30 Eylül 2010 Perşembe
MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN’IN HİSTERYASI
196. DOSYA
MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN’IN HİSTERYASI
NEBİL ve MÜCADELE İNANCIMIZ
Şerif YILMAZ
29 Eylül 2010
Öncelikle 30 Eylül dolaysıyla, Nebil yoldaşın anısı önünde saygıyla eğilerek yazıma başlamak istiyorum. Bu direngen militanın anısını kirletmek isteyen ve ölümünün tek nedeni olan MİT ajanı İbrahim Yalçın ve ortağı itirafçı Engin Erkiner’in, uzak yakın hiçbir ilgileri olmadığı Nebil yoldaşı köklerinden koparmak amacıyla 3 yıldır ölü konuşturucusu sinsi yılanlarla sürdürdükleri beyhude yalanları lanetliyorum.
Yazıma girmeden Nebil Yoldaşla bir anımı aktaracağım. Tarih 15 Şubat 1977 sonrası, ÖDTÜ rektörlüğüne getirilmiş olan Ülkücü Hasan Tan’ı protesto için, gece afiş yapıştırılma eylemimiz vardı. Mihrac Ural yoldaş bir tomar afişi bana ve Nebil yoldaşa vererek yapıştırmamız gereken yerleri de söyleyerek görevlendirmişti. Gece boyu polisle kedi fare gibi oynayarak eksiksiz şekilde afişleri yapıştırdık. Mihrac Ural yoldaş ve yanılmıyorsam Mehmet Yavuz’un olduğu bir grup polisin el koyduğu afişleri de polisin elinden kaparak kaçmış olduğunu, buna rağmen inatla afişlemeyi sonuna kadar sürdürüp tamamladıklarını hatırlıyorum. Tüm gruplar derneğimizde bir araya gelince, o gençlik heyecanıyla ve görevimizi yerine getirmenin mutluluğuyla çay içerek sabahladığımızı aktaracağım.
Kitle çalışmasının merkezindeydik. Halk, her mahallede her sokakta bizimleydi. Polis kovalamasından kaçışlarda halkın kapıları açıp bizi gizlemesi, etkimizin de bir ölçüsüydü. Böylesi kitle çalışmasını yaşamadan bunun ruhunu ve heyecanının anlamak elbette mümkün değildir. Antakya’yı Acilcilerin merkezi haline getiren de buydu; bu emeklerin başında kimler olduğunu söylemeye gerek bile yoktur. Bir militan olarak Nebil yoldaş, ortak emeklerle yükselen mücadelede bir yıldızdı. Haince şehit edilmesinin 30. Yılında onu bir kez daha saygıyla anıyorum.
Konumuza gelince,
İnternet yayınımız AYRI VARLIK blogunda 25 Eylül 2010 da yayınlanan, "Acilciler Medresesinde Duruş Sahibi Olmak" adlı makalemde, örgütsel tarihimizle ilgili bilgi aktarmaya çalıştım. Örgütümüzün Türkiye devrimci hareketine kattığı olumlu değerleri öne çıkarma perspektifimiz gereği kaleme aldığım bu yazı aynı zamanda kirli insanların örgütümüzü karalamaya, tarihini karanlık gösterip devrimci hareketi de şaibeli hale getirme çabalarına karşı bir duruştu.
Geçtiğimiz günlerde piyasaya sürülen Hanefi Avcı'nın "Haliç'te Yaşayan Simonlar (Devlet ve Cemaat)" kitabından hareketle bu gerçekleri kaleme aldım. Bunu kaleme alırken, bir MİT ajanı olan İbrahim Yalçın gibi insanları kale almayı asla düşünmedim. Bir direnme örgütünün militanı olarak görevimi o kesitte yerine getirirken bu gün için, genç devrimcilere ileteceğim mesajı düşündüm. İyiyi, olumluyu öne çıkarmak benim için bir devrimci görevdi, örgütümden bu güne kadar öğrendiğim de buydu. Bunu yaptım.
Ancak bundan rahatsız olan adam, kendi satılmışlığının ahlaksızlığını hiç düşünmeden yazının bana ait olmadığını dile getirmiş . Bir ahlaksızın, bu güne kadar görevini ihbarlarla sürdüren bir hayasızın ne düşündüğü beni hiç ırgalamıyor. Yazımda adı geçse de mesajım okurlarımıza yöneliktir.
Anlaşılan yazdığım makale, MİT ajanı İbrahim Yalçın’ı derinden ezmiş.
Adam, ortaya çıkan her yazıyı tek kişiye bağlama hezeyanı içinde, kimsenin yazı yazamayacağı sanısındadır. Siyasi yazı yazma düzeyi olmayanların, magazinsel kirli yazılar bataklığında bu sanıya kapılmaları normaldir. Bu konumda olanların yazılan yazıların altındaki imzalara ait olduğuna inanmaları güçtür; hayatları boyunca ikiyüzlü olmuş, ahlaki hiçbir iş yapmamış olanların bilinen kod ya da gerçek isimlerini yazdıkları yazıların altına koymamaları çok normaldir.
Bunun da önemi yok, biz yoldaşlarımızla örgütsel disiplin içinde herkesi bağlayan yazıların herkese ait olmasını normal karşılarız. Ancak örgütümüz THKP-C (Acilciler) 1 Mayıs 1981 tarihinden itibaren, yani CEPHE merkez yayın organı olarak yayına başladığı andan itibaren, her makale yazarının imzasını taşıyacak diye bir karar aldı. Bu karar gereği “Nasır Velid”, “Nasır Yılmaz” adıyla onlarca makaleye imza attım. Bu gün yazılarımı, adımla Şerif Yılmaz olarak yazıyorum. Bir muhbir olarak MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın, kod ve gerçek isimleri devlete servis yapma çabasının aptallığına rağmen, biz hiçbir şeyden çekinmeden kendi yazılarımızın altına imzalarımızı atmaya devam edeceğiz.
Örgütümüz bir tarihi direnme örgütüdür. Bu örgütte kimse kendi yazısının altına imza atmaktan çekinmeyecek insanların örgütüdür. Satılmış adam beni takip etsin, yazılarım onun ve ortağının beynine birer çivi olarak çakılmaya devam edecektir.
Özgürlük ve demokrasi uğruna mücadelede yaşadığım(ız) kimi deneyimleri tarihi gelişimi içinde ele alırken; süreçten çıkarılması gereken dersleri, gelecek kuşaklara belge olması anlamında, objektif olarak aktarmıştım.
Bu aktarımların, yaşanılan sürecin canlı tanıklarının hala var olduğu bir koşulda ifade edilmesi; kendimize olan özgüvene, mücadele tarihimizin gücüne, direniş tarihimizin gelişimine ait bir zenginliktir. Gerçekliğimizin, duruş sahibi olmamızın ifadesidir. Dolayısıyla dosttan da düşmandan da tepki alması doğaldır. Her devrimci gelişim ve atılım, karşısında kendi zıddını da tetikleyecektir, tersinin de doğru olması gibi.
Buradan hareketle, örgütümüzün mücadele bayrağını yükselttiği dönemlerde derin devletin de örgütümüze yönelik geliştirdiği karşı operasyonları ayyuka çıkmıştır. Mücadele inancı zayıf düşen insanları kullanma, onları çözme, satın alma yöntemleri de kendi anlayışlarının ürünün olarak, cılız da olsa, dönem dönem sonuç almıştır. Bu süreç sadece örgütümüze yönelik olmayıp, genel devrimci demokratik etkinlikler yanı sıra, Kürt özgürlük hareketini de içine alır şekilde işlemekte olup, saflar belirlenmektedir.
Bir yanda halkların özgürlüğü ve demokrasi uğruna devrimci mücadeleyi inançla, inatla, sabırla yükseltme yarışında olanlar ve diğer yanda ise; milliyetçiliğin en kokuşmuş haliyle, her türden iftirayı, yalan ve kara çalmayı kendine meslek edinmiş, psikolojik savaş yöntemleriyle devletten şu ya da bu şekilde nemalanan, memur, işbirlikçi hain tipler.
En klasik bir ifadeyle devlet, tarihler boyunca egemen kastın (sınıfın) çıkarlarını koruma adına oluşturulan, örgütlü bir zorun ifadesi olmaya başladığı dönemden bu güne, karşıtlarını yok etmeye çaba göstermiş bir kurumdur. Bu yanıyla siyasal hareketlerin özgürlük mücadelesinde rol alıp, devrimci tarzda öne çıkmaya başladıkları her koşulda, devletin ajanları ve işbirlikçilerinin kontra faaliyette yer alması tarihsel bir gerçektir. Bu gerçeklik Sovyet devrimci mücadelesinde, Yunan İç Savaşında, Balkanlarda, Vietnam Kurtuluş Savaşında, Latin Amerika gerilla hareketleri ve bölgemiz itibariyle Filistin cephelerinde de hep yaşanmış bir gerçektir.
Devletin devrimci mücadele sürecimiz boyunca örgütümüze sızdırabildiği insan sayısı çok azdır. Kimi baştan itibaren devletle anlaşma yolunu seçip örgütü tasfiye doğrultusunda "gönüllü kontra" olmuş, hatırladığı her şeyi devlete teslim etmiş, bu handikapından kurtulamamış. Kimi ekonomik sıkıntıların itimiyle İstanbul merkezinde "izinli" seyyar satıcılık, köftecilik yapma adına ihbarcı olmuş. Kimi de şu sınır ötesinde 3-5 kuruşa nasıl "Şahin" satarım adıyla işbirliği yapmış "zavallılar". Onlara sadece acıyorum..
En kötüsü, geçen zaman içerisinde, örgütle ilişkiye girdiği andan itibaren her türden karanlık soru işaretlerini taşıdığı zamanla açığa çıkan ve sonuçta; MİT'in ücretli bir ajanı olduğunu kendi el yazısıyla dile getiren bu satılmış adam, MİT’le ilişki tarihini ısrarla saklaması, sorulan sorulara cevap vermemesi gittikçe ilgi topluyor. İbrahim Yalçın adlı MİT ajanı, geçmişte aramıza girmiş bir "sızıntı"dır. Sorumuz kendi el yazılarında dile getirdiği MİT’le ilişkinin tam tarihiyle ilgilidir.
Tekrarla soruyoruz. Sen, satılmış adam MİT ajanı İbrahim Yalçın MİT’le ilk kez ne zaman ilişkiye geçtin, bulanıklaştırmadan net cevap ver MİT’le ne zaman ilişkiye geçtin?
Bu soru ortakları için de geçerlidir. Bu töhmet onları da kapsıyor
Daha önceleri çeşitli vesilelerle yazmıştık. İbrahim Yalçın MİT ajanıdır muhatabımız olamaz diye, o bir düşmandır altı üstü bu. Bu konu bizim açımızdan tartışmaya yer bırakmayacak tarzda bitmiştir, biz bir tarafız ve safımız; devrimci mücadelede kavgayı yükseltme, halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesinde yer alma safıdır .
İbrahim Yalçın görev aşığı, ücretli memur sıfatıyla; örgütümüze ve önderliğine yönelik saldırı ve ihbarlarının sonuç almamasından hareketle, histeri krizleri geçirmektedir.
İbrahim Yalçın'ın histeryası; onca isim ihbar ve ifşaatta bulunmasına rağmen, kim hangi gerçeği nerede ne şekilde dile getirirse getirsin, hangi makaleyi ne türden bir objektivite içinde kaleme alırsa alsın karşısında hep Mihrac Ural yoldaşı görmesine yol açmaktadır. Buna halüsilasyon vakıası denebilir mi acaba? Bir psikolog ya da nöroloji uzmanına sormalı.
Histeri nöbetlerinde "asker mektubu bile yazamaz" dediği makalem için, "Mihrac Ural'dan Yeni İtiraf" adıyla aktardığı yazıda yaşadığı sendromun etkisi kendini ele veriyor, tam bir paranoya.
Böylece; kim yazarsa yazsın, Levent yoldaşın makalesi de, Öner'in, İrfan'ın, Ahmet'in, Zeki'nin, Ömer'in, Arif'in, Mehmet'in, Hasan'ın, Zafer yoldaşın, Salih yoldaşın, İbrahim'in, Ali'nin, Mustafa'nın, hatta Döşemeci Sami'nin (ki, suratına tükürmek için fırsat kolluyor) ve şu an aklıma gelmeyen onlarca insanın yazısı da Mihrac Ural yoldaşın makalesi haline geliyor. Yoldaşın imzasıyla anılmak hepimiz için onurdur bunu bilmiyor, bilmek, kabullenmek istemiyor. Görev alanının başarısızlığı, histeri nöbetlerinin kaynağı olarak görüyor.
Öyle ki son yazdığım makaleyi de Mihrac yoldaşın yazdığını söylüyor. Bilmiyor ki, (aslında biliyor!) o tarihsel süreçte yoldaş cezaevindeydi, gelişmeleri örgütsel talimatlar çerçevesinde ana hatlarıyla bilse dahi, o döneme ait ayrıntıları yaşanılan tarzda aktaramazdı. Olsun, İbrahim Yalçın'ın histeryası işte, körün fili tarif etmesi gibi, salla gitsin. Kuşku yarat, soru işaretleri bırak, ortalığı karıştır, yeni adres ve isimler, ihbarlar, rütbeler yumurtla. İşi bu!
Rütbe deyince rahmetli "paşa baba"m aklıma geldi. Subay çocuğuyum ya! Paşa diye anıldığını duysa her halde güler geçerdi. Kendisiyle gurur duyduğum, 1974 yılında Ordudan istifa etmek zorunda bırakılmış, Ağır İş Makineleri Operatörü (Greyderci-Dozerci) emekli bir Başçavuş. Yine İbrahim Yalçın histeryası, sağır duymaz uydurur hesabı. Uydur, uydurabildiğin kadar. Sen görevini yapıyorsun. Sonuçlarına katlanacaksın, bütün yalanların beynine bir şimşek gibi patlayacak, biz de halkımız adına görevimizi yerine getireceğiz.
Ha aklıma gelmişken, İbrahim Yalçın cehenneme giderken karşına "Habil ve Kabil" çıkıp sana soru sorabilir. Sakın kalkıpta Mihrac Ural yine mi sen? demiyesin. Olur ya, orada da peşini bırakmaz. olarak, mücadele tarihimizde ortaya çıkan tafraları, ders çıkarma anlamında değerlendirmekte fayda var. Bu yüzden her ne kadar yalanları su yüzüne çıkmışta olsa, ilaveten bir iki gerçeği de kısa kısa yukarıda aktarmaya çalıştım.
Böylelikle, geleceğe ilişkin çalışmalarımızı belirlerken; devrimci inancın, mücadele azminin, direniş ruhunun demokrasiyi inşa etmede, halklarımızın özgürlüğüne giden yolda ne kadar önemli bir role sahip olduğunu görmüş olacağız.
Bu bir duruşun ifadesidir. Para karşılığı insanları satmamanın, direnmenin, mücadele tarihimizi rastgele söylemlerle değil, gerçeklerin, hala yaşayan canlı şahitlerin varlığı koşulunda, objektif verilerle dile getireceğiz.
Gerek sorguda, gerek zindanda ve gerekse sürgün yaşamında hep doğrularımızın arkasında durduk, durmaya da devam edeceğiz. Yanlış yaptığımız zaman, doğruyu yakalamak için, yanlışı mahkum edecek mücadele inancıyla, doğrularımız arkasında duracağız. Bu bir medresedir.
Bu bizim tarihimiz, yazmaya devam edeceğiz.
MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN’IN HİSTERYASI
NEBİL ve MÜCADELE İNANCIMIZ
Şerif YILMAZ
29 Eylül 2010
Öncelikle 30 Eylül dolaysıyla, Nebil yoldaşın anısı önünde saygıyla eğilerek yazıma başlamak istiyorum. Bu direngen militanın anısını kirletmek isteyen ve ölümünün tek nedeni olan MİT ajanı İbrahim Yalçın ve ortağı itirafçı Engin Erkiner’in, uzak yakın hiçbir ilgileri olmadığı Nebil yoldaşı köklerinden koparmak amacıyla 3 yıldır ölü konuşturucusu sinsi yılanlarla sürdürdükleri beyhude yalanları lanetliyorum.
Yazıma girmeden Nebil Yoldaşla bir anımı aktaracağım. Tarih 15 Şubat 1977 sonrası, ÖDTÜ rektörlüğüne getirilmiş olan Ülkücü Hasan Tan’ı protesto için, gece afiş yapıştırılma eylemimiz vardı. Mihrac Ural yoldaş bir tomar afişi bana ve Nebil yoldaşa vererek yapıştırmamız gereken yerleri de söyleyerek görevlendirmişti. Gece boyu polisle kedi fare gibi oynayarak eksiksiz şekilde afişleri yapıştırdık. Mihrac Ural yoldaş ve yanılmıyorsam Mehmet Yavuz’un olduğu bir grup polisin el koyduğu afişleri de polisin elinden kaparak kaçmış olduğunu, buna rağmen inatla afişlemeyi sonuna kadar sürdürüp tamamladıklarını hatırlıyorum. Tüm gruplar derneğimizde bir araya gelince, o gençlik heyecanıyla ve görevimizi yerine getirmenin mutluluğuyla çay içerek sabahladığımızı aktaracağım.
Kitle çalışmasının merkezindeydik. Halk, her mahallede her sokakta bizimleydi. Polis kovalamasından kaçışlarda halkın kapıları açıp bizi gizlemesi, etkimizin de bir ölçüsüydü. Böylesi kitle çalışmasını yaşamadan bunun ruhunu ve heyecanının anlamak elbette mümkün değildir. Antakya’yı Acilcilerin merkezi haline getiren de buydu; bu emeklerin başında kimler olduğunu söylemeye gerek bile yoktur. Bir militan olarak Nebil yoldaş, ortak emeklerle yükselen mücadelede bir yıldızdı. Haince şehit edilmesinin 30. Yılında onu bir kez daha saygıyla anıyorum.
Konumuza gelince,
İnternet yayınımız AYRI VARLIK blogunda 25 Eylül 2010 da yayınlanan, "Acilciler Medresesinde Duruş Sahibi Olmak" adlı makalemde, örgütsel tarihimizle ilgili bilgi aktarmaya çalıştım. Örgütümüzün Türkiye devrimci hareketine kattığı olumlu değerleri öne çıkarma perspektifimiz gereği kaleme aldığım bu yazı aynı zamanda kirli insanların örgütümüzü karalamaya, tarihini karanlık gösterip devrimci hareketi de şaibeli hale getirme çabalarına karşı bir duruştu.
Geçtiğimiz günlerde piyasaya sürülen Hanefi Avcı'nın "Haliç'te Yaşayan Simonlar (Devlet ve Cemaat)" kitabından hareketle bu gerçekleri kaleme aldım. Bunu kaleme alırken, bir MİT ajanı olan İbrahim Yalçın gibi insanları kale almayı asla düşünmedim. Bir direnme örgütünün militanı olarak görevimi o kesitte yerine getirirken bu gün için, genç devrimcilere ileteceğim mesajı düşündüm. İyiyi, olumluyu öne çıkarmak benim için bir devrimci görevdi, örgütümden bu güne kadar öğrendiğim de buydu. Bunu yaptım.
Ancak bundan rahatsız olan adam, kendi satılmışlığının ahlaksızlığını hiç düşünmeden yazının bana ait olmadığını dile getirmiş . Bir ahlaksızın, bu güne kadar görevini ihbarlarla sürdüren bir hayasızın ne düşündüğü beni hiç ırgalamıyor. Yazımda adı geçse de mesajım okurlarımıza yöneliktir.
Anlaşılan yazdığım makale, MİT ajanı İbrahim Yalçın’ı derinden ezmiş.
Adam, ortaya çıkan her yazıyı tek kişiye bağlama hezeyanı içinde, kimsenin yazı yazamayacağı sanısındadır. Siyasi yazı yazma düzeyi olmayanların, magazinsel kirli yazılar bataklığında bu sanıya kapılmaları normaldir. Bu konumda olanların yazılan yazıların altındaki imzalara ait olduğuna inanmaları güçtür; hayatları boyunca ikiyüzlü olmuş, ahlaki hiçbir iş yapmamış olanların bilinen kod ya da gerçek isimlerini yazdıkları yazıların altına koymamaları çok normaldir.
Bunun da önemi yok, biz yoldaşlarımızla örgütsel disiplin içinde herkesi bağlayan yazıların herkese ait olmasını normal karşılarız. Ancak örgütümüz THKP-C (Acilciler) 1 Mayıs 1981 tarihinden itibaren, yani CEPHE merkez yayın organı olarak yayına başladığı andan itibaren, her makale yazarının imzasını taşıyacak diye bir karar aldı. Bu karar gereği “Nasır Velid”, “Nasır Yılmaz” adıyla onlarca makaleye imza attım. Bu gün yazılarımı, adımla Şerif Yılmaz olarak yazıyorum. Bir muhbir olarak MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın, kod ve gerçek isimleri devlete servis yapma çabasının aptallığına rağmen, biz hiçbir şeyden çekinmeden kendi yazılarımızın altına imzalarımızı atmaya devam edeceğiz.
Örgütümüz bir tarihi direnme örgütüdür. Bu örgütte kimse kendi yazısının altına imza atmaktan çekinmeyecek insanların örgütüdür. Satılmış adam beni takip etsin, yazılarım onun ve ortağının beynine birer çivi olarak çakılmaya devam edecektir.
Özgürlük ve demokrasi uğruna mücadelede yaşadığım(ız) kimi deneyimleri tarihi gelişimi içinde ele alırken; süreçten çıkarılması gereken dersleri, gelecek kuşaklara belge olması anlamında, objektif olarak aktarmıştım.
Bu aktarımların, yaşanılan sürecin canlı tanıklarının hala var olduğu bir koşulda ifade edilmesi; kendimize olan özgüvene, mücadele tarihimizin gücüne, direniş tarihimizin gelişimine ait bir zenginliktir. Gerçekliğimizin, duruş sahibi olmamızın ifadesidir. Dolayısıyla dosttan da düşmandan da tepki alması doğaldır. Her devrimci gelişim ve atılım, karşısında kendi zıddını da tetikleyecektir, tersinin de doğru olması gibi.
Buradan hareketle, örgütümüzün mücadele bayrağını yükselttiği dönemlerde derin devletin de örgütümüze yönelik geliştirdiği karşı operasyonları ayyuka çıkmıştır. Mücadele inancı zayıf düşen insanları kullanma, onları çözme, satın alma yöntemleri de kendi anlayışlarının ürünün olarak, cılız da olsa, dönem dönem sonuç almıştır. Bu süreç sadece örgütümüze yönelik olmayıp, genel devrimci demokratik etkinlikler yanı sıra, Kürt özgürlük hareketini de içine alır şekilde işlemekte olup, saflar belirlenmektedir.
Bir yanda halkların özgürlüğü ve demokrasi uğruna devrimci mücadeleyi inançla, inatla, sabırla yükseltme yarışında olanlar ve diğer yanda ise; milliyetçiliğin en kokuşmuş haliyle, her türden iftirayı, yalan ve kara çalmayı kendine meslek edinmiş, psikolojik savaş yöntemleriyle devletten şu ya da bu şekilde nemalanan, memur, işbirlikçi hain tipler.
En klasik bir ifadeyle devlet, tarihler boyunca egemen kastın (sınıfın) çıkarlarını koruma adına oluşturulan, örgütlü bir zorun ifadesi olmaya başladığı dönemden bu güne, karşıtlarını yok etmeye çaba göstermiş bir kurumdur. Bu yanıyla siyasal hareketlerin özgürlük mücadelesinde rol alıp, devrimci tarzda öne çıkmaya başladıkları her koşulda, devletin ajanları ve işbirlikçilerinin kontra faaliyette yer alması tarihsel bir gerçektir. Bu gerçeklik Sovyet devrimci mücadelesinde, Yunan İç Savaşında, Balkanlarda, Vietnam Kurtuluş Savaşında, Latin Amerika gerilla hareketleri ve bölgemiz itibariyle Filistin cephelerinde de hep yaşanmış bir gerçektir.
Devletin devrimci mücadele sürecimiz boyunca örgütümüze sızdırabildiği insan sayısı çok azdır. Kimi baştan itibaren devletle anlaşma yolunu seçip örgütü tasfiye doğrultusunda "gönüllü kontra" olmuş, hatırladığı her şeyi devlete teslim etmiş, bu handikapından kurtulamamış. Kimi ekonomik sıkıntıların itimiyle İstanbul merkezinde "izinli" seyyar satıcılık, köftecilik yapma adına ihbarcı olmuş. Kimi de şu sınır ötesinde 3-5 kuruşa nasıl "Şahin" satarım adıyla işbirliği yapmış "zavallılar". Onlara sadece acıyorum..
En kötüsü, geçen zaman içerisinde, örgütle ilişkiye girdiği andan itibaren her türden karanlık soru işaretlerini taşıdığı zamanla açığa çıkan ve sonuçta; MİT'in ücretli bir ajanı olduğunu kendi el yazısıyla dile getiren bu satılmış adam, MİT’le ilişki tarihini ısrarla saklaması, sorulan sorulara cevap vermemesi gittikçe ilgi topluyor. İbrahim Yalçın adlı MİT ajanı, geçmişte aramıza girmiş bir "sızıntı"dır. Sorumuz kendi el yazılarında dile getirdiği MİT’le ilişkinin tam tarihiyle ilgilidir.
Tekrarla soruyoruz. Sen, satılmış adam MİT ajanı İbrahim Yalçın MİT’le ilk kez ne zaman ilişkiye geçtin, bulanıklaştırmadan net cevap ver MİT’le ne zaman ilişkiye geçtin?
Bu soru ortakları için de geçerlidir. Bu töhmet onları da kapsıyor
Daha önceleri çeşitli vesilelerle yazmıştık. İbrahim Yalçın MİT ajanıdır muhatabımız olamaz diye, o bir düşmandır altı üstü bu. Bu konu bizim açımızdan tartışmaya yer bırakmayacak tarzda bitmiştir, biz bir tarafız ve safımız; devrimci mücadelede kavgayı yükseltme, halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesinde yer alma safıdır .
İbrahim Yalçın görev aşığı, ücretli memur sıfatıyla; örgütümüze ve önderliğine yönelik saldırı ve ihbarlarının sonuç almamasından hareketle, histeri krizleri geçirmektedir.
İbrahim Yalçın'ın histeryası; onca isim ihbar ve ifşaatta bulunmasına rağmen, kim hangi gerçeği nerede ne şekilde dile getirirse getirsin, hangi makaleyi ne türden bir objektivite içinde kaleme alırsa alsın karşısında hep Mihrac Ural yoldaşı görmesine yol açmaktadır. Buna halüsilasyon vakıası denebilir mi acaba? Bir psikolog ya da nöroloji uzmanına sormalı.
Histeri nöbetlerinde "asker mektubu bile yazamaz" dediği makalem için, "Mihrac Ural'dan Yeni İtiraf" adıyla aktardığı yazıda yaşadığı sendromun etkisi kendini ele veriyor, tam bir paranoya.
Böylece; kim yazarsa yazsın, Levent yoldaşın makalesi de, Öner'in, İrfan'ın, Ahmet'in, Zeki'nin, Ömer'in, Arif'in, Mehmet'in, Hasan'ın, Zafer yoldaşın, Salih yoldaşın, İbrahim'in, Ali'nin, Mustafa'nın, hatta Döşemeci Sami'nin (ki, suratına tükürmek için fırsat kolluyor) ve şu an aklıma gelmeyen onlarca insanın yazısı da Mihrac Ural yoldaşın makalesi haline geliyor. Yoldaşın imzasıyla anılmak hepimiz için onurdur bunu bilmiyor, bilmek, kabullenmek istemiyor. Görev alanının başarısızlığı, histeri nöbetlerinin kaynağı olarak görüyor.
Öyle ki son yazdığım makaleyi de Mihrac yoldaşın yazdığını söylüyor. Bilmiyor ki, (aslında biliyor!) o tarihsel süreçte yoldaş cezaevindeydi, gelişmeleri örgütsel talimatlar çerçevesinde ana hatlarıyla bilse dahi, o döneme ait ayrıntıları yaşanılan tarzda aktaramazdı. Olsun, İbrahim Yalçın'ın histeryası işte, körün fili tarif etmesi gibi, salla gitsin. Kuşku yarat, soru işaretleri bırak, ortalığı karıştır, yeni adres ve isimler, ihbarlar, rütbeler yumurtla. İşi bu!
Rütbe deyince rahmetli "paşa baba"m aklıma geldi. Subay çocuğuyum ya! Paşa diye anıldığını duysa her halde güler geçerdi. Kendisiyle gurur duyduğum, 1974 yılında Ordudan istifa etmek zorunda bırakılmış, Ağır İş Makineleri Operatörü (Greyderci-Dozerci) emekli bir Başçavuş. Yine İbrahim Yalçın histeryası, sağır duymaz uydurur hesabı. Uydur, uydurabildiğin kadar. Sen görevini yapıyorsun. Sonuçlarına katlanacaksın, bütün yalanların beynine bir şimşek gibi patlayacak, biz de halkımız adına görevimizi yerine getireceğiz.
Ha aklıma gelmişken, İbrahim Yalçın cehenneme giderken karşına "Habil ve Kabil" çıkıp sana soru sorabilir. Sakın kalkıpta Mihrac Ural yine mi sen? demiyesin. Olur ya, orada da peşini bırakmaz. olarak, mücadele tarihimizde ortaya çıkan tafraları, ders çıkarma anlamında değerlendirmekte fayda var. Bu yüzden her ne kadar yalanları su yüzüne çıkmışta olsa, ilaveten bir iki gerçeği de kısa kısa yukarıda aktarmaya çalıştım.
Böylelikle, geleceğe ilişkin çalışmalarımızı belirlerken; devrimci inancın, mücadele azminin, direniş ruhunun demokrasiyi inşa etmede, halklarımızın özgürlüğüne giden yolda ne kadar önemli bir role sahip olduğunu görmüş olacağız.
Bu bir duruşun ifadesidir. Para karşılığı insanları satmamanın, direnmenin, mücadele tarihimizi rastgele söylemlerle değil, gerçeklerin, hala yaşayan canlı şahitlerin varlığı koşulunda, objektif verilerle dile getireceğiz.
Gerek sorguda, gerek zindanda ve gerekse sürgün yaşamında hep doğrularımızın arkasında durduk, durmaya da devam edeceğiz. Yanlış yaptığımız zaman, doğruyu yakalamak için, yanlışı mahkum edecek mücadele inancıyla, doğrularımız arkasında duracağız. Bu bir medresedir.
Bu bizim tarihimiz, yazmaya devam edeceğiz.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder