5 Eylül 2010 Pazar
DİYARBAKIR CEZA EVİ
Mihrac Ural
6 Eylül 2010
Bir kez Daha Celalletin Can kuşağımız adına önemli tespitler yapmış. O konumu gereği Başbakana yazmış, iyi de etmiş bu mesaj halklarımıza ve onlardan da ilgili herkese yöneliktir.
Benim ekleyeceğim bir iki cümle bulunuyor.
Tarihle yüzleşmek tarihin ayağını kaydırmakla olmaz. Tarihle yüzleşmek belgeleri, kanıtları yok etmekle olmaz. Tarihi, belgeler, maddi ve hissi deliller oluşturur. Buna, kişisel olarak, o kesiti yaşayanların anlatımları da katkı yapar( Kişilerin anlatımı ne kadar objektif olursa olsun yorum olması itibariyle tarih, belgeler ve kanıtlar ışığında oluşturulur).
Ortak ülkemiz insan aklının almayacağı süreçlerden geçerek bu güne gelmiştir; Osmanlıdan, Cumhuriyetteki Osmanlıya kadar kıyılmayan, tehcir ve tenkil edilmeyen kalmamıştır. Bu karanlık dönemlerde Türk halkı, diğer halklar kadar eza görmüştür. Hala, siyasi yönetimlerinin statüleriyle tutsak etiği halkların tutsağı olarak eziyet görmektedir. Demokrasinin bir türlü ikame edilememesi, bununla yakından ilgilidir. Bu bir kaostur, bir bataklıktır.
Bu kaosun içinden çıkmanın en önemli yollarından biri tarihle yüzleşmektir.
Tarihle yüzleşmek tarihçinin yazdığı tarihle olmaz. Tarih hareket halindeki geçmiş değilse, onu kanıt ve belgeleriyle, o kesitin var oluş özgünlüğüyle bu güne taşımayı gerektirir. Bunun için Diyarbakır cezaevini yıkmak ve belleklerinde o ah…ları silmek, tarihle yüzleşme değil ondan kaçmaktır.
Hiçbir kaygı bu kaçışı haklı gösteremez. Siz kaçtıkça boynunuza daha sıkı yapışan bir kement gibi bu gerçeğin dayanılmaz yoğunluğu altında ezilir kalırsınız. Bu sorunun yarattığı bataklıkları gelecek kuşaklara dayatmış olursunuz.
Tarihi aşmak, eski zindanları yıkıp yenisini yapmakla olmaz. Böylesi bir davranış yeni ah….ları gündeme getirmekle eskinin bir biçimde devamını sürdürmek anlamına gelir. Böylesi bir girişim, halkın geleceğe yönelik umutlarına katkı yapmaz çökertir.
Kimse kimseyi aldatmasın, bu ülkede barış içinde bir ortak yaşam için cesur olmak gerek.
Statülere mahkum olmadan, yapılması gerekenleri sonuna kadar götürmek gerek. Halkın gerçekçi taleplerine dayanmayan hiçbir parıltı kalıcı olmayacağını herkes bilmelidir. Bu nedenle demokrasi deyince en derin ve en geniş haliyle ikame edilmelidir, geçmişten sıyrılmak deyince geçmişin acılarını yenileriyle değiştirmek değil onları geçmiş kılmakla, müzede izleyen bir tarih seremonisi yapmakla mümkündür.
Diyarbakır cezaevi sorunu üzerinde yürüyen polemik, bir kez daha siyasette ciddiyet sınavı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu satırların yazarı bir Diyarbakır günülüsüdür. Ben orada devrimci vaftizimi oldum. Gencecik bir öğrenciydim, Üniversite imtihanlarını katılmak üzere sınav yeri olarak Diyarbakır’ı seçmiştim. Adını hala hatırlamadığım Antalyada tanıştığım soyadı Arslan olan dostumun misafiriydim. O Kürt insanlığını, Antakya’daki komşularımda gördüğümden de daha iyi oralarda gördüm. Tarih 24 Haziran 1975’ti, Türkeş; “Diyarbakır’a ayak basacağım” demişti cümlenin çirkin anlamıyla da böbürlenmişti. O ayak kırılmıştı. Ben de ordaydım elimde taşlarla misafiri olduğum Kürt kardeşimle, Türk dostlarımla…
Devrimci vaftizimi Diyarbakır’da olmuştum. Diyarbakır deyince içimde hep fırtınalar kopar. Bu başkenti kimlik haklarımızın geleceğinin hikayesi, aynası olarak algılarım. Çektikleriyle bizi acılardan özgürleştiren bu başkente bir Mesih gibidir… Vefa burcumu ne yapsam ödeyemem derim.
Bu pencerenin taraflı bakış açısından çıkıp olaylara tarih okumalarım ve birikimlerim açısından bakınca şunu okurlarımla paylaşmayı bir görev sayarım.
Diyarbakır’ın orijinalleri ve marjinalleri arasında süren tarihi düello er ya da geç orijinaller lehine sonuçlanacaktır derim.
Tarih. bize de gelecek kuşaklara da bu gerçeği gösterecektir. Önemli olan bu değil, bu gerçeğin yeni acılarla değil barışla ikame edilmesidir. Tüm çabamız, farklılıklarımızla birlikte birimizin galip diğerimizin mağlup olmasına yol açmadın, tarihi yeni kinler ekmeden bu sonuçları görmektir. Biz ve bizden öncekilerin çektikleri acılara, gelecek kuşakları esir etmemektir.
Bunun için tarihle yüzleşmekte cesur olalım diyorum.
Diyarbakır da değil ortak ülke tarihimizin bu karanlık sicillerini gelecek kuşakların elinde bir ibret belgesi olarak koruma adına, gelecek kuşakların kendilerini dizayn etmesine olanak sağlamaları adına,
Diyarbakır cezaevini yıkmayalım müze yapalım.
6 Eylül 2010
Bir kez Daha Celalletin Can kuşağımız adına önemli tespitler yapmış. O konumu gereği Başbakana yazmış, iyi de etmiş bu mesaj halklarımıza ve onlardan da ilgili herkese yöneliktir.
Benim ekleyeceğim bir iki cümle bulunuyor.
Tarihle yüzleşmek tarihin ayağını kaydırmakla olmaz. Tarihle yüzleşmek belgeleri, kanıtları yok etmekle olmaz. Tarihi, belgeler, maddi ve hissi deliller oluşturur. Buna, kişisel olarak, o kesiti yaşayanların anlatımları da katkı yapar( Kişilerin anlatımı ne kadar objektif olursa olsun yorum olması itibariyle tarih, belgeler ve kanıtlar ışığında oluşturulur).
Ortak ülkemiz insan aklının almayacağı süreçlerden geçerek bu güne gelmiştir; Osmanlıdan, Cumhuriyetteki Osmanlıya kadar kıyılmayan, tehcir ve tenkil edilmeyen kalmamıştır. Bu karanlık dönemlerde Türk halkı, diğer halklar kadar eza görmüştür. Hala, siyasi yönetimlerinin statüleriyle tutsak etiği halkların tutsağı olarak eziyet görmektedir. Demokrasinin bir türlü ikame edilememesi, bununla yakından ilgilidir. Bu bir kaostur, bir bataklıktır.
Bu kaosun içinden çıkmanın en önemli yollarından biri tarihle yüzleşmektir.
Tarihle yüzleşmek tarihçinin yazdığı tarihle olmaz. Tarih hareket halindeki geçmiş değilse, onu kanıt ve belgeleriyle, o kesitin var oluş özgünlüğüyle bu güne taşımayı gerektirir. Bunun için Diyarbakır cezaevini yıkmak ve belleklerinde o ah…ları silmek, tarihle yüzleşme değil ondan kaçmaktır.
Hiçbir kaygı bu kaçışı haklı gösteremez. Siz kaçtıkça boynunuza daha sıkı yapışan bir kement gibi bu gerçeğin dayanılmaz yoğunluğu altında ezilir kalırsınız. Bu sorunun yarattığı bataklıkları gelecek kuşaklara dayatmış olursunuz.
Tarihi aşmak, eski zindanları yıkıp yenisini yapmakla olmaz. Böylesi bir davranış yeni ah….ları gündeme getirmekle eskinin bir biçimde devamını sürdürmek anlamına gelir. Böylesi bir girişim, halkın geleceğe yönelik umutlarına katkı yapmaz çökertir.
Kimse kimseyi aldatmasın, bu ülkede barış içinde bir ortak yaşam için cesur olmak gerek.
Statülere mahkum olmadan, yapılması gerekenleri sonuna kadar götürmek gerek. Halkın gerçekçi taleplerine dayanmayan hiçbir parıltı kalıcı olmayacağını herkes bilmelidir. Bu nedenle demokrasi deyince en derin ve en geniş haliyle ikame edilmelidir, geçmişten sıyrılmak deyince geçmişin acılarını yenileriyle değiştirmek değil onları geçmiş kılmakla, müzede izleyen bir tarih seremonisi yapmakla mümkündür.
Diyarbakır cezaevi sorunu üzerinde yürüyen polemik, bir kez daha siyasette ciddiyet sınavı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu satırların yazarı bir Diyarbakır günülüsüdür. Ben orada devrimci vaftizimi oldum. Gencecik bir öğrenciydim, Üniversite imtihanlarını katılmak üzere sınav yeri olarak Diyarbakır’ı seçmiştim. Adını hala hatırlamadığım Antalyada tanıştığım soyadı Arslan olan dostumun misafiriydim. O Kürt insanlığını, Antakya’daki komşularımda gördüğümden de daha iyi oralarda gördüm. Tarih 24 Haziran 1975’ti, Türkeş; “Diyarbakır’a ayak basacağım” demişti cümlenin çirkin anlamıyla da böbürlenmişti. O ayak kırılmıştı. Ben de ordaydım elimde taşlarla misafiri olduğum Kürt kardeşimle, Türk dostlarımla…
Devrimci vaftizimi Diyarbakır’da olmuştum. Diyarbakır deyince içimde hep fırtınalar kopar. Bu başkenti kimlik haklarımızın geleceğinin hikayesi, aynası olarak algılarım. Çektikleriyle bizi acılardan özgürleştiren bu başkente bir Mesih gibidir… Vefa burcumu ne yapsam ödeyemem derim.
Bu pencerenin taraflı bakış açısından çıkıp olaylara tarih okumalarım ve birikimlerim açısından bakınca şunu okurlarımla paylaşmayı bir görev sayarım.
Diyarbakır’ın orijinalleri ve marjinalleri arasında süren tarihi düello er ya da geç orijinaller lehine sonuçlanacaktır derim.
Tarih. bize de gelecek kuşaklara da bu gerçeği gösterecektir. Önemli olan bu değil, bu gerçeğin yeni acılarla değil barışla ikame edilmesidir. Tüm çabamız, farklılıklarımızla birlikte birimizin galip diğerimizin mağlup olmasına yol açmadın, tarihi yeni kinler ekmeden bu sonuçları görmektir. Biz ve bizden öncekilerin çektikleri acılara, gelecek kuşakları esir etmemektir.
Bunun için tarihle yüzleşmekte cesur olalım diyorum.
Diyarbakır da değil ortak ülke tarihimizin bu karanlık sicillerini gelecek kuşakların elinde bir ibret belgesi olarak koruma adına, gelecek kuşakların kendilerini dizayn etmesine olanak sağlamaları adına,
Diyarbakır cezaevini yıkmayalım müze yapalım.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder