15 Eylül 2010 Çarşamba
HANEFİ AVCI HRANT DİNK ve ERGENEKON
Mihrac Ural
12 Eylül 2010
Kısa bir giriş:
Hanefi Avcı’nın kitabı “Haliç’te Yaşayan Simonlar / Dün Devlet Bu gün Cemaat” adlı kitabı üzerine ikinci makalem.
Birbirinin devamı olarak süren makalelerim, kitabı kendi bakış açımla çözümleme çabalarını yansıtacak. Bu çalışmada dikkatimi çeken en önemli ortak halka, Hanefi Avcı’nın ikircimli olduğudur; çok şeyi bilinçlice sakladığı ve anlattıklarının doğrudan kendisiyle ilgili kasımların da bile tutarsız olduğudur.
Hanefi Avcı, Aziz Nesin’in Surname hikayesindeki Berber Hayri gibidir; “Beni asmayın. O cürümleri işleyen o günün Berber Hayri’si artık ben değilim, değiştim, anlayın” diyor.
Kabul, o artık bireysel olarak değişmiştir.
Buna inanmamamız için çok önemli nedenler yoktur. Ancak yetmez.
Tarihle yapılacak yüzleşme için, hem bir tanık olarak, hem de sanık olarak yer alma cesareti göstermelidir. Bunun için daha çok şey anlatmalıdır ve ikircimli davranarak okuru yönlendirmekten uzak durmalıdır.
Okur ülkemizin siyasal hengamesinde, bir taraftan diğerine savrula savrula, doğru yönü bulabilecek kadar sağlam parametrelere sahip olmuştur. Gerçeklerin sulandırılmasına da müsaade etmeyecek kadar sağlam ölçülerle olayları değerlendirebilmektedir.
Türkiye siyasal, sosyal gündeminin en önemli konusu olan Hrant Dink ve Ergenekon olayında da Hanefi Avcı’nın ele alış tarzı, kitabının en zayıf ve en riskli konuları olmuştur. Birlikte takip edelim.
HIRANT DİNK OLAYI
Hırant Dink, uzun zamandan beri adı öne çıkmış Türkiye’deki sayılı Ermenilerdendir; bir barış insanı, demokrat bir aydındı. Yazdıklarıyla, tavır ve davranışlarıyla siyaset kulvarında bulunabilecek en barışçıl Ermenidir.
Soykırımına uğramış olan bir etnik toplumun üyesi olup b.öylesine insancıl değerlerle donanmış olmak ve bunu barıştan yana bir demokratik tutum olarak ortaya koymak kolay bir şey değildir. Hırant dink bu duruşu başarabilmiştir. İnanılmaz zorluklara boyun eğmenden doğruları arkasında duran bir aydındı.
Yazılarının her cümlesi didik didik yorumlanarak bin bir manaya çekilmek istense de ne Türk ulusuna ne de siyasal iktidarlara etnik nedenlerle saldırmamış ender yazarlardan biridir. Bu durum onun ayrıcalıklı yanı olduğu kadar, farklı siyasi çevrelerde oluşturduğu saygınlığı oluşturuyordu.
Derin devlet Harant Dink’in bu yanını taşıyamadı. Bir Ermeni aydını olarak, barış ve demokrasiden yana olmasının, kamuoyu tarafından kabul edilebilir zayıflığını taşınmaz bir güç olarak görenler onu tasfiye etmek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Sonuçta da katlettiler (19 Ocak 2007).
Böylesi bir insanın katledilmesi, özellikle Ogün Samsat gibi bir tetikçinin yüzlerce Km uzaktan gelip, İstanbul gibi her köşenin hatta her kişinin takip edildiği bir şehirde gündüz, herkesin gözü önünde olacak bir şey değildir.
Hanefi Avcı bunu bireysel bir eylem olarak görüyor ve ciddiye alınmaması gereken çözülmüş bir sorun olduğunu dile getiriyor “bu olay her yönüyle en ince teferruatına kadar araştırılmış, karanlıkta kalan hiçbir yanı bulunmayan bir olaydır” (Age. s:540)
Bu kanaati için gösterdiği kanıt, kitabı boyunca kah İstihbarat Dairesi Şubesinin akıl zorlaması raporları, kah cemaat savcılarının binlerce sayfayı ve binlerce telefon konuşmasını birkaç saate okuyup, ilgisiz insanlar hakkında bile tutuklama kararları almasına alayla baktığı hallerden birine düşerek, “Olayda kullandığı silah ve olay anında başında olan beyaz bere yakalandığı zaman cebindeydi ve yanında hiç parası yoktu. Otobüs arıza yapsa aç kalacak kadar parasızdı. Bütün bunlar olayın göründüğü gibi olduğu, arkasında hiçbir planlayıcının olmadığını göstermektedir.” (Age. s:541)
Hanefi Avcı, Hırant Dink olayını kitabında ısrarla vurguladığı ve adalet için zorunlu gördüğü ciddi araştırmayı, küçük ipuçları arasında bağlantı kurma gerekliliğini, nedense bu olayda önemsemiyor. Dava tutanaklarını, belge, dosya, araştırma ve sorguya çekilenlerin ifadelerini ciddiye alacak basit bir çaba bile sarf etmeden, tetikçinin yakalandığı andaki görüntüsü üzerine kurgu yürütüp, davayı sonuçlandırması ilginçtir; “Failleri, bu gün yargılananlar gibi, önümüzdeki zamanlarda da her zaman milliyetçi dürtülerle bu tip eylemleri yapabilecek kişilerdir” (Age. s:540). Diyerek, olayı bireysel bir tepkiye bağlamaya çalışıyor.
Oysa, tahkikatın ilk adımında bile bir dizi kişinin bu olayla bağlantılı olduğu anlaşılıyor. Katledilmesinden çok önceleri Hırant Dink’in infaz edileceğine dair bilgiler İstanbul emniyetine kadar intikal etmişti.” Ogün Samast'ı azmettiren ve Yasin Hayal'i yönlendiren Erhan Tuncel'in polis muhbiri olduğu, Ramazan Akyürek, Trabzon Emniyet Müdürü'yken, Tuncel'i kendisine bilgi versin diye kullandığı, Tuncel, Yasin Hayal'in Dink'i öldüreceğini yetkililere defalarca söylediği, Yasin Hayal'in eniştesi Coşkun İğci de, benzer bilgileri, muhbirlik yaptığı Trabzon Jandarma İstihbaratı'na naklettiği, Erhan Tuncel'in ihbarı, İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü'ne ulaşmış, o sırada görevli olan Ahmet İlhan Güler, sadece adres denetimi yapmakla yetinmiş, işin derinine inmemiş olduğu gerçekleri ise dava dosyasında belgeleriyle yer almaktadır.” (http://www.izolhaberajansi.com/h-avciya-inanmak-isterim-ama-makale,303.html ) Üç tutuklu yanı sıra 20 sanıklı Hırant Dink davasını el çabukluğuyla derin devletin kirli operasyonları dışında olduğunu iddia etmek, en hafif deyimiyle bir şeyleri gizleme çabasından başka bir şey olamaz.
Hanefi Avcı, kitabında da belirginleşen milliyetçiliğinin verileriyle, bu olayı örgütsel olmaktan çıkarıp, farklı yere çekilmemesi gereken bireysel bir eylem olduğunu sunmaya çalışıyor. Böylesi bir siyasal suikastı, tetikçinin dünya görüşüyle, düşünsel bağlantılı bireysel tepkisi olarak ortaya koymak, Hanefi Avcı’nın ikircimliğinden başka bir şey olamaz.
Böylesine hassas bir suikastı sıradan bir değerlendirmeyle ele almak anlaşılır bir şey değildir. Hanefi Avcı, bir güvenlik görevlisi olarak, her olaya büyük kuşkularla, araştırma ve takiple önem veren birinin azınlık mensubu bir aydının katledilmesinde kullandığı ölçüler, tutarlılık adına asla hesaba katılmayacak hafifliktedir. Hanefi Avcı, bu olayda bir şeyleri gizlediği, ilişkili olmak istemediği her halinden bellidir.
Bu olaydaki tutumundaki ikircikliği anlamak için kitabını okumak yeterlidir.
ERGENEKON DAVASI
Hanefi Avcı, Ergenekon davasıyla ilgili olarak da ikircimlikten kurtulamamış. Bir taraftan doğruları söylemiş ama diğer taraftan bu doğruları sulandıracak hafiflikte açıklamalarla Ergenekoncuları aklamaya çalışmıştır.
Doğru tespitleri, devrimci hareketleri kirletme, şaibe altında tutmak üzere Ergenekon’la ilişkilendirmeyi amaçlayan suçlamalara karşı dile getirdikleridir. Cemaat, emniyet, ordu, medya ve yargıdaki ahtapot kollarıyla kapalı devre çalışarak bu karalamaları ve yargılamaları ürettiğini ifade etmesi önemlidir.
Hanefi Avcı kitabında bu noktalara şöyle dikkat çekmektedir. “ Ergenekon iddianamesinde savcılar ellerinde ciddi deliller varmış gibi ülkedeki PKK, Hizbullah ve Dev-sol’u Ergenekon örgütünün idare ettiği iddia edilmektedir…bunların hepsi akla ve mantığa, daha önce bulunmuş maddi delilere aykırı. Terör örgütleri konusunda biraz bilgisi olan kişilerin bile kahkaha ile güleceği nitelikte, basit ve uydurma olduğu her halinden belli olan iddialar ciddi birer delil denerek dosyaya konmuştur. Bunlar yazmak bir yana, gerçek olabilir mi diye en ufak bir şüphe etmeyi bile ayıp ve utanılacak kadar saçma bulacağım iddialardır” (Age. s:532) Diye vurgu yapıyor.
Devamla da yıllarca PKK ve diğer örgütlerle ilgili yapılan operasyonlar, yazılan kitaplar, yapılan araştırmaların ve analizlerin hiç birinde, böylesi bir ilişkinin olmadığını, “bu örgütleri Ergenekon veya benzeri bir yapının idare ettiğini söylemezken, bir savcının bunu sağlam bir delile dayandırmadan iddia etmesini anlamak mümkün değildir” (Age. s:534) diyor. Devamla da ne rakamsal, ne bilimsel, ne de ölçü ve zaman olarak asla bir araya getirilmesi mümkün olmayan iddiaların akıl dışı olduğunu vurguluyor. (Age. s:536-537)
Avcı, Cemaatin yargı uzantısı ahtapot kollarında, diğer alanlardan gelen bilgilerin eş zamanlı işlenip, jet hızıyla sonuçlandırılmak istenmesine de dikkat çekerek “ Bu kadar ciddi iddiaların bu kadar basit bir ağız tarafından dile getirilmesi ve hiç incelemeden kontrol, kontrol edilmeden adli iddialar haline getirilmesinin akıl ve mantıkla izahı yoktur… Bu durum davayla ilgili olarak bir kasıt olduğu imasını akıllara getirmektedir” (age.s:537) diye bağlamaktadır.
Devrimciler, demokrasi güçleri, ilericiler, aydınlar bu komploların kurbanı olduğu artık düşmanları tarafından da açıkça, belgeleriyle ortaya konmaktadır. Hanefi Avcı, bunun son örneği olarak karşımızda duruyor.
Ancak Avcı’nın ikircimliği çok önemli olan bu doğruları sulandırıyor.
Her konuda aynı yönteme başvurarak doğruları sulandırması ise inandırıcılığını sarsmakta, doğrularını da kuşkulu hale getirmektedir.
On yıllardır bu doğruları dile getiren demokrasi güçleri olarak, devletin gazabına uğradık, işkence, zindan ve sürgünlere muhatap kaldık. Tarihle cesurca yüzleşmemizin önemli bir adımı olan bu itiraflar, şaibesiz olarak ortaya konması gerekmektedir.
Hanefi avcı tutarlı olmak istiyorsa, ortaya koyduğu gerçekleri sulandıracak ikircimliklere düşmemelidir. Ergenekon konusunda yazdığı doğruları, “Türkiye’de faili meçhul olayların Ergenekon veya başka örgütlerle irtibatını gösterecek delil ve emareler bulunmamaktadır” (Age. s:539) diyerek kuşkulu hale getirmesi bu ikircimliğe bir işarettir.
Oysa Hanefi Avcı, JİTEM konusunda da ifade ettiği gibi,”Jandarma genel komutanlığı JİTEM yoktur diye yalan bir yazılı beyanda bulundu” diye gösterdiği tepki (Age. s:208) ve “ O tarihte Asayiş Kolordu Komutanı daha sonra kara Kuvvetleri Komutanı olan Hikmet Köksal Paşa’nın imzasının olduğu takdirnamede Cem Ersever’in unvanı JİTEM Grup Komutanı olarak gösterilmektedir” (Age. s:208) diyerek de JİTEM’in resmi bir kurum olduğu ve faili meçhullerde imzası olduğu ısrarını yapmaktadır.
Buradan da anlaşılıyor ki, Hanefi Avcı, Kürtlere, Kürt özgürlük hareketine, farklılıklara yönelik her türden “imha” girişimini, ya haklı ya da bireysel girişim olarak değerlendirmesine karşın, iş “Beyazlar”a gelince, ucu batılılara, “Haliç’te yaşayan Simonlara” dokundukça, sulandırarak koruma yaptığı görülmektedir.
Hanefi Avcı’nın ortaya koyduğu doğruları görelim ve teslim edelim. Ancak yaptığı ikircimliğe işaret ederek gerçeklerin heder olmasını (tüketilmesini, kaybedilmesini) engelleyelim.
Ergenekon ordu içinde ve sivil bağlantılarıyla oluşmuş bir suç örgütü, yasal olmayan, askeri gücü kullanarak halkın iradesi üzerine ipotek koyma çabasında olan cuntacı, darbeci bir şebekedir. Bu şebekenin, laik söylemleri ise gerçekçi olmaktan çok, diktatörlük amacına koşulmuş söylemlerden ibarettir.
Hanefi Avcı, Beyazları ilgilendirdiği için Ergenekon davasını, Hırant Dink cinayetini, alelade yaklaşımla ele alıyor. Ergenekon davasının gereksiz yere abartıldığını, ilgisiz, kanıtsız, adil olmayan yöntemlerle yargıya taşındığını, Cemaatin bu konuda akıl almaz çabalarının olduğunu, komplolar yaptığını söylemektedir. Cemaat vurgusu için (ki bu çok gereklidir), Ergenekon davası iddialarını hafife almaktadır.
Cemaat, bir kirlilik, bir şaibe kaynağı olarak herkese saldırdığı açıktır. Kitapta verilen birkaç çarpıcı örnek bile ülkemiz vatandaşını bekleyen tehlikelerin korkunçluğuna önemli bir işarettir. Özellikle yoğun toplumsal varoluşuyla, farklılıklarımıza yönelik olarak, Cemaatin on yıllarda ciddi hazırlıklar içinde olduğunu belirlemesi dikkate değer bir veridir; Bu açıklamaların taşıdığı anlam, Alevilerle, Kürtlerin Cemaat topunun ağzında olduğunu gösteriyor.
Cemaat, milliyetçidir. Bunun da ötesinde dini en çirkin tarzda kullanan ırkçı, tek boyutlu bir suç örgütüdür. Cemaat, Türkiye devletinin yaşamsal olarak gördüğü Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesini ele geçirmiştir. Bireyler ve topluluklar hakkında her türden ferman burada yalan kurgularla, Cemaatin çıkarları doğrultusunda üretilip gerekli görülen alanlara servis edilmektedir. Ergenekon davasındaki akıl almaz yalan kurgu ve iddiaların tek kaynağı, görülmeyen eli bu “Daire”dir.
İstihbarat Dairesi Başkanlığının yandaş medyayla normal olan ilişkisi, Taraf gibi gazeteleri de anaforuna çekebiliyor olması bile çok düşündürücüdür; doğrulanmaları, ispatı mümkün olmayan dosyaları, bitip tükenmez şekilde servis eden “resmi kurumların” ülkemizde oynamak istediği yasadışı oyun, yaklaşan tehlikeye önemli birer göstergedir. Bu oyun Cemaatin oyunudur.
Cemaat şebekesinin yalanları ve abartmaları mutlaka dikkate alınmalıdır. Ancak Bu Ergenekon gerçeğini asla değiştirmeyecektir.
Ergenekon ülkemizin tarihsel bir gerçeğidir; Bab-ı Ali baskını ve İttihat ve terakkinin silahşorları, darbecilerinin düşünsel genetiğinin devamıdır. Bunlar İzmir suikastında Atatürk’ü bile ayakaltına almaktan çekinmeyecek gözü dönmüş elit paranoyaklardır.
Ergenekon gerçek bir suç örgütüdür. En çok da demokrasi güçlerini halk indinde yıpratma amacı taşıyan bir oluşumdur. Bu tür suç teşkilatlarının içinde yer alan Doğu Perinçek ve ekibi, Özel Harp Dairesinin devrimci harekete kirlilik, şaibe ve suçlama yöneltmesinin sacayağıdır. Sonuçta bu ölçekte birbiriyle bağlantılı olan bu darbeci zihniyetlerin, toplumsal süreçlere bir askeri darbeyle müdahale etmek isteyeceklerini tartışmaya bile gerek yoktur.
Ergenekon bir gerçektir ve bir suç örgütü olarak yargı karşısına çıkmalıdır; Hanefi Avcı’nın, abartılı, akıl almaz iddialar dediği ise araştırılması ve kimsenin haksız yere mahkum olmaması gereken unsurlar olsa da bu gerçek değişmez.
Cemaatin Ergenekon davasındaki rolü ise, bir başka suç örgütünün işleri olarak yargı önüne çıkmalıdır. Her iki teşkilat, halka karşı, devleti sadece bir baskı aracı değil ama yanı zamanda bir ölüm denklemi olarak kullanmaktan yargılanmalıdır.
Ergenekon’un paşaları, Cemaatin “İmam”ları kadar mücrimdir (suçludur). Bunların yörüngesinde dönen, itirafçılar, kuklalar ve satılmışlar ise isimleri her dönemde değişen teferruattır. Bu suç şebekelerine karşı mücadele birbirinden ayrılmamalıdır; birini önemserken diğerini ihmal etmek Hanefi Avcı’nın handikabıdır.
Örgütümüzde de geçmişten bu yana İtirafçı, MİT ajanı satılmış kişiler çıkmıştır. Bu kişilerin sürdürmekte oldukları, kirlilik ve şaibe yaratma çabaları, Cemaatin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat dairesi Başkanlığının yaptıklarıyla bire bir kesişmesi birçok gerçeği de ortaya koymaktadır.
Dünün derin devleti, dünün Sol yaftalı milliyetçilerle kol kola, devrimci, demokrat insan ve örgütlere saldırması gibi, bu günün derin devleti de bu günün sol yaftalı itirafçı, satılmış kuklalarıyla, devrimcilere, direnme örgütlerine, geçmişin onurlu duruşlarına saldırmaktadır. Bu tablo, ülkemiz siyasal mücadelesinin tüm renklerini ihtiva eden bir tablodur. Demokrasi uğruna mücadelemizin anlamı da buradadır. Bu açıdan kabulümüzdür.
Bu konuların diğer boyutunda, devlet kurumlarının it dalaşı olarak vasıflandıracak çatışmalar ve akıl almaz tezgahlarla birbirlerini tasfiye etme çabaları, devleti ele geçirme çabalarıdır. Halkın, bu girişimlerde zarar görmekten başka bir payı yoktur.
Hanefi Avcı’nın kitabında olduğu kadarıyla, devletin, halka karşı nasıl bir ölüm denklemine dönüştüğünü görmek zor olmayacaktır.
__________________________________________________________________________________
TÜRKİYE
HIRANT DİNK DAVASINDA
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİNDE
MAHKUM OLDU
İnsan hakları Mahkemesi Türkiye’yi suçlu buldu.
133 595 erou cezaya çarptırılan TC. İtiraftan kaçamadı.
“Hırant Dinki koruyamadık
Öldürüleceği yönündeki ihbarları değerlendiremedik
SUÇLUYUZ.”
Dedi.
14 Eylül 2010
12 Eylül 2010
Kısa bir giriş:
Hanefi Avcı’nın kitabı “Haliç’te Yaşayan Simonlar / Dün Devlet Bu gün Cemaat” adlı kitabı üzerine ikinci makalem.
Birbirinin devamı olarak süren makalelerim, kitabı kendi bakış açımla çözümleme çabalarını yansıtacak. Bu çalışmada dikkatimi çeken en önemli ortak halka, Hanefi Avcı’nın ikircimli olduğudur; çok şeyi bilinçlice sakladığı ve anlattıklarının doğrudan kendisiyle ilgili kasımların da bile tutarsız olduğudur.
Hanefi Avcı, Aziz Nesin’in Surname hikayesindeki Berber Hayri gibidir; “Beni asmayın. O cürümleri işleyen o günün Berber Hayri’si artık ben değilim, değiştim, anlayın” diyor.
Kabul, o artık bireysel olarak değişmiştir.
Buna inanmamamız için çok önemli nedenler yoktur. Ancak yetmez.
Tarihle yapılacak yüzleşme için, hem bir tanık olarak, hem de sanık olarak yer alma cesareti göstermelidir. Bunun için daha çok şey anlatmalıdır ve ikircimli davranarak okuru yönlendirmekten uzak durmalıdır.
Okur ülkemizin siyasal hengamesinde, bir taraftan diğerine savrula savrula, doğru yönü bulabilecek kadar sağlam parametrelere sahip olmuştur. Gerçeklerin sulandırılmasına da müsaade etmeyecek kadar sağlam ölçülerle olayları değerlendirebilmektedir.
Türkiye siyasal, sosyal gündeminin en önemli konusu olan Hrant Dink ve Ergenekon olayında da Hanefi Avcı’nın ele alış tarzı, kitabının en zayıf ve en riskli konuları olmuştur. Birlikte takip edelim.
HIRANT DİNK OLAYI
Hırant Dink, uzun zamandan beri adı öne çıkmış Türkiye’deki sayılı Ermenilerdendir; bir barış insanı, demokrat bir aydındı. Yazdıklarıyla, tavır ve davranışlarıyla siyaset kulvarında bulunabilecek en barışçıl Ermenidir.
Soykırımına uğramış olan bir etnik toplumun üyesi olup b.öylesine insancıl değerlerle donanmış olmak ve bunu barıştan yana bir demokratik tutum olarak ortaya koymak kolay bir şey değildir. Hırant dink bu duruşu başarabilmiştir. İnanılmaz zorluklara boyun eğmenden doğruları arkasında duran bir aydındı.
Yazılarının her cümlesi didik didik yorumlanarak bin bir manaya çekilmek istense de ne Türk ulusuna ne de siyasal iktidarlara etnik nedenlerle saldırmamış ender yazarlardan biridir. Bu durum onun ayrıcalıklı yanı olduğu kadar, farklı siyasi çevrelerde oluşturduğu saygınlığı oluşturuyordu.
Derin devlet Harant Dink’in bu yanını taşıyamadı. Bir Ermeni aydını olarak, barış ve demokrasiden yana olmasının, kamuoyu tarafından kabul edilebilir zayıflığını taşınmaz bir güç olarak görenler onu tasfiye etmek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Sonuçta da katlettiler (19 Ocak 2007).
Böylesi bir insanın katledilmesi, özellikle Ogün Samsat gibi bir tetikçinin yüzlerce Km uzaktan gelip, İstanbul gibi her köşenin hatta her kişinin takip edildiği bir şehirde gündüz, herkesin gözü önünde olacak bir şey değildir.
Hanefi Avcı bunu bireysel bir eylem olarak görüyor ve ciddiye alınmaması gereken çözülmüş bir sorun olduğunu dile getiriyor “bu olay her yönüyle en ince teferruatına kadar araştırılmış, karanlıkta kalan hiçbir yanı bulunmayan bir olaydır” (Age. s:540)
Bu kanaati için gösterdiği kanıt, kitabı boyunca kah İstihbarat Dairesi Şubesinin akıl zorlaması raporları, kah cemaat savcılarının binlerce sayfayı ve binlerce telefon konuşmasını birkaç saate okuyup, ilgisiz insanlar hakkında bile tutuklama kararları almasına alayla baktığı hallerden birine düşerek, “Olayda kullandığı silah ve olay anında başında olan beyaz bere yakalandığı zaman cebindeydi ve yanında hiç parası yoktu. Otobüs arıza yapsa aç kalacak kadar parasızdı. Bütün bunlar olayın göründüğü gibi olduğu, arkasında hiçbir planlayıcının olmadığını göstermektedir.” (Age. s:541)
Hanefi Avcı, Hırant Dink olayını kitabında ısrarla vurguladığı ve adalet için zorunlu gördüğü ciddi araştırmayı, küçük ipuçları arasında bağlantı kurma gerekliliğini, nedense bu olayda önemsemiyor. Dava tutanaklarını, belge, dosya, araştırma ve sorguya çekilenlerin ifadelerini ciddiye alacak basit bir çaba bile sarf etmeden, tetikçinin yakalandığı andaki görüntüsü üzerine kurgu yürütüp, davayı sonuçlandırması ilginçtir; “Failleri, bu gün yargılananlar gibi, önümüzdeki zamanlarda da her zaman milliyetçi dürtülerle bu tip eylemleri yapabilecek kişilerdir” (Age. s:540). Diyerek, olayı bireysel bir tepkiye bağlamaya çalışıyor.
Oysa, tahkikatın ilk adımında bile bir dizi kişinin bu olayla bağlantılı olduğu anlaşılıyor. Katledilmesinden çok önceleri Hırant Dink’in infaz edileceğine dair bilgiler İstanbul emniyetine kadar intikal etmişti.” Ogün Samast'ı azmettiren ve Yasin Hayal'i yönlendiren Erhan Tuncel'in polis muhbiri olduğu, Ramazan Akyürek, Trabzon Emniyet Müdürü'yken, Tuncel'i kendisine bilgi versin diye kullandığı, Tuncel, Yasin Hayal'in Dink'i öldüreceğini yetkililere defalarca söylediği, Yasin Hayal'in eniştesi Coşkun İğci de, benzer bilgileri, muhbirlik yaptığı Trabzon Jandarma İstihbaratı'na naklettiği, Erhan Tuncel'in ihbarı, İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü'ne ulaşmış, o sırada görevli olan Ahmet İlhan Güler, sadece adres denetimi yapmakla yetinmiş, işin derinine inmemiş olduğu gerçekleri ise dava dosyasında belgeleriyle yer almaktadır.” (http://www.izolhaberajansi.com/h-avciya-inanmak-isterim-ama-makale,303.html ) Üç tutuklu yanı sıra 20 sanıklı Hırant Dink davasını el çabukluğuyla derin devletin kirli operasyonları dışında olduğunu iddia etmek, en hafif deyimiyle bir şeyleri gizleme çabasından başka bir şey olamaz.
Hanefi Avcı, kitabında da belirginleşen milliyetçiliğinin verileriyle, bu olayı örgütsel olmaktan çıkarıp, farklı yere çekilmemesi gereken bireysel bir eylem olduğunu sunmaya çalışıyor. Böylesi bir siyasal suikastı, tetikçinin dünya görüşüyle, düşünsel bağlantılı bireysel tepkisi olarak ortaya koymak, Hanefi Avcı’nın ikircimliğinden başka bir şey olamaz.
Böylesine hassas bir suikastı sıradan bir değerlendirmeyle ele almak anlaşılır bir şey değildir. Hanefi Avcı, bir güvenlik görevlisi olarak, her olaya büyük kuşkularla, araştırma ve takiple önem veren birinin azınlık mensubu bir aydının katledilmesinde kullandığı ölçüler, tutarlılık adına asla hesaba katılmayacak hafifliktedir. Hanefi Avcı, bu olayda bir şeyleri gizlediği, ilişkili olmak istemediği her halinden bellidir.
Bu olaydaki tutumundaki ikircikliği anlamak için kitabını okumak yeterlidir.
ERGENEKON DAVASI
Hanefi Avcı, Ergenekon davasıyla ilgili olarak da ikircimlikten kurtulamamış. Bir taraftan doğruları söylemiş ama diğer taraftan bu doğruları sulandıracak hafiflikte açıklamalarla Ergenekoncuları aklamaya çalışmıştır.
Doğru tespitleri, devrimci hareketleri kirletme, şaibe altında tutmak üzere Ergenekon’la ilişkilendirmeyi amaçlayan suçlamalara karşı dile getirdikleridir. Cemaat, emniyet, ordu, medya ve yargıdaki ahtapot kollarıyla kapalı devre çalışarak bu karalamaları ve yargılamaları ürettiğini ifade etmesi önemlidir.
Hanefi Avcı kitabında bu noktalara şöyle dikkat çekmektedir. “ Ergenekon iddianamesinde savcılar ellerinde ciddi deliller varmış gibi ülkedeki PKK, Hizbullah ve Dev-sol’u Ergenekon örgütünün idare ettiği iddia edilmektedir…bunların hepsi akla ve mantığa, daha önce bulunmuş maddi delilere aykırı. Terör örgütleri konusunda biraz bilgisi olan kişilerin bile kahkaha ile güleceği nitelikte, basit ve uydurma olduğu her halinden belli olan iddialar ciddi birer delil denerek dosyaya konmuştur. Bunlar yazmak bir yana, gerçek olabilir mi diye en ufak bir şüphe etmeyi bile ayıp ve utanılacak kadar saçma bulacağım iddialardır” (Age. s:532) Diye vurgu yapıyor.
Devamla da yıllarca PKK ve diğer örgütlerle ilgili yapılan operasyonlar, yazılan kitaplar, yapılan araştırmaların ve analizlerin hiç birinde, böylesi bir ilişkinin olmadığını, “bu örgütleri Ergenekon veya benzeri bir yapının idare ettiğini söylemezken, bir savcının bunu sağlam bir delile dayandırmadan iddia etmesini anlamak mümkün değildir” (Age. s:534) diyor. Devamla da ne rakamsal, ne bilimsel, ne de ölçü ve zaman olarak asla bir araya getirilmesi mümkün olmayan iddiaların akıl dışı olduğunu vurguluyor. (Age. s:536-537)
Avcı, Cemaatin yargı uzantısı ahtapot kollarında, diğer alanlardan gelen bilgilerin eş zamanlı işlenip, jet hızıyla sonuçlandırılmak istenmesine de dikkat çekerek “ Bu kadar ciddi iddiaların bu kadar basit bir ağız tarafından dile getirilmesi ve hiç incelemeden kontrol, kontrol edilmeden adli iddialar haline getirilmesinin akıl ve mantıkla izahı yoktur… Bu durum davayla ilgili olarak bir kasıt olduğu imasını akıllara getirmektedir” (age.s:537) diye bağlamaktadır.
Devrimciler, demokrasi güçleri, ilericiler, aydınlar bu komploların kurbanı olduğu artık düşmanları tarafından da açıkça, belgeleriyle ortaya konmaktadır. Hanefi Avcı, bunun son örneği olarak karşımızda duruyor.
Ancak Avcı’nın ikircimliği çok önemli olan bu doğruları sulandırıyor.
Her konuda aynı yönteme başvurarak doğruları sulandırması ise inandırıcılığını sarsmakta, doğrularını da kuşkulu hale getirmektedir.
On yıllardır bu doğruları dile getiren demokrasi güçleri olarak, devletin gazabına uğradık, işkence, zindan ve sürgünlere muhatap kaldık. Tarihle cesurca yüzleşmemizin önemli bir adımı olan bu itiraflar, şaibesiz olarak ortaya konması gerekmektedir.
Hanefi avcı tutarlı olmak istiyorsa, ortaya koyduğu gerçekleri sulandıracak ikircimliklere düşmemelidir. Ergenekon konusunda yazdığı doğruları, “Türkiye’de faili meçhul olayların Ergenekon veya başka örgütlerle irtibatını gösterecek delil ve emareler bulunmamaktadır” (Age. s:539) diyerek kuşkulu hale getirmesi bu ikircimliğe bir işarettir.
Oysa Hanefi Avcı, JİTEM konusunda da ifade ettiği gibi,”Jandarma genel komutanlığı JİTEM yoktur diye yalan bir yazılı beyanda bulundu” diye gösterdiği tepki (Age. s:208) ve “ O tarihte Asayiş Kolordu Komutanı daha sonra kara Kuvvetleri Komutanı olan Hikmet Köksal Paşa’nın imzasının olduğu takdirnamede Cem Ersever’in unvanı JİTEM Grup Komutanı olarak gösterilmektedir” (Age. s:208) diyerek de JİTEM’in resmi bir kurum olduğu ve faili meçhullerde imzası olduğu ısrarını yapmaktadır.
Buradan da anlaşılıyor ki, Hanefi Avcı, Kürtlere, Kürt özgürlük hareketine, farklılıklara yönelik her türden “imha” girişimini, ya haklı ya da bireysel girişim olarak değerlendirmesine karşın, iş “Beyazlar”a gelince, ucu batılılara, “Haliç’te yaşayan Simonlara” dokundukça, sulandırarak koruma yaptığı görülmektedir.
Hanefi Avcı’nın ortaya koyduğu doğruları görelim ve teslim edelim. Ancak yaptığı ikircimliğe işaret ederek gerçeklerin heder olmasını (tüketilmesini, kaybedilmesini) engelleyelim.
Ergenekon ordu içinde ve sivil bağlantılarıyla oluşmuş bir suç örgütü, yasal olmayan, askeri gücü kullanarak halkın iradesi üzerine ipotek koyma çabasında olan cuntacı, darbeci bir şebekedir. Bu şebekenin, laik söylemleri ise gerçekçi olmaktan çok, diktatörlük amacına koşulmuş söylemlerden ibarettir.
Hanefi Avcı, Beyazları ilgilendirdiği için Ergenekon davasını, Hırant Dink cinayetini, alelade yaklaşımla ele alıyor. Ergenekon davasının gereksiz yere abartıldığını, ilgisiz, kanıtsız, adil olmayan yöntemlerle yargıya taşındığını, Cemaatin bu konuda akıl almaz çabalarının olduğunu, komplolar yaptığını söylemektedir. Cemaat vurgusu için (ki bu çok gereklidir), Ergenekon davası iddialarını hafife almaktadır.
Cemaat, bir kirlilik, bir şaibe kaynağı olarak herkese saldırdığı açıktır. Kitapta verilen birkaç çarpıcı örnek bile ülkemiz vatandaşını bekleyen tehlikelerin korkunçluğuna önemli bir işarettir. Özellikle yoğun toplumsal varoluşuyla, farklılıklarımıza yönelik olarak, Cemaatin on yıllarda ciddi hazırlıklar içinde olduğunu belirlemesi dikkate değer bir veridir; Bu açıklamaların taşıdığı anlam, Alevilerle, Kürtlerin Cemaat topunun ağzında olduğunu gösteriyor.
Cemaat, milliyetçidir. Bunun da ötesinde dini en çirkin tarzda kullanan ırkçı, tek boyutlu bir suç örgütüdür. Cemaat, Türkiye devletinin yaşamsal olarak gördüğü Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesini ele geçirmiştir. Bireyler ve topluluklar hakkında her türden ferman burada yalan kurgularla, Cemaatin çıkarları doğrultusunda üretilip gerekli görülen alanlara servis edilmektedir. Ergenekon davasındaki akıl almaz yalan kurgu ve iddiaların tek kaynağı, görülmeyen eli bu “Daire”dir.
İstihbarat Dairesi Başkanlığının yandaş medyayla normal olan ilişkisi, Taraf gibi gazeteleri de anaforuna çekebiliyor olması bile çok düşündürücüdür; doğrulanmaları, ispatı mümkün olmayan dosyaları, bitip tükenmez şekilde servis eden “resmi kurumların” ülkemizde oynamak istediği yasadışı oyun, yaklaşan tehlikeye önemli birer göstergedir. Bu oyun Cemaatin oyunudur.
Cemaat şebekesinin yalanları ve abartmaları mutlaka dikkate alınmalıdır. Ancak Bu Ergenekon gerçeğini asla değiştirmeyecektir.
Ergenekon ülkemizin tarihsel bir gerçeğidir; Bab-ı Ali baskını ve İttihat ve terakkinin silahşorları, darbecilerinin düşünsel genetiğinin devamıdır. Bunlar İzmir suikastında Atatürk’ü bile ayakaltına almaktan çekinmeyecek gözü dönmüş elit paranoyaklardır.
Ergenekon gerçek bir suç örgütüdür. En çok da demokrasi güçlerini halk indinde yıpratma amacı taşıyan bir oluşumdur. Bu tür suç teşkilatlarının içinde yer alan Doğu Perinçek ve ekibi, Özel Harp Dairesinin devrimci harekete kirlilik, şaibe ve suçlama yöneltmesinin sacayağıdır. Sonuçta bu ölçekte birbiriyle bağlantılı olan bu darbeci zihniyetlerin, toplumsal süreçlere bir askeri darbeyle müdahale etmek isteyeceklerini tartışmaya bile gerek yoktur.
Ergenekon bir gerçektir ve bir suç örgütü olarak yargı karşısına çıkmalıdır; Hanefi Avcı’nın, abartılı, akıl almaz iddialar dediği ise araştırılması ve kimsenin haksız yere mahkum olmaması gereken unsurlar olsa da bu gerçek değişmez.
Cemaatin Ergenekon davasındaki rolü ise, bir başka suç örgütünün işleri olarak yargı önüne çıkmalıdır. Her iki teşkilat, halka karşı, devleti sadece bir baskı aracı değil ama yanı zamanda bir ölüm denklemi olarak kullanmaktan yargılanmalıdır.
Ergenekon’un paşaları, Cemaatin “İmam”ları kadar mücrimdir (suçludur). Bunların yörüngesinde dönen, itirafçılar, kuklalar ve satılmışlar ise isimleri her dönemde değişen teferruattır. Bu suç şebekelerine karşı mücadele birbirinden ayrılmamalıdır; birini önemserken diğerini ihmal etmek Hanefi Avcı’nın handikabıdır.
Örgütümüzde de geçmişten bu yana İtirafçı, MİT ajanı satılmış kişiler çıkmıştır. Bu kişilerin sürdürmekte oldukları, kirlilik ve şaibe yaratma çabaları, Cemaatin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat dairesi Başkanlığının yaptıklarıyla bire bir kesişmesi birçok gerçeği de ortaya koymaktadır.
Dünün derin devleti, dünün Sol yaftalı milliyetçilerle kol kola, devrimci, demokrat insan ve örgütlere saldırması gibi, bu günün derin devleti de bu günün sol yaftalı itirafçı, satılmış kuklalarıyla, devrimcilere, direnme örgütlerine, geçmişin onurlu duruşlarına saldırmaktadır. Bu tablo, ülkemiz siyasal mücadelesinin tüm renklerini ihtiva eden bir tablodur. Demokrasi uğruna mücadelemizin anlamı da buradadır. Bu açıdan kabulümüzdür.
Bu konuların diğer boyutunda, devlet kurumlarının it dalaşı olarak vasıflandıracak çatışmalar ve akıl almaz tezgahlarla birbirlerini tasfiye etme çabaları, devleti ele geçirme çabalarıdır. Halkın, bu girişimlerde zarar görmekten başka bir payı yoktur.
Hanefi Avcı’nın kitabında olduğu kadarıyla, devletin, halka karşı nasıl bir ölüm denklemine dönüştüğünü görmek zor olmayacaktır.
__________________________________________________________________________________
TÜRKİYE
HIRANT DİNK DAVASINDA
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİNDE
MAHKUM OLDU
İnsan hakları Mahkemesi Türkiye’yi suçlu buldu.
133 595 erou cezaya çarptırılan TC. İtiraftan kaçamadı.
“Hırant Dinki koruyamadık
Öldürüleceği yönündeki ihbarları değerlendiremedik
SUÇLUYUZ.”
Dedi.
14 Eylül 2010
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder