5 Ekim 2010 Salı
SOL ÜZERİNE
Hasan Basri Yılmaz - Mihrac Ural siyasi sohbetleri
- I -
Mihrac Ural ‘ın notu:
3 Ekim 2010
Hasan Basri Yılmaz’ı tanırsınız.
Türkiye devrimci hareketinin saygıyla anılan ailesini ve tüm devrimciler için örnek olan abisini bilmeyen yok gibidir. Ailesiyle büyük gönül bağımız bulunuyor. Dedesi büyük ilim ve irfan doruklarından biridir.
Hasan Basri Yılmaz yoldaşımla farlı kulvarlardan geliyor olmamıza rağmen hep aynı duygu ve düşüncelerle yol yürüdük. Ortak ülkemizin demokrasi mücadelesi için emek verdik, çile çektik ama yılmadık. On yıllar sonra bu satırlarda bir kez daha buluştuk. İki dost, yoldaş olarak sol için duyduğumuz kaygıları karşılıklı yazışmalarla dile getirmeye çalıştık; buna devam etmekteyiz.
Yazışmalarımızın kapalı kalmasını istemedik. Kanaatlerimizi siz okurlarımızla paylaşmayı uygun gördük. Birinci bölümü alta olan bu yazışmalar sizin de eleştirilerine açık olacaktır.
Buyurun birlikte okuyalım.
Mihrac Ural
17 Eylül 2010
Değerli Hasan Basri Yılmaz, diyorsunuz ki;
“Her seferinde sorunlarla ugrasirken aklima ilk gelen solun birlesik bir partisini olusturmak geliyor. Bir arkadasla sohbet ederken „o kadar cok sol parti varki sen hala solu birlestirecek bir partiden bahsediyorsun. Bu hayalcilikten de öte birsey…“ dedi. Düsündüm hakli . O zaman kendi kendime sorular sorarak bu isin icinden nasil cikiliri aramaya basladim.
Arastirirken bazi solcu köse yazarlarinda ayriligin sirlarini bulmaya ugrastim. Hatta bazi tecrübeli eski solcular bu Referandumun da diger konularda ( Kürd sorunu, Silahli mücadele, Legal Parti vs..) oldugu gibi bir kirilma meydana getirecegi ve bundan sonrada sol, kendini yeniden sekillendirecegi tarzinda fikirler okudum.
Bence; sol dünyada bir kirilma yasamaktadir. Bu kirilma ne mücadele tarziyla ilgilidir, ne de dünyaya bakisla ilgili. Asil belirleyen sol kendini yeniden tanimlarken, nasil bir iktidar ve yönetim bicimi önermesiyle ilgilidir.”
Bence aradığın sorunun cevabını ilk adımda sen de bulmuş gibisin. Sol’un kendini tanımlama sorunu bu sürecin en önemli halkası olarak belirmektedir. Hatta bunun da ötesinde artık Fransız devriminin insanlık siyasal literatürüne sunduğu Sağ, Sol kavramları da yerlerini başka tanımlamalara terk ediyor denilebilir.
Bunu destekleyen çok veri olduğunu söyleyeceğim. En basiti, Sağ ve Sol ayrımları hala geçmişin izleri üzerinde zor değişen algılar nedeniyle belli bir ulus ya da bölgeyle ilgili kullanılmasına karşın, artık dünyadaki hiçbir saflaşmayı bu kavramlarla açıklamamız mümkün değildir.
Mücadele tarzı, örgütlenme biçimi vb gibi kıstaslar zaten oldum olası tarihin her dönemine özgü halleriyle siyasal bir eğilimi belirlemezler. “İktidar ve yönetim biçimi önermesi” ise sonuç olması itibariyle de Sol’u belirleyen unsurlar arasında sayılamaz diyeceğim. Yazında buradan bir belirlemeyle varacağın sonuç, aşılması gereken bir sonuçtan öteye geçmeyeceğini dile getireceğim; iktidar ve yönetim biçimleri ilgili oldukları alt yapının sonucudur, dolaysıyla önce onu belirlemek gerek.
“Dünyaya bakışı” ile tam olarak neyi kast ettiğini açmamışsın.
Bence dünyaya bakış olayını konjonktürle ilgili ele alıyorsan haklısın, güçler dengesi ve yansımaları anlamında Solu değiştirecek ya da yeniden tanımlayacak bir unsur olarak, o anı ele almak mümkün değil.
Ancak Dünyaya bakış olayı, tarihe bakış, geçmişten bu güne toplumların evrimi, üretim tarzlarının bir aşamadan diğerine geçişi olarak ele alınırsa o zaman Solu belirlemek ya da Sol koduyla nasıl bir ilgi içinde olduğumuza dair söylenecekler olabilir.
Bence eski statü ve kıstasların mahkumu olmadan dünyadaki gelişmeleri tarih algılarımızla yeniden ele alırsak çok farklı sonuçlara varmamız güç olmayacaktır. Bunun için ezberleri bozacak da olsa konuya çok ciddi yaklaşmalıyız. Önümüze Sol, Sosyalizm kodlamaları koyup onları verili dünya koşulları içinde ya da gelecek için geçerliliklerini ispata kalkarsak, bir kez daha ciddi yanılgılara ve boşa kürek çekmelere düşeriz.
Sosyalizm ve sol bizim geçmiş entelektüel birikimlerimizin temeli olduğunu inkar etmeden, bu yolda verdiğimiz tüm fedakarlıkları onurla taşıyarak ve bu kapsamdaki insani erdem ve değerlere bu günde sıkıca sarılarak tarihi ve gelecek için önermelerimizi oluşturmalıyız.
Diyorsunuz ki,
“Sosyalizm deneylerinin de isiginda bakinca meseleye; eger Devrimden sonra bizim partimiz ve bizim merkez komitemiz iktidar olacak ve yukardan asagiya bir dayatma ve zorla insanlar günlük korkular icerisinde yasayacaklarsa, bunun adi ne olursa olsun ben yokum.
Tek bir parti olacak ve bu partiye üye dahi olmak icin iki kisinin referansi gerekecekse ben yokum.
Fikir özgürlügü, insan haklari ve bunu bütünleyen örgütlenme özgürlügü yoksa ben yokum bu isin icinde.
Insanlarin günlük yasantilarini dahi birileri belirleyecek, ne yiyip ne icecegini, kiminle evlenecegini, nerelere gezmeye gidecegini veya gidemeyecegini belirleyen bir rejim veya yönetim icin, degil ölümü gözüme almak, kilimi dahi kipirdatmayacagim gibi, karsi ne gerekiyorsa da yaparim.
Bilimin önüne engeller koyan, insani dünyadan yalitan, kimseye güvenmeyen bir rejimde yasamayi istemedigim, istemeyecegim gibi, kimseyede önermeyecegimi acik olarak söylüyorum.
21. yüzyilin verileriyle insani ve dogayi koruyarak daha iyi ve daha insancil nasil yasanilirin sirrini bulmamiz gerekmektedir.”
Yukarıdaki satırlarına tamamen katılıyorum. Tarih okumalarına dayanarak vardığın bu sonuçları bilimsel temellere oturtmalısın diyeceğim. Bu yönde yüzlerce sayfa yazı yazdım Bunları burada tekrar etmek güç, özet vereceğim Ama bu yazıların bir kısmını dosyada göndereceğim zahmet edersen, okuduğunda hem dile getirmek istediğin yaklaşımlara ve sorulara cevap alabileceksin hem de benim düşüncelerimi daha sağlıklı irdeleyebileceksin.
“Ben yokum” dediğin yanlışların tümü, üretim güçleriyle üretim ilişkisi arasındaki çelişkinin yeterli olgunlukta olmaması koşulunda devrim diye yapılan ve bir siyasal kararnameyle toplumsal mülkiyetin ilan edilmesi ardından Sosyalizmin kurulabileceği sanısı yatmaktadır; Doğu Avrupa sosyalist ülkelerinde olan budur. II. Dünya savaşı ardından Kızıl Ordunun gücüyle istila edilen ülkelerde, bir gece ansızın siyasi bir kararnameyle ilan edilen toplumsallaştırmanın ardından Sosyalizmin ilanı, ister istemez zoru, baskıyı, kolektif irade adına gündeme getirecekti. İki kutuplu dünya çatışması bunu destekleyince ortaya çıkan baskı, proletarya diktatörlüğü olarak ilan edildi. Halk cepheleri, geçiş dönemleri vb söylemler ise boşlukları kapatma çabasıydı. Ama sonuçta bir gece ansızın bir siyasal kararnameyle kurulan, bir başka gece ansızın bir başka kararnameyle gerin geriye dönmeye mahkum oldu. Sovyetler dahil her alan kapitalizme döndü.
Bunun nedeni yazında dile getirdiğin kötü yöneticiler, eksik uygulama vb öznel nedenler değildir. Unutma insanlık entelektüel birikiminin en büyük öncüleri bu mücadelenin başındaydı. Onları hafife almamak gerek, tüm bilinçleriyle ve kararlılıklarıyla Sosyalizmi kurmak istediler, ama Sosyalizm kurulamadı. Kurulamaz da.
Sosyalizm kodunu bir kenara koyalım. Daha ileri bir toplum, yeni bir uygarlık kuramadılar diyelim. Kurulamazdı diyorum ve bu noktadan itibaren gerçeklerle yüz yüze gelmeye hazır olmalıyız derim.
Uzun uzun irdelediğim, bu konuyu yazılarımdan okumanı bir kez daha tavsiye edeceğim. Ayrıca hazır “Sosyalizm Üzerine” başlıklı broşürüm var bunu da yakında yayınlayacağım.
İşin özüne dönelim. Tüm toplumsal tarihi göz önüne getir. Hiçbir ileri toplum eski toplumun ezilen sınıflarınca kurulmadığını görürsün.
Ne köle sahipleriyle sınıf mücadelesi içindeki köleler feodalizmi kurdu ne de feodallerle savaş halindeki serfler kapitalizmi kurdu. Kuramazda.
Köleci Spartaküs ayaklanmaları Roma kapıları önünde ne yapacağını şaşırıp diz çökmüştü. Serflerin Münzer ayaklanmaları ise Feodal karlıkların tahtı önünde teslim olmuştu. Ben buna burjuvaziye karşı sınıf savaşında işçi sınıfı, sınıf olarak (şahıslar olarak değil) gelip dayanacağı yer sistemin rasyonel çalışması için reformlar yaptırmakla sınırlıdır diye ek yapacağım. Sınır budur. Kapitalizmin son 200 yıllık tarihinin her kesiti bunun için verilerle doludur. Bunun için sarı sendikacılık galebe çalmıştır, sistem de kendini onara onara, genişleye genişleye bu güne gelmiştir. Bu gün dünyanın her yerinde işçi ve burjuvazi omuz omuza gelişen teknolojiye ve değişme karşı işini kaybetmemek, fabrikasını kapatmamak için dayanışma haline geçti.
Tarihin gerçeği budur. Zorla ele geçirilen iktidarların bir dönem yaptığı ve onurla kabul etmemiz gereken iyileştirmeler bir yeni uygarlık ve yeni bir üretim sistemi olarak algılanmayacaksa (ki böylesi bir algı komik olurdu) sınıf mücadelesi tarihin hiç bir döneminde yeni bir üretim ilişkisine dönüşümü sağlayamamıştır diyeceğim.
“Bu söylediğin çok büyük bir söz” diyebilirsin. Evet biliyorum. Ama işin özü bu.
Sınıf mücadelesi, ihmal edilmemesi gereken ve gelecek toplumun ihtiyaç duyduğu demokrasi alanlarının genişletilmesinde oynadığı rol kadar önemsenmesi gereken bir mücadeledir. Diye de özetleyeceğim.
Demek istediğim “Sınıf mücadelesini inkar mı?” Asla.
Cümlemi tekrar oku ve tarihi bir kez daha irdele. Sınıf mücadelesini önemseyeceğiz ve içinde olacağız, ama her şey olmadığını da bileceğiz. Tarih bize bunu yeterince açıkça belirtiyor buna gözlerimizi yumamayız.
Hiçbir eski sistemin temel sınıflarından biri onu var eden sitemi yok edemez diyerek de tezimi güçlendireceğim. Aksi ise diyalektiğe terstir.
Bunu için yadsınmanın yadsınması kanunu diyalektik algının temellerinden biridir. Eski sitemin içinde olgunlaşıp gelişen yeni sistem, yeni temel sınıflarıyla birlikte eskiyi tarihin gerisine iter ve gelip öylece egemen olur; siyasi üst yapısını kurarak da ömrünü tüketene kadar kalır.
Hemen, feodalizmin bağrında kapitalizmin doğuşunu, feodal krallıkların kanatları altında palazlanıp büyümesini, feodal sistem artık taşınmaz ve engel olunca da demokrasi bayrağını tüm ulus adına açarak işçileri ve tüm emekçi sınıfları arkasına alıp, feodalizmi tarihe gömüşünü hatırla diyeceğim; tabi Fransa’da devrimci girişimle Prusya’da evrimci yollarla bu sürecin gerçekleştiğini de aklından çıkarmadan bunu düşün diyeceğim.
Olay budur. Bunun için Marks emek araçlarından makine araçlarına geçişi simgeleyen teknoloji devrimi aynı zamanda bir üretim tarzından (Feodalizmden) yeni bir üretim tarzına (kapitalizme) geçişi temsil eder der.
“Üretim tarzında devrim, manüfaktürde emek-gücü ile, büyük sanayide emek araçlarıyla başlar. Öyleyse bizim ilk inceleyeceğimiz şey, emek araçlarının, alet olmaktan çıkıp makineye nasıl dönüştüğü ya da makine ile el zanaatı aletleri arasındaki farkların neler olduğu soruları olmalıdır.” ( Karl Marks, Kapital 2. baskı, s: 385-6, Dördüncü Kısım, Onbeşinci Bölüm Makine ve Büyük Sanayi. Sol yayınları)
4. dipnotta ise Marks’ın cümleleri, tartışmalarımıza önemli bir gönderme sayılabilir;
“Teknoloji, insanın doğayı ele alış biçimini, yaşamını sürdürmek için başvurduğu üretim sürecini açıklayarak, toplumsal ilişkilerin oluşum biçimlerini ve bu ilişkilerden doğan kavramları ve düşünce biçimlerini ortaya koyuyor… Bu sonuncu yöntem, biricik materyalist ve dolaysıyla biricik bilimsel yöntemdir.” (Age. S.386, 4. dipnot)
Değerli Hasan Basri Yılmaz,
Anlatmak istediğim şudur, üretim araçlarındaki gelişme seviyesi eski üretim ilişkilerini kaldırmayacak kadar gelişmeksizin, hiçbir iradeci çaba, yeni bir üretim tarzı kuramaz. Böyle bir kuruluşu zorla yapmaya kalkışırsak iktidarı bir biçimde ele geçirerek, kendi hayallerimizi siyasette ikame ettirebiliriz. Ama bu, yeni bir üretim tarzı, yeni bir uygarlık olamaz. Sonunda aslına döner. Tıpkı Real sosyalizmde olduğu gibi.
Ama bir internet iletişiminden, eski sistemin iletişim ağı olan PTT’ye geri dönmenin bir mümkünü yoktur. Bu tas tamam bir tarihsel devrimdir, geri dönüşü olmayan. Bu başarılmadan iradeci girişimlerin bir biçimde kazandığı siyasal iktidar hiçbir zaman yeni bir üretim ilişkisi kuramayacaktır.
Bu anlattıklarım determinizme sapmak mı? Hiç de öyle değil.
Tersine insan iradesinin nerede nasıl işlev göreceğini belirlediğimiz için, çok daha etkin bir öznel çabayı ama bilinçli işlenmiş bir öznel çabayı gerektirecek demektir. O da, sana gönderdiğim “Küreselleşme, kimlik hakları ve referandum” başlıklı yazıda izah ettiğim bu gün artık burjuvazi ve onun hiçbir liberal akımıyla ilgisi kalmayan, tamamen devrimcilerin sorumluluğunda olan demokrasi mücadelesi çabaları öne geçmiştir, deyip duruyorum.
Bu tıpkı, yeni bir sistem kurarken burjuvazinin feodalizme karşı tüm güçleri toplamak üzere demokrasi öncüsü olduğu gibi. Bu gün de yeni bir sistem için devrimcilerin, demokrasiyi toplumun tüm farklılıkları adına, ezilen inanç, ezilen cins, tahrip edilen doğa, ezilen etnik unsurlar ve diğerleri adına, demokrasi alanlarını daha çok genişletmek için mücadelenin öncüsü olmalıdır, diyorum. Çünkü, yalnızca demokrasi ve özgürlükler, bilimsel ve teknik devrimin büyük dönüştürücü gücüyle belirginleşen veriler, yeni ve daha adil bir üretim tarzını, yeni bir uygarlığı ikame edebilecektir.
Bu en kısa özetle, vardığım sonuç, Sol ya da sosyalizm kodlarına ve onların tarihte düştükleri açmazlarla ilgili kısır döngülere düşmemek üzere demokrasi mücadelesi esastır diyorum.
Gelecek toplumsal sistemle ilgili olarak ise, tarihini doldurmuş emperyalist–kapitalist sistemin siyasal dayatmadan ibaret küreselleşmesine karşı (bölgesel savaşlar, kıyımlar, darbeler ve sömürü çıkarları için, pazar paylaşımı için sürdürdükleri tüm kirli işlerin siyasal bir dayatması olan küresel faaliyetlerine karşı) evrensel ölçekte bir küresel üretim ilişkisi olan ve dünyanın tüm bilgi birikimlerini ve emeklerini bir potada insanlık yararına üretime aktarabilen yeni üretim sistemini savunuyorum.
Bunun için gerekli olan daha çok özgürlük ve demokrasi mücadelesini, solun ya da sosyalizmin birleşmesi yede tanımlanmasından daha çok önemsiyorum.
Tam bu noktada, Sosyalizm adına yapılanların öznel bir yanlış olmanın ötesindedir diyorum ve bu açıdan Sol ya da sosyalizm tanımlaması diye bir kısır döngü yerine, eksik tarihsel algılarımıza ve gelecek için neyi esas almamız gerektiğine işaret etmeyi daha gerçekçi görüyorum.
Bu nedenle Solu birleştirme kaygım, yerini demokrasi ve özgürlük güçleriyle daha çok alan kazanmak için mücadele dayanışması arayışına terk etmiştir. Bu nedenle de özgün örgütlenme ve özgür mücadeleleri bölünme olarak görmüyorum. Tersine önemli ve olması gereken verilerdir diyorum. Özgün örgütlenmelerin özgür mücadeleleri için çaba vermeyi, onları tek bayrak, tek çatı altında toplama adı altında, her zaman içinde istismarı ve esir alınmayı içeren girişimlerden daha çok benimsiyorum.
Diyorsunuz ki,
“Bence Sosyalist toplumda, kollektif üretime denk düsen komünal, yada sovyetik bir yönetimle, Halk iktidari hedeflenmeli ve özgürlükler Burjuva Demokrasisinden cok daha ilerde olmalidir."
Burjuva özgürlüklerden ve demokrasisinden daha ileri olmanın alternatifi olarak yukarda anlattıklarımın tekrar edeceğim.
Ayrıca,
“Halk yönetim icin temsilcileri kendi arasindan sectigi gibi, bunlarin yetkilerinide yine aninda belirli baski mekanizmalarini (imza toplama, önerge verme vs.) kullanarak sorumluluklarini geri alabilmelidir.” Diyorsunuz.
Bu ayrıntılar ancak sağlam bir zemin üzerinde gerçekçi olabilirler. Bu nedenle demokrasi mücadelesi sürecinde eğitilmiş olmak gerek. Bunu da sınıf mücadelesi değil, demokrasi mücadelesi sağlayabilir.
Fabrikanın çitleri içinde başlayıp orada biten, tüm iddialarına karşın bunun dışında bir kültür birikimi yaratamayan, evine, mahallesine ve yaşam ortamına döndüğünde işçiler artık işçi sınıfı olmadığı gerçeğiyle yüz yüze gelince, onlar o ortamın birer insanı olur çıkarlar; çünkü o ortamın tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş bir kültür doğası vardır ve bu doku, fabrika ve işçi sınıfından binlerce yıl daha yaşlıdır, daha köklüdür.
Bu nedenle, Alevi sorunu olunca tüm sınıfsal farklılıklarına karşın Alevi refleksleriyle davrananlar hak arıyor, kadınlar da öyle, çevreciler de öyle, devrimciler de öyledir. İşçi sınıfı adına sendikalar bu sürece katılıyorlarsa o da iyidir ve demokrasi adına bir adımdır. Ama bu, işçilerin sınıf davranışları ile insan davranışları arasındaki fay hattını kültürel duruşları belirlediğini ve siyasette bunun daha çok rol oynadığı gerçeğini değiştirmez.
Daha sonra şunları dile getiriyorsunuz,
“Üreticiyi dünya piyasasindaki yarismada koruyan, üretimi cesitli yollarla kolaylastirip kollayan, herkesin gönüllü olarak üretim icerisinde yeralmasini saglayan bir toplumsal düzen hedeflenmelidir. Herkese esit ögrenim, saglik, üretim kosullari saglamasi acisindan sosyalizm bir ütopya olmaktan cikartilmali, hayat bulmasi saglanmalidir. Ülkeyi dünyadan yalitmak yerine ,dünyaya acmali, insanlarin hertürlü teknigi kullanarak bilgiden faydalanip yasami kolaylastirmasi ve renklendirmesine özen gösterilmelidir. Bilime ayrilacak bütce , diger tüm konularda oldugu gibi toplumun belirlemesiyle en üst düzeye cikmasi saglanmalidir.
Yani Sol Partileri ilk önce bu elekten gecirip, yeniden „Sol“ olmanin tarifini yapmaliyiz. O zaman görecegiz ki, sen ben degil Halk iktidaridir hedefimiz. Bunu kavradigimiz an birlesmek cok daha kolay olacaktir. Hele hele ülkemizin mücadele seviyesinin geldigi noktada artik kitleleri örgütlemenin ve bilinclendirmenin tek yolunun Silahli Mücadele olmadigini kavrayacagiz. Demokrasinin bir Kültür ve Gelenek haline gelmesi icin, mümkün oldugu kadar Legal bir Prtide Demokratik bir örgütlenme agiyla mücadele kitlelere maledilebilirse, gelecek, yani devrim kendini garantilemis demektir. Yeterki insanlara mücadeleye katilma kanallarini acabilelim . „Realsosyalizm“ da denilen „Stalinist“ yöntem ve bakis acisiyla farklarimizi belirleyebilelim.Yenilen ve yok olanin Sosyalizm degil „Stalinist Yöntem“ oldugunu anlayip anlatabilelim.
Eger Sol yeniden sekillenecekse bu temeller üzerinden sekillenmelidir. Yoksa Burjuva Aydinlarinin cizdigi recetelerle olacaksa olmasin daha iyi. 08.09.2010”
Yukarıda yazdığın üç paragraf net değil. Çok haklı şeyler söylüyorsun, ama bunları bilimsel verilerle temellendirmelisin, İyi niyetle olmaz.
Yaptığın tespitlerin üzerinde yükseleceği nesnel zemini açıkça ortaya koyup ona göre mücadeleni, mücadelemizi anlamlı hale getirmek gerek. Bu da ne sol birlik ne sosyalist gelecek gibi kodlarla olmayacaktır.
Bu kodların tüm insani erdem ve değerlerini senin de belirttiğin gibi, taşımak kaydıyla ama daha ileri, daha özgürlükçü ve demokrasiyi gerçekten ikame eden bir zemin üzerinde yürümelidir.
Ülkemizde bu soruna ilişkin en önemli engeller ulusalcı-ilkel milliyetçi çevrelerden gelmektedir. Bunlar hala 1930 yılların solu ve milliyetçileri olarak kendilerini dayatıp demokrasin derinleşip genişlemesine karşı duruyorlar.
Bu süreci tıkayan diğer tehlikeliler ise, tarihleri boyunca en ilkel gerici algıların ikamesi için demokrasiyi savunuyor görünen dinci akımlar ve onların her oyununa boyun eğen liberallerdir.
Bunun için son yazılarımda Ergenekon paşaları ne ise cemaatin imamları de odur bunlar bir cürüm teşkilatıdır dedim ve AKP’nin derin devleti cemaattir diye ekledim. Önümüzdeki sürecin demokrasi mücadelesi de bunlarla devrimci demokrasi arasında geçecektir deyi belirleme yaptım.
Tanımlanması gereken bu süreçler, kimlerin nasıl bir birlik içinde dayanışacaklarını da göstermeye yeterlidir. Bunun dışında ne çatı partisi girişimleri ne de başka bir şey gerçekçi hedefler için birlik oluşturamaz. Sol artık bu kulvarda değildir, kendine sol diyenlerin son referandumda EVET ya da HAYIR diyerek sistemin bir gücüne kan taşıdığını yeterince gördük.
Benim açımdan bin yıldır minderi üzerinde bağdaş kurarak, din baskısına boyun eğmeden dik duran bir Alevi dedesi, bu soldan bin kat daha demokrasi ve özgürlük kahramanıdır. Alınacak örnekler de bunlardır.
Orijinal olmak, batının marjinal siyasal iflasların esiri olmaktan çok daha devrimci olduğunu bilmeliyiz. Batıda kimi marjinal müflis okullar, tarihin gelişimini bilmeyen kısır akıllarıyla, ama akıl almaz felsefi demagojiler arkasına sığınarak ülkelerinde hiçbir zaman yer edinememiş algıları ülkemiz marjinallerine yutturmalarıyla ortaya çıkan ideolojik söylemler, ne solu birleştirebilir ne de Sosyalizm kodunu ayağı üzerine dikebilir.
Solun ve sosyalizmin tarihsel ve insani erdem ve değerlerini de üzerinde taşıyan ve onları da aşan demokrasi ve özgürlük mücadelesi, yeni bir üretim tarzının, yeni bir uygarlığın katkı unsuru olabilir. Benim önerim de birliği ve geleceği bu alanlarda aramak üzerine bir öneridir.
Bunun sonucu, en azından geri dönüşü mümkün olmayan, tarihsel olarak daha ileri, ahlaki olarak da daha güçlü ve köklü değerleri ikame etme şansımız olabilir. Zira nesnel verileri olgunlaşmamış önermeler bir ütopya olarak kalmaya mahkumdur. Biz ise sonuç alacağımız değerlerin ikame edilebilmesiyle ilgili bir siyasal arayış içindeyiz; köşemize çekildiğimizde ise istediğimiz kadar ütopik olabiliriz, ütopyalarımızla vardığımız soyutlamaların ne kadarını gerçeğe dönüştürebilirsek, o da kar olur.
Kısaca yorumum budur.
Mihrac Ural
18 Eylül 2010
- I -
Mihrac Ural ‘ın notu:
3 Ekim 2010
Hasan Basri Yılmaz’ı tanırsınız.
Türkiye devrimci hareketinin saygıyla anılan ailesini ve tüm devrimciler için örnek olan abisini bilmeyen yok gibidir. Ailesiyle büyük gönül bağımız bulunuyor. Dedesi büyük ilim ve irfan doruklarından biridir.
Hasan Basri Yılmaz yoldaşımla farlı kulvarlardan geliyor olmamıza rağmen hep aynı duygu ve düşüncelerle yol yürüdük. Ortak ülkemizin demokrasi mücadelesi için emek verdik, çile çektik ama yılmadık. On yıllar sonra bu satırlarda bir kez daha buluştuk. İki dost, yoldaş olarak sol için duyduğumuz kaygıları karşılıklı yazışmalarla dile getirmeye çalıştık; buna devam etmekteyiz.
Yazışmalarımızın kapalı kalmasını istemedik. Kanaatlerimizi siz okurlarımızla paylaşmayı uygun gördük. Birinci bölümü alta olan bu yazışmalar sizin de eleştirilerine açık olacaktır.
Buyurun birlikte okuyalım.
Mihrac Ural
17 Eylül 2010
Değerli Hasan Basri Yılmaz, diyorsunuz ki;
“Her seferinde sorunlarla ugrasirken aklima ilk gelen solun birlesik bir partisini olusturmak geliyor. Bir arkadasla sohbet ederken „o kadar cok sol parti varki sen hala solu birlestirecek bir partiden bahsediyorsun. Bu hayalcilikten de öte birsey…“ dedi. Düsündüm hakli . O zaman kendi kendime sorular sorarak bu isin icinden nasil cikiliri aramaya basladim.
Arastirirken bazi solcu köse yazarlarinda ayriligin sirlarini bulmaya ugrastim. Hatta bazi tecrübeli eski solcular bu Referandumun da diger konularda ( Kürd sorunu, Silahli mücadele, Legal Parti vs..) oldugu gibi bir kirilma meydana getirecegi ve bundan sonrada sol, kendini yeniden sekillendirecegi tarzinda fikirler okudum.
Bence; sol dünyada bir kirilma yasamaktadir. Bu kirilma ne mücadele tarziyla ilgilidir, ne de dünyaya bakisla ilgili. Asil belirleyen sol kendini yeniden tanimlarken, nasil bir iktidar ve yönetim bicimi önermesiyle ilgilidir.”
Bence aradığın sorunun cevabını ilk adımda sen de bulmuş gibisin. Sol’un kendini tanımlama sorunu bu sürecin en önemli halkası olarak belirmektedir. Hatta bunun da ötesinde artık Fransız devriminin insanlık siyasal literatürüne sunduğu Sağ, Sol kavramları da yerlerini başka tanımlamalara terk ediyor denilebilir.
Bunu destekleyen çok veri olduğunu söyleyeceğim. En basiti, Sağ ve Sol ayrımları hala geçmişin izleri üzerinde zor değişen algılar nedeniyle belli bir ulus ya da bölgeyle ilgili kullanılmasına karşın, artık dünyadaki hiçbir saflaşmayı bu kavramlarla açıklamamız mümkün değildir.
Mücadele tarzı, örgütlenme biçimi vb gibi kıstaslar zaten oldum olası tarihin her dönemine özgü halleriyle siyasal bir eğilimi belirlemezler. “İktidar ve yönetim biçimi önermesi” ise sonuç olması itibariyle de Sol’u belirleyen unsurlar arasında sayılamaz diyeceğim. Yazında buradan bir belirlemeyle varacağın sonuç, aşılması gereken bir sonuçtan öteye geçmeyeceğini dile getireceğim; iktidar ve yönetim biçimleri ilgili oldukları alt yapının sonucudur, dolaysıyla önce onu belirlemek gerek.
“Dünyaya bakışı” ile tam olarak neyi kast ettiğini açmamışsın.
Bence dünyaya bakış olayını konjonktürle ilgili ele alıyorsan haklısın, güçler dengesi ve yansımaları anlamında Solu değiştirecek ya da yeniden tanımlayacak bir unsur olarak, o anı ele almak mümkün değil.
Ancak Dünyaya bakış olayı, tarihe bakış, geçmişten bu güne toplumların evrimi, üretim tarzlarının bir aşamadan diğerine geçişi olarak ele alınırsa o zaman Solu belirlemek ya da Sol koduyla nasıl bir ilgi içinde olduğumuza dair söylenecekler olabilir.
Bence eski statü ve kıstasların mahkumu olmadan dünyadaki gelişmeleri tarih algılarımızla yeniden ele alırsak çok farklı sonuçlara varmamız güç olmayacaktır. Bunun için ezberleri bozacak da olsa konuya çok ciddi yaklaşmalıyız. Önümüze Sol, Sosyalizm kodlamaları koyup onları verili dünya koşulları içinde ya da gelecek için geçerliliklerini ispata kalkarsak, bir kez daha ciddi yanılgılara ve boşa kürek çekmelere düşeriz.
Sosyalizm ve sol bizim geçmiş entelektüel birikimlerimizin temeli olduğunu inkar etmeden, bu yolda verdiğimiz tüm fedakarlıkları onurla taşıyarak ve bu kapsamdaki insani erdem ve değerlere bu günde sıkıca sarılarak tarihi ve gelecek için önermelerimizi oluşturmalıyız.
Diyorsunuz ki,
“Sosyalizm deneylerinin de isiginda bakinca meseleye; eger Devrimden sonra bizim partimiz ve bizim merkez komitemiz iktidar olacak ve yukardan asagiya bir dayatma ve zorla insanlar günlük korkular icerisinde yasayacaklarsa, bunun adi ne olursa olsun ben yokum.
Tek bir parti olacak ve bu partiye üye dahi olmak icin iki kisinin referansi gerekecekse ben yokum.
Fikir özgürlügü, insan haklari ve bunu bütünleyen örgütlenme özgürlügü yoksa ben yokum bu isin icinde.
Insanlarin günlük yasantilarini dahi birileri belirleyecek, ne yiyip ne icecegini, kiminle evlenecegini, nerelere gezmeye gidecegini veya gidemeyecegini belirleyen bir rejim veya yönetim icin, degil ölümü gözüme almak, kilimi dahi kipirdatmayacagim gibi, karsi ne gerekiyorsa da yaparim.
Bilimin önüne engeller koyan, insani dünyadan yalitan, kimseye güvenmeyen bir rejimde yasamayi istemedigim, istemeyecegim gibi, kimseyede önermeyecegimi acik olarak söylüyorum.
21. yüzyilin verileriyle insani ve dogayi koruyarak daha iyi ve daha insancil nasil yasanilirin sirrini bulmamiz gerekmektedir.”
Yukarıdaki satırlarına tamamen katılıyorum. Tarih okumalarına dayanarak vardığın bu sonuçları bilimsel temellere oturtmalısın diyeceğim. Bu yönde yüzlerce sayfa yazı yazdım Bunları burada tekrar etmek güç, özet vereceğim Ama bu yazıların bir kısmını dosyada göndereceğim zahmet edersen, okuduğunda hem dile getirmek istediğin yaklaşımlara ve sorulara cevap alabileceksin hem de benim düşüncelerimi daha sağlıklı irdeleyebileceksin.
“Ben yokum” dediğin yanlışların tümü, üretim güçleriyle üretim ilişkisi arasındaki çelişkinin yeterli olgunlukta olmaması koşulunda devrim diye yapılan ve bir siyasal kararnameyle toplumsal mülkiyetin ilan edilmesi ardından Sosyalizmin kurulabileceği sanısı yatmaktadır; Doğu Avrupa sosyalist ülkelerinde olan budur. II. Dünya savaşı ardından Kızıl Ordunun gücüyle istila edilen ülkelerde, bir gece ansızın siyasi bir kararnameyle ilan edilen toplumsallaştırmanın ardından Sosyalizmin ilanı, ister istemez zoru, baskıyı, kolektif irade adına gündeme getirecekti. İki kutuplu dünya çatışması bunu destekleyince ortaya çıkan baskı, proletarya diktatörlüğü olarak ilan edildi. Halk cepheleri, geçiş dönemleri vb söylemler ise boşlukları kapatma çabasıydı. Ama sonuçta bir gece ansızın bir siyasal kararnameyle kurulan, bir başka gece ansızın bir başka kararnameyle gerin geriye dönmeye mahkum oldu. Sovyetler dahil her alan kapitalizme döndü.
Bunun nedeni yazında dile getirdiğin kötü yöneticiler, eksik uygulama vb öznel nedenler değildir. Unutma insanlık entelektüel birikiminin en büyük öncüleri bu mücadelenin başındaydı. Onları hafife almamak gerek, tüm bilinçleriyle ve kararlılıklarıyla Sosyalizmi kurmak istediler, ama Sosyalizm kurulamadı. Kurulamaz da.
Sosyalizm kodunu bir kenara koyalım. Daha ileri bir toplum, yeni bir uygarlık kuramadılar diyelim. Kurulamazdı diyorum ve bu noktadan itibaren gerçeklerle yüz yüze gelmeye hazır olmalıyız derim.
Uzun uzun irdelediğim, bu konuyu yazılarımdan okumanı bir kez daha tavsiye edeceğim. Ayrıca hazır “Sosyalizm Üzerine” başlıklı broşürüm var bunu da yakında yayınlayacağım.
İşin özüne dönelim. Tüm toplumsal tarihi göz önüne getir. Hiçbir ileri toplum eski toplumun ezilen sınıflarınca kurulmadığını görürsün.
Ne köle sahipleriyle sınıf mücadelesi içindeki köleler feodalizmi kurdu ne de feodallerle savaş halindeki serfler kapitalizmi kurdu. Kuramazda.
Köleci Spartaküs ayaklanmaları Roma kapıları önünde ne yapacağını şaşırıp diz çökmüştü. Serflerin Münzer ayaklanmaları ise Feodal karlıkların tahtı önünde teslim olmuştu. Ben buna burjuvaziye karşı sınıf savaşında işçi sınıfı, sınıf olarak (şahıslar olarak değil) gelip dayanacağı yer sistemin rasyonel çalışması için reformlar yaptırmakla sınırlıdır diye ek yapacağım. Sınır budur. Kapitalizmin son 200 yıllık tarihinin her kesiti bunun için verilerle doludur. Bunun için sarı sendikacılık galebe çalmıştır, sistem de kendini onara onara, genişleye genişleye bu güne gelmiştir. Bu gün dünyanın her yerinde işçi ve burjuvazi omuz omuza gelişen teknolojiye ve değişme karşı işini kaybetmemek, fabrikasını kapatmamak için dayanışma haline geçti.
Tarihin gerçeği budur. Zorla ele geçirilen iktidarların bir dönem yaptığı ve onurla kabul etmemiz gereken iyileştirmeler bir yeni uygarlık ve yeni bir üretim sistemi olarak algılanmayacaksa (ki böylesi bir algı komik olurdu) sınıf mücadelesi tarihin hiç bir döneminde yeni bir üretim ilişkisine dönüşümü sağlayamamıştır diyeceğim.
“Bu söylediğin çok büyük bir söz” diyebilirsin. Evet biliyorum. Ama işin özü bu.
Sınıf mücadelesi, ihmal edilmemesi gereken ve gelecek toplumun ihtiyaç duyduğu demokrasi alanlarının genişletilmesinde oynadığı rol kadar önemsenmesi gereken bir mücadeledir. Diye de özetleyeceğim.
Demek istediğim “Sınıf mücadelesini inkar mı?” Asla.
Cümlemi tekrar oku ve tarihi bir kez daha irdele. Sınıf mücadelesini önemseyeceğiz ve içinde olacağız, ama her şey olmadığını da bileceğiz. Tarih bize bunu yeterince açıkça belirtiyor buna gözlerimizi yumamayız.
Hiçbir eski sistemin temel sınıflarından biri onu var eden sitemi yok edemez diyerek de tezimi güçlendireceğim. Aksi ise diyalektiğe terstir.
Bunu için yadsınmanın yadsınması kanunu diyalektik algının temellerinden biridir. Eski sitemin içinde olgunlaşıp gelişen yeni sistem, yeni temel sınıflarıyla birlikte eskiyi tarihin gerisine iter ve gelip öylece egemen olur; siyasi üst yapısını kurarak da ömrünü tüketene kadar kalır.
Hemen, feodalizmin bağrında kapitalizmin doğuşunu, feodal krallıkların kanatları altında palazlanıp büyümesini, feodal sistem artık taşınmaz ve engel olunca da demokrasi bayrağını tüm ulus adına açarak işçileri ve tüm emekçi sınıfları arkasına alıp, feodalizmi tarihe gömüşünü hatırla diyeceğim; tabi Fransa’da devrimci girişimle Prusya’da evrimci yollarla bu sürecin gerçekleştiğini de aklından çıkarmadan bunu düşün diyeceğim.
Olay budur. Bunun için Marks emek araçlarından makine araçlarına geçişi simgeleyen teknoloji devrimi aynı zamanda bir üretim tarzından (Feodalizmden) yeni bir üretim tarzına (kapitalizme) geçişi temsil eder der.
“Üretim tarzında devrim, manüfaktürde emek-gücü ile, büyük sanayide emek araçlarıyla başlar. Öyleyse bizim ilk inceleyeceğimiz şey, emek araçlarının, alet olmaktan çıkıp makineye nasıl dönüştüğü ya da makine ile el zanaatı aletleri arasındaki farkların neler olduğu soruları olmalıdır.” ( Karl Marks, Kapital 2. baskı, s: 385-6, Dördüncü Kısım, Onbeşinci Bölüm Makine ve Büyük Sanayi. Sol yayınları)
4. dipnotta ise Marks’ın cümleleri, tartışmalarımıza önemli bir gönderme sayılabilir;
“Teknoloji, insanın doğayı ele alış biçimini, yaşamını sürdürmek için başvurduğu üretim sürecini açıklayarak, toplumsal ilişkilerin oluşum biçimlerini ve bu ilişkilerden doğan kavramları ve düşünce biçimlerini ortaya koyuyor… Bu sonuncu yöntem, biricik materyalist ve dolaysıyla biricik bilimsel yöntemdir.” (Age. S.386, 4. dipnot)
Değerli Hasan Basri Yılmaz,
Anlatmak istediğim şudur, üretim araçlarındaki gelişme seviyesi eski üretim ilişkilerini kaldırmayacak kadar gelişmeksizin, hiçbir iradeci çaba, yeni bir üretim tarzı kuramaz. Böyle bir kuruluşu zorla yapmaya kalkışırsak iktidarı bir biçimde ele geçirerek, kendi hayallerimizi siyasette ikame ettirebiliriz. Ama bu, yeni bir üretim tarzı, yeni bir uygarlık olamaz. Sonunda aslına döner. Tıpkı Real sosyalizmde olduğu gibi.
Ama bir internet iletişiminden, eski sistemin iletişim ağı olan PTT’ye geri dönmenin bir mümkünü yoktur. Bu tas tamam bir tarihsel devrimdir, geri dönüşü olmayan. Bu başarılmadan iradeci girişimlerin bir biçimde kazandığı siyasal iktidar hiçbir zaman yeni bir üretim ilişkisi kuramayacaktır.
Bu anlattıklarım determinizme sapmak mı? Hiç de öyle değil.
Tersine insan iradesinin nerede nasıl işlev göreceğini belirlediğimiz için, çok daha etkin bir öznel çabayı ama bilinçli işlenmiş bir öznel çabayı gerektirecek demektir. O da, sana gönderdiğim “Küreselleşme, kimlik hakları ve referandum” başlıklı yazıda izah ettiğim bu gün artık burjuvazi ve onun hiçbir liberal akımıyla ilgisi kalmayan, tamamen devrimcilerin sorumluluğunda olan demokrasi mücadelesi çabaları öne geçmiştir, deyip duruyorum.
Bu tıpkı, yeni bir sistem kurarken burjuvazinin feodalizme karşı tüm güçleri toplamak üzere demokrasi öncüsü olduğu gibi. Bu gün de yeni bir sistem için devrimcilerin, demokrasiyi toplumun tüm farklılıkları adına, ezilen inanç, ezilen cins, tahrip edilen doğa, ezilen etnik unsurlar ve diğerleri adına, demokrasi alanlarını daha çok genişletmek için mücadelenin öncüsü olmalıdır, diyorum. Çünkü, yalnızca demokrasi ve özgürlükler, bilimsel ve teknik devrimin büyük dönüştürücü gücüyle belirginleşen veriler, yeni ve daha adil bir üretim tarzını, yeni bir uygarlığı ikame edebilecektir.
Bu en kısa özetle, vardığım sonuç, Sol ya da sosyalizm kodlarına ve onların tarihte düştükleri açmazlarla ilgili kısır döngülere düşmemek üzere demokrasi mücadelesi esastır diyorum.
Gelecek toplumsal sistemle ilgili olarak ise, tarihini doldurmuş emperyalist–kapitalist sistemin siyasal dayatmadan ibaret küreselleşmesine karşı (bölgesel savaşlar, kıyımlar, darbeler ve sömürü çıkarları için, pazar paylaşımı için sürdürdükleri tüm kirli işlerin siyasal bir dayatması olan küresel faaliyetlerine karşı) evrensel ölçekte bir küresel üretim ilişkisi olan ve dünyanın tüm bilgi birikimlerini ve emeklerini bir potada insanlık yararına üretime aktarabilen yeni üretim sistemini savunuyorum.
Bunun için gerekli olan daha çok özgürlük ve demokrasi mücadelesini, solun ya da sosyalizmin birleşmesi yede tanımlanmasından daha çok önemsiyorum.
Tam bu noktada, Sosyalizm adına yapılanların öznel bir yanlış olmanın ötesindedir diyorum ve bu açıdan Sol ya da sosyalizm tanımlaması diye bir kısır döngü yerine, eksik tarihsel algılarımıza ve gelecek için neyi esas almamız gerektiğine işaret etmeyi daha gerçekçi görüyorum.
Bu nedenle Solu birleştirme kaygım, yerini demokrasi ve özgürlük güçleriyle daha çok alan kazanmak için mücadele dayanışması arayışına terk etmiştir. Bu nedenle de özgün örgütlenme ve özgür mücadeleleri bölünme olarak görmüyorum. Tersine önemli ve olması gereken verilerdir diyorum. Özgün örgütlenmelerin özgür mücadeleleri için çaba vermeyi, onları tek bayrak, tek çatı altında toplama adı altında, her zaman içinde istismarı ve esir alınmayı içeren girişimlerden daha çok benimsiyorum.
Diyorsunuz ki,
“Bence Sosyalist toplumda, kollektif üretime denk düsen komünal, yada sovyetik bir yönetimle, Halk iktidari hedeflenmeli ve özgürlükler Burjuva Demokrasisinden cok daha ilerde olmalidir."
Burjuva özgürlüklerden ve demokrasisinden daha ileri olmanın alternatifi olarak yukarda anlattıklarımın tekrar edeceğim.
Ayrıca,
“Halk yönetim icin temsilcileri kendi arasindan sectigi gibi, bunlarin yetkilerinide yine aninda belirli baski mekanizmalarini (imza toplama, önerge verme vs.) kullanarak sorumluluklarini geri alabilmelidir.” Diyorsunuz.
Bu ayrıntılar ancak sağlam bir zemin üzerinde gerçekçi olabilirler. Bu nedenle demokrasi mücadelesi sürecinde eğitilmiş olmak gerek. Bunu da sınıf mücadelesi değil, demokrasi mücadelesi sağlayabilir.
Fabrikanın çitleri içinde başlayıp orada biten, tüm iddialarına karşın bunun dışında bir kültür birikimi yaratamayan, evine, mahallesine ve yaşam ortamına döndüğünde işçiler artık işçi sınıfı olmadığı gerçeğiyle yüz yüze gelince, onlar o ortamın birer insanı olur çıkarlar; çünkü o ortamın tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş bir kültür doğası vardır ve bu doku, fabrika ve işçi sınıfından binlerce yıl daha yaşlıdır, daha köklüdür.
Bu nedenle, Alevi sorunu olunca tüm sınıfsal farklılıklarına karşın Alevi refleksleriyle davrananlar hak arıyor, kadınlar da öyle, çevreciler de öyle, devrimciler de öyledir. İşçi sınıfı adına sendikalar bu sürece katılıyorlarsa o da iyidir ve demokrasi adına bir adımdır. Ama bu, işçilerin sınıf davranışları ile insan davranışları arasındaki fay hattını kültürel duruşları belirlediğini ve siyasette bunun daha çok rol oynadığı gerçeğini değiştirmez.
Daha sonra şunları dile getiriyorsunuz,
“Üreticiyi dünya piyasasindaki yarismada koruyan, üretimi cesitli yollarla kolaylastirip kollayan, herkesin gönüllü olarak üretim icerisinde yeralmasini saglayan bir toplumsal düzen hedeflenmelidir. Herkese esit ögrenim, saglik, üretim kosullari saglamasi acisindan sosyalizm bir ütopya olmaktan cikartilmali, hayat bulmasi saglanmalidir. Ülkeyi dünyadan yalitmak yerine ,dünyaya acmali, insanlarin hertürlü teknigi kullanarak bilgiden faydalanip yasami kolaylastirmasi ve renklendirmesine özen gösterilmelidir. Bilime ayrilacak bütce , diger tüm konularda oldugu gibi toplumun belirlemesiyle en üst düzeye cikmasi saglanmalidir.
Yani Sol Partileri ilk önce bu elekten gecirip, yeniden „Sol“ olmanin tarifini yapmaliyiz. O zaman görecegiz ki, sen ben degil Halk iktidaridir hedefimiz. Bunu kavradigimiz an birlesmek cok daha kolay olacaktir. Hele hele ülkemizin mücadele seviyesinin geldigi noktada artik kitleleri örgütlemenin ve bilinclendirmenin tek yolunun Silahli Mücadele olmadigini kavrayacagiz. Demokrasinin bir Kültür ve Gelenek haline gelmesi icin, mümkün oldugu kadar Legal bir Prtide Demokratik bir örgütlenme agiyla mücadele kitlelere maledilebilirse, gelecek, yani devrim kendini garantilemis demektir. Yeterki insanlara mücadeleye katilma kanallarini acabilelim . „Realsosyalizm“ da denilen „Stalinist“ yöntem ve bakis acisiyla farklarimizi belirleyebilelim.Yenilen ve yok olanin Sosyalizm degil „Stalinist Yöntem“ oldugunu anlayip anlatabilelim.
Eger Sol yeniden sekillenecekse bu temeller üzerinden sekillenmelidir. Yoksa Burjuva Aydinlarinin cizdigi recetelerle olacaksa olmasin daha iyi. 08.09.2010”
Yukarıda yazdığın üç paragraf net değil. Çok haklı şeyler söylüyorsun, ama bunları bilimsel verilerle temellendirmelisin, İyi niyetle olmaz.
Yaptığın tespitlerin üzerinde yükseleceği nesnel zemini açıkça ortaya koyup ona göre mücadeleni, mücadelemizi anlamlı hale getirmek gerek. Bu da ne sol birlik ne sosyalist gelecek gibi kodlarla olmayacaktır.
Bu kodların tüm insani erdem ve değerlerini senin de belirttiğin gibi, taşımak kaydıyla ama daha ileri, daha özgürlükçü ve demokrasiyi gerçekten ikame eden bir zemin üzerinde yürümelidir.
Ülkemizde bu soruna ilişkin en önemli engeller ulusalcı-ilkel milliyetçi çevrelerden gelmektedir. Bunlar hala 1930 yılların solu ve milliyetçileri olarak kendilerini dayatıp demokrasin derinleşip genişlemesine karşı duruyorlar.
Bu süreci tıkayan diğer tehlikeliler ise, tarihleri boyunca en ilkel gerici algıların ikamesi için demokrasiyi savunuyor görünen dinci akımlar ve onların her oyununa boyun eğen liberallerdir.
Bunun için son yazılarımda Ergenekon paşaları ne ise cemaatin imamları de odur bunlar bir cürüm teşkilatıdır dedim ve AKP’nin derin devleti cemaattir diye ekledim. Önümüzdeki sürecin demokrasi mücadelesi de bunlarla devrimci demokrasi arasında geçecektir deyi belirleme yaptım.
Tanımlanması gereken bu süreçler, kimlerin nasıl bir birlik içinde dayanışacaklarını da göstermeye yeterlidir. Bunun dışında ne çatı partisi girişimleri ne de başka bir şey gerçekçi hedefler için birlik oluşturamaz. Sol artık bu kulvarda değildir, kendine sol diyenlerin son referandumda EVET ya da HAYIR diyerek sistemin bir gücüne kan taşıdığını yeterince gördük.
Benim açımdan bin yıldır minderi üzerinde bağdaş kurarak, din baskısına boyun eğmeden dik duran bir Alevi dedesi, bu soldan bin kat daha demokrasi ve özgürlük kahramanıdır. Alınacak örnekler de bunlardır.
Orijinal olmak, batının marjinal siyasal iflasların esiri olmaktan çok daha devrimci olduğunu bilmeliyiz. Batıda kimi marjinal müflis okullar, tarihin gelişimini bilmeyen kısır akıllarıyla, ama akıl almaz felsefi demagojiler arkasına sığınarak ülkelerinde hiçbir zaman yer edinememiş algıları ülkemiz marjinallerine yutturmalarıyla ortaya çıkan ideolojik söylemler, ne solu birleştirebilir ne de Sosyalizm kodunu ayağı üzerine dikebilir.
Solun ve sosyalizmin tarihsel ve insani erdem ve değerlerini de üzerinde taşıyan ve onları da aşan demokrasi ve özgürlük mücadelesi, yeni bir üretim tarzının, yeni bir uygarlığın katkı unsuru olabilir. Benim önerim de birliği ve geleceği bu alanlarda aramak üzerine bir öneridir.
Bunun sonucu, en azından geri dönüşü mümkün olmayan, tarihsel olarak daha ileri, ahlaki olarak da daha güçlü ve köklü değerleri ikame etme şansımız olabilir. Zira nesnel verileri olgunlaşmamış önermeler bir ütopya olarak kalmaya mahkumdur. Biz ise sonuç alacağımız değerlerin ikame edilebilmesiyle ilgili bir siyasal arayış içindeyiz; köşemize çekildiğimizde ise istediğimiz kadar ütopik olabiliriz, ütopyalarımızla vardığımız soyutlamaların ne kadarını gerçeğe dönüştürebilirsek, o da kar olur.
Kısaca yorumum budur.
Mihrac Ural
18 Eylül 2010
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder