HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

9 Eylül 2010 Perşembe

ACİLCİLER HANEFİ AVCI PKK

Mihrac Ural
9 Eylül 2010



ACİLCİLER



Hanefi avcı, Mersin Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şubesinde göreve atandığı bir kesitte, Örgütümüz acilcilerin yoğun çalışmalarıyla karşı karşıya gelir. Bunlardan biri zindandaki işkence ve baskılara karşı aldığımız karar doğrultusunda Zindan başgardiyanlarına ve haksız ceza ever hakimlere karşı yaygın uyarı eylemleriydi. Bu eylemlerin bir bölümü Mersin ve çevresinde Şehit Recep Güregen yoldaş önderliğinde yürütülmekteydi.

Sağlam ve inançlı bir ekip, etkin eylemler ve ser verip sır vermeyen militanlarla sürecin yükselişini sağlıyorlardı. Yaptıkları eylemlerde Recep yoldaşın Mahkemelerde bayrak açma geleneğini de sürdüren davranışları, yapılan eylemin örgütümüze ait eylem ve sorumluluk olduğunu belirten bayrak bırakma etkinlikleri de yer alıyordu.

Hanefi Avcı, kitabın 63. Sayfasında “Acilciler Operasyonu” başlığı altında, O kesitte sorumlu olan Recep Güregen’in şehit olduğu eylemi dile getiriyor; eylemde dört yoldaştan ikisi sağ yakalanmıştı. Bir yoldaşı (Hüseyin Güngen), polis kalkan yaparak çatışmaya girmişti. Polis çatışma çıktığı an kalkan olarak kullandığı yoldaşı arkadan vurarak şehit eder. Recep Güregen yoldaş nehri geçerken polis kurşunuyla şehit olur.

Banka soygunu tahkikatı sürecinde “Hatay’dan bazı isimler getirildi, bu olayın o zamanki adıyla Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi Acilciler örgütü tarafından yapıldığı anlaşıldı” (Hanefi Avcı, “Haliçte Yaşayan Simonlar” s: 71. s:66) diyen Hanefi Avcı, o kesitteki polis teşkilatının durumun şöyle dile getiriyor: “Biz karşımızdaki insanları ve onların zihinsel yapılarını, güçlerini ve niteliklerini anlamak ve idrak etmekten çok uzaktık”

Acilcilerle karşılaşmasını sağlayan bu ilk eylemlerde Hanefi Avcı ilk derslerini de almaya başlar.
“ Gece geç saatlere kadar Cumhuriyet Savcısı Yusuf Bey, Şube Müdürümüz ve tüm amirler sanıkları sorguluyor, hangi olaya kimin katıldığını, kimin ne rol oynadığını öğrenmeye çalışıyorduk. Militanlar olayları saklamıyorlardı, sadece birlikte oldukları diğer militan arkadaşlarının adını vermek istemiyorlardı.” (Age. s: 71)

Acilcilerin ilk dersi budur.

Teslim olmamak, yoldaşını ele vermemektir.

Acil hareketi bir onurlu direniş hareketi olarak tarihini bu tutumlar üzerine kurmuştu. Kurucu önderlerimizden şehit İlker Akman ve yoldaşları, bir ahlaksız itirafçının ihbar pususuna düştüler. Ama teslim olmadılar, dövüşerek şehit oldular. Ankara bölgesinde Polisle çatışıp, ser verip sır vermeyen yöneticiler (Rıza Salman) işkencede hiçbir yoldaşını ele vermeden, alın akıyla zindan yattı. Bu geleneğin yöneticisi olarak 21 gün kaldığım Ankara ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü işkencelerinde ser verip sır vermeden alnımın akıyla geçtim, zindan yattım, mülteciliğin acımasız koşullarına katlandım. Bu bizim görevimizdi, yaptığımız bir yükümlülüğün ifasıydı, övünülecek bir yanı yoktu, ancak örnekti.

Bu gün Hanefi Avcının anılarında bu gerçeği bir kez daha okumak Acil hareketinin onurlu ve dik duruşunun düşman saflarında bile nasıl bir etki yarattığını göstermeye yeterlidir. Örgütsel tarihimizin binlerce olumlu örneğinden biri de bu duruştur. Tarihimizi karalamak isteyenlerin birer itirafçı çömez olmaları ise çok normaldir.

Onurlu Tarihimiz karşısında, düşmanlarımızın bile saygılı olması ve bunu “Militanlar olayları saklamıyorlardı, sadece birlikte oldukları diğer militan arkadaşlarının adını vermek istemiyorlardı.” Diyerek açıkça ilan etmeleri, bu mücadelede ortaya konan fedakarlığın anlamı masajını oluşturuyor.

Hanefi Avcının Acilcilerden aldığı derslerin en önemlisi ise yoldaşlarını ele vermemesi yanı sıra kamulaştırılan paralara el sürmemekte anlamını bulan örgütsel ve insani yüksek ahlakıydı.


Hanefi Avcı, kitabının girişinde ve ilk bölümlerinde bir Acilci militanın gösterdiği ahlaki duruştan ve bunun etkileri altında yaşadığı değişimden söz ediyor. Bu militan, diğer acilci militanlar gibi Şerif yoldaştı.

Şerif yoldaş, MK yedek üyesi. O gün bir militan olarak İşkenceler altında Hanefi Avcı ve amirlerinin sorgularına direnmişti. Onlara hayatları boyunca unutamayacakları bir de dersi vermişti..

Tarsus Halk Bankası kamulaştırması nedeniyle yapılan sorguyu Hanefi Avcı şöyle dile getiriyor:


“Şube müdürümüz ona banka soygunundan ne kadar para aldığını sordu. Militan para almadığını söyleyince, ‘Mutlaka almışsındır, ne kadar aldın söyle’ diye ısrar ettik. O da almadığı yönünde ısrar ediyordu… Polis amiri Ömer ağabey, “ O zaman bankayı babanın hayrı için mi soydun’ “( Hanefi Avcı, “Haliçte Yaşayan Simonlar” s: 71) diye, kendi ahlak ve kültür algılarıyla işkence altında sorgu yapıyorlardı.


Bir Acilci militan olarak Şerif yoldaş, işkence karşısında sorumlu bir duruş sergilemişti. Bu satırları yazarken Şerif yoldaşı aradım. O da süreci yaşayan bir yoldaş olarak, kendi açısından kaleme alıyordu. Sorgunun bu yanını kısaca şöyle ifade etti:


“ Bu benim görevimdi, ne övünmemi gerektirecek bir şey ne de anılmaya değer. Ama Benim tutumum örgütümün bana öğrettiği değerlerin tutumuydu. Biz, aç kaldığımız zor koşullarda bile elimizdeki paranın kuruşuna el sürmedik. Yapmamız gereken buydu. Hanefi Avcı bir işkenceci olarak bundan ders almışsa onun bileceği bir şey. Bu ne onun işkenceci tarihini ne de bizlerin bu güne kadar dik duran mücadele algılarını değiştirmeyecektir.” (8 Eylül 2010) Dedi.


Hanefi Avcı, Acilci militanın direnişi ve ahlaki tutumu karşısında, olayı şu şekilde dile getiriyor;“ Asıl tuhafı şuydu: Bize göre bankayı soyan kişilerin parayı bölüşmeleri gerekiyordu. Bu şahıs tüm risklere katlanarak banka soygununa katılmış ama paradan beş kuruş almamıştı. O zaman banka soygununa niye katılmıştı; biz ideolojik örgüt içinde militanların inanç ve idealleri için fedakarlık yaptıklarını, banka soygununda para alma diye bir amaç ve mantıklarının olmayacağını bilmiyorduk”.(Age. s:71)


İşte hepsi bu kadar.


Her şey bu ahlak algısında başlıyor ve bu ahlak algısında bitiyor.


Acilciler böyleydi ve böyle olmaya devam ediyor.

Acilciler mücadelelerinin her kesitini, dün olduğu gibi bu günde hiçbir şahsı karşılık beklemeden demokrasi mücadelesi için sundular. On yılların kararlı duruşunu başka hiçbir şey böylesine kararlılıkla sürdürmeye imkan tanımaz. Mücadele yollarında dökülen itirafçıların nasıl saflarımızı terk ettiğini, para karşılığı kendini satan ajanların nasıl bu gün aynı görevde karalama ve şaibe yaymak için çırpındıklarını yeterince açık olarak görmekteyiz. Bütün bunlar eşyanın tabiatına uygun olarak tecelli etmektedir.

Acilciler direnmeye, onurluca yaşayıp mücadele etmeye devam ederken, geçmişte düşmanlarının bile itiraf etmek zorunda kaldıkları onurlu duruşlarını bu günde sürdürmeye çalışmaktadırlar.

Hanefi Avcı bu gerçekleri itiraf etmekle kalmıyor. Acilci militanların ortaya koyduğu duruşun, bilincinde yarattığı etkileri ve bu etkilerin yaratığı değişimleri de dile getiriyor.

Kitabının girişinde yazdığı şu ibret cümleler okunmaya değer. “Mersin’de görev yaptığım yıllarda, benim için sistemin ve rejimin muhalifi olan; devleti, orduyu ve polisi eleştiren herkes kötü niyetli, hain ve ajandı. Tüm solcular Rus ajanı ve vatan haini idi, onlara en ağır ceza verilmeliydi. Ama duygu dünyamdaki büyük değişimlerin olduğu, anlatılmaz şeylerin ruhuma çarptığı o çileli günlerim ve birazda karşımda olan insanlarla temasım sonucunda, onların inançları uğruna katlandıkları kişisel fedakarlıklarını görerek demokratik muhalefeti hoş görmeyi öğrenmiştim” (Age. s:8)

Hanefi Avcı “karşımda olan insanlarla temasım sonucunda, onların inançları uğruna katlandıkları kişisel fedakarlıklarını görerek” dile getirdiği değişimin kaynağında Acilci militanların özverilerini, fedakarlık ve ahlak anlayışları bulunuyordu.

Hanefi Avcı, kitabına “Neden Yazıyorum “ diye başlamış. Bu bölümde dile getirdiği özeleştiriyi devrimcilerden ve özellikle Acilcilerden aldığı ahlak derslerine bağlamıştır.

“Benim özlediğim illegal örgüt mensuplarının…dünyanın maddi nimetlerini bir kenara iterek bir fikir-ideal uğruna yaptıkları fedakarlıklardı…

Çevremde gördüğüm devlet memurları üç beş kuruş rüşvet almak için haksız ve hukuksuz davranışlara girişip vicdanlarını satarken; her şeyi para için yapan ama kendilerini vatansever olarak tanıtan mafya mensubu organize suç şebekeleri birkaç kuruş için namuslarını ayaklar altına alarak cana kıyıp insanlara eziyet ederken; ülkenin ve benim düşmanım olduklarını düşünerek karşı olduğum illegal örgüt mensupları kendi idealleri uğruna her fedakarlığı yapıyordu. Banka soyuyor ama beş kuruşunu almak akıllarına gelmiyordu.” (Age.s:11)

Hanefi Avcı bunu Acilcilerden öğreniyor. Elbette ki sadece Acilcilerden değil, tüm devrimci hareketin ahlak anlayışı buydu Hanefi Avcı ilk ahlak şamarını acilcilerden alarak bunları dile getirirken genelde devrimci hareketin nasıl bir onurlu hareket olduğunu da itiraf etmek durumunda kalıyor.

Hanefi Avcı tipik bir itirafçıdır. Devrimci hareketin itirafçısı olduğu gibi Emniyetin de itirafçısı olması doğal.

O her itirafçı gibi demagojide müptezelce yöntemler kullanıyor, konuları bulandırıyor, günah çıkarıyor, birilerini suçlayarak katilliğini, kirli ellerini gizlemeye çalışıyor.

Ancak her itirafçı gibi şecaatini arz ederken sirkatini dile getiriyor.

Kitabının ilk satırlarında, artık eskisi gibi işkence, baskı, zorbalıkla siyasal sorunların çözülmeyeceğini özelikle devrimcilerle empati yaparak öğrendiğini dile getirdiği her paragrafın sonunda, sirkati olan “kanlı tasfiyeci” kimliğini açığa vuruyor.

Bunu, ahlaki dersler aldığını dile getirdiği acilcilerden söz ederken, Göksu Irmağını geçmeye çalışırken kurşuna dizilen Recep Güregen yoldaşın katledilmesini ve Polisin canlı kalkan yaptığı Hüseyin Gürkan yoldaşın polis tarafından arkadan vurularak katledilmesini örtülü satırlar içinde dile getirmekle yetiniyor.

Hanefi avcı, devrimci örgütlerin azılı bir düşmanı olduğunu açıkça yazıyor. Hatta “Ecevit’in bile cezalandırılması gerektiğini” düşündüğünü dile getiriyor. Bu eli kanlı emniyetçiden, PKK ve Kürt halkının çektikleri ise sayfalara sığmaz cinstendir; ancak o bunlardan hiç söz etmiyor, örtüyor, gizliyor, günah çıkarmaları altında görünmez hale getirmeye çalışıyor. Buna rağmen, katilin dönüp geleceği yer cürüm yeri olması gibi, yok etmekten iç güdülerini dışa vurmadan edemiyor.

Hanefi Avcı iç dünyasındaki gerçek, günah çıkarırken dile getirdiği barışçıl yaklaşımlardançok daha büyük olduğunu şu satırlarda açıkça dile getiriyor; “radikal olan, hele eline silah alan ve şiddet kullanan herkes, her örgüt mutlaka durdurulmalı, yok edilmelidir.” (Age. s:8)

Bu kanaatlerini kitabının 231. Sayfasında “Antalya PKK Operasyonu” başlığı altında, uzun uzun, teknik imkanların kullanılmasıyla nasıl tatbik edilebileceğin anlatıyor. Sorumluların kendisini dikkate almadıklarından dolayı, PKK’lı gurubun uzun süre mücadelesine devam ettiğini ifade ediyor. Kitabının her sayfasında, çok bariz bir şekilde Ordu karşıtı tutumunu da izah ederek mesajlar gönderirken, teknik bilgisinin tek amacı olan imha etmeyi ifade etmekten kaçınmıyor. Kıpti’nin şecaatini arz ederken dile getirdiği sirkat, Hanefi Avcının dilinde “Halbuki bu grubu o gün imha etmek mümkündü” (Age. s:235)

Bu noktada Devrimci–Sol liderlerinden Bedri Yağan ve arkadaşlarının katledildiği operasyonu unutmamak gerek.

Hanefi Avcı, bu operasyonlarda neler yaptığını, elinin kimlerin kanına bulaştığını sessizce geçiştirme çabasındadır. İşin bu yanını hep örtü altında tutuyor. Oysa Bedri Yağan ve arkadaşlarına yönelen kanlı operasyondaki rolünü bilmeyen yok. 22 SDB (Devrimci-Sol’un Silahlı Devrim Birlikleri) militanı yara almadan sokak ortasında esir alınırken, teknik takip ve izlemelerin en gelişmişiyle izlenmesine karşın, esir alınmaları yerine neden Bedri Yağan ve 6 arkadaşının katledildiklerini akıllı gerekçelerle açıklayamıyor. Açıklayamaz da. (Bkz. Age. s:174-185)

Çünkü “imha etmek” onun da sisteminin de devletinin de temel algısıdır. Bu konuda etraflı bir açıklama yapmıyor. Kendi kirliliğini hep gizleme telaşı içinde dikkatleri başka yöne çekmeye çalışıyor.

İşte Hanefi Avcı budur.

Nedenini sorgulamadan, hak ve hukuk kapsamında siyasi iktidarların ne tür bir amansızlıkla insanlar üzerine, halklar üzerine ezilen uluslar üzerine inançlar üzerini yürüdüğünü sorgulamadan, silaha sarılmanın arkasında yatan devlet baskısını işkencesini kıyımını sorgulamadan “herkes yok edilmelidir” (Age.s.8)diyor.

Bu ahlaksız söylemle Hanefi Avcı, tüm günah çıkarmalarını yerle bir ediyor dürüst olmadığını, tutarsız olduğunu gösteriyor.

Tutarsızlıklar PKK konusunda kendini çok daha çıplak olarak sergiliyor.




PKK


Hanefi Avcı, “Haliç’te Yaşayan Simonlar” başlıklı kitabında, okura günah çıkardığını anlatmaya çalışıyor.


“Bir zamanlar yok etmeye bütün gayretimle çalıştığım tüm düşmanlarım…silaha ve şiddete itenin de aslında doğru olduğunu zannettiğim değerler olduğunu anladım” (Age. s:5)


“Sonunda tapacak kadar bağlandığım, yaratılması uğruna bu kadar gayret gösterdiğim, her şeyimi verdiğim değerlerin yıkılması için gayret gösterdim, yıkılmasını istedim.” (Age. s:8) Diyor.


Bu büyük değişimde, devrimci örgü ve militanların özverileri, ahlakları, direnişleri ve tutarlılıklarının rol oynadığını ifade ediyor; görevinin ilik aşamasında yüz yüze kaldığı Acilci militanların direnişin bu değişimin temelini oluşturduğunu dile getiriyor.


Ancak, PKK’nin, militanlarına karşı kamplarda uyguladığını iddia ettiği baskılarda ortaya çıkan, gerçeği bilmesine karşın hakim olan anlayışa boyun eğen Simon kod adlı militan tipinin ülkenin ve devletin her alanında çürümenin ifadesi olduğunu dile getiriyor ve türleri atfen sağcı ya da solcu, devlet içinde yada sivil nerede olursa olsunlar durularını Simonlaşmak olarak değerlendiriyor. (Age. s:13-14)


PKK’ye karşı iç dünyasındaki bu tepkilere karşı, kendini de tekzip eden PKK kamplarının büyük bir eğitim ve inanç laboratuarı olduğunu dile getiriyor (Age. s:14). PKK militanlarının ”çok okuyan, çok yazan, olayları doğru değerlendiren” (Age. s:99) kişiler olduğu, “Kapital, Diyalektik ve Tarihi materyalizm, Felsefenin temel ilkeleri gibi Marksist-Leninist düşüncenin temel felsefesini oluşturan eserleri” (Age. s:122) okuyarak eğitildiklerini, “ Bir PKK mensubu kolaylıkla rapor yazabilir, dünyayı ve dünyada yaşanan gelişmeleri tahlil edebilir, saptadığı siyasi ve sosyal gelişmelerin ülkemize nasıl yansıyacağını, ülkemize yansıyan bu gelişmelerin nasıl bir ortam yaratacağını, bunun sonucunda kendi örgütlerinin nasıl hareket etmesi gerektiğini ve en nihayetinde kendisine düşen görevin ne olduğunu, bu görevi nasıl yerine getireceğini tüm ayrıntılarıyla anlatabilir” (Age. s:130) diyerek de Simonlaşma diye tabir ettiği durumu PKK ya da devrimci hareketlerde değil kendi değer yargılarıyla şekillenmiş çevrelerde araması gerektiğini belirlememiz gerek.


Hanefi Avcı, hayatını PKK’yle, Kürt özgürlük hareketiyle mücadelede geçiriyor; her türden kıyım ve işkence cürümü irtikap ediyor. Ancak baş edemeyince, PKK ile anlaşmak gerek, “muhatap Öcalan’dır. Öcalan mahatap alınmadın hiçbir sorun halledilemez” (Age. s:374) diyor.


Tarihi, siyasi, dünya, bölge ve örgüt konjonktürü barışa hazırdır diyor. ” Aslında PKK ve Öcalan’ın bugünkü tavrı ve içinde bulunulan durum Türkiye için çok büyük bir şanstır. Türkiye bu nimetin farkında değildir. Bu savaşın bitmesi için bütün şartlar olgunlaşmış ve her şey hazırdır. Bu çok büyük bir fırsattır” (Age. s:372) Bu algıları geçmişinden sıyrılışına bir gösterge olarak koyarken, en üstün teknolojiyle, en kapsamlı yöntemlerle istihbarat yapılmalı ve “ radikal olan, hele eline silah alan ve şiddet kullanan herkes, her örgüt mutlaka durdurulmalı, yok edilmelidir.” (Age. s:8) demesi, düalist ruh halını yansıtmaya yeterlidir.


Bu arada, devletin nasıl da ahlaksız itirafçıların, muhbir, para düşkünü satılmışların peşinde sürüklendiğini, halka zulüm ettiğini, provokasyonlara yöneldiğini “Burhan Nart Olayı”nda okura aktarıyor. Bu durumu eleştiriyor (Age. s:109). Ancak sistemin her zaman bu tür satılmışlara ihtiyaç duyduğunu tekrarla ifade ederek çifte standart bir davranış içinde olduğunu göstermekten de kurtulamıyor.


Hanefi Avcı, kitabında siyasi mücadele alanında tanık olduğu konular dışında bir dizi konuyla ilgili görüşlerini aktarıyor. Bu aktarımlarında dikkat çeken ikircimliğini de sık sık ele veriyor. Sorunların sistem ve değerlerini bozukluğundan kaynaklandığını söylüyor ve aynı anda sorunları şahısların Simonlaşmasına bağlayarak ikircimliğe düşüyor. Devlet içi kurum çatışmalarında kah Ordu yanlısı kah ordu düşmanı, kah siyasileri kah bürokratları suçluyor. Susurluk, JİTEM gibi “kanun dışı” saydığı devlet içi yapılanmalardan söz ederken onların fiillerinin yasal yoldan yapılması gerektiğini ima ediyor. Sık sık verdiği mesajlar açık kapalı şahıs suçlamaları yaparak, konuları kendi şahsının önemi ve çabası üzerine bağlamaya çalışıyor. Bu haliyle, günah çıkarma olayını bir protesto olayına çevirip kendisinin ne kadar haklı olduğuna dayandırıyor; böylece değiştiğini, demokrasiyi önem verdiğini, farklılıkların sistem için çok gerekli olduğunu beyan eden değişimlerinin gerçekçi olmaktan çok duruma göre konuşma olarak belirdiği görülüyor.


Hanefi Avcı, Muaviye gibidir; Muaviye’nin tarihe geçen ünlü “düşmanın gevşettikçe gereceksin, düşmanın gerdikçe gevşeteceksin” sözündeki gibi davranıyor.

O da bir şark kurnazı olarak karşımıza çıkıyor.




SUSURLUK ve JİTEM


Hanefi Avcı, JİTEM’e karşı olduğunu söylüyor. HEP Diyarbakır İl başkanı Vedat Aydın’nın kaçırılıp, ”Diyarbakır’dan 70-80 km uzaktaki Maden ilçesi yakınlarında, Diyarbakır-Elazığ karayolu üzerinde Maden çayının kenarında kalaşinkof makineli tüfekle taranarak” (Age. s:195) öldürülmesinin ve bunun ardından cenaze töreninde 23 kişinin de taranarak öldürülmesinin faili JİTEM’di.

Hanefi Avcı bu olayla ilgili olarak da şunu açıkça yazıyor, “Cem aslında bu olayın baş planlayıcısı ve failiydi” (Age. s:196): Ayrıca Hanefi Avcı, binlerce faili meçhulün altında JİTEM’in imzası olduğunu da iyi biliyordu.

Nitekim Cem Ersever, Hanefi Avcıya açıkça “Bu işte var mısın? Yok musun?” (Age. s:193) diye de soruyor. Bütün bunları dinleyen Hanefi Avcı resmi bir işlem yapmak yerine, devletin yetkili üst kurumlarını haberdar etmek yerine, siz yapın, istediğiniz kadar yapın önümü böylece açın ama “ben yokum” (Age. s:193) demeyi tercih etmişmiş...

JİTEM kurucusu ve yöneticisi, resmi unvanıyla “JİTEM Grup Komutanı” (Age. s:208) Albay Cem Ersever’in yakın dostu, yaptıklarını onaylamıyormuş, ama onun tasfiyesine da razı olmuyor. “Devlet kendi elamanın öldürmüştü” (Age. s:207) diyerek tepki koyuyor.

Hanefi Avcı, dava arkadaşının infazını Ordu kesimi (Jandarma genel komutanlığına bağlı, jandarma istihbarat elamanları tarafından) yaptığı için, buna karşı öfke dolu olduğu mesajını iletmekten geri kalmıyor; “Uzun sözün kısası, Cem Ersever cinayetinin faillerini bulması gerekip de bulmayanlar, bunun için hiçbir adım atmayanlar Cem’in failleridir.” (Age. s:209) diye feryat ediyor.

Cem Ersever gibi binlerce insanı yargısızca infaz eden seri bir katile böylesi duygusal yaklaşmasının altında, günah çıkarmış bir Hanefi avcı değil, sinsi yollarla, teknolojinin en üst imkanlarını kullanarak, hak sahibi insanların özgürlük ve demokrasi mücadelesinde onlara barışçıl hiçbir yolun bırakılmamış olduğu koşullardaki mücadelesini ve varlıklarını “İmha etmek” üzerine kurmuştur.”

Hanefi avcı, sözde Susurluğu eleştiriyor; “Rejim muhaliflerini susturmak için başvurulan kanunsuz, hukuksuz uygulamaların adına Susurluk diyoruz. Bu kişileri susturmak için kullanılan en ağır yolun ve en kaba yöntemin, yani insanları öldürmenin, temizlik harekatına girişmenin adıdır ” (Age. s:220) diye tanımlıyor.

Kendini bu tür oluşumlardan aklamak için, kendi cürümlerini de gizlemek üzere söylenip duruyor. Ama bu konuyu işlediği bölümde de aynıyla şunları dile getirerek iç dünyasında nelerin döndüğünü dışa vurmaktan çekinmiyor: “Gönül ister ki olaya karışan, destek veren herkes cezalandırılsın” (Age. s: 225)

İşte Hanefi Avcı budur.

Üstelik bu, günah çıkarmış halidir.



CEMAAT


Kitabın son kısmı ise bir başka önemlidir.

Devletin nasılda kokuştuğunu ve her alanda çürüdüğünü, son olarak Fethullahçı cemaatin akıl almaz oyunları ve kıskacı altına girdiğini dile getiriyor. Bu kıskacın basıncı altında en üstten en alta kadar devletten tüm yetkililerini esir aldığını, dinleme, gözleme, video kayıt, tehdit, şantaj gibi devleti dumura uğratan bir faaliyetin cemaat eliyle, önü alınmaz bir yıkım sürecine doğru yöneldiğini anlatıyor.


Özellikle ordu içinde uzun süreden beri herkes ve her şeyle ilgili rapor toplayan ve bunları gerektiği zaman medyaya, oradan da yargıya taşıyarak yetkilileri teşhir ve tecrit eden (Age. s:551) cemaat faaliyetleri “Hemen hemen tüm kurumlarda az veya çok örgütlü haldedir. Öğrendiğim kadarıyla MİT, ordu, yargı ve milletvekilleri içinde imam konumunda kişiler bulunmaktadır…

“Genelde her kurumun imamı işleri yönetmektedir. Emniyet, ordu, MİT, basın ve medya, yargı, maliye gibi tüm büyük kurumlarda sorumlu olan bir imam vardır” (Age. s:564) diye belirleme yaparak, ülkede, devletin tüm kurumlarını esir alan bu cemaatin her şeyi en kirli ve en kanunsuz yöntemlerle, hukuki kılıflar uydurarak kendi lehine ve hedef seçtiklerinin aleyhine organize etmektedirler. Son dönemde tanık olunan, subay, siyasi, bürokrat gibi çevrelerin gayri meşru ilişkileri ifşaatı, fotoğraf, video, ses bantlarıyla tahdit ve şantaj edilmeleri ve ortaya çıkan sonuçlarının arkasında bu cemaatin olduğunu iddia ederek, “Ben bu kitapla birlikte açıkça ifade ediyorum ki tüm bu işleri cemaat yapıyor, bunu artık herkes bilsin. Son zamanlarda gündemi meşgul eden tüm iddiaları yayan cemaattir, onlardan bilgi alan da onlar adına konuşan da cemaatin adamlarıdır. Tarafsız basın mensubu, devletin polisi savcısı numarasını artık kimse yutmasın, bu işler Emniyet ya da hukuk adına yapılmıyor, cemaatin planı ve programı doğrultusunda cemaatin talimatıyla gerçekleştiriliyor. “ (Age. s:571) diye bağlıyor. Bütün bu kirli işlerin “arka palanında Emniyet İstihbarat Şubesi unsurları” (Age. s:575) olduğuna işaret ediyor.


Fethullahçı cemaatin, Osmanlıyı yıkan İttihat ve Terakki cemiyetine, onun devlet içindeki devlet gibi örgütlenmesine dikkat çeken Hanefi Avcı, yine ikircimliğe düşerek, bu cemaatin devlet işlerine karışmadan başarılı işler yapabileceğine ve bunun desteklenmesi gerektiğine vurgu yapıyor. (Age. s:574). Böyleci bu tür faaliyetlerin er ya da geç devlete el atacağı gerçeğini göz ardı ederek bir kez daha, kendisinin olmadığı, denetlemediği her şeyin kötü olduğu sonucunu ortaya koyuyor.


Tipik bir şark düalisti, bana ait olmayan kötüdür mantığıyla yaptığı eleştiriler tutarsızlının da bir göstergesi olarak kitaptaki yerini alıyor; 12 Eylül rejiminin Kürt özgürlük hareketine karşı dini amaçlarına alet etmek üzere yürüttükleri kampanyanın masum başlangıcının nerelere kadar uzanacağını bu gün daha iyi görmekteyiz: cehenneme giden tüm yollar iyi niyetlerle döşeli olduğunu burada da görmekteyiz.


Tam bu noktada Emniyet İstihbarat Şubesinin, 31 Ağustos 2010 tarihinde örgütümüz ve şahsım üzerine servis yaptığı “Kaos için Alevilere suikast” yalan haberleri de yerli yerine oturmuş olmaktadır. Cemaat, kuklalarıyla devrimcileri kirletmek için akıl almaz yol ve yöntemlerle her türden kirliliği, karalamayı ve şaibeyi üretip servis yapabileceği bir kez daha görülmüştür. Yandaş medyasıyla toplumda gerginlik, korku ve kaygı yaratan bu girişimleri, ailemiz adına babam Zeki Ural yargıya taşımıştır. Bununla, hukuk mücadelemiz derin devlet, sivil diktatörlük ve cemaate karşı demokratik bir duruş olarak ortaya konmuştur.


SONUÇ:

Hanefi Avcı, değerler sisteminin yıkıldığını bu yıkımı da kendi eliyle gerçekleştirmek için çabaladığını bize aktarıyor. Biz demokrasi güçleri bini hep söylüyor ve biliyorduk. Birde bu türlerden duymamızın anlamlı olduğunu düşünüyorum. Ama inanmıyorum.

Bana, akıllarının hala imha ve tasfiyede olduğu gibi geliyor. Hak ve talep arayışında silaha sarılmak zorunda bırakılmış mağdurların imhası için, teknik ve çok ileri sinsi kıyım önerileri yapmaktan hala çekinmeden söz etmesi bunu gösteriyor.

On yılların emniyet görevlisi, büyük operasyonların kanlı baskınların, takibat ve işkencelerin baş sorumlusu Hanefi Avcı, bir tarafı vicdan azabı, bir tarafı gelişmeleri yakından takip etmenin gelecekle ilgi algılarda ortaya çıkmış günah çıkarma çabalarıyla yüz yüzeyiz. Yayınladığı kitap, özellikle sol siyasal ortamda ilgiyle okunacak. Düşmanlarımızın, özveri ve ahlakımız karşısında şapka çıkarmalarının mutluluğunu yaşanacak.

Henüz okumalarını bitirmemiş olanların da katkısıyla bu kitap üzerinde çok konuşulacak gibi.

Anayasa referandumunda solun bölünmesi gibi, Hanefi Avcı konusunda da bölüneceğimiz aşikar. Kimimiz onu günahkar Mary Magdalena ilan edecek ve Hz.İsa’nın rahmetini üzerine örtecek. “Günahı olmayan beri gelsin” diyecek.

Kimimiz asıp keserek, tasfiyesi için Humeyni fetvası verecek.

Kitabın dikkatli okuyucusu Hanefi Avcı’yı şahıs olarak değil yer aldığı kurumun akıl sistemi olarak ele alacaktır. Kişi olarak değil bir algı türü olarak değerlendirecektir. Buradan bakınca da belli bir objekitvitenin zemini üzerinde yükselen bu algıların, ne değişmek ne de olayları doğru kavrayıp çözümünü aklıselimle yerine getirme gibi bir derdinin olmayacağıyla yüz yüze kalacaktır.

Hanefi Avcı adında somutlaşan bu algı türü, daha çok her şeyi kendine yontan ve bu kanalla eleştiri ve mesajları olduğunu izah etme çabasındadır. O yine devletçi, yine demokratik hak ve taleplerin susturulması için her yöntemin ”yasal çerçevede”(!) olması koşuluyla katletme de dahil, her yolu mubah saymaya devam ettiğine tanık olacaktır; teknik devlete, bilgisayar devletine, net devletine nasıl girilir, nasıl daha az riskle daha çok sonuç alınır onu önermesi ve bunun öncüsü olduğunu ifade etmesi de bununla ilgilidir.

Hanefi Avcı, kitabında sürekli operasyonlar üzerinde durup övünmesinin bilinçaltı itimleri bunu gösteren önemli birer belirtidir; her sorun, bir suç unsuru ve operasyonla tasfiye edilmesi gerekli bir tehlike olarak görülüyor. Bu bakış, bu algı, sonsuz tekrarla, her zaman her kesi potansiyel suçlu ilan eder. Oysa Hanefi Avcı’nın da farkında olduğunu kimi ifadelerinde anladığımız, olayların sistemle, sistemin hatalarıyla yani nesnel nedenlerle ilgili temel bir boyutu bulunuyor. O temeller değişmeden, onun açtığı sonuçların sür git devam etmesi kaçınılmazdır. Bu da sorunların çözümü için operasyonların değil, temeldeki çözümlerin öne çıkması gerektiğini gösterir. Aksi takdirde, sorunlar bitmeyecek operasyon mantığı da kesilmeyecektir; biri gidecek diğeri gelecektir…

Buna rağmen o, kişisel düzeyde “Surname” de Aziz Nesin’in yarattığı Berber Hayri tipi olarak karşımıza çıkma ısrarındadır; eski Hanefi Avcı artık yok, değişti demek istiyor.

Evet değişim değişmeyen tek gerçektir.

Hanefi Avcı da değişebilir. Değişmiştir de. Ancak bu akıl algılarının değiştiğine inanmak için daha çok zaman var gibi…

Tarihi, belgeler ve kanıtlar, zayıf olarak da sözlü katılımlarıyla süreci yaşayanlar oluşturur. Bu açıdan Hanefi Avcı’yı okumak ve arşivlemek, toplumsal hafızamıza kazımak yanlış değildir.

Gelecek kuşakların bilincinde tarihi diri tutmak üzere, yaptıkları akıl almaz operasyon, işkence ve kıyımla birlikte hafıza arşivindeki yerine almasını sağlamak gerek. Bunun için Hanefi Avcı’nın daha çok şey anlatması gerek, daha çok detayı hiçbir şeyin üstünü örtmeden, gelecek kuşaklara tarihle cesurca yüzleşmeleri için sunması gerek.

Her şeye rağmen, on yıllardır üç kuşak tüketerek sürdürdüğümüz demokrasi ve özgürlük mücadelesinin temel söylemleri ve değerlerinin, bu kişilerce de doğrulanması önemlidir. Bu kişilerin özeleştirilerinde tutarlı olup olmamalarının bu anlamda bir önemi yoktur. Bu açıklamalarla, halka gerçeklerin taşınmasına katkı yapmak önemlidir. Tarih bilinci bu birikimlerin ürünüdür.

Bu tür yazımları dikkatle irdelemek ve tarihle cesurca yüzleşmemizin verileri arasında işlemek hepimizin görevi olacaktır.

Barış içinde bir arada yaşamak için, daha çok şeffaf ve daha çok sorumlu olmamız bu verilerle yerli yerine oturacağı kanaatindeyim.

Hiç yorum yok: