8 Eylül 2010 Çarşamba
BOYKOT SOLUN TAVRIDIR
Bedreddin Mahir
7 Eylül 2010
12 Eylül referandumu tek seçenekli, dolaysıyla anti-demokratiktir.
Her şey bir yana, farklı alternatiflerin olmaması nedeniyle bu referandumun handikabı, oy tercihlerinin tek boyutlu olmasına yol açıyor.
Bu handikabın nedeni, ortaya konan anayasa taslağının tümden yeni bir anayasa önerisi olmamasıdır; var olan ve darbe anayasası olarak kirli doğan, faşist bir anayasanın 17 kez değiştirilmesine rağmen ıslah olmamış halinin bir kez daha değiştirilerek ısıtılıp halkın önüne sunulmasıdır.
Bu durum, EVET ya da HAYIR tavrını bir biçimde birbirine eşitlemektedir. Birbirine zıt gibi görünen bu tavırlar, bu paydada eşitlenmesi, oy kullanma hakkı gibi demokratik bir hakkın da işlevsiz olmasına yol açıyor.
Bütün zorlamalara rağmen bu iki tutumun arasında ciddi bir fark ortaya koymak güçtür. Varsa bir fark o da, partilerin seçmenden oy kapmak üzere yaptıkları pazar paylaşım savaşıyla ilgilidir.
Bu referandumu daha olumsuz bir konuma düşürmektedir; AKP ile CHP+MHP arasında geçen bir oy yarışına dönüşerek, seçmenin anayasa paketine ilişkin iradesini de yok saymaktadır.
Tavırları yeniden gözden geçirdiğimizde, HAYIR tavrının yol açacağı ilk sonuç 17 kez değişmiş ve iflah olmamış bir darbe anayasasının yürürlükte kalmasıdır.
HAYIR’cıların, CHP güzellemeleri, gerçeği hiç değiştirmiyor.
Tersine bu konuda yazılarımızda vurguladığımız gibi, HAYIR tutumu, referandumu seçim havasına sokan ve partiler arası seçmen paylaşım savaşına dönüştürenlere kan taşıyor.
HAYIR tutumuyla kazanılabilecek hiçbir sonuç bulunmamaktadır; CHP’nin değişim iddialarına kanmak ise tarihi tecrübemize ters bir algıdır.
CHP ne statücülüğünden ne de milliyetçiliğinden sıyrılmış bir parti değildir. Bu yanıyla HAYIR tutumunun ilk elden pratik sonucu olan 82 anayasasının devamını bir yana koysak bile, CHP hiçbir zaman basit demokratik talepleri dahi demokratik bir anayasa inşasının temel parametreleri yapamaz. Son olarak CHP başkanı Kılıçdaroğlu’nun “dokunulmazlıklar kaldırılsın ben de EVET diyeceğim” yönündeki talihsiz söylemi, referanduma sunulan anayasa paketiyle bir sorunu olmadığını göstermeye yeterlidir. CHP halkın demokratik ihtiyaçları için değil, kendini farklı bir noktada konumlandırmak için bu referandumda HAYIR tavrıyla yer almış gibidir. Bu ise AKP’ye verilmiş bir kredidir.
Soldan HAYIR tutumu alanların, MHP’li ortaklarını ise anmaya gerek görmüyorum.
Bu bileşke, bırakın gelmiş geçmiş tüm anayasaların “tek millet”li maddeleri olan “değiştirilemez, değiştirilmesi bile önerilmez” maddelerini kaldırmayı, meydanlarda abartılı sallamalarda bile anmaya cesaret edemez, af kelimesini yanlışlıkla diline alanların kendi yönetim çevrelerinde nasıl topa tutulduklarını unutmamak gerek; bu akılların, ne seçim barajının indirilmesinde ne de darbe karşıtlığında kararlı olması mümkün değildir.
Anayasalar hak ve görevleri belirler. Basit anayasa algısı böyle olsa da anayasa bu değildir.
Anayasada, hak ve görevler yanı sıra, bu hak ve görevlerin yükümlülerini de mercekle aramayı gerektirmeyecek açıklıkla tanımlanır.
Bu tür tanımlamalar anayasa yazımının temel taşıdır.
Tanımlanmamış bir yükümlü, anayasada yok sayılmış demektir. Tüm kavgada burada kopmakta.
Farklılıkları tanımlamamış bir anayasa, dünyanın en demokratik maddelerini taşısa da demokratik olamaz.
Özellikle ülkemizde hiç olamaz.
Kirli savaşın bitmesi, farklılıklarımızla, bölücülüğe düşmeden barış içinde yaşamanın temel yolu buradan geçer. Bu nedenle, kimlik hakları anayasanın temel konusudur. HAYIR’cıların üzerinde durmak istemedikleri bir konu.
Oysa bu ülkede demokrasinin yolu anayasada kimlik haklarının belirlenmesinden geçtiğini artık bilmeyen kalmadı. HAYIR cephesinin temel damarı olan CHP ve MHP’nin gündeminde olmayan ve olması mümkün olmayan bu temel talepler, gerçekten demokrasiyi isteyenlerin HAYIR tutumu içinde birilerine kan taşıma durumuna düşmemesini gerektiriyor. Sol kendi bağımsız siyasal tutumunu böylesi bir ortamda kimseye ödünç veremez.
Bu ülkede şans tanınması gerekenler yalnızca devrimcilerdir, özgürlük hareketi ve demokrasi güçleridir.
Bu nedenle 13 Eylül günüyle birlikte başlayacak, demokratik anayasa oluşturma mücadelesinde dünden bu güne taşınacak bağımsız siyasal kimlikle yer almayı hedeflemek zorunludur. Hiçbir tarafa angaje olmamış tutumları bu günden takınmaksızın, bunu başarmak mümkün olmayacaktır. HAYIR’cılaran bu açıdan ciddi sorunları bulunuyor.
EVET demek ise AKP’nin sivil diktatörlük özlemlerine evet demektir. Bir darbe anayasası olan 82 anayasasını, iflah olmayacağı önceki 17 değişiklikten de belli olan yeni paketle kökleştirmektir.
AKP yönetimi, değişiklikleriyle birlikte yeni anayasa paketinde ne 12 Eylül 1980 darbecilerinin yargılanmasını ne de seçim barajının kaldırılmasını ya da kabul edilebilir bir orana çekilmesine yer tanımıştır. Önerme, bir sivil anayasa önermesi değil, darbeci anayasanın basit bir revizyonudur.
Başbakan, “bu ilk adımdır, daha sonra daha kapsamlı bir anayasa yapacağız” demesi ise önerdiği anayasaya EVET oyu istemesiyle çelişkilidir; referandumda onaylanmasını istediği anayasa paketini demokratik bir adım saymasını yalanlamaktır.
Diğer taraftan, muhalefetle birkaç madde üzerinde doğan çelişki yüzünden referanduma gidilmiştir. 1982’den bu yana, demokratik anayasa için 28 yıl bekleyen bir ülkenin, bu halleri gerçekten sivil ve demokratik bir anayasa için hiçbir ümit taşımamaktadır. Her şey yapıldığı kadarıyla takılı kalmaktadır.
Erdoğan, demokratikleşme sürecinde de gördüğümüz gibi samimi değildir, samimi olamaz da. Bu yönetim EVET yönündeki tüm çığırtkanlığına rağmen, HAYIR çıkması sonucu darbeci 82 anayasasıyla iktidarını sürdüreceğinden dolayı, hiçbir rahatsızlık duymayacaktır; oy oranında bir azalma anlamına gelmesi ise, tüm iktidarların sonuçta yüz yüze kalacakları bir gerçek olarak onlar da bunu iktidar olmanın avantajlarıyla aşmaya çalışacaktır.
Geri sayım başladı.
EVET ve HAYIR tutumları arasındaki çelişkileri ve benzerlikleri yeterince işleyerek bu güne geldik.
78’liler vakfının ortaya koyduğu “REFERANDUM ALDATMACADIR. YOKUZ!” tavrı ise, zamanında ilan edilmiş özgür bir tavır olarak, 78 kuşağının koruduğu bağımsız siyasal kimliği dile getirmiş oldu.
BOYKOT, kimini sandığı gibi etnik farklılığın kimlik özgürlüğü ve bağımsız tavrı değil, demokrasi ve özgürlük güçlerinin siyasal kimliklerinin bağımsız tavrıdır.
BOYKOT, sisteme esir olmamış bir demokratik protesto tutumudur. Tercihler tek seçenekli, oylar aynı eğilme kan taşımaya mahkum edilmişse alınması gereken tutum BOYKOT olmalıdır. Bu tutum, sisteme ve onun aldatmacalarına angaje olmamış yegane tutumdur.
BOYKOT, 13 Eylül günüyle birlikte, tüm hızıyla devam edecek olan demokratik bir anayasa oluşturma mücadelesinin de şaibesiz tavrıdır.
Bu tavrın, sayısal oranları itibariyle de kendini net tanımlayan bir tutumdur.
HAYIR’cı ve EVET’çi oylardaki solu bulamak ise mümkün değildir.
BOYKOT, dünden bu güne taşınmış ortak paydada buluşan demokrasi mücadelesi güçlerinin tutumu olarak belirginleşecektir. Bunun için 13 Eylül tarihi, geç kalmanın değil demokrasi mücadelesinin geçmişiyle, referandumdaki özgür tutumuyla övüneceği başlangıç tarihidir.
Bu noktadan itibaren, Sol adına, özgürlük adına, demokrasi adına, bağımsızlığıyla belirlenecek tutum BOYKOT tutumu olarak ortaya çıkmıştır. Böylece, siyasal saflaşma, referandumda tüm yönleriyle kendini ortaya koyma şansı bulmuştur.
7 Eylül 2010
12 Eylül referandumu tek seçenekli, dolaysıyla anti-demokratiktir.
Her şey bir yana, farklı alternatiflerin olmaması nedeniyle bu referandumun handikabı, oy tercihlerinin tek boyutlu olmasına yol açıyor.
Bu handikabın nedeni, ortaya konan anayasa taslağının tümden yeni bir anayasa önerisi olmamasıdır; var olan ve darbe anayasası olarak kirli doğan, faşist bir anayasanın 17 kez değiştirilmesine rağmen ıslah olmamış halinin bir kez daha değiştirilerek ısıtılıp halkın önüne sunulmasıdır.
Bu durum, EVET ya da HAYIR tavrını bir biçimde birbirine eşitlemektedir. Birbirine zıt gibi görünen bu tavırlar, bu paydada eşitlenmesi, oy kullanma hakkı gibi demokratik bir hakkın da işlevsiz olmasına yol açıyor.
Bütün zorlamalara rağmen bu iki tutumun arasında ciddi bir fark ortaya koymak güçtür. Varsa bir fark o da, partilerin seçmenden oy kapmak üzere yaptıkları pazar paylaşım savaşıyla ilgilidir.
Bu referandumu daha olumsuz bir konuma düşürmektedir; AKP ile CHP+MHP arasında geçen bir oy yarışına dönüşerek, seçmenin anayasa paketine ilişkin iradesini de yok saymaktadır.
Tavırları yeniden gözden geçirdiğimizde, HAYIR tavrının yol açacağı ilk sonuç 17 kez değişmiş ve iflah olmamış bir darbe anayasasının yürürlükte kalmasıdır.
HAYIR’cıların, CHP güzellemeleri, gerçeği hiç değiştirmiyor.
Tersine bu konuda yazılarımızda vurguladığımız gibi, HAYIR tutumu, referandumu seçim havasına sokan ve partiler arası seçmen paylaşım savaşına dönüştürenlere kan taşıyor.
HAYIR tutumuyla kazanılabilecek hiçbir sonuç bulunmamaktadır; CHP’nin değişim iddialarına kanmak ise tarihi tecrübemize ters bir algıdır.
CHP ne statücülüğünden ne de milliyetçiliğinden sıyrılmış bir parti değildir. Bu yanıyla HAYIR tutumunun ilk elden pratik sonucu olan 82 anayasasının devamını bir yana koysak bile, CHP hiçbir zaman basit demokratik talepleri dahi demokratik bir anayasa inşasının temel parametreleri yapamaz. Son olarak CHP başkanı Kılıçdaroğlu’nun “dokunulmazlıklar kaldırılsın ben de EVET diyeceğim” yönündeki talihsiz söylemi, referanduma sunulan anayasa paketiyle bir sorunu olmadığını göstermeye yeterlidir. CHP halkın demokratik ihtiyaçları için değil, kendini farklı bir noktada konumlandırmak için bu referandumda HAYIR tavrıyla yer almış gibidir. Bu ise AKP’ye verilmiş bir kredidir.
Soldan HAYIR tutumu alanların, MHP’li ortaklarını ise anmaya gerek görmüyorum.
Bu bileşke, bırakın gelmiş geçmiş tüm anayasaların “tek millet”li maddeleri olan “değiştirilemez, değiştirilmesi bile önerilmez” maddelerini kaldırmayı, meydanlarda abartılı sallamalarda bile anmaya cesaret edemez, af kelimesini yanlışlıkla diline alanların kendi yönetim çevrelerinde nasıl topa tutulduklarını unutmamak gerek; bu akılların, ne seçim barajının indirilmesinde ne de darbe karşıtlığında kararlı olması mümkün değildir.
Anayasalar hak ve görevleri belirler. Basit anayasa algısı böyle olsa da anayasa bu değildir.
Anayasada, hak ve görevler yanı sıra, bu hak ve görevlerin yükümlülerini de mercekle aramayı gerektirmeyecek açıklıkla tanımlanır.
Bu tür tanımlamalar anayasa yazımının temel taşıdır.
Tanımlanmamış bir yükümlü, anayasada yok sayılmış demektir. Tüm kavgada burada kopmakta.
Farklılıkları tanımlamamış bir anayasa, dünyanın en demokratik maddelerini taşısa da demokratik olamaz.
Özellikle ülkemizde hiç olamaz.
Kirli savaşın bitmesi, farklılıklarımızla, bölücülüğe düşmeden barış içinde yaşamanın temel yolu buradan geçer. Bu nedenle, kimlik hakları anayasanın temel konusudur. HAYIR’cıların üzerinde durmak istemedikleri bir konu.
Oysa bu ülkede demokrasinin yolu anayasada kimlik haklarının belirlenmesinden geçtiğini artık bilmeyen kalmadı. HAYIR cephesinin temel damarı olan CHP ve MHP’nin gündeminde olmayan ve olması mümkün olmayan bu temel talepler, gerçekten demokrasiyi isteyenlerin HAYIR tutumu içinde birilerine kan taşıma durumuna düşmemesini gerektiriyor. Sol kendi bağımsız siyasal tutumunu böylesi bir ortamda kimseye ödünç veremez.
Bu ülkede şans tanınması gerekenler yalnızca devrimcilerdir, özgürlük hareketi ve demokrasi güçleridir.
Bu nedenle 13 Eylül günüyle birlikte başlayacak, demokratik anayasa oluşturma mücadelesinde dünden bu güne taşınacak bağımsız siyasal kimlikle yer almayı hedeflemek zorunludur. Hiçbir tarafa angaje olmamış tutumları bu günden takınmaksızın, bunu başarmak mümkün olmayacaktır. HAYIR’cılaran bu açıdan ciddi sorunları bulunuyor.
EVET demek ise AKP’nin sivil diktatörlük özlemlerine evet demektir. Bir darbe anayasası olan 82 anayasasını, iflah olmayacağı önceki 17 değişiklikten de belli olan yeni paketle kökleştirmektir.
AKP yönetimi, değişiklikleriyle birlikte yeni anayasa paketinde ne 12 Eylül 1980 darbecilerinin yargılanmasını ne de seçim barajının kaldırılmasını ya da kabul edilebilir bir orana çekilmesine yer tanımıştır. Önerme, bir sivil anayasa önermesi değil, darbeci anayasanın basit bir revizyonudur.
Başbakan, “bu ilk adımdır, daha sonra daha kapsamlı bir anayasa yapacağız” demesi ise önerdiği anayasaya EVET oyu istemesiyle çelişkilidir; referandumda onaylanmasını istediği anayasa paketini demokratik bir adım saymasını yalanlamaktır.
Diğer taraftan, muhalefetle birkaç madde üzerinde doğan çelişki yüzünden referanduma gidilmiştir. 1982’den bu yana, demokratik anayasa için 28 yıl bekleyen bir ülkenin, bu halleri gerçekten sivil ve demokratik bir anayasa için hiçbir ümit taşımamaktadır. Her şey yapıldığı kadarıyla takılı kalmaktadır.
Erdoğan, demokratikleşme sürecinde de gördüğümüz gibi samimi değildir, samimi olamaz da. Bu yönetim EVET yönündeki tüm çığırtkanlığına rağmen, HAYIR çıkması sonucu darbeci 82 anayasasıyla iktidarını sürdüreceğinden dolayı, hiçbir rahatsızlık duymayacaktır; oy oranında bir azalma anlamına gelmesi ise, tüm iktidarların sonuçta yüz yüze kalacakları bir gerçek olarak onlar da bunu iktidar olmanın avantajlarıyla aşmaya çalışacaktır.
Geri sayım başladı.
EVET ve HAYIR tutumları arasındaki çelişkileri ve benzerlikleri yeterince işleyerek bu güne geldik.
78’liler vakfının ortaya koyduğu “REFERANDUM ALDATMACADIR. YOKUZ!” tavrı ise, zamanında ilan edilmiş özgür bir tavır olarak, 78 kuşağının koruduğu bağımsız siyasal kimliği dile getirmiş oldu.
BOYKOT, kimini sandığı gibi etnik farklılığın kimlik özgürlüğü ve bağımsız tavrı değil, demokrasi ve özgürlük güçlerinin siyasal kimliklerinin bağımsız tavrıdır.
BOYKOT, sisteme esir olmamış bir demokratik protesto tutumudur. Tercihler tek seçenekli, oylar aynı eğilme kan taşımaya mahkum edilmişse alınması gereken tutum BOYKOT olmalıdır. Bu tutum, sisteme ve onun aldatmacalarına angaje olmamış yegane tutumdur.
BOYKOT, 13 Eylül günüyle birlikte, tüm hızıyla devam edecek olan demokratik bir anayasa oluşturma mücadelesinin de şaibesiz tavrıdır.
Bu tavrın, sayısal oranları itibariyle de kendini net tanımlayan bir tutumdur.
HAYIR’cı ve EVET’çi oylardaki solu bulamak ise mümkün değildir.
BOYKOT, dünden bu güne taşınmış ortak paydada buluşan demokrasi mücadelesi güçlerinin tutumu olarak belirginleşecektir. Bunun için 13 Eylül tarihi, geç kalmanın değil demokrasi mücadelesinin geçmişiyle, referandumdaki özgür tutumuyla övüneceği başlangıç tarihidir.
Bu noktadan itibaren, Sol adına, özgürlük adına, demokrasi adına, bağımsızlığıyla belirlenecek tutum BOYKOT tutumu olarak ortaya çıkmıştır. Böylece, siyasal saflaşma, referandumda tüm yönleriyle kendini ortaya koyma şansı bulmuştur.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder