9 Eylül 2010 Perşembe
ACİLCİLER HANEFİ AVCI PKK
Mihrac Ural
9 Eylül 2010
ACİLCİLER
Hanefi avcı, Mersin Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şubesinde göreve atandığı bir kesitte, Örgütümüz acilcilerin yoğun çalışmalarıyla karşı karşıya gelir. Bunlardan biri zindandaki işkence ve baskılara karşı aldığımız karar doğrultusunda Zindan başgardiyanlarına ve haksız ceza ever hakimlere karşı yaygın uyarı eylemleriydi. Bu eylemlerin bir bölümü Mersin ve çevresinde Şehit Recep Güregen yoldaş önderliğinde yürütülmekteydi.
Sağlam ve inançlı bir ekip, etkin eylemler ve ser verip sır vermeyen militanlarla sürecin yükselişini sağlıyorlardı. Yaptıkları eylemlerde Recep yoldaşın Mahkemelerde bayrak açma geleneğini de sürdüren davranışları, yapılan eylemin örgütümüze ait eylem ve sorumluluk olduğunu belirten bayrak bırakma etkinlikleri de yer alıyordu.
Hanefi Avcı, kitabın 63. Sayfasında “Acilciler Operasyonu” başlığı altında, O kesitte sorumlu olan Recep Güregen’in şehit olduğu eylemi dile getiriyor; eylemde dört yoldaştan ikisi sağ yakalanmıştı. Bir yoldaşı (Hüseyin Güngen), polis kalkan yaparak çatışmaya girmişti. Polis çatışma çıktığı an kalkan olarak kullandığı yoldaşı arkadan vurarak şehit eder. Recep Güregen yoldaş nehri geçerken polis kurşunuyla şehit olur.
Banka soygunu tahkikatı sürecinde “Hatay’dan bazı isimler getirildi, bu olayın o zamanki adıyla Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi Acilciler örgütü tarafından yapıldığı anlaşıldı” (Hanefi Avcı, “Haliçte Yaşayan Simonlar” s: 71. s:66) diyen Hanefi Avcı, o kesitteki polis teşkilatının durumun şöyle dile getiriyor: “Biz karşımızdaki insanları ve onların zihinsel yapılarını, güçlerini ve niteliklerini anlamak ve idrak etmekten çok uzaktık”
Acilcilerle karşılaşmasını sağlayan bu ilk eylemlerde Hanefi Avcı ilk derslerini de almaya başlar.
“ Gece geç saatlere kadar Cumhuriyet Savcısı Yusuf Bey, Şube Müdürümüz ve tüm amirler sanıkları sorguluyor, hangi olaya kimin katıldığını, kimin ne rol oynadığını öğrenmeye çalışıyorduk. Militanlar olayları saklamıyorlardı, sadece birlikte oldukları diğer militan arkadaşlarının adını vermek istemiyorlardı.” (Age. s: 71)
Acilcilerin ilk dersi budur.
Teslim olmamak, yoldaşını ele vermemektir.
Acil hareketi bir onurlu direniş hareketi olarak tarihini bu tutumlar üzerine kurmuştu. Kurucu önderlerimizden şehit İlker Akman ve yoldaşları, bir ahlaksız itirafçının ihbar pususuna düştüler. Ama teslim olmadılar, dövüşerek şehit oldular. Ankara bölgesinde Polisle çatışıp, ser verip sır vermeyen yöneticiler (Rıza Salman) işkencede hiçbir yoldaşını ele vermeden, alın akıyla zindan yattı. Bu geleneğin yöneticisi olarak 21 gün kaldığım Ankara ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü işkencelerinde ser verip sır vermeden alnımın akıyla geçtim, zindan yattım, mülteciliğin acımasız koşullarına katlandım. Bu bizim görevimizdi, yaptığımız bir yükümlülüğün ifasıydı, övünülecek bir yanı yoktu, ancak örnekti.
Bu gün Hanefi Avcının anılarında bu gerçeği bir kez daha okumak Acil hareketinin onurlu ve dik duruşunun düşman saflarında bile nasıl bir etki yarattığını göstermeye yeterlidir. Örgütsel tarihimizin binlerce olumlu örneğinden biri de bu duruştur. Tarihimizi karalamak isteyenlerin birer itirafçı çömez olmaları ise çok normaldir.
Onurlu Tarihimiz karşısında, düşmanlarımızın bile saygılı olması ve bunu “Militanlar olayları saklamıyorlardı, sadece birlikte oldukları diğer militan arkadaşlarının adını vermek istemiyorlardı.” Diyerek açıkça ilan etmeleri, bu mücadelede ortaya konan fedakarlığın anlamı masajını oluşturuyor.
Hanefi Avcının Acilcilerden aldığı derslerin en önemlisi ise yoldaşlarını ele vermemesi yanı sıra kamulaştırılan paralara el sürmemekte anlamını bulan örgütsel ve insani yüksek ahlakıydı.
Hanefi Avcı, kitabının girişinde ve ilk bölümlerinde bir Acilci militanın gösterdiği ahlaki duruştan ve bunun etkileri altında yaşadığı değişimden söz ediyor. Bu militan, diğer acilci militanlar gibi Şerif yoldaştı.
Şerif yoldaş, MK yedek üyesi. O gün bir militan olarak İşkenceler altında Hanefi Avcı ve amirlerinin sorgularına direnmişti. Onlara hayatları boyunca unutamayacakları bir de dersi vermişti..
Tarsus Halk Bankası kamulaştırması nedeniyle yapılan sorguyu Hanefi Avcı şöyle dile getiriyor:
“Şube müdürümüz ona banka soygunundan ne kadar para aldığını sordu. Militan para almadığını söyleyince, ‘Mutlaka almışsındır, ne kadar aldın söyle’ diye ısrar ettik. O da almadığı yönünde ısrar ediyordu… Polis amiri Ömer ağabey, “ O zaman bankayı babanın hayrı için mi soydun’ “( Hanefi Avcı, “Haliçte Yaşayan Simonlar” s: 71) diye, kendi ahlak ve kültür algılarıyla işkence altında sorgu yapıyorlardı.
Bir Acilci militan olarak Şerif yoldaş, işkence karşısında sorumlu bir duruş sergilemişti. Bu satırları yazarken Şerif yoldaşı aradım. O da süreci yaşayan bir yoldaş olarak, kendi açısından kaleme alıyordu. Sorgunun bu yanını kısaca şöyle ifade etti:
“ Bu benim görevimdi, ne övünmemi gerektirecek bir şey ne de anılmaya değer. Ama Benim tutumum örgütümün bana öğrettiği değerlerin tutumuydu. Biz, aç kaldığımız zor koşullarda bile elimizdeki paranın kuruşuna el sürmedik. Yapmamız gereken buydu. Hanefi Avcı bir işkenceci olarak bundan ders almışsa onun bileceği bir şey. Bu ne onun işkenceci tarihini ne de bizlerin bu güne kadar dik duran mücadele algılarını değiştirmeyecektir.” (8 Eylül 2010) Dedi.
Hanefi Avcı, Acilci militanın direnişi ve ahlaki tutumu karşısında, olayı şu şekilde dile getiriyor;“ Asıl tuhafı şuydu: Bize göre bankayı soyan kişilerin parayı bölüşmeleri gerekiyordu. Bu şahıs tüm risklere katlanarak banka soygununa katılmış ama paradan beş kuruş almamıştı. O zaman banka soygununa niye katılmıştı; biz ideolojik örgüt içinde militanların inanç ve idealleri için fedakarlık yaptıklarını, banka soygununda para alma diye bir amaç ve mantıklarının olmayacağını bilmiyorduk”.(Age. s:71)
İşte hepsi bu kadar.
Her şey bu ahlak algısında başlıyor ve bu ahlak algısında bitiyor.
Acilciler böyleydi ve böyle olmaya devam ediyor.
Acilciler mücadelelerinin her kesitini, dün olduğu gibi bu günde hiçbir şahsı karşılık beklemeden demokrasi mücadelesi için sundular. On yılların kararlı duruşunu başka hiçbir şey böylesine kararlılıkla sürdürmeye imkan tanımaz. Mücadele yollarında dökülen itirafçıların nasıl saflarımızı terk ettiğini, para karşılığı kendini satan ajanların nasıl bu gün aynı görevde karalama ve şaibe yaymak için çırpındıklarını yeterince açık olarak görmekteyiz. Bütün bunlar eşyanın tabiatına uygun olarak tecelli etmektedir.
Acilciler direnmeye, onurluca yaşayıp mücadele etmeye devam ederken, geçmişte düşmanlarının bile itiraf etmek zorunda kaldıkları onurlu duruşlarını bu günde sürdürmeye çalışmaktadırlar.
Hanefi Avcı bu gerçekleri itiraf etmekle kalmıyor. Acilci militanların ortaya koyduğu duruşun, bilincinde yarattığı etkileri ve bu etkilerin yaratığı değişimleri de dile getiriyor.
Kitabının girişinde yazdığı şu ibret cümleler okunmaya değer. “Mersin’de görev yaptığım yıllarda, benim için sistemin ve rejimin muhalifi olan; devleti, orduyu ve polisi eleştiren herkes kötü niyetli, hain ve ajandı. Tüm solcular Rus ajanı ve vatan haini idi, onlara en ağır ceza verilmeliydi. Ama duygu dünyamdaki büyük değişimlerin olduğu, anlatılmaz şeylerin ruhuma çarptığı o çileli günlerim ve birazda karşımda olan insanlarla temasım sonucunda, onların inançları uğruna katlandıkları kişisel fedakarlıklarını görerek demokratik muhalefeti hoş görmeyi öğrenmiştim” (Age. s:8)
Hanefi Avcı “karşımda olan insanlarla temasım sonucunda, onların inançları uğruna katlandıkları kişisel fedakarlıklarını görerek” dile getirdiği değişimin kaynağında Acilci militanların özverilerini, fedakarlık ve ahlak anlayışları bulunuyordu.
Hanefi Avcı, kitabına “Neden Yazıyorum “ diye başlamış. Bu bölümde dile getirdiği özeleştiriyi devrimcilerden ve özellikle Acilcilerden aldığı ahlak derslerine bağlamıştır.
“Benim özlediğim illegal örgüt mensuplarının…dünyanın maddi nimetlerini bir kenara iterek bir fikir-ideal uğruna yaptıkları fedakarlıklardı…
Çevremde gördüğüm devlet memurları üç beş kuruş rüşvet almak için haksız ve hukuksuz davranışlara girişip vicdanlarını satarken; her şeyi para için yapan ama kendilerini vatansever olarak tanıtan mafya mensubu organize suç şebekeleri birkaç kuruş için namuslarını ayaklar altına alarak cana kıyıp insanlara eziyet ederken; ülkenin ve benim düşmanım olduklarını düşünerek karşı olduğum illegal örgüt mensupları kendi idealleri uğruna her fedakarlığı yapıyordu. Banka soyuyor ama beş kuruşunu almak akıllarına gelmiyordu.” (Age.s:11)
Hanefi Avcı bunu Acilcilerden öğreniyor. Elbette ki sadece Acilcilerden değil, tüm devrimci hareketin ahlak anlayışı buydu Hanefi Avcı ilk ahlak şamarını acilcilerden alarak bunları dile getirirken genelde devrimci hareketin nasıl bir onurlu hareket olduğunu da itiraf etmek durumunda kalıyor.
Hanefi Avcı tipik bir itirafçıdır. Devrimci hareketin itirafçısı olduğu gibi Emniyetin de itirafçısı olması doğal.
O her itirafçı gibi demagojide müptezelce yöntemler kullanıyor, konuları bulandırıyor, günah çıkarıyor, birilerini suçlayarak katilliğini, kirli ellerini gizlemeye çalışıyor.
Ancak her itirafçı gibi şecaatini arz ederken sirkatini dile getiriyor.
Kitabının ilk satırlarında, artık eskisi gibi işkence, baskı, zorbalıkla siyasal sorunların çözülmeyeceğini özelikle devrimcilerle empati yaparak öğrendiğini dile getirdiği her paragrafın sonunda, sirkati olan “kanlı tasfiyeci” kimliğini açığa vuruyor.
Bunu, ahlaki dersler aldığını dile getirdiği acilcilerden söz ederken, Göksu Irmağını geçmeye çalışırken kurşuna dizilen Recep Güregen yoldaşın katledilmesini ve Polisin canlı kalkan yaptığı Hüseyin Gürkan yoldaşın polis tarafından arkadan vurularak katledilmesini örtülü satırlar içinde dile getirmekle yetiniyor.
Hanefi avcı, devrimci örgütlerin azılı bir düşmanı olduğunu açıkça yazıyor. Hatta “Ecevit’in bile cezalandırılması gerektiğini” düşündüğünü dile getiriyor. Bu eli kanlı emniyetçiden, PKK ve Kürt halkının çektikleri ise sayfalara sığmaz cinstendir; ancak o bunlardan hiç söz etmiyor, örtüyor, gizliyor, günah çıkarmaları altında görünmez hale getirmeye çalışıyor. Buna rağmen, katilin dönüp geleceği yer cürüm yeri olması gibi, yok etmekten iç güdülerini dışa vurmadan edemiyor.
Hanefi Avcı iç dünyasındaki gerçek, günah çıkarırken dile getirdiği barışçıl yaklaşımlardançok daha büyük olduğunu şu satırlarda açıkça dile getiriyor; “radikal olan, hele eline silah alan ve şiddet kullanan herkes, her örgüt mutlaka durdurulmalı, yok edilmelidir.” (Age. s:8)
Bu kanaatlerini kitabının 231. Sayfasında “Antalya PKK Operasyonu” başlığı altında, uzun uzun, teknik imkanların kullanılmasıyla nasıl tatbik edilebileceğin anlatıyor. Sorumluların kendisini dikkate almadıklarından dolayı, PKK’lı gurubun uzun süre mücadelesine devam ettiğini ifade ediyor. Kitabının her sayfasında, çok bariz bir şekilde Ordu karşıtı tutumunu da izah ederek mesajlar gönderirken, teknik bilgisinin tek amacı olan imha etmeyi ifade etmekten kaçınmıyor. Kıpti’nin şecaatini arz ederken dile getirdiği sirkat, Hanefi Avcının dilinde “Halbuki bu grubu o gün imha etmek mümkündü” (Age. s:235)
Bu noktada Devrimci–Sol liderlerinden Bedri Yağan ve arkadaşlarının katledildiği operasyonu unutmamak gerek.
Hanefi Avcı, bu operasyonlarda neler yaptığını, elinin kimlerin kanına bulaştığını sessizce geçiştirme çabasındadır. İşin bu yanını hep örtü altında tutuyor. Oysa Bedri Yağan ve arkadaşlarına yönelen kanlı operasyondaki rolünü bilmeyen yok. 22 SDB (Devrimci-Sol’un Silahlı Devrim Birlikleri) militanı yara almadan sokak ortasında esir alınırken, teknik takip ve izlemelerin en gelişmişiyle izlenmesine karşın, esir alınmaları yerine neden Bedri Yağan ve 6 arkadaşının katledildiklerini akıllı gerekçelerle açıklayamıyor. Açıklayamaz da. (Bkz. Age. s:174-185)
Çünkü “imha etmek” onun da sisteminin de devletinin de temel algısıdır. Bu konuda etraflı bir açıklama yapmıyor. Kendi kirliliğini hep gizleme telaşı içinde dikkatleri başka yöne çekmeye çalışıyor.
İşte Hanefi Avcı budur.
Nedenini sorgulamadan, hak ve hukuk kapsamında siyasi iktidarların ne tür bir amansızlıkla insanlar üzerine, halklar üzerine ezilen uluslar üzerine inançlar üzerini yürüdüğünü sorgulamadan, silaha sarılmanın arkasında yatan devlet baskısını işkencesini kıyımını sorgulamadan “herkes yok edilmelidir” (Age.s.8)diyor.
Bu ahlaksız söylemle Hanefi Avcı, tüm günah çıkarmalarını yerle bir ediyor dürüst olmadığını, tutarsız olduğunu gösteriyor.
Tutarsızlıklar PKK konusunda kendini çok daha çıplak olarak sergiliyor.
PKK
Hanefi Avcı, “Haliç’te Yaşayan Simonlar” başlıklı kitabında, okura günah çıkardığını anlatmaya çalışıyor.
“Bir zamanlar yok etmeye bütün gayretimle çalıştığım tüm düşmanlarım…silaha ve şiddete itenin de aslında doğru olduğunu zannettiğim değerler olduğunu anladım” (Age. s:5)
“Sonunda tapacak kadar bağlandığım, yaratılması uğruna bu kadar gayret gösterdiğim, her şeyimi verdiğim değerlerin yıkılması için gayret gösterdim, yıkılmasını istedim.” (Age. s:8) Diyor.
Bu büyük değişimde, devrimci örgü ve militanların özverileri, ahlakları, direnişleri ve tutarlılıklarının rol oynadığını ifade ediyor; görevinin ilik aşamasında yüz yüze kaldığı Acilci militanların direnişin bu değişimin temelini oluşturduğunu dile getiriyor.
Ancak, PKK’nin, militanlarına karşı kamplarda uyguladığını iddia ettiği baskılarda ortaya çıkan, gerçeği bilmesine karşın hakim olan anlayışa boyun eğen Simon kod adlı militan tipinin ülkenin ve devletin her alanında çürümenin ifadesi olduğunu dile getiriyor ve türleri atfen sağcı ya da solcu, devlet içinde yada sivil nerede olursa olsunlar durularını Simonlaşmak olarak değerlendiriyor. (Age. s:13-14)
PKK’ye karşı iç dünyasındaki bu tepkilere karşı, kendini de tekzip eden PKK kamplarının büyük bir eğitim ve inanç laboratuarı olduğunu dile getiriyor (Age. s:14). PKK militanlarının ”çok okuyan, çok yazan, olayları doğru değerlendiren” (Age. s:99) kişiler olduğu, “Kapital, Diyalektik ve Tarihi materyalizm, Felsefenin temel ilkeleri gibi Marksist-Leninist düşüncenin temel felsefesini oluşturan eserleri” (Age. s:122) okuyarak eğitildiklerini, “ Bir PKK mensubu kolaylıkla rapor yazabilir, dünyayı ve dünyada yaşanan gelişmeleri tahlil edebilir, saptadığı siyasi ve sosyal gelişmelerin ülkemize nasıl yansıyacağını, ülkemize yansıyan bu gelişmelerin nasıl bir ortam yaratacağını, bunun sonucunda kendi örgütlerinin nasıl hareket etmesi gerektiğini ve en nihayetinde kendisine düşen görevin ne olduğunu, bu görevi nasıl yerine getireceğini tüm ayrıntılarıyla anlatabilir” (Age. s:130) diyerek de Simonlaşma diye tabir ettiği durumu PKK ya da devrimci hareketlerde değil kendi değer yargılarıyla şekillenmiş çevrelerde araması gerektiğini belirlememiz gerek.
Hanefi Avcı, hayatını PKK’yle, Kürt özgürlük hareketiyle mücadelede geçiriyor; her türden kıyım ve işkence cürümü irtikap ediyor. Ancak baş edemeyince, PKK ile anlaşmak gerek, “muhatap Öcalan’dır. Öcalan mahatap alınmadın hiçbir sorun halledilemez” (Age. s:374) diyor.
Tarihi, siyasi, dünya, bölge ve örgüt konjonktürü barışa hazırdır diyor. ” Aslında PKK ve Öcalan’ın bugünkü tavrı ve içinde bulunulan durum Türkiye için çok büyük bir şanstır. Türkiye bu nimetin farkında değildir. Bu savaşın bitmesi için bütün şartlar olgunlaşmış ve her şey hazırdır. Bu çok büyük bir fırsattır” (Age. s:372) Bu algıları geçmişinden sıyrılışına bir gösterge olarak koyarken, en üstün teknolojiyle, en kapsamlı yöntemlerle istihbarat yapılmalı ve “ radikal olan, hele eline silah alan ve şiddet kullanan herkes, her örgüt mutlaka durdurulmalı, yok edilmelidir.” (Age. s:8) demesi, düalist ruh halını yansıtmaya yeterlidir.
Bu arada, devletin nasıl da ahlaksız itirafçıların, muhbir, para düşkünü satılmışların peşinde sürüklendiğini, halka zulüm ettiğini, provokasyonlara yöneldiğini “Burhan Nart Olayı”nda okura aktarıyor. Bu durumu eleştiriyor (Age. s:109). Ancak sistemin her zaman bu tür satılmışlara ihtiyaç duyduğunu tekrarla ifade ederek çifte standart bir davranış içinde olduğunu göstermekten de kurtulamıyor.
Hanefi Avcı, kitabında siyasi mücadele alanında tanık olduğu konular dışında bir dizi konuyla ilgili görüşlerini aktarıyor. Bu aktarımlarında dikkat çeken ikircimliğini de sık sık ele veriyor. Sorunların sistem ve değerlerini bozukluğundan kaynaklandığını söylüyor ve aynı anda sorunları şahısların Simonlaşmasına bağlayarak ikircimliğe düşüyor. Devlet içi kurum çatışmalarında kah Ordu yanlısı kah ordu düşmanı, kah siyasileri kah bürokratları suçluyor. Susurluk, JİTEM gibi “kanun dışı” saydığı devlet içi yapılanmalardan söz ederken onların fiillerinin yasal yoldan yapılması gerektiğini ima ediyor. Sık sık verdiği mesajlar açık kapalı şahıs suçlamaları yaparak, konuları kendi şahsının önemi ve çabası üzerine bağlamaya çalışıyor. Bu haliyle, günah çıkarma olayını bir protesto olayına çevirip kendisinin ne kadar haklı olduğuna dayandırıyor; böylece değiştiğini, demokrasiyi önem verdiğini, farklılıkların sistem için çok gerekli olduğunu beyan eden değişimlerinin gerçekçi olmaktan çok duruma göre konuşma olarak belirdiği görülüyor.
Hanefi Avcı, Muaviye gibidir; Muaviye’nin tarihe geçen ünlü “düşmanın gevşettikçe gereceksin, düşmanın gerdikçe gevşeteceksin” sözündeki gibi davranıyor.
O da bir şark kurnazı olarak karşımıza çıkıyor.
SUSURLUK ve JİTEM
Hanefi Avcı, JİTEM’e karşı olduğunu söylüyor. HEP Diyarbakır İl başkanı Vedat Aydın’nın kaçırılıp, ”Diyarbakır’dan 70-80 km uzaktaki Maden ilçesi yakınlarında, Diyarbakır-Elazığ karayolu üzerinde Maden çayının kenarında kalaşinkof makineli tüfekle taranarak” (Age. s:195) öldürülmesinin ve bunun ardından cenaze töreninde 23 kişinin de taranarak öldürülmesinin faili JİTEM’di.
Hanefi Avcı bu olayla ilgili olarak da şunu açıkça yazıyor, “Cem aslında bu olayın baş planlayıcısı ve failiydi” (Age. s:196): Ayrıca Hanefi Avcı, binlerce faili meçhulün altında JİTEM’in imzası olduğunu da iyi biliyordu.
Nitekim Cem Ersever, Hanefi Avcıya açıkça “Bu işte var mısın? Yok musun?” (Age. s:193) diye de soruyor. Bütün bunları dinleyen Hanefi Avcı resmi bir işlem yapmak yerine, devletin yetkili üst kurumlarını haberdar etmek yerine, siz yapın, istediğiniz kadar yapın önümü böylece açın ama “ben yokum” (Age. s:193) demeyi tercih etmişmiş...
JİTEM kurucusu ve yöneticisi, resmi unvanıyla “JİTEM Grup Komutanı” (Age. s:208) Albay Cem Ersever’in yakın dostu, yaptıklarını onaylamıyormuş, ama onun tasfiyesine da razı olmuyor. “Devlet kendi elamanın öldürmüştü” (Age. s:207) diyerek tepki koyuyor.
Hanefi Avcı, dava arkadaşının infazını Ordu kesimi (Jandarma genel komutanlığına bağlı, jandarma istihbarat elamanları tarafından) yaptığı için, buna karşı öfke dolu olduğu mesajını iletmekten geri kalmıyor; “Uzun sözün kısası, Cem Ersever cinayetinin faillerini bulması gerekip de bulmayanlar, bunun için hiçbir adım atmayanlar Cem’in failleridir.” (Age. s:209) diye feryat ediyor.
Cem Ersever gibi binlerce insanı yargısızca infaz eden seri bir katile böylesi duygusal yaklaşmasının altında, günah çıkarmış bir Hanefi avcı değil, sinsi yollarla, teknolojinin en üst imkanlarını kullanarak, hak sahibi insanların özgürlük ve demokrasi mücadelesinde onlara barışçıl hiçbir yolun bırakılmamış olduğu koşullardaki mücadelesini ve varlıklarını “İmha etmek” üzerine kurmuştur.”
Hanefi avcı, sözde Susurluğu eleştiriyor; “Rejim muhaliflerini susturmak için başvurulan kanunsuz, hukuksuz uygulamaların adına Susurluk diyoruz. Bu kişileri susturmak için kullanılan en ağır yolun ve en kaba yöntemin, yani insanları öldürmenin, temizlik harekatına girişmenin adıdır ” (Age. s:220) diye tanımlıyor.
Kendini bu tür oluşumlardan aklamak için, kendi cürümlerini de gizlemek üzere söylenip duruyor. Ama bu konuyu işlediği bölümde de aynıyla şunları dile getirerek iç dünyasında nelerin döndüğünü dışa vurmaktan çekinmiyor: “Gönül ister ki olaya karışan, destek veren herkes cezalandırılsın” (Age. s: 225)
İşte Hanefi Avcı budur.
Üstelik bu, günah çıkarmış halidir.
CEMAAT
Kitabın son kısmı ise bir başka önemlidir.
Devletin nasılda kokuştuğunu ve her alanda çürüdüğünü, son olarak Fethullahçı cemaatin akıl almaz oyunları ve kıskacı altına girdiğini dile getiriyor. Bu kıskacın basıncı altında en üstten en alta kadar devletten tüm yetkililerini esir aldığını, dinleme, gözleme, video kayıt, tehdit, şantaj gibi devleti dumura uğratan bir faaliyetin cemaat eliyle, önü alınmaz bir yıkım sürecine doğru yöneldiğini anlatıyor.
Özellikle ordu içinde uzun süreden beri herkes ve her şeyle ilgili rapor toplayan ve bunları gerektiği zaman medyaya, oradan da yargıya taşıyarak yetkilileri teşhir ve tecrit eden (Age. s:551) cemaat faaliyetleri “Hemen hemen tüm kurumlarda az veya çok örgütlü haldedir. Öğrendiğim kadarıyla MİT, ordu, yargı ve milletvekilleri içinde imam konumunda kişiler bulunmaktadır…
“Genelde her kurumun imamı işleri yönetmektedir. Emniyet, ordu, MİT, basın ve medya, yargı, maliye gibi tüm büyük kurumlarda sorumlu olan bir imam vardır” (Age. s:564) diye belirleme yaparak, ülkede, devletin tüm kurumlarını esir alan bu cemaatin her şeyi en kirli ve en kanunsuz yöntemlerle, hukuki kılıflar uydurarak kendi lehine ve hedef seçtiklerinin aleyhine organize etmektedirler. Son dönemde tanık olunan, subay, siyasi, bürokrat gibi çevrelerin gayri meşru ilişkileri ifşaatı, fotoğraf, video, ses bantlarıyla tahdit ve şantaj edilmeleri ve ortaya çıkan sonuçlarının arkasında bu cemaatin olduğunu iddia ederek, “Ben bu kitapla birlikte açıkça ifade ediyorum ki tüm bu işleri cemaat yapıyor, bunu artık herkes bilsin. Son zamanlarda gündemi meşgul eden tüm iddiaları yayan cemaattir, onlardan bilgi alan da onlar adına konuşan da cemaatin adamlarıdır. Tarafsız basın mensubu, devletin polisi savcısı numarasını artık kimse yutmasın, bu işler Emniyet ya da hukuk adına yapılmıyor, cemaatin planı ve programı doğrultusunda cemaatin talimatıyla gerçekleştiriliyor. “ (Age. s:571) diye bağlıyor. Bütün bu kirli işlerin “arka palanında Emniyet İstihbarat Şubesi unsurları” (Age. s:575) olduğuna işaret ediyor.
Fethullahçı cemaatin, Osmanlıyı yıkan İttihat ve Terakki cemiyetine, onun devlet içindeki devlet gibi örgütlenmesine dikkat çeken Hanefi Avcı, yine ikircimliğe düşerek, bu cemaatin devlet işlerine karışmadan başarılı işler yapabileceğine ve bunun desteklenmesi gerektiğine vurgu yapıyor. (Age. s:574). Böyleci bu tür faaliyetlerin er ya da geç devlete el atacağı gerçeğini göz ardı ederek bir kez daha, kendisinin olmadığı, denetlemediği her şeyin kötü olduğu sonucunu ortaya koyuyor.
Tipik bir şark düalisti, bana ait olmayan kötüdür mantığıyla yaptığı eleştiriler tutarsızlının da bir göstergesi olarak kitaptaki yerini alıyor; 12 Eylül rejiminin Kürt özgürlük hareketine karşı dini amaçlarına alet etmek üzere yürüttükleri kampanyanın masum başlangıcının nerelere kadar uzanacağını bu gün daha iyi görmekteyiz: cehenneme giden tüm yollar iyi niyetlerle döşeli olduğunu burada da görmekteyiz.
Tam bu noktada Emniyet İstihbarat Şubesinin, 31 Ağustos 2010 tarihinde örgütümüz ve şahsım üzerine servis yaptığı “Kaos için Alevilere suikast” yalan haberleri de yerli yerine oturmuş olmaktadır. Cemaat, kuklalarıyla devrimcileri kirletmek için akıl almaz yol ve yöntemlerle her türden kirliliği, karalamayı ve şaibeyi üretip servis yapabileceği bir kez daha görülmüştür. Yandaş medyasıyla toplumda gerginlik, korku ve kaygı yaratan bu girişimleri, ailemiz adına babam Zeki Ural yargıya taşımıştır. Bununla, hukuk mücadelemiz derin devlet, sivil diktatörlük ve cemaate karşı demokratik bir duruş olarak ortaya konmuştur.
SONUÇ:
Hanefi Avcı, değerler sisteminin yıkıldığını bu yıkımı da kendi eliyle gerçekleştirmek için çabaladığını bize aktarıyor. Biz demokrasi güçleri bini hep söylüyor ve biliyorduk. Birde bu türlerden duymamızın anlamlı olduğunu düşünüyorum. Ama inanmıyorum.
Bana, akıllarının hala imha ve tasfiyede olduğu gibi geliyor. Hak ve talep arayışında silaha sarılmak zorunda bırakılmış mağdurların imhası için, teknik ve çok ileri sinsi kıyım önerileri yapmaktan hala çekinmeden söz etmesi bunu gösteriyor.
On yılların emniyet görevlisi, büyük operasyonların kanlı baskınların, takibat ve işkencelerin baş sorumlusu Hanefi Avcı, bir tarafı vicdan azabı, bir tarafı gelişmeleri yakından takip etmenin gelecekle ilgi algılarda ortaya çıkmış günah çıkarma çabalarıyla yüz yüzeyiz. Yayınladığı kitap, özellikle sol siyasal ortamda ilgiyle okunacak. Düşmanlarımızın, özveri ve ahlakımız karşısında şapka çıkarmalarının mutluluğunu yaşanacak.
Henüz okumalarını bitirmemiş olanların da katkısıyla bu kitap üzerinde çok konuşulacak gibi.
Anayasa referandumunda solun bölünmesi gibi, Hanefi Avcı konusunda da bölüneceğimiz aşikar. Kimimiz onu günahkar Mary Magdalena ilan edecek ve Hz.İsa’nın rahmetini üzerine örtecek. “Günahı olmayan beri gelsin” diyecek.
Kimimiz asıp keserek, tasfiyesi için Humeyni fetvası verecek.
Kitabın dikkatli okuyucusu Hanefi Avcı’yı şahıs olarak değil yer aldığı kurumun akıl sistemi olarak ele alacaktır. Kişi olarak değil bir algı türü olarak değerlendirecektir. Buradan bakınca da belli bir objekitvitenin zemini üzerinde yükselen bu algıların, ne değişmek ne de olayları doğru kavrayıp çözümünü aklıselimle yerine getirme gibi bir derdinin olmayacağıyla yüz yüze kalacaktır.
Hanefi Avcı adında somutlaşan bu algı türü, daha çok her şeyi kendine yontan ve bu kanalla eleştiri ve mesajları olduğunu izah etme çabasındadır. O yine devletçi, yine demokratik hak ve taleplerin susturulması için her yöntemin ”yasal çerçevede”(!) olması koşuluyla katletme de dahil, her yolu mubah saymaya devam ettiğine tanık olacaktır; teknik devlete, bilgisayar devletine, net devletine nasıl girilir, nasıl daha az riskle daha çok sonuç alınır onu önermesi ve bunun öncüsü olduğunu ifade etmesi de bununla ilgilidir.
Hanefi Avcı, kitabında sürekli operasyonlar üzerinde durup övünmesinin bilinçaltı itimleri bunu gösteren önemli birer belirtidir; her sorun, bir suç unsuru ve operasyonla tasfiye edilmesi gerekli bir tehlike olarak görülüyor. Bu bakış, bu algı, sonsuz tekrarla, her zaman her kesi potansiyel suçlu ilan eder. Oysa Hanefi Avcı’nın da farkında olduğunu kimi ifadelerinde anladığımız, olayların sistemle, sistemin hatalarıyla yani nesnel nedenlerle ilgili temel bir boyutu bulunuyor. O temeller değişmeden, onun açtığı sonuçların sür git devam etmesi kaçınılmazdır. Bu da sorunların çözümü için operasyonların değil, temeldeki çözümlerin öne çıkması gerektiğini gösterir. Aksi takdirde, sorunlar bitmeyecek operasyon mantığı da kesilmeyecektir; biri gidecek diğeri gelecektir…
Buna rağmen o, kişisel düzeyde “Surname” de Aziz Nesin’in yarattığı Berber Hayri tipi olarak karşımıza çıkma ısrarındadır; eski Hanefi Avcı artık yok, değişti demek istiyor.
Evet değişim değişmeyen tek gerçektir.
Hanefi Avcı da değişebilir. Değişmiştir de. Ancak bu akıl algılarının değiştiğine inanmak için daha çok zaman var gibi…
Tarihi, belgeler ve kanıtlar, zayıf olarak da sözlü katılımlarıyla süreci yaşayanlar oluşturur. Bu açıdan Hanefi Avcı’yı okumak ve arşivlemek, toplumsal hafızamıza kazımak yanlış değildir.
Gelecek kuşakların bilincinde tarihi diri tutmak üzere, yaptıkları akıl almaz operasyon, işkence ve kıyımla birlikte hafıza arşivindeki yerine almasını sağlamak gerek. Bunun için Hanefi Avcı’nın daha çok şey anlatması gerek, daha çok detayı hiçbir şeyin üstünü örtmeden, gelecek kuşaklara tarihle cesurca yüzleşmeleri için sunması gerek.
Her şeye rağmen, on yıllardır üç kuşak tüketerek sürdürdüğümüz demokrasi ve özgürlük mücadelesinin temel söylemleri ve değerlerinin, bu kişilerce de doğrulanması önemlidir. Bu kişilerin özeleştirilerinde tutarlı olup olmamalarının bu anlamda bir önemi yoktur. Bu açıklamalarla, halka gerçeklerin taşınmasına katkı yapmak önemlidir. Tarih bilinci bu birikimlerin ürünüdür.
Bu tür yazımları dikkatle irdelemek ve tarihle cesurca yüzleşmemizin verileri arasında işlemek hepimizin görevi olacaktır.
Barış içinde bir arada yaşamak için, daha çok şeffaf ve daha çok sorumlu olmamız bu verilerle yerli yerine oturacağı kanaatindeyim.
9 Eylül 2010
ACİLCİLER
Hanefi avcı, Mersin Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şubesinde göreve atandığı bir kesitte, Örgütümüz acilcilerin yoğun çalışmalarıyla karşı karşıya gelir. Bunlardan biri zindandaki işkence ve baskılara karşı aldığımız karar doğrultusunda Zindan başgardiyanlarına ve haksız ceza ever hakimlere karşı yaygın uyarı eylemleriydi. Bu eylemlerin bir bölümü Mersin ve çevresinde Şehit Recep Güregen yoldaş önderliğinde yürütülmekteydi.
Sağlam ve inançlı bir ekip, etkin eylemler ve ser verip sır vermeyen militanlarla sürecin yükselişini sağlıyorlardı. Yaptıkları eylemlerde Recep yoldaşın Mahkemelerde bayrak açma geleneğini de sürdüren davranışları, yapılan eylemin örgütümüze ait eylem ve sorumluluk olduğunu belirten bayrak bırakma etkinlikleri de yer alıyordu.
Hanefi Avcı, kitabın 63. Sayfasında “Acilciler Operasyonu” başlığı altında, O kesitte sorumlu olan Recep Güregen’in şehit olduğu eylemi dile getiriyor; eylemde dört yoldaştan ikisi sağ yakalanmıştı. Bir yoldaşı (Hüseyin Güngen), polis kalkan yaparak çatışmaya girmişti. Polis çatışma çıktığı an kalkan olarak kullandığı yoldaşı arkadan vurarak şehit eder. Recep Güregen yoldaş nehri geçerken polis kurşunuyla şehit olur.
Banka soygunu tahkikatı sürecinde “Hatay’dan bazı isimler getirildi, bu olayın o zamanki adıyla Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi Acilciler örgütü tarafından yapıldığı anlaşıldı” (Hanefi Avcı, “Haliçte Yaşayan Simonlar” s: 71. s:66) diyen Hanefi Avcı, o kesitteki polis teşkilatının durumun şöyle dile getiriyor: “Biz karşımızdaki insanları ve onların zihinsel yapılarını, güçlerini ve niteliklerini anlamak ve idrak etmekten çok uzaktık”
Acilcilerle karşılaşmasını sağlayan bu ilk eylemlerde Hanefi Avcı ilk derslerini de almaya başlar.
“ Gece geç saatlere kadar Cumhuriyet Savcısı Yusuf Bey, Şube Müdürümüz ve tüm amirler sanıkları sorguluyor, hangi olaya kimin katıldığını, kimin ne rol oynadığını öğrenmeye çalışıyorduk. Militanlar olayları saklamıyorlardı, sadece birlikte oldukları diğer militan arkadaşlarının adını vermek istemiyorlardı.” (Age. s: 71)
Acilcilerin ilk dersi budur.
Teslim olmamak, yoldaşını ele vermemektir.
Acil hareketi bir onurlu direniş hareketi olarak tarihini bu tutumlar üzerine kurmuştu. Kurucu önderlerimizden şehit İlker Akman ve yoldaşları, bir ahlaksız itirafçının ihbar pususuna düştüler. Ama teslim olmadılar, dövüşerek şehit oldular. Ankara bölgesinde Polisle çatışıp, ser verip sır vermeyen yöneticiler (Rıza Salman) işkencede hiçbir yoldaşını ele vermeden, alın akıyla zindan yattı. Bu geleneğin yöneticisi olarak 21 gün kaldığım Ankara ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü işkencelerinde ser verip sır vermeden alnımın akıyla geçtim, zindan yattım, mülteciliğin acımasız koşullarına katlandım. Bu bizim görevimizdi, yaptığımız bir yükümlülüğün ifasıydı, övünülecek bir yanı yoktu, ancak örnekti.
Bu gün Hanefi Avcının anılarında bu gerçeği bir kez daha okumak Acil hareketinin onurlu ve dik duruşunun düşman saflarında bile nasıl bir etki yarattığını göstermeye yeterlidir. Örgütsel tarihimizin binlerce olumlu örneğinden biri de bu duruştur. Tarihimizi karalamak isteyenlerin birer itirafçı çömez olmaları ise çok normaldir.
Onurlu Tarihimiz karşısında, düşmanlarımızın bile saygılı olması ve bunu “Militanlar olayları saklamıyorlardı, sadece birlikte oldukları diğer militan arkadaşlarının adını vermek istemiyorlardı.” Diyerek açıkça ilan etmeleri, bu mücadelede ortaya konan fedakarlığın anlamı masajını oluşturuyor.
Hanefi Avcının Acilcilerden aldığı derslerin en önemlisi ise yoldaşlarını ele vermemesi yanı sıra kamulaştırılan paralara el sürmemekte anlamını bulan örgütsel ve insani yüksek ahlakıydı.
Hanefi Avcı, kitabının girişinde ve ilk bölümlerinde bir Acilci militanın gösterdiği ahlaki duruştan ve bunun etkileri altında yaşadığı değişimden söz ediyor. Bu militan, diğer acilci militanlar gibi Şerif yoldaştı.
Şerif yoldaş, MK yedek üyesi. O gün bir militan olarak İşkenceler altında Hanefi Avcı ve amirlerinin sorgularına direnmişti. Onlara hayatları boyunca unutamayacakları bir de dersi vermişti..
Tarsus Halk Bankası kamulaştırması nedeniyle yapılan sorguyu Hanefi Avcı şöyle dile getiriyor:
“Şube müdürümüz ona banka soygunundan ne kadar para aldığını sordu. Militan para almadığını söyleyince, ‘Mutlaka almışsındır, ne kadar aldın söyle’ diye ısrar ettik. O da almadığı yönünde ısrar ediyordu… Polis amiri Ömer ağabey, “ O zaman bankayı babanın hayrı için mi soydun’ “( Hanefi Avcı, “Haliçte Yaşayan Simonlar” s: 71) diye, kendi ahlak ve kültür algılarıyla işkence altında sorgu yapıyorlardı.
Bir Acilci militan olarak Şerif yoldaş, işkence karşısında sorumlu bir duruş sergilemişti. Bu satırları yazarken Şerif yoldaşı aradım. O da süreci yaşayan bir yoldaş olarak, kendi açısından kaleme alıyordu. Sorgunun bu yanını kısaca şöyle ifade etti:
“ Bu benim görevimdi, ne övünmemi gerektirecek bir şey ne de anılmaya değer. Ama Benim tutumum örgütümün bana öğrettiği değerlerin tutumuydu. Biz, aç kaldığımız zor koşullarda bile elimizdeki paranın kuruşuna el sürmedik. Yapmamız gereken buydu. Hanefi Avcı bir işkenceci olarak bundan ders almışsa onun bileceği bir şey. Bu ne onun işkenceci tarihini ne de bizlerin bu güne kadar dik duran mücadele algılarını değiştirmeyecektir.” (8 Eylül 2010) Dedi.
Hanefi Avcı, Acilci militanın direnişi ve ahlaki tutumu karşısında, olayı şu şekilde dile getiriyor;“ Asıl tuhafı şuydu: Bize göre bankayı soyan kişilerin parayı bölüşmeleri gerekiyordu. Bu şahıs tüm risklere katlanarak banka soygununa katılmış ama paradan beş kuruş almamıştı. O zaman banka soygununa niye katılmıştı; biz ideolojik örgüt içinde militanların inanç ve idealleri için fedakarlık yaptıklarını, banka soygununda para alma diye bir amaç ve mantıklarının olmayacağını bilmiyorduk”.(Age. s:71)
İşte hepsi bu kadar.
Her şey bu ahlak algısında başlıyor ve bu ahlak algısında bitiyor.
Acilciler böyleydi ve böyle olmaya devam ediyor.
Acilciler mücadelelerinin her kesitini, dün olduğu gibi bu günde hiçbir şahsı karşılık beklemeden demokrasi mücadelesi için sundular. On yılların kararlı duruşunu başka hiçbir şey böylesine kararlılıkla sürdürmeye imkan tanımaz. Mücadele yollarında dökülen itirafçıların nasıl saflarımızı terk ettiğini, para karşılığı kendini satan ajanların nasıl bu gün aynı görevde karalama ve şaibe yaymak için çırpındıklarını yeterince açık olarak görmekteyiz. Bütün bunlar eşyanın tabiatına uygun olarak tecelli etmektedir.
Acilciler direnmeye, onurluca yaşayıp mücadele etmeye devam ederken, geçmişte düşmanlarının bile itiraf etmek zorunda kaldıkları onurlu duruşlarını bu günde sürdürmeye çalışmaktadırlar.
Hanefi Avcı bu gerçekleri itiraf etmekle kalmıyor. Acilci militanların ortaya koyduğu duruşun, bilincinde yarattığı etkileri ve bu etkilerin yaratığı değişimleri de dile getiriyor.
Kitabının girişinde yazdığı şu ibret cümleler okunmaya değer. “Mersin’de görev yaptığım yıllarda, benim için sistemin ve rejimin muhalifi olan; devleti, orduyu ve polisi eleştiren herkes kötü niyetli, hain ve ajandı. Tüm solcular Rus ajanı ve vatan haini idi, onlara en ağır ceza verilmeliydi. Ama duygu dünyamdaki büyük değişimlerin olduğu, anlatılmaz şeylerin ruhuma çarptığı o çileli günlerim ve birazda karşımda olan insanlarla temasım sonucunda, onların inançları uğruna katlandıkları kişisel fedakarlıklarını görerek demokratik muhalefeti hoş görmeyi öğrenmiştim” (Age. s:8)
Hanefi Avcı “karşımda olan insanlarla temasım sonucunda, onların inançları uğruna katlandıkları kişisel fedakarlıklarını görerek” dile getirdiği değişimin kaynağında Acilci militanların özverilerini, fedakarlık ve ahlak anlayışları bulunuyordu.
Hanefi Avcı, kitabına “Neden Yazıyorum “ diye başlamış. Bu bölümde dile getirdiği özeleştiriyi devrimcilerden ve özellikle Acilcilerden aldığı ahlak derslerine bağlamıştır.
“Benim özlediğim illegal örgüt mensuplarının…dünyanın maddi nimetlerini bir kenara iterek bir fikir-ideal uğruna yaptıkları fedakarlıklardı…
Çevremde gördüğüm devlet memurları üç beş kuruş rüşvet almak için haksız ve hukuksuz davranışlara girişip vicdanlarını satarken; her şeyi para için yapan ama kendilerini vatansever olarak tanıtan mafya mensubu organize suç şebekeleri birkaç kuruş için namuslarını ayaklar altına alarak cana kıyıp insanlara eziyet ederken; ülkenin ve benim düşmanım olduklarını düşünerek karşı olduğum illegal örgüt mensupları kendi idealleri uğruna her fedakarlığı yapıyordu. Banka soyuyor ama beş kuruşunu almak akıllarına gelmiyordu.” (Age.s:11)
Hanefi Avcı bunu Acilcilerden öğreniyor. Elbette ki sadece Acilcilerden değil, tüm devrimci hareketin ahlak anlayışı buydu Hanefi Avcı ilk ahlak şamarını acilcilerden alarak bunları dile getirirken genelde devrimci hareketin nasıl bir onurlu hareket olduğunu da itiraf etmek durumunda kalıyor.
Hanefi Avcı tipik bir itirafçıdır. Devrimci hareketin itirafçısı olduğu gibi Emniyetin de itirafçısı olması doğal.
O her itirafçı gibi demagojide müptezelce yöntemler kullanıyor, konuları bulandırıyor, günah çıkarıyor, birilerini suçlayarak katilliğini, kirli ellerini gizlemeye çalışıyor.
Ancak her itirafçı gibi şecaatini arz ederken sirkatini dile getiriyor.
Kitabının ilk satırlarında, artık eskisi gibi işkence, baskı, zorbalıkla siyasal sorunların çözülmeyeceğini özelikle devrimcilerle empati yaparak öğrendiğini dile getirdiği her paragrafın sonunda, sirkati olan “kanlı tasfiyeci” kimliğini açığa vuruyor.
Bunu, ahlaki dersler aldığını dile getirdiği acilcilerden söz ederken, Göksu Irmağını geçmeye çalışırken kurşuna dizilen Recep Güregen yoldaşın katledilmesini ve Polisin canlı kalkan yaptığı Hüseyin Gürkan yoldaşın polis tarafından arkadan vurularak katledilmesini örtülü satırlar içinde dile getirmekle yetiniyor.
Hanefi avcı, devrimci örgütlerin azılı bir düşmanı olduğunu açıkça yazıyor. Hatta “Ecevit’in bile cezalandırılması gerektiğini” düşündüğünü dile getiriyor. Bu eli kanlı emniyetçiden, PKK ve Kürt halkının çektikleri ise sayfalara sığmaz cinstendir; ancak o bunlardan hiç söz etmiyor, örtüyor, gizliyor, günah çıkarmaları altında görünmez hale getirmeye çalışıyor. Buna rağmen, katilin dönüp geleceği yer cürüm yeri olması gibi, yok etmekten iç güdülerini dışa vurmadan edemiyor.
Hanefi Avcı iç dünyasındaki gerçek, günah çıkarırken dile getirdiği barışçıl yaklaşımlardançok daha büyük olduğunu şu satırlarda açıkça dile getiriyor; “radikal olan, hele eline silah alan ve şiddet kullanan herkes, her örgüt mutlaka durdurulmalı, yok edilmelidir.” (Age. s:8)
Bu kanaatlerini kitabının 231. Sayfasında “Antalya PKK Operasyonu” başlığı altında, uzun uzun, teknik imkanların kullanılmasıyla nasıl tatbik edilebileceğin anlatıyor. Sorumluların kendisini dikkate almadıklarından dolayı, PKK’lı gurubun uzun süre mücadelesine devam ettiğini ifade ediyor. Kitabının her sayfasında, çok bariz bir şekilde Ordu karşıtı tutumunu da izah ederek mesajlar gönderirken, teknik bilgisinin tek amacı olan imha etmeyi ifade etmekten kaçınmıyor. Kıpti’nin şecaatini arz ederken dile getirdiği sirkat, Hanefi Avcının dilinde “Halbuki bu grubu o gün imha etmek mümkündü” (Age. s:235)
Bu noktada Devrimci–Sol liderlerinden Bedri Yağan ve arkadaşlarının katledildiği operasyonu unutmamak gerek.
Hanefi Avcı, bu operasyonlarda neler yaptığını, elinin kimlerin kanına bulaştığını sessizce geçiştirme çabasındadır. İşin bu yanını hep örtü altında tutuyor. Oysa Bedri Yağan ve arkadaşlarına yönelen kanlı operasyondaki rolünü bilmeyen yok. 22 SDB (Devrimci-Sol’un Silahlı Devrim Birlikleri) militanı yara almadan sokak ortasında esir alınırken, teknik takip ve izlemelerin en gelişmişiyle izlenmesine karşın, esir alınmaları yerine neden Bedri Yağan ve 6 arkadaşının katledildiklerini akıllı gerekçelerle açıklayamıyor. Açıklayamaz da. (Bkz. Age. s:174-185)
Çünkü “imha etmek” onun da sisteminin de devletinin de temel algısıdır. Bu konuda etraflı bir açıklama yapmıyor. Kendi kirliliğini hep gizleme telaşı içinde dikkatleri başka yöne çekmeye çalışıyor.
İşte Hanefi Avcı budur.
Nedenini sorgulamadan, hak ve hukuk kapsamında siyasi iktidarların ne tür bir amansızlıkla insanlar üzerine, halklar üzerine ezilen uluslar üzerine inançlar üzerini yürüdüğünü sorgulamadan, silaha sarılmanın arkasında yatan devlet baskısını işkencesini kıyımını sorgulamadan “herkes yok edilmelidir” (Age.s.8)diyor.
Bu ahlaksız söylemle Hanefi Avcı, tüm günah çıkarmalarını yerle bir ediyor dürüst olmadığını, tutarsız olduğunu gösteriyor.
Tutarsızlıklar PKK konusunda kendini çok daha çıplak olarak sergiliyor.
PKK
Hanefi Avcı, “Haliç’te Yaşayan Simonlar” başlıklı kitabında, okura günah çıkardığını anlatmaya çalışıyor.
“Bir zamanlar yok etmeye bütün gayretimle çalıştığım tüm düşmanlarım…silaha ve şiddete itenin de aslında doğru olduğunu zannettiğim değerler olduğunu anladım” (Age. s:5)
“Sonunda tapacak kadar bağlandığım, yaratılması uğruna bu kadar gayret gösterdiğim, her şeyimi verdiğim değerlerin yıkılması için gayret gösterdim, yıkılmasını istedim.” (Age. s:8) Diyor.
Bu büyük değişimde, devrimci örgü ve militanların özverileri, ahlakları, direnişleri ve tutarlılıklarının rol oynadığını ifade ediyor; görevinin ilik aşamasında yüz yüze kaldığı Acilci militanların direnişin bu değişimin temelini oluşturduğunu dile getiriyor.
Ancak, PKK’nin, militanlarına karşı kamplarda uyguladığını iddia ettiği baskılarda ortaya çıkan, gerçeği bilmesine karşın hakim olan anlayışa boyun eğen Simon kod adlı militan tipinin ülkenin ve devletin her alanında çürümenin ifadesi olduğunu dile getiriyor ve türleri atfen sağcı ya da solcu, devlet içinde yada sivil nerede olursa olsunlar durularını Simonlaşmak olarak değerlendiriyor. (Age. s:13-14)
PKK’ye karşı iç dünyasındaki bu tepkilere karşı, kendini de tekzip eden PKK kamplarının büyük bir eğitim ve inanç laboratuarı olduğunu dile getiriyor (Age. s:14). PKK militanlarının ”çok okuyan, çok yazan, olayları doğru değerlendiren” (Age. s:99) kişiler olduğu, “Kapital, Diyalektik ve Tarihi materyalizm, Felsefenin temel ilkeleri gibi Marksist-Leninist düşüncenin temel felsefesini oluşturan eserleri” (Age. s:122) okuyarak eğitildiklerini, “ Bir PKK mensubu kolaylıkla rapor yazabilir, dünyayı ve dünyada yaşanan gelişmeleri tahlil edebilir, saptadığı siyasi ve sosyal gelişmelerin ülkemize nasıl yansıyacağını, ülkemize yansıyan bu gelişmelerin nasıl bir ortam yaratacağını, bunun sonucunda kendi örgütlerinin nasıl hareket etmesi gerektiğini ve en nihayetinde kendisine düşen görevin ne olduğunu, bu görevi nasıl yerine getireceğini tüm ayrıntılarıyla anlatabilir” (Age. s:130) diyerek de Simonlaşma diye tabir ettiği durumu PKK ya da devrimci hareketlerde değil kendi değer yargılarıyla şekillenmiş çevrelerde araması gerektiğini belirlememiz gerek.
Hanefi Avcı, hayatını PKK’yle, Kürt özgürlük hareketiyle mücadelede geçiriyor; her türden kıyım ve işkence cürümü irtikap ediyor. Ancak baş edemeyince, PKK ile anlaşmak gerek, “muhatap Öcalan’dır. Öcalan mahatap alınmadın hiçbir sorun halledilemez” (Age. s:374) diyor.
Tarihi, siyasi, dünya, bölge ve örgüt konjonktürü barışa hazırdır diyor. ” Aslında PKK ve Öcalan’ın bugünkü tavrı ve içinde bulunulan durum Türkiye için çok büyük bir şanstır. Türkiye bu nimetin farkında değildir. Bu savaşın bitmesi için bütün şartlar olgunlaşmış ve her şey hazırdır. Bu çok büyük bir fırsattır” (Age. s:372) Bu algıları geçmişinden sıyrılışına bir gösterge olarak koyarken, en üstün teknolojiyle, en kapsamlı yöntemlerle istihbarat yapılmalı ve “ radikal olan, hele eline silah alan ve şiddet kullanan herkes, her örgüt mutlaka durdurulmalı, yok edilmelidir.” (Age. s:8) demesi, düalist ruh halını yansıtmaya yeterlidir.
Bu arada, devletin nasıl da ahlaksız itirafçıların, muhbir, para düşkünü satılmışların peşinde sürüklendiğini, halka zulüm ettiğini, provokasyonlara yöneldiğini “Burhan Nart Olayı”nda okura aktarıyor. Bu durumu eleştiriyor (Age. s:109). Ancak sistemin her zaman bu tür satılmışlara ihtiyaç duyduğunu tekrarla ifade ederek çifte standart bir davranış içinde olduğunu göstermekten de kurtulamıyor.
Hanefi Avcı, kitabında siyasi mücadele alanında tanık olduğu konular dışında bir dizi konuyla ilgili görüşlerini aktarıyor. Bu aktarımlarında dikkat çeken ikircimliğini de sık sık ele veriyor. Sorunların sistem ve değerlerini bozukluğundan kaynaklandığını söylüyor ve aynı anda sorunları şahısların Simonlaşmasına bağlayarak ikircimliğe düşüyor. Devlet içi kurum çatışmalarında kah Ordu yanlısı kah ordu düşmanı, kah siyasileri kah bürokratları suçluyor. Susurluk, JİTEM gibi “kanun dışı” saydığı devlet içi yapılanmalardan söz ederken onların fiillerinin yasal yoldan yapılması gerektiğini ima ediyor. Sık sık verdiği mesajlar açık kapalı şahıs suçlamaları yaparak, konuları kendi şahsının önemi ve çabası üzerine bağlamaya çalışıyor. Bu haliyle, günah çıkarma olayını bir protesto olayına çevirip kendisinin ne kadar haklı olduğuna dayandırıyor; böylece değiştiğini, demokrasiyi önem verdiğini, farklılıkların sistem için çok gerekli olduğunu beyan eden değişimlerinin gerçekçi olmaktan çok duruma göre konuşma olarak belirdiği görülüyor.
Hanefi Avcı, Muaviye gibidir; Muaviye’nin tarihe geçen ünlü “düşmanın gevşettikçe gereceksin, düşmanın gerdikçe gevşeteceksin” sözündeki gibi davranıyor.
O da bir şark kurnazı olarak karşımıza çıkıyor.
SUSURLUK ve JİTEM
Hanefi Avcı, JİTEM’e karşı olduğunu söylüyor. HEP Diyarbakır İl başkanı Vedat Aydın’nın kaçırılıp, ”Diyarbakır’dan 70-80 km uzaktaki Maden ilçesi yakınlarında, Diyarbakır-Elazığ karayolu üzerinde Maden çayının kenarında kalaşinkof makineli tüfekle taranarak” (Age. s:195) öldürülmesinin ve bunun ardından cenaze töreninde 23 kişinin de taranarak öldürülmesinin faili JİTEM’di.
Hanefi Avcı bu olayla ilgili olarak da şunu açıkça yazıyor, “Cem aslında bu olayın baş planlayıcısı ve failiydi” (Age. s:196): Ayrıca Hanefi Avcı, binlerce faili meçhulün altında JİTEM’in imzası olduğunu da iyi biliyordu.
Nitekim Cem Ersever, Hanefi Avcıya açıkça “Bu işte var mısın? Yok musun?” (Age. s:193) diye de soruyor. Bütün bunları dinleyen Hanefi Avcı resmi bir işlem yapmak yerine, devletin yetkili üst kurumlarını haberdar etmek yerine, siz yapın, istediğiniz kadar yapın önümü böylece açın ama “ben yokum” (Age. s:193) demeyi tercih etmişmiş...
JİTEM kurucusu ve yöneticisi, resmi unvanıyla “JİTEM Grup Komutanı” (Age. s:208) Albay Cem Ersever’in yakın dostu, yaptıklarını onaylamıyormuş, ama onun tasfiyesine da razı olmuyor. “Devlet kendi elamanın öldürmüştü” (Age. s:207) diyerek tepki koyuyor.
Hanefi Avcı, dava arkadaşının infazını Ordu kesimi (Jandarma genel komutanlığına bağlı, jandarma istihbarat elamanları tarafından) yaptığı için, buna karşı öfke dolu olduğu mesajını iletmekten geri kalmıyor; “Uzun sözün kısası, Cem Ersever cinayetinin faillerini bulması gerekip de bulmayanlar, bunun için hiçbir adım atmayanlar Cem’in failleridir.” (Age. s:209) diye feryat ediyor.
Cem Ersever gibi binlerce insanı yargısızca infaz eden seri bir katile böylesi duygusal yaklaşmasının altında, günah çıkarmış bir Hanefi avcı değil, sinsi yollarla, teknolojinin en üst imkanlarını kullanarak, hak sahibi insanların özgürlük ve demokrasi mücadelesinde onlara barışçıl hiçbir yolun bırakılmamış olduğu koşullardaki mücadelesini ve varlıklarını “İmha etmek” üzerine kurmuştur.”
Hanefi avcı, sözde Susurluğu eleştiriyor; “Rejim muhaliflerini susturmak için başvurulan kanunsuz, hukuksuz uygulamaların adına Susurluk diyoruz. Bu kişileri susturmak için kullanılan en ağır yolun ve en kaba yöntemin, yani insanları öldürmenin, temizlik harekatına girişmenin adıdır ” (Age. s:220) diye tanımlıyor.
Kendini bu tür oluşumlardan aklamak için, kendi cürümlerini de gizlemek üzere söylenip duruyor. Ama bu konuyu işlediği bölümde de aynıyla şunları dile getirerek iç dünyasında nelerin döndüğünü dışa vurmaktan çekinmiyor: “Gönül ister ki olaya karışan, destek veren herkes cezalandırılsın” (Age. s: 225)
İşte Hanefi Avcı budur.
Üstelik bu, günah çıkarmış halidir.
CEMAAT
Kitabın son kısmı ise bir başka önemlidir.
Devletin nasılda kokuştuğunu ve her alanda çürüdüğünü, son olarak Fethullahçı cemaatin akıl almaz oyunları ve kıskacı altına girdiğini dile getiriyor. Bu kıskacın basıncı altında en üstten en alta kadar devletten tüm yetkililerini esir aldığını, dinleme, gözleme, video kayıt, tehdit, şantaj gibi devleti dumura uğratan bir faaliyetin cemaat eliyle, önü alınmaz bir yıkım sürecine doğru yöneldiğini anlatıyor.
Özellikle ordu içinde uzun süreden beri herkes ve her şeyle ilgili rapor toplayan ve bunları gerektiği zaman medyaya, oradan da yargıya taşıyarak yetkilileri teşhir ve tecrit eden (Age. s:551) cemaat faaliyetleri “Hemen hemen tüm kurumlarda az veya çok örgütlü haldedir. Öğrendiğim kadarıyla MİT, ordu, yargı ve milletvekilleri içinde imam konumunda kişiler bulunmaktadır…
“Genelde her kurumun imamı işleri yönetmektedir. Emniyet, ordu, MİT, basın ve medya, yargı, maliye gibi tüm büyük kurumlarda sorumlu olan bir imam vardır” (Age. s:564) diye belirleme yaparak, ülkede, devletin tüm kurumlarını esir alan bu cemaatin her şeyi en kirli ve en kanunsuz yöntemlerle, hukuki kılıflar uydurarak kendi lehine ve hedef seçtiklerinin aleyhine organize etmektedirler. Son dönemde tanık olunan, subay, siyasi, bürokrat gibi çevrelerin gayri meşru ilişkileri ifşaatı, fotoğraf, video, ses bantlarıyla tahdit ve şantaj edilmeleri ve ortaya çıkan sonuçlarının arkasında bu cemaatin olduğunu iddia ederek, “Ben bu kitapla birlikte açıkça ifade ediyorum ki tüm bu işleri cemaat yapıyor, bunu artık herkes bilsin. Son zamanlarda gündemi meşgul eden tüm iddiaları yayan cemaattir, onlardan bilgi alan da onlar adına konuşan da cemaatin adamlarıdır. Tarafsız basın mensubu, devletin polisi savcısı numarasını artık kimse yutmasın, bu işler Emniyet ya da hukuk adına yapılmıyor, cemaatin planı ve programı doğrultusunda cemaatin talimatıyla gerçekleştiriliyor. “ (Age. s:571) diye bağlıyor. Bütün bu kirli işlerin “arka palanında Emniyet İstihbarat Şubesi unsurları” (Age. s:575) olduğuna işaret ediyor.
Fethullahçı cemaatin, Osmanlıyı yıkan İttihat ve Terakki cemiyetine, onun devlet içindeki devlet gibi örgütlenmesine dikkat çeken Hanefi Avcı, yine ikircimliğe düşerek, bu cemaatin devlet işlerine karışmadan başarılı işler yapabileceğine ve bunun desteklenmesi gerektiğine vurgu yapıyor. (Age. s:574). Böyleci bu tür faaliyetlerin er ya da geç devlete el atacağı gerçeğini göz ardı ederek bir kez daha, kendisinin olmadığı, denetlemediği her şeyin kötü olduğu sonucunu ortaya koyuyor.
Tipik bir şark düalisti, bana ait olmayan kötüdür mantığıyla yaptığı eleştiriler tutarsızlının da bir göstergesi olarak kitaptaki yerini alıyor; 12 Eylül rejiminin Kürt özgürlük hareketine karşı dini amaçlarına alet etmek üzere yürüttükleri kampanyanın masum başlangıcının nerelere kadar uzanacağını bu gün daha iyi görmekteyiz: cehenneme giden tüm yollar iyi niyetlerle döşeli olduğunu burada da görmekteyiz.
Tam bu noktada Emniyet İstihbarat Şubesinin, 31 Ağustos 2010 tarihinde örgütümüz ve şahsım üzerine servis yaptığı “Kaos için Alevilere suikast” yalan haberleri de yerli yerine oturmuş olmaktadır. Cemaat, kuklalarıyla devrimcileri kirletmek için akıl almaz yol ve yöntemlerle her türden kirliliği, karalamayı ve şaibeyi üretip servis yapabileceği bir kez daha görülmüştür. Yandaş medyasıyla toplumda gerginlik, korku ve kaygı yaratan bu girişimleri, ailemiz adına babam Zeki Ural yargıya taşımıştır. Bununla, hukuk mücadelemiz derin devlet, sivil diktatörlük ve cemaate karşı demokratik bir duruş olarak ortaya konmuştur.
SONUÇ:
Hanefi Avcı, değerler sisteminin yıkıldığını bu yıkımı da kendi eliyle gerçekleştirmek için çabaladığını bize aktarıyor. Biz demokrasi güçleri bini hep söylüyor ve biliyorduk. Birde bu türlerden duymamızın anlamlı olduğunu düşünüyorum. Ama inanmıyorum.
Bana, akıllarının hala imha ve tasfiyede olduğu gibi geliyor. Hak ve talep arayışında silaha sarılmak zorunda bırakılmış mağdurların imhası için, teknik ve çok ileri sinsi kıyım önerileri yapmaktan hala çekinmeden söz etmesi bunu gösteriyor.
On yılların emniyet görevlisi, büyük operasyonların kanlı baskınların, takibat ve işkencelerin baş sorumlusu Hanefi Avcı, bir tarafı vicdan azabı, bir tarafı gelişmeleri yakından takip etmenin gelecekle ilgi algılarda ortaya çıkmış günah çıkarma çabalarıyla yüz yüzeyiz. Yayınladığı kitap, özellikle sol siyasal ortamda ilgiyle okunacak. Düşmanlarımızın, özveri ve ahlakımız karşısında şapka çıkarmalarının mutluluğunu yaşanacak.
Henüz okumalarını bitirmemiş olanların da katkısıyla bu kitap üzerinde çok konuşulacak gibi.
Anayasa referandumunda solun bölünmesi gibi, Hanefi Avcı konusunda da bölüneceğimiz aşikar. Kimimiz onu günahkar Mary Magdalena ilan edecek ve Hz.İsa’nın rahmetini üzerine örtecek. “Günahı olmayan beri gelsin” diyecek.
Kimimiz asıp keserek, tasfiyesi için Humeyni fetvası verecek.
Kitabın dikkatli okuyucusu Hanefi Avcı’yı şahıs olarak değil yer aldığı kurumun akıl sistemi olarak ele alacaktır. Kişi olarak değil bir algı türü olarak değerlendirecektir. Buradan bakınca da belli bir objekitvitenin zemini üzerinde yükselen bu algıların, ne değişmek ne de olayları doğru kavrayıp çözümünü aklıselimle yerine getirme gibi bir derdinin olmayacağıyla yüz yüze kalacaktır.
Hanefi Avcı adında somutlaşan bu algı türü, daha çok her şeyi kendine yontan ve bu kanalla eleştiri ve mesajları olduğunu izah etme çabasındadır. O yine devletçi, yine demokratik hak ve taleplerin susturulması için her yöntemin ”yasal çerçevede”(!) olması koşuluyla katletme de dahil, her yolu mubah saymaya devam ettiğine tanık olacaktır; teknik devlete, bilgisayar devletine, net devletine nasıl girilir, nasıl daha az riskle daha çok sonuç alınır onu önermesi ve bunun öncüsü olduğunu ifade etmesi de bununla ilgilidir.
Hanefi Avcı, kitabında sürekli operasyonlar üzerinde durup övünmesinin bilinçaltı itimleri bunu gösteren önemli birer belirtidir; her sorun, bir suç unsuru ve operasyonla tasfiye edilmesi gerekli bir tehlike olarak görülüyor. Bu bakış, bu algı, sonsuz tekrarla, her zaman her kesi potansiyel suçlu ilan eder. Oysa Hanefi Avcı’nın da farkında olduğunu kimi ifadelerinde anladığımız, olayların sistemle, sistemin hatalarıyla yani nesnel nedenlerle ilgili temel bir boyutu bulunuyor. O temeller değişmeden, onun açtığı sonuçların sür git devam etmesi kaçınılmazdır. Bu da sorunların çözümü için operasyonların değil, temeldeki çözümlerin öne çıkması gerektiğini gösterir. Aksi takdirde, sorunlar bitmeyecek operasyon mantığı da kesilmeyecektir; biri gidecek diğeri gelecektir…
Buna rağmen o, kişisel düzeyde “Surname” de Aziz Nesin’in yarattığı Berber Hayri tipi olarak karşımıza çıkma ısrarındadır; eski Hanefi Avcı artık yok, değişti demek istiyor.
Evet değişim değişmeyen tek gerçektir.
Hanefi Avcı da değişebilir. Değişmiştir de. Ancak bu akıl algılarının değiştiğine inanmak için daha çok zaman var gibi…
Tarihi, belgeler ve kanıtlar, zayıf olarak da sözlü katılımlarıyla süreci yaşayanlar oluşturur. Bu açıdan Hanefi Avcı’yı okumak ve arşivlemek, toplumsal hafızamıza kazımak yanlış değildir.
Gelecek kuşakların bilincinde tarihi diri tutmak üzere, yaptıkları akıl almaz operasyon, işkence ve kıyımla birlikte hafıza arşivindeki yerine almasını sağlamak gerek. Bunun için Hanefi Avcı’nın daha çok şey anlatması gerek, daha çok detayı hiçbir şeyin üstünü örtmeden, gelecek kuşaklara tarihle cesurca yüzleşmeleri için sunması gerek.
Her şeye rağmen, on yıllardır üç kuşak tüketerek sürdürdüğümüz demokrasi ve özgürlük mücadelesinin temel söylemleri ve değerlerinin, bu kişilerce de doğrulanması önemlidir. Bu kişilerin özeleştirilerinde tutarlı olup olmamalarının bu anlamda bir önemi yoktur. Bu açıklamalarla, halka gerçeklerin taşınmasına katkı yapmak önemlidir. Tarih bilinci bu birikimlerin ürünüdür.
Bu tür yazımları dikkatle irdelemek ve tarihle cesurca yüzleşmemizin verileri arasında işlemek hepimizin görevi olacaktır.
Barış içinde bir arada yaşamak için, daha çok şeffaf ve daha çok sorumlu olmamız bu verilerle yerli yerine oturacağı kanaatindeyim.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder