kader gibi gelip yerleşecektir.

Bölünmemek, barış içinde bir arada yaşamak, bir veba olan milliyetçiliğin ortak değerlerimizi tahrip etmesine karşı durmak, bu vebanın AKP’nin derin devleti “cemaat” eli ve İttihatçı aklıyla kazanılabilecek demokratik değerleri hepimizin başına yıkma çabasını engellemek için en kestirme yoldan bu Cumhuriyete akalım




On yıllar önce Anadoluluk bilinciyle ilgili belirlemeler yaptım. Bunun da ötesine geçerek, “Anadolu Halklar Kongresi” önerisi ortaya koydum. Bunu Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC 1982) toplantılarında da dile getirdim. Ülkemizin siyasal sorunlarından çıkışı için, böylesi bir kongrenin zorunlu bir durak olduğunu ifade ettim.

Bunlara Dostum Sayın A.Öcalan’la birlikte geçirdiğimiz 18 yıllık sürgün sürecinin her kesitinde uzun uzun sohbet ettik.

Daha önce yazdım, dünyanın hiçbir ulusal kurtuluş hareketi Kürt özgürlük hareketi kadar milliyetçilikten ve bölücülükten uzak olmamıştır. Bunun öncelikli nedeni Kürt özgürlük hareketi önderliğidir. Tanıdığım tüm PKK liderleri başta da Başkan Öcalan, milliyetçiliğe karşı tavır alan devrimci ve demokrat insanlardı; onlar da Kürt hareketinin geçmişi üzerinde oradan beslenerek bu güne gelmişlerdi. Bire bir yoğun ilişki içinde olduğum Cemil Bayık, Murat Karayılan ve diğerleriyle yaşadığımız ortak eylem ve siyasal sohbet ve toplantılarda istisnasız bu gerçeği gördüm.

Bu gün dünyanın en güçlü ulusal kurtuluş hareketlerinden birini örgütleyen bu insanların başarısını da milliyetçilikten uzak olmalarına bağlayacağım. Bundan dolayı da son 200 yıllık tarihinde insanlığın uğradığı en acımasız kıyımlara rağmen, ortak ülke söylemi etrafında barış içinde bir arada yaşama eğilimi içindeki Kürt halkının ve siyasi liderliğinin ortaya koyduğu önermeler farklılıklar adına birleştirici öneriler olmuştur. Kürt halkının provokasyonlara karşı direnmesi, iç savaşı engelleyen taraf olması, ateş kesleri tek taraflı ilen ederek barış için elini uzatmasının altında yatanda tas tamam budur.

Sayın Öcalan’la sohbetlerimizin ana teması, insan merkezli yaklaşımlardan oluşurdu; etnik ya da inançsal yaklaşım insan erdem ve ilişkisiyle bağlantı olduğu kadar önem taşırdı. Sohbetlerimiz, bu alt verilere prim vermeden Anadolu tarihinin dünden bu güne ve geleceğe nasıl taşınabileceği üzerinde yoğunlaşıyordu. Bu da tamamen üzerinde yaşadığımız ortak coğrafyanın mozaik dokusuyla ilgili bir sonuçtu.

DÜNDEN BU GÜNE ANADOLU GERÇEĞİ

Anadolu, tarihinin her döneminde mozaik bir etno-kültürel dokuya sahipti. Anadolu bu yanıyla, üst üste yoğunlaşmış, birbirinin devamı olan ve insanlığa ışık saçan medeniyetler platformu olmuştur. Bir bayrak yarışı gibi birbiri peşi sıra gelen bu yükseliş, İstanbul’un fethiyle ağır bir darbe almıştır.
Fetih, aydınlığa açılma potansiyelinin bertaraf edilmesiydi. Çürüme halindeki Bizans kendi zıddını içinde barındıran bir etkinliğe sahipti. O etkinlik, Daha sonra Avrupa’da Reform ve Rönesans’ın hareketinin düşünsel zemini olacaktı. Fetih buna indirilen bir kılıç darbesiydi. 500 yıllık Osmanlı hükmü böylece karanlık bir dönemin hükmü olarak Anadolu üzerine çöktü.

Osmanlı bu süreçte bir üst kültür, yeni çekim merkezi olabilecek bir uygarlık yaratamadığı için, eskinin artıklarıyla içine kapandı, çürüdü. Kanlı aşiret ve beylik savaşları, eski dinlerin tasfiyesi, inançların baskı altında tutularak ilkel yaşama zorlanmasıyla yüz yüze kalındı. Anadolu karanlık çağlara girdi.

Burada anlatmaya çalıştığım ve eleştirdiğim olay %99’u Hıristiyan olan bir coğrafyanın %99’ Müslüman edilmesi olayı değil. Ortaçağ karanlıklarında kıyımların at nallarının kılıç darbelerinin altında canlı kalma sorunu din değiştirme sorunundan çok daha önemliydi. İnsanlar var olmayı inançlarında tutunmaktan daha çok tercih edip din değiştirmeleri, yaşam ikamesi açısından anlaşılır bir şey. Sorun bu değil.

Sorun bunun nasıl gerçekleştiği de değil; Fetihçi, gaspçı dış gücün kılıç darbeleri altında istediği sonucu alması da normaldi. Osmanlının farklı din ve inançlara çok toleranslı davrandığı saçma iddiasını bir kenara koyarsak, Anadolu gibi geniş coğrafyayı istila eden azınlık askeri bir gücün bu dönüşümü kılıç hakkı olarak gerçekleştirmesi bu sürecin nasıl tamamlandığını kavrama açısından önemlidir; bu dönüşüm, tek kelimeyle, zorla, zorbalıkla ve insani hiçbir ahlak kuralı taşımadan gerçekleşti. Ancak sorun bu da değil.

Sorun İstanbul fethedilirken, bu topraklarda göçe zorlanan düşünce birikimlerinin sorunudur.

Bizans bir çürüme içindeydi. Dıştan da destek arayarak çöküşü hızlandıran güçleri de vardı. Aynı Bizans tarihinin derinliklerinden çekip getirdiği bilgi birikimleri, düşünce dorukları ve fiili bir etkinliğe dönüşme potansiyelleriyle Bu günkü Batı uygarlığının temel verilerini, kendi yadsınmasını yapabilecek bir derinlikte sahipti. Fetih bunun önünü kesti.

Osmanlı bu etkinlikleri ne hazmedebilecek bir yapıya ne de bunlarla bir ortak yönelim içinde olma durumunda değildi. Her şey ve herkes çil yavrusu gibi dağıtılmıştı. Bu kaçış, İtalya üzerinden tüm Avrupa’ya reform ve Rönesans’ın ışığını yaymıştır. Yani Bizans çürümesi kendi içinde onu yadsıyacak daha ileri bir kültür birikimini taşırken, bu sürecin doğal bir evrimle sonuçlanmasını engelleyen İstanbul fethi, Bizans birikimini göçe zorlayınca Batı’nın yükselişine geçit vermiş oldu. Bu beyin ve kültür göçü gittiği yerde doğal işlevini gördü; Reform ve Rönesans bu birikim üzerinde Avrupa’da yükselme şansını yakaladı.

İstanbul fethi, Anadolu’yu evrensel gelişmelere karşı kapalı tutmuştu. Bölgemizde zanaatın sınaiye yöneliminin önü böylece kesilmiş oldu.

Fetih kendine özgü bir algıdır. Osmanlı aklı denilen algı, bir demir perdedir. Kılıç hakkıyla gasp ettiği ve üzerinde hükümran olduğu coğrafyayı bilmemek, onun diliyle konuşamamak, tarihteki yerini ve sonrası için gereklilikleri algılayamamak Anadolu üzerine 500 yıllık bir demir perde örtmekle sonuçlanmıştır. Bu güne dek yaşadığımız kaoslar, kimlik bunalımları bu zemin üzerinde gelişti.

Anadolu, Osmanlı karanlığı altında hiçbir ilerleme kaydetmedi.

İstila edilen toprakların düşün değerleri göçüp gidince, göçebelikten yerleşik düzene geçilme çabaları gelip dayattıkça boşluğu b.aşka alanların düşün ve sanatçılarıyla doldurma çabası öne çıktı. Hüküm sürülen coğrafyalardan payitahta (başkente) köklerinden koparılmış, ülkelerinden zorbaca sürgüne maruz kalmış yapı ustaları, yazıcılar, hattalar vb. doldurulmaya başlandı. Ancak bu yetenekler kendi topraklarında bir yetenekti farklı bir coğrafyada kısır hale gelecekti; nitekim, bu yetenekler yaban elde bir ilerleme ortaya koyma becerisi gösteremediler.
Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ın tahta oymacısı arabesk ustalarını İstanbul’u süslemek üzeri beraberinde çekip getirmesi bunun tipik örneğidir; tahta işçiliği olan arabesk, İstanbul gibi mermer yataklarının olduğu yerde bir iki kuşak sürse de gerisini getiremezdi. Kaynakları mermer olan ustanın tahta oymacılığı yapması nereye kadar sürebilirdi. Mermer ustaları, nakkaşlar, mimarlar ise fetihle birlikte göç etmişti. İnsanlığın son 500 yıllık şaheserlerini yaratan bu dehalar, Avrupa’da kendilerine sağlanan olanaklarla yollarına devam ettiler.

Bu ve benzeri örnekler, Osmanlının hüküm sürdüğü her yerde aynıyla sürdü. Sonuçta Anadolu mozaiğini asimile edebilecek ve bundan çıkacak sentezle, yeni bir uygarlıkla hamlesi yapa bilecek bir güç yoktu. Bu gücün olmaması en ilke koşullara ve kılıç hakkının kanlı dayatmalarına karşın yerli toplumlar elde kalan kültürlerini, dillerini, ilişki ve birikimlerini korumayı başardılar. Dil açısından bile Osmanlı eşine ender rastlanır bir sığlık içinde, Arapçadan, Farsçaya uzanan farklı dilleri, resmi dil olarak dayanmak zorunda kalmıştı. Alfabesi bile sık sık değişmiş, başkenti Söğüt’ten Bursa’ya Edirne’ye, İstanbul’a ve sonunda Ankara’ya toplumsal bilinç altındaki göçebeliğe uygun bir seyir izlemişti.

Bütün bunlar medeni olamamanın ifadesidir. Medeniyet, medineden yani yerleşik, şehirli olmaktan gelen bir kelimedir. Çadır kültürü medeniyet kuramaz. Buna “göçebenin çadırı uygarlık kuramaz camiler ise medenileşmeyi zorunlu kılar diye” özetlemiştim.

Hakim olunun topraklarda farklı etnik ve inanç dokuları kendin korumuş ve en karanlık dönemlerin en acımasız kıyım girişimlerine rağmen asimile edilememiş ise, 21. Yy da bunu başarmanın mümkünü kalmamış demektir. Özellikle yerli toplumlar, üzerinde yaşadıkları toprağı tarihte ziraata ve yaşama ilk kez açıp bu alanları bir anavatan haline getirmişlerse bu noktadan geri dönüşüm mümkünü olamaz.
Bu durumda Anadolu halkları varlıklarını bir biçimde koruyup bu güne gelirken, doğal olarak hakları ve taleplerinin de gündeme taşıyacaklardı. Tek ulusçu yaklaşımın 20.Yüzyılda faşizme kadar uzanan süreçleri, bu taleplere geçit vermemiştir. Bu halklar Cumhuriyet döneminde de ağır bedeller ödeyerek hak taleplerini ret edilmiştir. Ancak 21.yy farklı bir yüzyıl. 20. Yy’ın birikimleri üzerinde demokrasinin gereklerinden biri olarak, kimlik hakları artık tıkanması önü kesilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmıştır.

Kürt olayı tas tamam bu sürecin ürünüdür. Bu sonuç, ne bir dış güç desteğiyle ne de siyasi örgütlerin ya da liderlerinin olağan üstü maharetleriyle açıklanacak bir gerçek değildir. Olay tamamen içseldir nesneldir ve bunların kaçınılmaz sonucudur. İradeci müdahaleler de bu sonucu bir unsuru olarak şekillenmiştir.
Anadolu’da tarihler boyunca çoğulcu etnik, inanç ve kültürel topluluklar yaşamıştır. Birbirinden farklı olmalarına karşın, ortak bir coğrafyada yaşama bilinciyle hareket eden topluluklar, bin yılların sentezleştirdiği barış içinde ilişkiler içinde olmuştur. Tarihin kasvetli kesitlerini atlatıp bu güne gelmiş olanların, bu günden sonrasında da yürüyecekleri açıktır. Bunun önünde tek engel hakim siyasal iradedir. Tarihler boyunca da bu irade bu coğrafyanın barışını bozmuştur.
Ancak tarihin en acımasız kıyımlarını atlatarak bu güne gelenlerin hak taleplerini yeryüzünde hiçbir kudret engelleyemez. Böylesi ihtimallerin geride kaldığı bu kesitte, gelecek için barıştan başka bir yolu denemek kocaman bir aptallık ve kendini aldatmaktır.

Anadolu’nun gerçeği özetle budur. Bu gerçek bizleri ya bölünmeye ya da sorunlarımızı demokratik çerçeve içinde çözerek barış içinde bir arada yaşamaya götürecektir; eşit kurucular olarak, anayasal yasal, kurum ve kuruluşlarıyla yeniden bir yapılanmaya gitme önerisi burada daha anlamlı hale gelmektedir.


GELECEĞİMİZİ TIKAYAN SON ENGELLER

Demokrasi mücadelesi, pratik anlamda derin devletle mücadele olarak ortaya çıkar. Resmi devlet kendini yasalara bağlı olmakla örterken, derin devleti mücadelenin keskin cephelerine sürer. Ülkemizde dünkü derin devlet Ergenekon’du. Bu günün derin devleti ise Cemaat’tir.

Ergenekon’un paşaları ne ise Cemaat’in imamları odur; bunlar insanlık ve ahlak dışı birer cürüm şebekeleridir.

Hanefi Avcı “Haliç’te Yaşayan Simonlar” adlı kitabında da bu konulara önemli göndermeler yapmış. Kitabı yorumlayan iki uzun makale yazdım Orada da değindim. AKP derin devleti Cemaat’tir dedim.

Hanefi Avcı, Cemaat için Osmanlıyı yıkan İttihat ve terakki gibidir demiş. Gerçekler ise bunun da ötesindedir. AKP derin devleti cemaat, milliyetçidir, çoğu zaman da ırkçıdır.

Cemaat için Anadolu’da farklılıklar yoktur, olamaz da. Cemaat, İslam’ın ümmette ifade ettiği birliği bile ret eden Masonik bir algıya sahiptir. Cemaat, burada da kalmaz; ülkemizin komşularıyla olan ilişkilerde de provokasyonlar yapmayı, ülke içinde şahıslara, kurumlara, siyasal lider ve örgütlere karşı yaptığı her kirliliği tekrarla ikame etmeye çalışır. Yalan haberler, kurgu senaryolar, video çekimleri, ses bantları, fotoğraflar ve bin bir araçla hedefini teşhir etmek karalayıp, şaibe içinde boğmak için kendisi ve kuklaları her türden oyuna başvurur.

Ülke içindeki farklılıkları din adına birleştirme çabası, gerçekte hezimete uğramış egemen ulus şemsiyesi altında esir etmeye yönelik bir paravandır. Cemaat, aynı mantıkla, ülkemiz komşularına karşı da geçerlidir; ABD ve İsrail’in bölgedeki çıkarlarının korunması için her çirkinliğe batmaya hazır bir güçtür. Balkanlarla, Kafkaslarla ve Ortadoğu ülkeleriyle geliştirilen, “herkesin eşit kazanacağı ilişkiler”i yeni bir Osmanlıcılık olarak dayatmaya çalışan da bu cemaattir; bir hükümranlık algısı, bir yayılmacı politika olarak, içte de dışta da ülkemizin yakın dönem en büyük handikabını oluşturmaktadır.

Oysa ortak ülkemizin yüksek çıkarları Osmanlı aklını ve onun cumhuriyetteki devamını aşacak bir akıl olmalıdır. Yurtta sulh cihanda sulh ilkesi gerçekte bunu ifade etmelidir. Barış ise tek taraflı olamaz karşılıklı özverilerin sonucudur.
Bu amaçla, farklılıkları birleştirecek çabaların öne çıkması ve toplumsal barış zemini üzerinde hak ve taleplerin karşılanması gerekmektedir. Kürt özgürlük hareketinin geliştirdiği demokrasi atılımı bu açıdan ülkemizin her farklılığına ve bu arada egemen ulusu için de bir şans olarak görülmelidir.

Devlet, derin devleti Cemaat’la bunun önünde duran en önemli engellerden biridir.
Kürt özgürlük hareketinin örgütlü bir etkinliği olan Kürdistan İslam Toplumu’nun (Civaka Îslamiya Kurdistan, CÎK) bu konuyla ilgili son açıklamasında Kürt halkını ‘dini kullanarak fitne ve fesat yayan Gülen Cemaati ve Türk devletinin saldırgan tutumuna karşı mücadeleye’ çağırmasının önemi büyüktür.( http://www.firatnews.com/index.php?rupel=nuce&nuceID=32691 )

DEMOKRATİK ÖZERKLİK

Tarihten bu güne denenmiş tüm askeri kıyım yolları tükenmiştir. Denenmeyen tek yol barış kalmıştır. En ucuz, en kalıcı ve en dengeli sonuç barışın ürünü olacağı açıkken tarihte bu yol hep en sona terk edilir. Taraflar ayakta kalamayacakları ölçekte eriyip bitmeden kimsenin aklına bu yolu hakim kılmak gelmez. Gelse bile ret edilir, önerenler de hainlikle suçlanır.

Bizlerde ülkemizde yolun sonuna geldik. Son düelloları yapıyoruz. Kimsenin kimseyi kolayca yok edemeyeceği anlaşılmıştır. Farklılıklar tarihten bu güne gelmiştir, bu günden yarına da var olacaktır. Taraflar, kanlarının son damlalarını da döktükten sonra geride kalan son inat odaklarını, derin devlet yapılanmalarını da tasfiye ettikten sonra tarihleriyle cesurca yüzleşip barış masasına oturacaktır.

Bu kanlı sürecin tek sorumlusu devlettir. Halklarından topladığı vergilerle var olan, onların güvenliği için var olduğu iddiasında olan devlet, savaşın da kıyımında tek nedenidir ve failidir. Buna rağmen, bitip tükenmeyen barış çağrıları mazlumdan gelmektedir. Ateş kes tek taraflı olarak, aynı kanaldan ilan edilmektedir. Devlet ise gerisinde yellerin estiği rüştünü ispatla meşgul olarak kan dökmeye sınır dışı operasyon yapmayı inatla sürdürmektedir. Buna yeni derin devletler oluşturarak da hız vermesi, barışın bir kez daha geç kalmasından başka bir işe yaramayacaktır. Bu beyhude çabalar içinde devletin aymaz savaş girişimlerine karşı demokrasi adına, Anadolu’nun farklılıkları adına, sabırla çözüm önerileri sunulmaya devam edilmektedir.

Bu noktada Kürt özgürlük hareketinin “demokratik özerklik” söyleminin dikkate değer özelikler taşıyor. Özellikle bu önermelerin sadece Kürtlerle ilgili olmadığının altı çizilmesi demokrasi mücadelemiz ve dayanışmamız adına büyük öneme sahiptir. Bu önermeler, ortak ülkemizde barış içinde bir arada yaşam perspektifi için çok önemlidir.

Sayın Öcalan’ın referandum döneminde dile getirdiği açıklama dikkate değer bir açıklamadır.


“Bizim demokratik özerklik anlayışımızda tek etnisite anlayışı, tek coğrafya anlayışı yok. Bu konulara Özgürlük Sosyolojisi adlı savunmamda oldukça ayrıntılı olarak değinmiştim. Alıp okunabilir, incelenebilir. Bizim anlayışımız Kürtlük anlayışı değildir, bizde tek başına Kürtlük anlayışı yoktur. Sadece bu anlayışla hareket etmiyoruz. Bizim ortaya koyduğumuz demokratik özerklik modeli tek başına Kürtlüğe, Türklüğe, Araplığa dayanmıyor. Demokrasiye dayanıyor. Örneğin Hatay'da da, Adana'da da bir demokratik özerklik kurulabilir. Orada Araplar kendilerini ağırlıklı ifade ederler. Bizim demokratik özerklik anlayışımız tek bir inanca da dayanmıyor. Halklara dayanıyor hatta tek başına halklar diye ifade etmem de eksik kalır, değişik toplumsal tabakalara, toplumsal sınıflara, toplumsal kesimlere dayanır. Bahsettiğimiz demokratik özerklik sadece Kürdistan'a ilişkin değil, Ege, Karadeniz, Orta Anadolu'ya da ilişkindir. Burada önemli olan kapitalist moderniteyle ortaya çıkan ulus-devlet anlayışının sorgulanması ve aşılmasıdır. Tartışmalar bunun üzerinden gelişmelidir.”
http://www.firatnews.com/index.php?rupel=nuce&nuceID=32322
Bu önerme birkaç açıdan büyük önemelidir.

Birincisi; ortak bir ülkede barışçıl bir bütün olarak yaşama dair kapsayıcı bir önermedir. Birleştiricidir.

İkincisi; Kürt özgürlük hareketi demokrasi mücadelesinin hepimiz adına bir mücadele olduğuna kuvvetli bir işarettir. Bu yönde değişik çevrelerde oluşan kuşkulara da yerinde bir cevaptır.

Üçüncüsü; Ülkemiz farklılıkları özgün ve özgür örgütlenmeleriyle hızla toparlanıp demokrasi mücadelesinde, Kürt özgürlük hareketinin doğal müttefiki olarak yer almalarına da bir çağrıdır. Kimlik bunalımı içinde kıvranan sol ve sosyalist güçler için de bir yol haritasıdır.

Kürt özgürlük hareketinin, kendi dışında olan etnik toplulukların demokrasi mücadelesindeki yerlerini gasp ettiği gibi ilkel milliyetçi düşüncelerinde iflasını ifade eden bu açıklama, ön yargıları da yıkıcı cinstendir. Buradan da anlaşılması gereken barışa ait tüm önermeler, ilkel milliyetçi her engeli aşmakla eş anlamlıdır; anayasanın “değişmez ve değiştirilmesi önerilemez” maddelerinin artık ahlaki bir dayanağı bile kalmamıştır demek abartılı olmayacaktır.

Anadolu Cumhuriyeti barış çabalarının, demokrasi mücadelesinde yol haritalarının kesişme noktasıdır. Anadolu halklar kongresi bu anlamda önümüzdeki dönemin en yakıcı ifadesi olarak gelip kendini dayatacaktır. On yıllardır bu söylemi ülkemiz siyasal mücadele alanına yerleştirme çabası verenler olarak, daha çok ve daha ısrarcı bir kararlılıkla mücadeleyi yükseltmemiz gerektiğini dile getireceğim.

Benim algılarıma göre ve gerçek barışın ikamesi için “Demokratik özerklik”, siyasal bir özerklik olarak görülmelidir. Bölünmenin karşısında duracak en özgür önerme budur.

Sadece kültürel sınırlarda kalan bir demokratik özerklik, buna ait kurumların içinde mezarda yatan ölü gibidir. Kültürel kurumların faaliyetlerini kararlaştırmada etkin olmaksınız bu özerkliği ne korumak ne de ilerletmenin mümkünü vardır. Bu nedenle siyasi bir özü olmayan, siyasi bir kurumsal dayanağı olmayan demokratik özerklik ayakları havada bir aldatmacadır. Bu amacın gerçekleşmesi için, ilkel bir inatla, olmazsa olmaz deme anlamında olmasak da gerçek budur.

Verili sistem ve statülerinin dışına taşmayın hiçbir önerme siyasal, gerçek bir özgünlük ve özgürlük içinde olamaz. Bunun için bir kez daha, Anadolu Cumhuriyeti ve Anadolu halklar kongresi önermesi üzerinde düşünmeye davet edeceğim.

Hiç yorum yok: