7 Eylül 2010 Salı
BOYKOT DİYORUM; ÇÜNKÜ…
FERHAT TUNÇ
7 Eylül 2010
Ülkemiz, ne anlama geldiği halkımız tarafından tam olarak anlaşılmayan, “REFERANDUM” adıyla sergilenen yeni bir oyunun yansımalarıyla çalkalanıyor. Oyun, güçlerine güç katmak isteyen egemenlerin; yoksul, emekçi ve bu düzenden ümidini kesmiş tüm toplum kesimlerini etkilemeye ve aldatmaya dönük olarak sergileniyor. “EVET”, “HAYIR” şeklinde ortaya çıkan bu yeni sürecin ve kutuplaşmanın demokrasiye, toplumsal barışa ve özgür bir geleceğin kurulmasına katkı sunacağına inanmak zor. Dolayısıyla, 12 Eylül’de “EVET” çıkması halinde ülkemizin demokratik, özgür bir ülke olacağını düşünenlerin veya böyle bir beklenti içinde olan bazı aydın ve sanatçı arkadaşlarımızın büyük bir hayal kırıklığı yaşayacaklarını şimdiden görür gibiyim.
Son iki aydır konserler nedeniyle Türkiye’nin gittiğim birçok yerinde kendimi benzer sorun ve soruların odağında buldum. Her iki cepheden tanıdığım, arkadaşım olan birçok kişiyle kıran kırana tartışmalar yaptığımız oldu. Gerek yaptığım bu tartışmalar, gerekse de alanlarda ortaya saçılan söylem ve sahte vaatlerin, üçüncü bir seçenek olarak ortaya çıkan boykot tavrını çok daha gerçekçi kıldığını ifade etmeliyim.
Bu doğrultuda, 3 Eylül günü Van’da verdiğim konserde düşünce ve eleştirilerimi alanda beni dinleyen yaklaşık otuz bin kişiyle paylaştım. Referandumu boykot etmemin haklı gerekçelere dayandığını ifade etmeye çalıştım. Anlaşılmaz ve bir o kadar da sahte olan bu sürecin bir parçası olmayı içime sindiremediğimi belirttim. Haklı gerekçelerle böyle bir tavır almış olmamın egemen çevrelerde veya onların medyasında bir önem ve karşılığı olmasa da boykot’un başta Kürt halkı olmak üzere bazı Alevi, sol, sosyalist çevrelerce benimsenmiş olması önemlidir.
Van konseri sonrasında akşam haberlerini izlerken bütün kanallar Başbakanın Diyarbakır mitinginden söz ediyordu. Başbakan’ın Diyarbakır konuşmasını dinlerken öfkelendim; ama bir o kadar da üzüldüm. Öfkelendim, zira bu başbakan kayıplarımızı ve tarihsel acılarımızı sadece ve sadece istismar konusu olarak görmektedir. Referandum sürecine bağlı olarak Dersim meselesini her seferinde CHP’nin önüne süren aynı başbakan, devletin başında biri olarak bu tarihsel sürecin aydınlatılmasına dönük en küçük bir adım atmış değildir. Başta Seyit Rıza olmak üzere, idam edilerek katledilen seyitlerimizin mezar yerlerini dahi söylemeyen ve yapılanlardan ötürü devlet olarak biz Dersimlilerden bir özrü çok gören de aynı başbakandır.
Diyarbakır konuşmasını dinlerken üzüldüm; zira aynı Başbakan sürgünde ölen sevgili Ahmet Kaya ve Yılmaz Güney’in adını kullanarak Kürt halkının boykot ısrarını etkilemeye çalışmaktaydı. Çünkü bu isimlerin Kürt halkının duygu ve gönül hanesindeki yeri ve öneminin ne kadar güçlü olduğu bilinmektedir. Aynı şekilde Diyarbakır cezaevi başta olmak üzere Musa Anter’le ilgili ifadeleri de bu amaca hizmet etmektedir. Şıwan Perwer’le ilgili söylenecek bir şey yok, zira Şıwan daha önce olduğu gibi bu referandum sürecinde de açık ve net bir tavır göstermeyerek kendini AKP nin propaganda unsuru haline getirdi.
“Taraf olmayan bertaraf olur” zihniyetiyle hareket eden Başbakan’ın söylemlerini inandırıcı bulmamız mümkün değildir. Aynı başbakan Kürt sorununu hala bir terör sorunu olarak görüyor ve 20 Eylül’e kadar ilan edilmiş bulunan eylemsizlik kararının kalıcılaşmasına dönük bir iyi niyet yaklaşımı göstermiş değildir. PKK’nin eylemsizlik kararına rağmen devam eden operasyonlar hız kesmiş değildir ve bu operasyonlarda birçok Kürt gerillası ve Asker hayatını kaybediyor. Diyarbakır’da Kürt analarının acılarına değinmeyi ihmal etmeyen Başbakan’a, neden öncelikle bu ölümleri durdurmak adına askeri operasyonlardan vazgeçmediğini sormak kimsenin aklına gelmiyor. Bu operasyonlar sonucunda günlerdir Dersim’de yakılıp kül edilen ormanların hesabını vermesi gereken yine bu başbakan’dır.
Anayasa paketinin bu sorunların çözümüne ilişkin en küçük bir yaklaşım içerdiğine inanmadığım gibi sonrasında yeni demokratik bir anayasanın da yaratılmasına yol açacağını inanmıyorum.12 Eylülcü faşist generallerin bir eseri olan mevcut anayasanın ruhuna dokunmadan yapılan değişiklikler gerçekçi bir demokratikleşmeyi sağlamaz. 12 Eylül darbesi ve anayasasıyla hesaplaşacağını söyleyenlerin öncelikle kendilerini bu zihniyetten arındırması gerekir. 8 yıla varan iktidarları süresince demokrasi ve özgürlükler alanında en küçük bir adım atamayanların söz konusu değişiklik paketiyle birlikte hiçbir şeyi değiştiremeyeceklerini görmek durumundayız.
Sayın Başbakan’ın Erdal Eren ve Necdet Adalı’nın idamına üzülüp üzülmediğinin değerlendirmesini yapacak durumda değilim; ama aynı kişinin Ceylan Önkol’un ve Erdal ile aynı yaşlarda olan Şerzan Kurt’un ölümüne neden olanlar hakkında nasıl bir tavır sergilediği de ortadadır. Kendi iktidarı döneminde yaşamını yitirmiş birçok çocuk ve gencin katillerinin ellerini kollarını sallayarak ortada dolaştığı bir dönemde, yeni anayasanın insan haklarını iyileştirici bir işlevinin olacağını iddia etmek hiç de inandırıcı olmamaktadır. Bunun yanı sıra Kürtlerin, Alevilerin, gençlerin, yoksul Türk emekçilerinin hiçbir talebi karşılanmadan ve dahası anayasa taslağı hazırlanırken kendilerinden görüş alınmayan bir bütün olarak ezilenlerin varlığı göz ardı edilirken, sıra sandığa geldiğinde bizden “EVET” talep edilmesini de başlı başına bir dayatma olarak görüyorum.
Evet, ve Hayır arasında bir seçimde bulunmak zorunda olmadığımız politik bir arenada bulunmaktayız. Ezilenlerin talep ve isteklerini karşılayacak bir anayasanın yapılması için yeterince gücümüzün var olduğuna ve daha demokratik bir düzende yaşamamız için gereken politik ve insani mücadele tarihimizin varlığına olan inancım bu bakımdan sonsuzdur.
Boykot diyorum zira bunun için birçok nedenimiz var. Sürgünde hayatlarını kaybeden arkadaşlarımız için Timsah gözyaşları akıtan Başbakan’ın bir sanatçı olarak bu ülkede benim yaşadıklarımla ilgili ne düşündüğünü merak ediyorum doğrusu. Bana yönelik olarak ortaya konan faşizanca tutumun hangi demokrasi ve adalet duygusuyla açıklanabileceğini bilmek istiyorum. Yaşamını yitirenlerin başına gelenleri şu anda hayatta olanların başına getirmeye çalışan anlayışın egemen olduğu bir ortamda barış, özgürlük ve eşitlik istememiz dahi tehdit olarak görülürken, yeni anayasa taslağının bu tehditleri ortadan kaldıracağına dair en ufak bir inancım yok. Çünkü mesele, kâğıt üzerinde ne yazıldığı değil, yazılanları uygulayanların ne niyetle hareket ettikleridir. Hakkımda ardı ardına açılan davalar ve yeni soruşturmalarla neyi hedeflediklerini anlamak zor olmasa gerek. Asıl anlamakta zorlandığım husus hükümetin bu faşizan politikalarına görmezden gelen bazı aydın ve sanatçı dostlarımızdır.15 yıla varan hapisle cezalandırılmaya çalışılırken en küçük bir desteklerini görmediğim bu kişilerin AKP’yi demokrasinin kurtarıcısı gibi görmelerine bir anlam veremiyorum.
Ben, başını AKP’nin çektiği devşirme koronun bir üyesi olmaktansa; onurlu ve şerefli bir sanatçı olarak halkımın ve onun yarattığı değerlerinin yılmaz bir savunucusu olmayı her şeyden çok önemsiyorum. Hiçbir çıkar beklentisi içinde olmaksızın doğru ve gerçekçi bir yaklaşımla bu referandumu boykot etmeyi devrimci bir duruş ve görev olarak görüyor, özgürlük ve eşitlik mücadelesi verenlerin iradesinin, daha insani ve demokratik bir anayasanın yapılmasında etkin rol oynayacağına inanıyorum
7 Eylül 2010
Ülkemiz, ne anlama geldiği halkımız tarafından tam olarak anlaşılmayan, “REFERANDUM” adıyla sergilenen yeni bir oyunun yansımalarıyla çalkalanıyor. Oyun, güçlerine güç katmak isteyen egemenlerin; yoksul, emekçi ve bu düzenden ümidini kesmiş tüm toplum kesimlerini etkilemeye ve aldatmaya dönük olarak sergileniyor. “EVET”, “HAYIR” şeklinde ortaya çıkan bu yeni sürecin ve kutuplaşmanın demokrasiye, toplumsal barışa ve özgür bir geleceğin kurulmasına katkı sunacağına inanmak zor. Dolayısıyla, 12 Eylül’de “EVET” çıkması halinde ülkemizin demokratik, özgür bir ülke olacağını düşünenlerin veya böyle bir beklenti içinde olan bazı aydın ve sanatçı arkadaşlarımızın büyük bir hayal kırıklığı yaşayacaklarını şimdiden görür gibiyim.
Son iki aydır konserler nedeniyle Türkiye’nin gittiğim birçok yerinde kendimi benzer sorun ve soruların odağında buldum. Her iki cepheden tanıdığım, arkadaşım olan birçok kişiyle kıran kırana tartışmalar yaptığımız oldu. Gerek yaptığım bu tartışmalar, gerekse de alanlarda ortaya saçılan söylem ve sahte vaatlerin, üçüncü bir seçenek olarak ortaya çıkan boykot tavrını çok daha gerçekçi kıldığını ifade etmeliyim.
Bu doğrultuda, 3 Eylül günü Van’da verdiğim konserde düşünce ve eleştirilerimi alanda beni dinleyen yaklaşık otuz bin kişiyle paylaştım. Referandumu boykot etmemin haklı gerekçelere dayandığını ifade etmeye çalıştım. Anlaşılmaz ve bir o kadar da sahte olan bu sürecin bir parçası olmayı içime sindiremediğimi belirttim. Haklı gerekçelerle böyle bir tavır almış olmamın egemen çevrelerde veya onların medyasında bir önem ve karşılığı olmasa da boykot’un başta Kürt halkı olmak üzere bazı Alevi, sol, sosyalist çevrelerce benimsenmiş olması önemlidir.
Van konseri sonrasında akşam haberlerini izlerken bütün kanallar Başbakanın Diyarbakır mitinginden söz ediyordu. Başbakan’ın Diyarbakır konuşmasını dinlerken öfkelendim; ama bir o kadar da üzüldüm. Öfkelendim, zira bu başbakan kayıplarımızı ve tarihsel acılarımızı sadece ve sadece istismar konusu olarak görmektedir. Referandum sürecine bağlı olarak Dersim meselesini her seferinde CHP’nin önüne süren aynı başbakan, devletin başında biri olarak bu tarihsel sürecin aydınlatılmasına dönük en küçük bir adım atmış değildir. Başta Seyit Rıza olmak üzere, idam edilerek katledilen seyitlerimizin mezar yerlerini dahi söylemeyen ve yapılanlardan ötürü devlet olarak biz Dersimlilerden bir özrü çok gören de aynı başbakandır.
Diyarbakır konuşmasını dinlerken üzüldüm; zira aynı Başbakan sürgünde ölen sevgili Ahmet Kaya ve Yılmaz Güney’in adını kullanarak Kürt halkının boykot ısrarını etkilemeye çalışmaktaydı. Çünkü bu isimlerin Kürt halkının duygu ve gönül hanesindeki yeri ve öneminin ne kadar güçlü olduğu bilinmektedir. Aynı şekilde Diyarbakır cezaevi başta olmak üzere Musa Anter’le ilgili ifadeleri de bu amaca hizmet etmektedir. Şıwan Perwer’le ilgili söylenecek bir şey yok, zira Şıwan daha önce olduğu gibi bu referandum sürecinde de açık ve net bir tavır göstermeyerek kendini AKP nin propaganda unsuru haline getirdi.
“Taraf olmayan bertaraf olur” zihniyetiyle hareket eden Başbakan’ın söylemlerini inandırıcı bulmamız mümkün değildir. Aynı başbakan Kürt sorununu hala bir terör sorunu olarak görüyor ve 20 Eylül’e kadar ilan edilmiş bulunan eylemsizlik kararının kalıcılaşmasına dönük bir iyi niyet yaklaşımı göstermiş değildir. PKK’nin eylemsizlik kararına rağmen devam eden operasyonlar hız kesmiş değildir ve bu operasyonlarda birçok Kürt gerillası ve Asker hayatını kaybediyor. Diyarbakır’da Kürt analarının acılarına değinmeyi ihmal etmeyen Başbakan’a, neden öncelikle bu ölümleri durdurmak adına askeri operasyonlardan vazgeçmediğini sormak kimsenin aklına gelmiyor. Bu operasyonlar sonucunda günlerdir Dersim’de yakılıp kül edilen ormanların hesabını vermesi gereken yine bu başbakan’dır.
Anayasa paketinin bu sorunların çözümüne ilişkin en küçük bir yaklaşım içerdiğine inanmadığım gibi sonrasında yeni demokratik bir anayasanın da yaratılmasına yol açacağını inanmıyorum.12 Eylülcü faşist generallerin bir eseri olan mevcut anayasanın ruhuna dokunmadan yapılan değişiklikler gerçekçi bir demokratikleşmeyi sağlamaz. 12 Eylül darbesi ve anayasasıyla hesaplaşacağını söyleyenlerin öncelikle kendilerini bu zihniyetten arındırması gerekir. 8 yıla varan iktidarları süresince demokrasi ve özgürlükler alanında en küçük bir adım atamayanların söz konusu değişiklik paketiyle birlikte hiçbir şeyi değiştiremeyeceklerini görmek durumundayız.
Sayın Başbakan’ın Erdal Eren ve Necdet Adalı’nın idamına üzülüp üzülmediğinin değerlendirmesini yapacak durumda değilim; ama aynı kişinin Ceylan Önkol’un ve Erdal ile aynı yaşlarda olan Şerzan Kurt’un ölümüne neden olanlar hakkında nasıl bir tavır sergilediği de ortadadır. Kendi iktidarı döneminde yaşamını yitirmiş birçok çocuk ve gencin katillerinin ellerini kollarını sallayarak ortada dolaştığı bir dönemde, yeni anayasanın insan haklarını iyileştirici bir işlevinin olacağını iddia etmek hiç de inandırıcı olmamaktadır. Bunun yanı sıra Kürtlerin, Alevilerin, gençlerin, yoksul Türk emekçilerinin hiçbir talebi karşılanmadan ve dahası anayasa taslağı hazırlanırken kendilerinden görüş alınmayan bir bütün olarak ezilenlerin varlığı göz ardı edilirken, sıra sandığa geldiğinde bizden “EVET” talep edilmesini de başlı başına bir dayatma olarak görüyorum.
Evet, ve Hayır arasında bir seçimde bulunmak zorunda olmadığımız politik bir arenada bulunmaktayız. Ezilenlerin talep ve isteklerini karşılayacak bir anayasanın yapılması için yeterince gücümüzün var olduğuna ve daha demokratik bir düzende yaşamamız için gereken politik ve insani mücadele tarihimizin varlığına olan inancım bu bakımdan sonsuzdur.
Boykot diyorum zira bunun için birçok nedenimiz var. Sürgünde hayatlarını kaybeden arkadaşlarımız için Timsah gözyaşları akıtan Başbakan’ın bir sanatçı olarak bu ülkede benim yaşadıklarımla ilgili ne düşündüğünü merak ediyorum doğrusu. Bana yönelik olarak ortaya konan faşizanca tutumun hangi demokrasi ve adalet duygusuyla açıklanabileceğini bilmek istiyorum. Yaşamını yitirenlerin başına gelenleri şu anda hayatta olanların başına getirmeye çalışan anlayışın egemen olduğu bir ortamda barış, özgürlük ve eşitlik istememiz dahi tehdit olarak görülürken, yeni anayasa taslağının bu tehditleri ortadan kaldıracağına dair en ufak bir inancım yok. Çünkü mesele, kâğıt üzerinde ne yazıldığı değil, yazılanları uygulayanların ne niyetle hareket ettikleridir. Hakkımda ardı ardına açılan davalar ve yeni soruşturmalarla neyi hedeflediklerini anlamak zor olmasa gerek. Asıl anlamakta zorlandığım husus hükümetin bu faşizan politikalarına görmezden gelen bazı aydın ve sanatçı dostlarımızdır.15 yıla varan hapisle cezalandırılmaya çalışılırken en küçük bir desteklerini görmediğim bu kişilerin AKP’yi demokrasinin kurtarıcısı gibi görmelerine bir anlam veremiyorum.
Ben, başını AKP’nin çektiği devşirme koronun bir üyesi olmaktansa; onurlu ve şerefli bir sanatçı olarak halkımın ve onun yarattığı değerlerinin yılmaz bir savunucusu olmayı her şeyden çok önemsiyorum. Hiçbir çıkar beklentisi içinde olmaksızın doğru ve gerçekçi bir yaklaşımla bu referandumu boykot etmeyi devrimci bir duruş ve görev olarak görüyor, özgürlük ve eşitlik mücadelesi verenlerin iradesinin, daha insani ve demokratik bir anayasanın yapılmasında etkin rol oynayacağına inanıyorum
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder