30 Ekim 2010 Cumartesi
"Yaşayan müze..."
Mihrac Ural'ın notu: Değerli dostum Celalettin Can, ülkemizin tarihyle yüzleşmesinin en önemli geçitlerinden biri olan Diyarbakır cezaevi sorununa ilişkin yaklaşımlarını bu yazısında birlikte okuyacağız. Celalletin Can kuşağımızın 78 vakfı etkinlikleri kapsamında hepimiz adına 12 Eylül karanlık rejiminin anılardan silinmemesi gereken kara anıtı Diyarbakır cezaevinin müze yapılmasına ilşkin yorumunu alttaki yazısında dile getirmektedir.
Celalettin Can
30 Ekim 2010
Son birkaç yıldır Diyarbakır Askeri Cezaevi’nin 1980-84 dönemi artan ölçüde kamuoyu gündeminde yer alıyor. Kalıcı bir barış ihtiyacının her zamankinden daha fazla yakıcılaştığı bir dönemde, Diyarbakır cezaevinin güncelleşmesi Kürtlere ne yapıldığının ülkenin batısında anlaşılması bakımından önem kazanıyor.
Bu ‘anlaşılmayı’ yüzleşme kavramı üzerinden geliştirmeye çalışan Komisyonumuzun* ‘Diyarbakır askeri cezaevi’nin insan hakları müzesi olması’ için açtığı Diyarbakır merkezli imza kampanyası, bölgeden batıya doğru genişlemeye başladı. Şu anda yirmi binin üzerinde bir imzaya ulaşılmış durumda. Önümüzdeki yılın başlarına kadar asgari yüz bin imza hedefleniyor.
Şu soru çok geliyor. Neden müze?
Öncelikle şunu ifade edelim: Müzeciliğin hareket noktası, geçmişe ait bir durumun yada yitirilen bir gerçekliğin güncele taşınması arzusuna yönelik ortak toplumsal duygudur.
Bu da bizi kaçınılmaz olarak tarihi perspektif, ideoloji, gerçek karşısında konumlanış gibi sorunlar ile yüz yüze bırakır. Bu sorunları ele alışta tercih edilen dünya görüşü ve onun metodolojisi temel öneme sahiptir. Bu yönlü tercihimiz bizi gerçeğe uygun kavramsallaştırmalara götürebileceği gibi, tarihin çarpıtılması, yeni kuşaklara aktarımda unutma/unutturma, totaliter, ırkçı,ötekileştirici, cinsel ayrımcı biçimlerin gerçeğin yerine ikame edilmesinden gelen söylemlere de götürebilir.
Bu noktada, her ‘temsili alan’ın ve temsiliyet ilişkisinin bünyesinde, açık veya örtük iktidar ilişkilerini taşıdığı unutulmamalı.
Ne yazık ki üzerinde yaşadığımız coğrafya, içinden çıkamadığımız antidemokratik, baskıcı ve şiddet dolu yönetim ilişkilerinden dolayı, toplumsal dönüşüm dönemlerini, çağdaş sorunları, inceleme araştırma ve belgeleme süreçlerini bırakalım, konuşmayı bile imkansız hale getirmektedir. Oysa, emeğin, özgürlüğün, gücün, şiddetin, yoksulluğun, görünmeyenin, sıradan olanın araştırılması nasıl ki üniversitelerde, ekonomi, sosyoloji, antropoloji, istatistik vb. alanların araştırma konusu ise tüm bunların “kamusal alanda” görünür ve konuşulur hale getirilip, halkın/kamunun katılımına açık bir biçimde mekanlaşmasına, yaşayan gerçek ortamlar yaratılmasına sonsuz ihtiyaç vardır.
Tarihi gerçekleriyle yüzleşebilen ortamlara emsal müze mekanlar son derece yaygındır. İkinci Dünya savaşı ve soykırım müzeleri (Auswich ), engizisyon ve işkence tarihine yönelik müzeler (İspanya’daki Toleod) , Frankfurt tarih müzeleri (İşçi Sınıfı Gençlik Hareketi sergisi), Hamburg’daki müze (Sanayi Emeği Müzesi), aynı başlık altında Avusturya Steyr şehrindeki müze, Mannheim deki Emek ve Teknoloji Müzeleri, Edinburg, Liverpool, Belfast, Zagrep gibi daha yüzlerce emsalini sunabileceğimiz müze mekanları ve bunların açtıkları dönüşümlü sergiler, birey ve toplum, aile, çocuk, engelli, kadın,farklı cinsiyetler, doğa, din, etnisite, inanç alışkanlıkları, düşünce ve değişim biçimleri üzerinde çalışma, ruhsallık ve öz kimliği sergilemenin zengin olanaklarını önümüze getirir.
Tüm bu sorunların konuşulabildiği ve yeni farkındalıkların üretilebildiği mekanlar olarak aynı zamanda, panel/sempozyum,belgesel eşliğinde gösterim alanlarının organizasyonu, çocuklar ve gençlerden başlayarak bilinçli kültürel alanlar yaratımının çeşitlendirilmesi, toplumsal huzura, rahatlamaya, barış ve kardeşlik ilişkilerinin onarımına önemli katkılar sunar.
Müzeler, mekansal kurguları ile tarih bilincinin özgürlük alanları, kültürel çoğulculuğun, öz kimliğin ve tüm çatışma alanlarının üzerinde konuşulup çalışılabileceği fırsat mekanlarıdır.
Sürdürülebilir ilişkiler üretebilme, günün değişen sorunlarına güncel cevaplar verebilme, pedagojik yaklaşımlara açık, tartışmacı ve uyumlaştırıcı çalışma alanlarıdır. Doğru programlamalar eşliğinde, görselliğin, kolay kavranabilir dilin, iletişim yanı güçlü, en geniş halk kitlesine uzanabilen, enstitü formatında toplumsal ihtiyaçlara cevap verebilecek yapılardır müzeler…
Bizim zihniyet dünyamızın müzeleri, geçmişe takılı, modernizmin toplumu dışlayan, tekçi zihniyet dünyasının ‘mumyalar müzeleri’ değil, ‘yaşayan müzeler’dir.
“Yaşayan Müzeler”, toplumsal deneyim alanlarıdır.
Bu bağlamda Diyarbakır Askeri Cezaevi üzerinden inşa edilecek müze, dünün ve bugünün tüm toplumsal çatışma ve gerginliklerinin anıt mimarisidir. Ceberut devlet şiddetinin, insanlık suçlarının, sınıf ve etnik ayrımcılık temelli vahşetin sembolüdür. Kara bir anıttır!
Buna karşın insanın ve insanlık inancının, direnişin, özgürlük tutkusu ve demokrasi bilincinin onur kavgasının verildiği bir abidedir.
Her iki anlamda binlerce yıl konuşulacak, üzerine insanlığın utanç ve onur defteri olarak çok şey yazılacak bir gerçeklikten ve buna karşı direnişten bahsediyoruz.
Bu gerçekliğin belleklere taşınması, barış ve demokrasiye susamış bu topraklarda ebedileşmesi, insanlığın bir daha yaşamaması dileğinin sözcüsü olması gereken bir mekanlardır müzeler.
Bunun için, İmza Kampanyası biçiminde başlayan, toplumsal bir platform üzerinden geliştirilmesi zorunlu olan etkinliklerle ulusal ve uluslararası vicdanlara seslenen bir yerden öncelikle cezaevini yıkımdan korumak gerekiyor.
Buna paralel, mimari, tarihsel, toplumsal, siyasal, etnografik, pedagojik çalışma guruplarının, teknik ve görsel sanatlarla ilgili yapılarla birlikte oluşturulacak komisyonlarla ön çalışma hazırlık aşamasına getirilmesi gerekiyor.
Bu, hepimizin şarkısı. Yarım kalmamalı
Celalettin Can
30 Ekim 2010
Son birkaç yıldır Diyarbakır Askeri Cezaevi’nin 1980-84 dönemi artan ölçüde kamuoyu gündeminde yer alıyor. Kalıcı bir barış ihtiyacının her zamankinden daha fazla yakıcılaştığı bir dönemde, Diyarbakır cezaevinin güncelleşmesi Kürtlere ne yapıldığının ülkenin batısında anlaşılması bakımından önem kazanıyor.
Bu ‘anlaşılmayı’ yüzleşme kavramı üzerinden geliştirmeye çalışan Komisyonumuzun* ‘Diyarbakır askeri cezaevi’nin insan hakları müzesi olması’ için açtığı Diyarbakır merkezli imza kampanyası, bölgeden batıya doğru genişlemeye başladı. Şu anda yirmi binin üzerinde bir imzaya ulaşılmış durumda. Önümüzdeki yılın başlarına kadar asgari yüz bin imza hedefleniyor.
Şu soru çok geliyor. Neden müze?
Öncelikle şunu ifade edelim: Müzeciliğin hareket noktası, geçmişe ait bir durumun yada yitirilen bir gerçekliğin güncele taşınması arzusuna yönelik ortak toplumsal duygudur.
Bu da bizi kaçınılmaz olarak tarihi perspektif, ideoloji, gerçek karşısında konumlanış gibi sorunlar ile yüz yüze bırakır. Bu sorunları ele alışta tercih edilen dünya görüşü ve onun metodolojisi temel öneme sahiptir. Bu yönlü tercihimiz bizi gerçeğe uygun kavramsallaştırmalara götürebileceği gibi, tarihin çarpıtılması, yeni kuşaklara aktarımda unutma/unutturma, totaliter, ırkçı,ötekileştirici, cinsel ayrımcı biçimlerin gerçeğin yerine ikame edilmesinden gelen söylemlere de götürebilir.
Bu noktada, her ‘temsili alan’ın ve temsiliyet ilişkisinin bünyesinde, açık veya örtük iktidar ilişkilerini taşıdığı unutulmamalı.
Ne yazık ki üzerinde yaşadığımız coğrafya, içinden çıkamadığımız antidemokratik, baskıcı ve şiddet dolu yönetim ilişkilerinden dolayı, toplumsal dönüşüm dönemlerini, çağdaş sorunları, inceleme araştırma ve belgeleme süreçlerini bırakalım, konuşmayı bile imkansız hale getirmektedir. Oysa, emeğin, özgürlüğün, gücün, şiddetin, yoksulluğun, görünmeyenin, sıradan olanın araştırılması nasıl ki üniversitelerde, ekonomi, sosyoloji, antropoloji, istatistik vb. alanların araştırma konusu ise tüm bunların “kamusal alanda” görünür ve konuşulur hale getirilip, halkın/kamunun katılımına açık bir biçimde mekanlaşmasına, yaşayan gerçek ortamlar yaratılmasına sonsuz ihtiyaç vardır.
Tarihi gerçekleriyle yüzleşebilen ortamlara emsal müze mekanlar son derece yaygındır. İkinci Dünya savaşı ve soykırım müzeleri (Auswich ), engizisyon ve işkence tarihine yönelik müzeler (İspanya’daki Toleod) , Frankfurt tarih müzeleri (İşçi Sınıfı Gençlik Hareketi sergisi), Hamburg’daki müze (Sanayi Emeği Müzesi), aynı başlık altında Avusturya Steyr şehrindeki müze, Mannheim deki Emek ve Teknoloji Müzeleri, Edinburg, Liverpool, Belfast, Zagrep gibi daha yüzlerce emsalini sunabileceğimiz müze mekanları ve bunların açtıkları dönüşümlü sergiler, birey ve toplum, aile, çocuk, engelli, kadın,farklı cinsiyetler, doğa, din, etnisite, inanç alışkanlıkları, düşünce ve değişim biçimleri üzerinde çalışma, ruhsallık ve öz kimliği sergilemenin zengin olanaklarını önümüze getirir.
Tüm bu sorunların konuşulabildiği ve yeni farkındalıkların üretilebildiği mekanlar olarak aynı zamanda, panel/sempozyum,belgesel eşliğinde gösterim alanlarının organizasyonu, çocuklar ve gençlerden başlayarak bilinçli kültürel alanlar yaratımının çeşitlendirilmesi, toplumsal huzura, rahatlamaya, barış ve kardeşlik ilişkilerinin onarımına önemli katkılar sunar.
Müzeler, mekansal kurguları ile tarih bilincinin özgürlük alanları, kültürel çoğulculuğun, öz kimliğin ve tüm çatışma alanlarının üzerinde konuşulup çalışılabileceği fırsat mekanlarıdır.
Sürdürülebilir ilişkiler üretebilme, günün değişen sorunlarına güncel cevaplar verebilme, pedagojik yaklaşımlara açık, tartışmacı ve uyumlaştırıcı çalışma alanlarıdır. Doğru programlamalar eşliğinde, görselliğin, kolay kavranabilir dilin, iletişim yanı güçlü, en geniş halk kitlesine uzanabilen, enstitü formatında toplumsal ihtiyaçlara cevap verebilecek yapılardır müzeler…
Bizim zihniyet dünyamızın müzeleri, geçmişe takılı, modernizmin toplumu dışlayan, tekçi zihniyet dünyasının ‘mumyalar müzeleri’ değil, ‘yaşayan müzeler’dir.
“Yaşayan Müzeler”, toplumsal deneyim alanlarıdır.
Bu bağlamda Diyarbakır Askeri Cezaevi üzerinden inşa edilecek müze, dünün ve bugünün tüm toplumsal çatışma ve gerginliklerinin anıt mimarisidir. Ceberut devlet şiddetinin, insanlık suçlarının, sınıf ve etnik ayrımcılık temelli vahşetin sembolüdür. Kara bir anıttır!
Buna karşın insanın ve insanlık inancının, direnişin, özgürlük tutkusu ve demokrasi bilincinin onur kavgasının verildiği bir abidedir.
Her iki anlamda binlerce yıl konuşulacak, üzerine insanlığın utanç ve onur defteri olarak çok şey yazılacak bir gerçeklikten ve buna karşı direnişten bahsediyoruz.
Bu gerçekliğin belleklere taşınması, barış ve demokrasiye susamış bu topraklarda ebedileşmesi, insanlığın bir daha yaşamaması dileğinin sözcüsü olması gereken bir mekanlardır müzeler.
Bunun için, İmza Kampanyası biçiminde başlayan, toplumsal bir platform üzerinden geliştirilmesi zorunlu olan etkinliklerle ulusal ve uluslararası vicdanlara seslenen bir yerden öncelikle cezaevini yıkımdan korumak gerekiyor.
Buna paralel, mimari, tarihsel, toplumsal, siyasal, etnografik, pedagojik çalışma guruplarının, teknik ve görsel sanatlarla ilgili yapılarla birlikte oluşturulacak komisyonlarla ön çalışma hazırlık aşamasına getirilmesi gerekiyor.
Bu, hepimizin şarkısı. Yarım kalmamalı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder