14 Eylül 2010 Salı
12 EYLÜL REFERANDUM SONUÇLARI
Mihrac Ural
13 Eylül 2010
12 Eylül referandumu sonuçlandı. EVET oyları, oy kullanan seçmenin %58’ini, HAYIR oyları ise oy kullananların %42’sinin oluşturdu.
Toplumun kanaatleri sadece oy kullananlarla ölçülmeyeceği açıktır. Siyasi bir tutum olarak seçimlere katılmamayı esas alan iradelerin azımsanmayacak ölçekte olduğu var sayılırsa oy kullananların yüzdeleri toplumun hakim kanaatini ya da çoğunluk kanaatini ölçmeye yetmeyeceği açıktır.
Sonuçları doğru okumak, kimsenin kimseyi aldatmadan verileri ortaya koymak için aldığı her tutumla seçmeni değerlendirmeyi gerekli kılar.
Bu açıdan sonuçlara baktığımızda, referandumu bir seçim ortamına götürüp iktidarına onay arayanların EVET oyu 21 milyon 788 bin 911 olduğu görülür. Ülkemizin toplam seçmeni 52 milyon 51 bin 828 olduğuna göre, iktidarı onaylayan oy oranının %41.86 olduğu görülür.
İşte üzerinde durulması gereken gerçek rakam ve oranlar bunlardır. Bunlar bilinmeden, iktidarların durumlarını, ortaya çıkacak toplumsal muhalefetin ipuçlarını bilmenin olanağı yoktur. Bu verilerin fazlası var eksiği yoktur. EVET diyen ve dolaysıyla bu veriler içinde iktidara onay vermemiş kesimlerin payı olduğu bilinmelidir; Sol çevrelerden “Yetmez Ama EVET” ve 12 Eylül anayasasıyla hesaplaşmak isteyen azımsanmayacak Kürt oyları ve MHP’li oyların katkısını unutmamak gerek.
Referandumun en yalın ve en anlaşılır sonucu budur; 52 milyon 51 bin 828 kayıtlı seçmenden, EVET diyen 21 milyon 788 bin 911'i yani, seçmenin %41.86’sını çıkarınca, 30 milyon 262 bin 917 kişi yani %58.14 kişide onay vermemiştir.
Bu bir yaman çelişkidir.
Seçmenin % 41.86 gibi azınlık bir kesimi hem referandum galibi oluyor hem de çoğunluk sayılıyor. Bu nasıl oluyor?
Demokrasinin handikabı budur. Toplumun gerçek çoğunluk iradesi sandığa yansımıyor. 10 kişi seçimlere katılır ve 10’u da onay verirse %100 kazanan taraf evet diyen taraf oluyor. Demokrasinin adaletsizliği de burdur.
Bir ülkede seçim ya da referandumlara katılım oranlarını dikkate almayan demokrasinin bir ayağı sakat kaldığını buradan görmek güç değildir. Bu sakatlığın 13 Eylülden itibaren ortaya koyacağı siyasal tablo, gökten zembille inmiş olmayacaktır; bu oranlarla temiz bir iktidar kazanmış olduğun iddia edecek bir iktidar toplumsal muhalefetin sert rüzgarları altında, fırtınaya yakalanmış olacaktır.
Demokrasi kendi handikabının kefaretini toplumsal tepkilerle çeker.
Hiçbir iktidar böylesi bir azınlıkta, kendini halk çoğunluğuna dayalı bir iktidar diye sunamaz, buna dayanarak yönetemez; bunu denerse de karşısında toplumun gerçek çoğunluğunu bulur. Bunu inatla dayatmak isterse sivil bir diktatörlüğe yönelmekten başka bir yol bulamaz.
82 anayasası bir faşist askeri darbe anayasasıdır (7 Kasım 1982’de onaylanmıştır). Ülkemiz halklarının başına silahlı kuvvetlerin tüm askeri aparatı dayanarak kabul edilmiştir. Ancak seçmenin yoğun olarak katıldığı (%91.3) ve %91.4 oranında onay aldığı 82 anayasası hiçbir zaman toplumun iradesini temsi edememiştir.
Toplumsal muhalefet, iktidara gelen her hükümete, bu anayasanın birçok maddesini değiştirme yönünde zorlamıştır. Sonuncusuyla birlikte toplam 17 kez değiştirilen 82 anayasası bu referandumla birlikte yine yürürlükte kalmayı başarmıştır. 177 maddeden oluşan 82 anayasasının “IV. Değiştirilemeyecek Hükümler” başlığı altındaki 4. Maddesi, anayasanın ilk üç maddesini “değiştirilmez ve değiştirilmesi teklif edilemez” olarak belirlene maddeleriyle birlikte birkaç önemsiz maddesi hariç tüm maddeleri değişmiştir. Buna rağmen toplum 82 anayasasını, içine sinmiş 12 Eylül rejimi travması nedeniyle sindirememiştir. 13 Eylül 2010 tarihi itibariyle de bu anayasadan geriye kalan artığa karşı hassasiyetini korumaktadır.
Bu noktadan bakınca, gerçek anlamda bir toplumsal uzlaşma olmadan he iktidarlar iktidar ne anayasalar anayasa olabilir demek yanlış olmayacaktır.
12 Eylül referandumun en açık sonucu da budur.
Diğer açıdan ele alınması gereken sonuçlar ise şöyle özetlenebilir.
İkincisi;
Kürdistan gerçeği.
Bu gerçek başlı başına referandum sonuçlarındaki handikaba eklenecek bir fay hattıdır. Seçmen sayısının azınlığı, seçmen sayısının çoğunluğuna galebe çalıyorsa ve ülkemizin özgün bir bölgesi, Kürt halkının coğrafyası %70’e varan bir oy oranıyla BOYKOT tutumunda siyasal duruşunu belirlemesine rağmen anayasa paketi onaylanıyorsa, ülkemizde siyasal bir barışı beklemek hayal olacak demektir.
Tüm maddeleri dünyanın en demokratik maddeleri olarak değişse de “IV. Değiştirilemeyecek Hükümler” başlığı altındaki 4. Maddesi olan “değiştirilmez ve değiştirilmesi teklif edilemez” hükmüyle ülkemiz gerçeğine aykırı olamaya devam eden yeni anayasa ayakları yere basamayacaktır. Bunu bilen iktidar, “daha iyi bir anayasanın kapısını açacak geçici bir anayasa “ diyerek Kürt halkından EVET oyu istemiştir; daha demokratik bir anayasa umudu pazarlayarak iktidarına onay aramıştır.
Anayasa yapmanın ne türden sancıları olduğunu bu son girişimde yeterince tanık olduk. Toplumun gerçek sayısal çoğunluğunu, kurum ve kuruluşlarıyla belli bir uyum dengesinde anayasa teklifine onay vermeden anayasayı böylesi anti demokratik, tek seçenekli bir referandumda onaylamak hiçbir şekilde anayasa yapmak anlamına gelmiyor. Bu, demokrasi ve özgürlük talebinde büyük özverilerle, son 200 yılın dayanılması mümkün oylan acılarıyla bu güne gelen Kürt halkının ortak ülkemizde, barış içinde bir arada yaşamasını zemin sağlayamaz.
Tüm değişikliklerine karşın devam eden 82 anayasası, Kürt gerçeğini inkar etmeye devam ediyor.
Değişiklikleriyle birlikte ortaya çıkan yeni anayasa, eskinin temel parametrelerini üzerinde taşımaktadır. Bu nedenle, öncekinde olduğu gibi 12 Eylül 2010 referandumunda onaylanan son haliyle de anayasa, ortak ülkemizin en yerli olan en köklü farklılıklarımıza yer vermemektedir.
Anayasada var olmayanların anayasal hakkı olmayacağı da açıktır.
Bu anayasada ülkemizin ikinci etnik topluluğu Kürtlerin (16 milyon), üçüncü en büyük etnik topluluğu Arapların (4 milyon) varlığı yok sayılıyor. Özgün kimliğiyle Anayasada anılmayanların anayasal hakları olmayacağı açıktır.
Bu anayasa, inanç özgürlüğünden anladığı, kurum ve kuruluşlarıyla resmi olan inançtan başkası değildir. Bunun dışında kalan 20 milyona yakın Alevi topluluğu ve İslam olmayan önemli orandaki diğer inanç türleri ve hakları da yok sayılıyor; resmi inanca ve mezhebe genel müdürlük oluşturup, Eğitim Bakanlığı ölçeğinde bir bütçe ayırarak, diğer inanç türlerini silmenin toplumsal gerginlikteki payı, onaylanan anayasa paketinin uzun ömürlü olmayacağına göstermeye yeterlidir.
Referandumda Kürt halkının siyasal temsilcileri BOYKOT tavrı aldılar. Bu tavır aynı zamanda Türkiye solunun tavrıydı.
29 Mart 20090 mahalli seçimlerde Kürt halkının gösterdiği siyasal duruşla ortaya çıkan tablo, Türkiye Kürdistan’ının sınırlarını belirleyen bir tabloydu. Belediye başkanlığı seçiminde ortaya çıkman bu gerçek referandumda büyük bir sınavdan geçecekti. Kürt halkının mahalli seçimlerdeki iradesinin geçici olup olmayacağı belirlenecekti.
Referandum bir kez daha Türkiye Kürdistan’ı gerçeğini çok daha güçlüce ortaya koymuş oldu. Bunun doğal bir siyasal sonucu olacaktı. O da Kürt özerkliğinin önümüzdeki siyasal tartışmalarda önem kazanacağını, yeni ve daha demokratik bir anayasanın kuvvetle gündeme geleceğini ve en önemlisi, artık anayasaların “değiştirilmez ve değiştirilmesi teklif edilemez” gibi çağ dışı dayatmalarının ayakta duramayacağını gösteriyor.
Bir bölge kendi özgünlüğüyle, farklı siyasal tutumuyla ülke genelinden ayrı bir yerde ayrı siyasal tutumuyla belirliyorsa bunu dikkate almamak siyasette aptallıktan başka bir anlama gelemez. Kürt gerçeği artık bir anayasal gerçek olmak üzere her yönüyle hazırdır.
Kürtler, 82 anayasasından kurtulmak isteyen en öncelikli topluluktur. Özgün çıkarları bu eğilime güç veren bir konumdadır. Nitekim Kürt bölgesinde seçime katılanların ezici çoğunluğu EVET tutumu aldığı görülmüştür.
Diyarbakır’da toplam seçmen 849 bin 859. Bu sayının sadece 278 bin 871’i seçime katılmıştır, yani %34,8. Referanduma katılanların 261 bin 916 sı EVET oyu kullanmıştır, yani % 93.92.
Bu rakamları okuduğumuz da seçmenin 587 bin 943’ü yani %65.2 BOYKOT diyerek kendi bağımsız tutumunu, iktidara karşı duruşunu, anayasa paketine onay vermediğini görmüş oluruz.
Kürdistan genelinde bu durum aynıyla ve güçlüce ifade edilmiştir.
16 Kürt ili esas alınarak ( Diyarbakır, Hakkari, Urfa, Muş, Bitlis, Botan, Iğdır, Siirt, Van, Kars, Mardin, Bingöl, Şırnak, Adıyaman, Ağrı, Tunceli ), yaptığımız bir araştırma 4 milyon 804 bin 967 seçmeni olan bu bölgede iktidarı onaylayan sayı 1 milyon 902 bin 160 olarak ortaya çıkmıştır. Onay vermeyenlerin sayısı ise 2 milyon 902 bin 807dir ( bu rakamlarda yukarıda sözünü ettiğimiz nedenlerle evet diyen Kürt oylarının iktidara onay verdiği anlamına gelmeyeceğini de hesaba katmak gerek)
Kürt halkı siyasi temsilcilerinin kararına uymuş BOYKOT demiştir. Ezici bir çoğunlukla bu kararın arkasında durmuştur. Bir kez daha bölgenin özgünlüğü ortaya çıkmış bunun geçici bir durum olmadığı siyasal hak talepleriyle belirlenmiş çıkarları uğruna bir mücadele olduğu anlaşılmıştır.
İktidar ve ulusalcı-milliyetçi güçler Kürdistan’da ağır bir yenilgi almıştır.
BOYKOT solun tutumu olarak, amaç ve hedeflerine tam isabet sonuç almıştır. Bağımsızlığını, özgün ve özgürlüğünü ifade ederek, bundan sonra yükselecek demokrasi mücadelesinde, geçmişinden geleceğine taşıyacağı şaibesiz bir tutum sahibi olmuştur. Sol tarihinde ilk kez böylesi güçlü bir tutum arkasında durmuş ve kazanmıştır.
Bu kazanım, sadece Kürt halkının kazanımı olarak ele alınmamalıdır. Böylesi bir algı milliyetçidir.
Kürt halkı, ortak ülkemizde demokrasi mücadelesini hepimiz adına sürdüren bir halktır. O kazandıkça ülkemiz ve demokraside çıkarı olanlar kazanmaktadır. Bu zaferi kendine ait bir zafer olarak görmeyenler milliyetçilikten sıyrılamamış olanlardır.
Sayın A.Öcalan’ın, 3 Eylülde basın yansıyan avukatlarıyla son görüşmesinde “bizde tek başına Kürtlük anlayışı yoktur. Sadece bu anlayışla hareket etmiyoruz. Bizim ortaya koyduğumuz demokratik özerklik modeli tek başına Kürtlüğe, Türklüğe, Araplığa dayanmıyor. Demokrasiye dayanıyor. Örneğin Hatay'da da, Adana'da da bir demokratik özerklik kurulabilir. Orada Araplar kendilerini ağırlıklı ifade ederler.” demiştir.
http://www.firatnews.com/index.php?rupel=nuce&nuceID=32322
Kürt liderinin bu önermesi ortak ülkemizin özgürlük ve demokrasi mücadelesine ve barış içinde bir arada yaşama kaygılarına önemli bir katkıdır. Farklılıkların coğrafyasında bu tutum, oluşturulması gereken demokratik anayasanın temel taşlarından biridir. Kürt halkının özerklik mücadelesini sadece kendisi için bir mücadele olarak algılamadığının da açık bir ifadesidir.
Özerklik sorunun birlikte birçok kez, detaylarıyla teati etmiştik. Avukatları aracılığıyla bu konuyu bir kez daha referandum ortamında gündem konusu yapması ise, referandum sonrası siyasi gelişmeleri sağlıklı kavradığına bir işaret sayılmalıdır.
Sayın Öcalan’la 18 yıllık sürgün ortamında bir arada yaşamanın, diyalogların ve siyasal sohbetlerin özeti bu cümlelerde yer almaktadır (bunu ayrı bir yazıda dile getireceğim). Demokrasi hepimize gereklidir bunu paylaşmasını bilmeliyiz. Kürt özgürlük hareketi ve lideri bunun bilincinde hareket ederek, iktidara karşı BOYKOT’la ortaya koyduğu tutum ve başarısı, demokrasiye ihtiyaç duyan güçler için de bir güç katkısıdır.
Sayın Öcalan’ın açıklaması bu ülkenin en temel anayasal sorununda yer alan “değiştirilmez ve değiştirilmesi teklif edilemez” maddelerini de artık değişmeye mahkum olduğunu gösterir.
Referandumun en önemli siyasal sonuçlarından biri de budur.
13 Eylülle birlikte artık yeni bir anayasa için mücadele dönemi açılmıştır. Bu mücadele başarılmadan ortak ülkemizin kimlik sorunu ve kaoslarını çözmenin olanağı yoktur.
Siyasi verileriyle bu referandumun galipleri bağımsız tavırlarıyla, sistem dışı duruşlarıyla, EVET ya da HAYIR tutumlarından birine kan taşıma hatasına düşmeyen BOYKOT tavrı olmuştur. Bu tavır artık düne ait olmuştur. Demokrasi mücadelesinde geçmişten bu güne taşınacak bir kredi varsa, bu BOYKOT tavrı olduğ4u ortaya çıkmıştır. Dün kimseye angaje olmamış bu tutum yarını kuracak olan bağımsız ve özgür tutumdu.
Üçüncüsü;
Erdoğan hızla cemaatin kuklası olma yolundadır. “Okyanusların ötesine de selam” derken, Fethullah Gülen’e ve cemaatine minnet ve şükran borucunu dile getiriyordu. Bunun patrik anlamı devlet içinde artan bir kadrolaşma ve gasıp alanlarını genişletme demektir.
Cemaatin devlet içindeki palazlanışım ve yaptıkları artık ayan beyan olmuştur. AKP, sivil diktatörlüğünün derin devletini bu kesimlerle oluşturmanın kapılarını sonuna kadar açmıştır. Okyanus ötesinden gelen Tusinami, bu ülkenin tüm değerlerine saldırı ve yıkıcı bir suç örgütü faaliyetidir. Bu konuda yazılanlar ve bizlerin son olarak yaşadığı yalan haber furyaları bunun belgelenmiş verileridir; Hanefi avcı, “Haliç’te Yaşayan Simonlar /Dün Devlet Bugün Cemaat/” kitabı buz dağının görünen kısmıdır, buna şahsım ve örgütüm hakkında “Alevilere karşı kaos eylemleri” başlığı altında, akıl almaz yalanlarla üretilen provokasyon haberleri eklediğimizde, yaklaşan tehlikenin ne olduğunu anlamak güç olmayacaktır.
Ancak okyanus ötesinden gelebilecek bu yıkıcı Tusinamiye karşı, HAYIR tutumuyla geçit vermeme kararlığındaki, Marmara dahil ülkemizin tüm sahil şeridinin gösterdiği duruş önem taşımaktadır.
Hatay, Adana, Mersin, Antalya, Muğla, Denizli, Aydın, İzmir, Manisa, Uşak, Balıkesir, Çanakkale, Edirne, Tekirdağ gibi Akdeniz, Ege ve Marmara bölgelerinin İktidara prim vermeyen duruşları, bu ülkenin başına musallat olmak için çırpınan gerici güçlere karşı, önemli bir engel olarak belirmiştir.
Bu kuşağın handikabı ulusalca-ilkel milliyetçi refleksleridir. Bunu aştığı ölçüde bu ülkenin demokrasisi için önemli bir destek gücü anlamına gelecektir.
Demokrasinin bu veriler içindeki kuralları azınlığı iktidar yapabilmesi, gerçekleri değiştirmiyor. Böylesi bir koşulda iktidar olanlar yönetme rahatlığı içinde olmayacakları açıktır. Bu tablo 2011 ve 2016 seçim arifesine kadar belli bir istikrar gösterse de ülkenin istikrarı farklılıkların haklarına karşı gösterilecek olan yaklaşımla ölçülecektir.
Sonuç
Referandumun galibi demokrasi güçleri olmuştur. BOYKOT amacına varmış yeni bir anayasa için mücadele kapılarını aralamıştır.
Sayısal veriler olduğu kadar, siyasal tutumların ortaya koyduğu tablo budur.
Kürt halkı, özerklik mücadelesini artık yeni bir anayasada açıkça tanımlama gücüne geldiğini ve kendi coğrafyasında ezici bir çoğunlukla temsil edildiğini göstermiştir. 29 Mart 2009 mahalli seçimlerinde belirlenen Kürdistan bölgesinin sınırları bu referandumla da bir kez daha Kürt halkının özgür ve bağımsız iradesiyle deklare edilmiştir.
Özerklik, ülkemizin tüm farklılıkların hakkı olduğu. Barış içinde bir arada yaşamanın tek yolu olduğu açığa çıkmıştır. 82 anayasasının 17. Kez değiştirilmiş bu son haliyle onaylanan belgesi, 13 Eylülle birlikte ölü doğmuş bir belgedir. Yeni ve demokratik anayasa ortak ülkenin tüm dengeleri göz önüne alınarak yapılması gereği öne çıkmıştır. Demokratik yeni anayasa, eskilerin ve bu referandumla onaylanan ırkçı “değiştirilmez ve değiştirilmesi teklif edilemez” maddeleri ihtiva eden anayasa da değiştirerek ortaya çıkacaktır. Yeni anayasanın demokratik olabilmesinin başka bir yolu da yoktur.
Ulusalcılar-ilkel milliyetçiler yenilgi almıştır. En ağır yenilgi ilkel milliyetçi MHP‘nin payına düşmüştür; bunun sonuçları daha da ağır bir kefaret olarak ödeneceği bellidir.
CHP, kendini koruyabilmek ve tutunduğu alanlarda daha sağlıklı bir sonuç elde edebilmek için bu ülkenin farklılıklarını içselleştirmelidir. Farklılıklarımızın özgürlük taleplerini “bölücü” ilan etmek gerçek bir bölücülüktür. CHP milliyetçi etkilerden kurtulmaksınız var olanı bile koruma şansına sahip değildir.
Sol, bir kırılma aşamasından geçmektedir. Bu normal bir süreçtir. Ulusalcı ya da liberal eğilimleriyle ayrışma sürecindeki solun en riskli yanı milliyetçi sapmalar içinde olmasıdır. Demokrasi mücadelesinde farklılıklarımıza yaklaşım solun da geleceğini belirleyen bir mihenk taşı olacaktır.
13 Eylül 2010
12 Eylül referandumu sonuçlandı. EVET oyları, oy kullanan seçmenin %58’ini, HAYIR oyları ise oy kullananların %42’sinin oluşturdu.
Toplumun kanaatleri sadece oy kullananlarla ölçülmeyeceği açıktır. Siyasi bir tutum olarak seçimlere katılmamayı esas alan iradelerin azımsanmayacak ölçekte olduğu var sayılırsa oy kullananların yüzdeleri toplumun hakim kanaatini ya da çoğunluk kanaatini ölçmeye yetmeyeceği açıktır.
Sonuçları doğru okumak, kimsenin kimseyi aldatmadan verileri ortaya koymak için aldığı her tutumla seçmeni değerlendirmeyi gerekli kılar.
Bu açıdan sonuçlara baktığımızda, referandumu bir seçim ortamına götürüp iktidarına onay arayanların EVET oyu 21 milyon 788 bin 911 olduğu görülür. Ülkemizin toplam seçmeni 52 milyon 51 bin 828 olduğuna göre, iktidarı onaylayan oy oranının %41.86 olduğu görülür.
İşte üzerinde durulması gereken gerçek rakam ve oranlar bunlardır. Bunlar bilinmeden, iktidarların durumlarını, ortaya çıkacak toplumsal muhalefetin ipuçlarını bilmenin olanağı yoktur. Bu verilerin fazlası var eksiği yoktur. EVET diyen ve dolaysıyla bu veriler içinde iktidara onay vermemiş kesimlerin payı olduğu bilinmelidir; Sol çevrelerden “Yetmez Ama EVET” ve 12 Eylül anayasasıyla hesaplaşmak isteyen azımsanmayacak Kürt oyları ve MHP’li oyların katkısını unutmamak gerek.
Referandumun en yalın ve en anlaşılır sonucu budur; 52 milyon 51 bin 828 kayıtlı seçmenden, EVET diyen 21 milyon 788 bin 911'i yani, seçmenin %41.86’sını çıkarınca, 30 milyon 262 bin 917 kişi yani %58.14 kişide onay vermemiştir.
Bu bir yaman çelişkidir.
Seçmenin % 41.86 gibi azınlık bir kesimi hem referandum galibi oluyor hem de çoğunluk sayılıyor. Bu nasıl oluyor?
Demokrasinin handikabı budur. Toplumun gerçek çoğunluk iradesi sandığa yansımıyor. 10 kişi seçimlere katılır ve 10’u da onay verirse %100 kazanan taraf evet diyen taraf oluyor. Demokrasinin adaletsizliği de burdur.
Bir ülkede seçim ya da referandumlara katılım oranlarını dikkate almayan demokrasinin bir ayağı sakat kaldığını buradan görmek güç değildir. Bu sakatlığın 13 Eylülden itibaren ortaya koyacağı siyasal tablo, gökten zembille inmiş olmayacaktır; bu oranlarla temiz bir iktidar kazanmış olduğun iddia edecek bir iktidar toplumsal muhalefetin sert rüzgarları altında, fırtınaya yakalanmış olacaktır.
Demokrasi kendi handikabının kefaretini toplumsal tepkilerle çeker.
Hiçbir iktidar böylesi bir azınlıkta, kendini halk çoğunluğuna dayalı bir iktidar diye sunamaz, buna dayanarak yönetemez; bunu denerse de karşısında toplumun gerçek çoğunluğunu bulur. Bunu inatla dayatmak isterse sivil bir diktatörlüğe yönelmekten başka bir yol bulamaz.
82 anayasası bir faşist askeri darbe anayasasıdır (7 Kasım 1982’de onaylanmıştır). Ülkemiz halklarının başına silahlı kuvvetlerin tüm askeri aparatı dayanarak kabul edilmiştir. Ancak seçmenin yoğun olarak katıldığı (%91.3) ve %91.4 oranında onay aldığı 82 anayasası hiçbir zaman toplumun iradesini temsi edememiştir.
Toplumsal muhalefet, iktidara gelen her hükümete, bu anayasanın birçok maddesini değiştirme yönünde zorlamıştır. Sonuncusuyla birlikte toplam 17 kez değiştirilen 82 anayasası bu referandumla birlikte yine yürürlükte kalmayı başarmıştır. 177 maddeden oluşan 82 anayasasının “IV. Değiştirilemeyecek Hükümler” başlığı altındaki 4. Maddesi, anayasanın ilk üç maddesini “değiştirilmez ve değiştirilmesi teklif edilemez” olarak belirlene maddeleriyle birlikte birkaç önemsiz maddesi hariç tüm maddeleri değişmiştir. Buna rağmen toplum 82 anayasasını, içine sinmiş 12 Eylül rejimi travması nedeniyle sindirememiştir. 13 Eylül 2010 tarihi itibariyle de bu anayasadan geriye kalan artığa karşı hassasiyetini korumaktadır.
Bu noktadan bakınca, gerçek anlamda bir toplumsal uzlaşma olmadan he iktidarlar iktidar ne anayasalar anayasa olabilir demek yanlış olmayacaktır.
12 Eylül referandumun en açık sonucu da budur.
Diğer açıdan ele alınması gereken sonuçlar ise şöyle özetlenebilir.
İkincisi;
Kürdistan gerçeği.
Bu gerçek başlı başına referandum sonuçlarındaki handikaba eklenecek bir fay hattıdır. Seçmen sayısının azınlığı, seçmen sayısının çoğunluğuna galebe çalıyorsa ve ülkemizin özgün bir bölgesi, Kürt halkının coğrafyası %70’e varan bir oy oranıyla BOYKOT tutumunda siyasal duruşunu belirlemesine rağmen anayasa paketi onaylanıyorsa, ülkemizde siyasal bir barışı beklemek hayal olacak demektir.
Tüm maddeleri dünyanın en demokratik maddeleri olarak değişse de “IV. Değiştirilemeyecek Hükümler” başlığı altındaki 4. Maddesi olan “değiştirilmez ve değiştirilmesi teklif edilemez” hükmüyle ülkemiz gerçeğine aykırı olamaya devam eden yeni anayasa ayakları yere basamayacaktır. Bunu bilen iktidar, “daha iyi bir anayasanın kapısını açacak geçici bir anayasa “ diyerek Kürt halkından EVET oyu istemiştir; daha demokratik bir anayasa umudu pazarlayarak iktidarına onay aramıştır.
Anayasa yapmanın ne türden sancıları olduğunu bu son girişimde yeterince tanık olduk. Toplumun gerçek sayısal çoğunluğunu, kurum ve kuruluşlarıyla belli bir uyum dengesinde anayasa teklifine onay vermeden anayasayı böylesi anti demokratik, tek seçenekli bir referandumda onaylamak hiçbir şekilde anayasa yapmak anlamına gelmiyor. Bu, demokrasi ve özgürlük talebinde büyük özverilerle, son 200 yılın dayanılması mümkün oylan acılarıyla bu güne gelen Kürt halkının ortak ülkemizde, barış içinde bir arada yaşamasını zemin sağlayamaz.
Tüm değişikliklerine karşın devam eden 82 anayasası, Kürt gerçeğini inkar etmeye devam ediyor.
Değişiklikleriyle birlikte ortaya çıkan yeni anayasa, eskinin temel parametrelerini üzerinde taşımaktadır. Bu nedenle, öncekinde olduğu gibi 12 Eylül 2010 referandumunda onaylanan son haliyle de anayasa, ortak ülkemizin en yerli olan en köklü farklılıklarımıza yer vermemektedir.
Anayasada var olmayanların anayasal hakkı olmayacağı da açıktır.
Bu anayasada ülkemizin ikinci etnik topluluğu Kürtlerin (16 milyon), üçüncü en büyük etnik topluluğu Arapların (4 milyon) varlığı yok sayılıyor. Özgün kimliğiyle Anayasada anılmayanların anayasal hakları olmayacağı açıktır.
Bu anayasa, inanç özgürlüğünden anladığı, kurum ve kuruluşlarıyla resmi olan inançtan başkası değildir. Bunun dışında kalan 20 milyona yakın Alevi topluluğu ve İslam olmayan önemli orandaki diğer inanç türleri ve hakları da yok sayılıyor; resmi inanca ve mezhebe genel müdürlük oluşturup, Eğitim Bakanlığı ölçeğinde bir bütçe ayırarak, diğer inanç türlerini silmenin toplumsal gerginlikteki payı, onaylanan anayasa paketinin uzun ömürlü olmayacağına göstermeye yeterlidir.
Referandumda Kürt halkının siyasal temsilcileri BOYKOT tavrı aldılar. Bu tavır aynı zamanda Türkiye solunun tavrıydı.
29 Mart 20090 mahalli seçimlerde Kürt halkının gösterdiği siyasal duruşla ortaya çıkan tablo, Türkiye Kürdistan’ının sınırlarını belirleyen bir tabloydu. Belediye başkanlığı seçiminde ortaya çıkman bu gerçek referandumda büyük bir sınavdan geçecekti. Kürt halkının mahalli seçimlerdeki iradesinin geçici olup olmayacağı belirlenecekti.
Referandum bir kez daha Türkiye Kürdistan’ı gerçeğini çok daha güçlüce ortaya koymuş oldu. Bunun doğal bir siyasal sonucu olacaktı. O da Kürt özerkliğinin önümüzdeki siyasal tartışmalarda önem kazanacağını, yeni ve daha demokratik bir anayasanın kuvvetle gündeme geleceğini ve en önemlisi, artık anayasaların “değiştirilmez ve değiştirilmesi teklif edilemez” gibi çağ dışı dayatmalarının ayakta duramayacağını gösteriyor.
Bir bölge kendi özgünlüğüyle, farklı siyasal tutumuyla ülke genelinden ayrı bir yerde ayrı siyasal tutumuyla belirliyorsa bunu dikkate almamak siyasette aptallıktan başka bir anlama gelemez. Kürt gerçeği artık bir anayasal gerçek olmak üzere her yönüyle hazırdır.
Kürtler, 82 anayasasından kurtulmak isteyen en öncelikli topluluktur. Özgün çıkarları bu eğilime güç veren bir konumdadır. Nitekim Kürt bölgesinde seçime katılanların ezici çoğunluğu EVET tutumu aldığı görülmüştür.
Diyarbakır’da toplam seçmen 849 bin 859. Bu sayının sadece 278 bin 871’i seçime katılmıştır, yani %34,8. Referanduma katılanların 261 bin 916 sı EVET oyu kullanmıştır, yani % 93.92.
Bu rakamları okuduğumuz da seçmenin 587 bin 943’ü yani %65.2 BOYKOT diyerek kendi bağımsız tutumunu, iktidara karşı duruşunu, anayasa paketine onay vermediğini görmüş oluruz.
Kürdistan genelinde bu durum aynıyla ve güçlüce ifade edilmiştir.
16 Kürt ili esas alınarak ( Diyarbakır, Hakkari, Urfa, Muş, Bitlis, Botan, Iğdır, Siirt, Van, Kars, Mardin, Bingöl, Şırnak, Adıyaman, Ağrı, Tunceli ), yaptığımız bir araştırma 4 milyon 804 bin 967 seçmeni olan bu bölgede iktidarı onaylayan sayı 1 milyon 902 bin 160 olarak ortaya çıkmıştır. Onay vermeyenlerin sayısı ise 2 milyon 902 bin 807dir ( bu rakamlarda yukarıda sözünü ettiğimiz nedenlerle evet diyen Kürt oylarının iktidara onay verdiği anlamına gelmeyeceğini de hesaba katmak gerek)
Kürt halkı siyasi temsilcilerinin kararına uymuş BOYKOT demiştir. Ezici bir çoğunlukla bu kararın arkasında durmuştur. Bir kez daha bölgenin özgünlüğü ortaya çıkmış bunun geçici bir durum olmadığı siyasal hak talepleriyle belirlenmiş çıkarları uğruna bir mücadele olduğu anlaşılmıştır.
İktidar ve ulusalcı-milliyetçi güçler Kürdistan’da ağır bir yenilgi almıştır.
BOYKOT solun tutumu olarak, amaç ve hedeflerine tam isabet sonuç almıştır. Bağımsızlığını, özgün ve özgürlüğünü ifade ederek, bundan sonra yükselecek demokrasi mücadelesinde, geçmişinden geleceğine taşıyacağı şaibesiz bir tutum sahibi olmuştur. Sol tarihinde ilk kez böylesi güçlü bir tutum arkasında durmuş ve kazanmıştır.
Bu kazanım, sadece Kürt halkının kazanımı olarak ele alınmamalıdır. Böylesi bir algı milliyetçidir.
Kürt halkı, ortak ülkemizde demokrasi mücadelesini hepimiz adına sürdüren bir halktır. O kazandıkça ülkemiz ve demokraside çıkarı olanlar kazanmaktadır. Bu zaferi kendine ait bir zafer olarak görmeyenler milliyetçilikten sıyrılamamış olanlardır.
Sayın A.Öcalan’ın, 3 Eylülde basın yansıyan avukatlarıyla son görüşmesinde “bizde tek başına Kürtlük anlayışı yoktur. Sadece bu anlayışla hareket etmiyoruz. Bizim ortaya koyduğumuz demokratik özerklik modeli tek başına Kürtlüğe, Türklüğe, Araplığa dayanmıyor. Demokrasiye dayanıyor. Örneğin Hatay'da da, Adana'da da bir demokratik özerklik kurulabilir. Orada Araplar kendilerini ağırlıklı ifade ederler.” demiştir.
http://www.firatnews.com/index.php?rupel=nuce&nuceID=32322
Kürt liderinin bu önermesi ortak ülkemizin özgürlük ve demokrasi mücadelesine ve barış içinde bir arada yaşama kaygılarına önemli bir katkıdır. Farklılıkların coğrafyasında bu tutum, oluşturulması gereken demokratik anayasanın temel taşlarından biridir. Kürt halkının özerklik mücadelesini sadece kendisi için bir mücadele olarak algılamadığının da açık bir ifadesidir.
Özerklik sorunun birlikte birçok kez, detaylarıyla teati etmiştik. Avukatları aracılığıyla bu konuyu bir kez daha referandum ortamında gündem konusu yapması ise, referandum sonrası siyasi gelişmeleri sağlıklı kavradığına bir işaret sayılmalıdır.
Sayın Öcalan’la 18 yıllık sürgün ortamında bir arada yaşamanın, diyalogların ve siyasal sohbetlerin özeti bu cümlelerde yer almaktadır (bunu ayrı bir yazıda dile getireceğim). Demokrasi hepimize gereklidir bunu paylaşmasını bilmeliyiz. Kürt özgürlük hareketi ve lideri bunun bilincinde hareket ederek, iktidara karşı BOYKOT’la ortaya koyduğu tutum ve başarısı, demokrasiye ihtiyaç duyan güçler için de bir güç katkısıdır.
Sayın Öcalan’ın açıklaması bu ülkenin en temel anayasal sorununda yer alan “değiştirilmez ve değiştirilmesi teklif edilemez” maddelerini de artık değişmeye mahkum olduğunu gösterir.
Referandumun en önemli siyasal sonuçlarından biri de budur.
13 Eylülle birlikte artık yeni bir anayasa için mücadele dönemi açılmıştır. Bu mücadele başarılmadan ortak ülkemizin kimlik sorunu ve kaoslarını çözmenin olanağı yoktur.
Siyasi verileriyle bu referandumun galipleri bağımsız tavırlarıyla, sistem dışı duruşlarıyla, EVET ya da HAYIR tutumlarından birine kan taşıma hatasına düşmeyen BOYKOT tavrı olmuştur. Bu tavır artık düne ait olmuştur. Demokrasi mücadelesinde geçmişten bu güne taşınacak bir kredi varsa, bu BOYKOT tavrı olduğ4u ortaya çıkmıştır. Dün kimseye angaje olmamış bu tutum yarını kuracak olan bağımsız ve özgür tutumdu.
Üçüncüsü;
Erdoğan hızla cemaatin kuklası olma yolundadır. “Okyanusların ötesine de selam” derken, Fethullah Gülen’e ve cemaatine minnet ve şükran borucunu dile getiriyordu. Bunun patrik anlamı devlet içinde artan bir kadrolaşma ve gasıp alanlarını genişletme demektir.
Cemaatin devlet içindeki palazlanışım ve yaptıkları artık ayan beyan olmuştur. AKP, sivil diktatörlüğünün derin devletini bu kesimlerle oluşturmanın kapılarını sonuna kadar açmıştır. Okyanus ötesinden gelen Tusinami, bu ülkenin tüm değerlerine saldırı ve yıkıcı bir suç örgütü faaliyetidir. Bu konuda yazılanlar ve bizlerin son olarak yaşadığı yalan haber furyaları bunun belgelenmiş verileridir; Hanefi avcı, “Haliç’te Yaşayan Simonlar /Dün Devlet Bugün Cemaat/” kitabı buz dağının görünen kısmıdır, buna şahsım ve örgütüm hakkında “Alevilere karşı kaos eylemleri” başlığı altında, akıl almaz yalanlarla üretilen provokasyon haberleri eklediğimizde, yaklaşan tehlikenin ne olduğunu anlamak güç olmayacaktır.
Ancak okyanus ötesinden gelebilecek bu yıkıcı Tusinamiye karşı, HAYIR tutumuyla geçit vermeme kararlığındaki, Marmara dahil ülkemizin tüm sahil şeridinin gösterdiği duruş önem taşımaktadır.
Hatay, Adana, Mersin, Antalya, Muğla, Denizli, Aydın, İzmir, Manisa, Uşak, Balıkesir, Çanakkale, Edirne, Tekirdağ gibi Akdeniz, Ege ve Marmara bölgelerinin İktidara prim vermeyen duruşları, bu ülkenin başına musallat olmak için çırpınan gerici güçlere karşı, önemli bir engel olarak belirmiştir.
Bu kuşağın handikabı ulusalca-ilkel milliyetçi refleksleridir. Bunu aştığı ölçüde bu ülkenin demokrasisi için önemli bir destek gücü anlamına gelecektir.
Demokrasinin bu veriler içindeki kuralları azınlığı iktidar yapabilmesi, gerçekleri değiştirmiyor. Böylesi bir koşulda iktidar olanlar yönetme rahatlığı içinde olmayacakları açıktır. Bu tablo 2011 ve 2016 seçim arifesine kadar belli bir istikrar gösterse de ülkenin istikrarı farklılıkların haklarına karşı gösterilecek olan yaklaşımla ölçülecektir.
Sonuç
Referandumun galibi demokrasi güçleri olmuştur. BOYKOT amacına varmış yeni bir anayasa için mücadele kapılarını aralamıştır.
Sayısal veriler olduğu kadar, siyasal tutumların ortaya koyduğu tablo budur.
Kürt halkı, özerklik mücadelesini artık yeni bir anayasada açıkça tanımlama gücüne geldiğini ve kendi coğrafyasında ezici bir çoğunlukla temsil edildiğini göstermiştir. 29 Mart 2009 mahalli seçimlerinde belirlenen Kürdistan bölgesinin sınırları bu referandumla da bir kez daha Kürt halkının özgür ve bağımsız iradesiyle deklare edilmiştir.
Özerklik, ülkemizin tüm farklılıkların hakkı olduğu. Barış içinde bir arada yaşamanın tek yolu olduğu açığa çıkmıştır. 82 anayasasının 17. Kez değiştirilmiş bu son haliyle onaylanan belgesi, 13 Eylülle birlikte ölü doğmuş bir belgedir. Yeni ve demokratik anayasa ortak ülkenin tüm dengeleri göz önüne alınarak yapılması gereği öne çıkmıştır. Demokratik yeni anayasa, eskilerin ve bu referandumla onaylanan ırkçı “değiştirilmez ve değiştirilmesi teklif edilemez” maddeleri ihtiva eden anayasa da değiştirerek ortaya çıkacaktır. Yeni anayasanın demokratik olabilmesinin başka bir yolu da yoktur.
Ulusalcılar-ilkel milliyetçiler yenilgi almıştır. En ağır yenilgi ilkel milliyetçi MHP‘nin payına düşmüştür; bunun sonuçları daha da ağır bir kefaret olarak ödeneceği bellidir.
CHP, kendini koruyabilmek ve tutunduğu alanlarda daha sağlıklı bir sonuç elde edebilmek için bu ülkenin farklılıklarını içselleştirmelidir. Farklılıklarımızın özgürlük taleplerini “bölücü” ilan etmek gerçek bir bölücülüktür. CHP milliyetçi etkilerden kurtulmaksınız var olanı bile koruma şansına sahip değildir.
Sol, bir kırılma aşamasından geçmektedir. Bu normal bir süreçtir. Ulusalcı ya da liberal eğilimleriyle ayrışma sürecindeki solun en riskli yanı milliyetçi sapmalar içinde olmasıdır. Demokrasi mücadelesinde farklılıklarımıza yaklaşım solun da geleceğini belirleyen bir mihenk taşı olacaktır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder