22 Ekim 2010 Cuma
DEVŞİRME ÇAĞLARINA DÖNÜŞ MÜ?
Mihrac Ural
20 Ekim 2010
Başkasının inancına devlet adına müdahale etmek, çocuklarını zorunlu derslerle yeniden biçimlendirmek, Ortaçağların devşirme dönemlerine dönmektir. Bu algı karanlık çağların korkak algısıdır; herkesi ve her şeyi farklılığından dolayı düşman görmektir.
21.Yüzyılda bu algılara yer yoktur.
Türban da din dersi de özgür olmalıdır. Özgürlük birbirine karşıt parçalara bölünemez; anadille eğitim özgürlüğü de bunun bir parçasıdır.
Özgürlükler bir bütündür. Özgürlüğümüzün sınırı, diğerlerinin özgürlük sınırında biter. Bu nedenle özgürlük isteyenler, başkalarının özgürlüğünü öncelikle düşünmelidirler. Özgürlüğü kendi taleplerinin sınırsızlığıyla tanımlayanların demokrasiyi savunmaları mümkün değildir.
Başkasının haklarını sınırlamakla özgürlük savunulamaz; özgürlükler bir bütündür ve biri diğerini koruduğu ölçüde yaşama şansı bulabilir.
Aksi davranış sonu hüsranla bitecek bir diktatörlük olur, çıkar.
Türban özgürlüğü isteyenler, zorunlu din dersi dayatmasına karşı durabildikleri ölçüde bu hakkı kazanabilirler. Zorunlu din dersinin tanımladığı devşirme çağları aklına karşı durmadan türban özgürlüğü istemek, başkasının haklarını kendi hak taleplerine esir etmektir.
Bu ise demokrasi değildir. Tersi de doğrudur.
Devşirme kültürüyle kimse kimsenin çocuğuna kendi tercihi doğrultusunda din dersi veremez. Dil dersi, ahlak dersi veremez.
Çok dinli, çok mezhepli ve çok kültürlü bu coğrafyada tek boyutlu ırkçı, milliyetçi dayatmaların ürünü faşist siyasal yönelimlerin dayatması olarak zorunlu din dersleri veremez.
Din dersi zorunlu olacaksa her inancın kendi uzmanlarınca oluşturulacak kitap ve öğretmenlerce verilmelidir, anadille eğitim içinde öyledir; bu yönelim en özgür olanıdır. Bu özgürlüğü kısıtlama adına tek boyutlu ve zorunlu din dersi ya da tek dilli eğitim, bölücülüğün kaynağı olmaktan kurtulamaz.
Tek boyutluluğu, çoğulcu bir ülkede zorla dayatmak milliyetçilik olduğu kadar bölücülüktür de.
Kendi inanç ve kültürünüze yapılmasını istemediğiniz hiç bir şeyi, başka inanç ve kültürlere yapmamalısınız. Bunu diktatörlükle başarsanız da sonunuz hüsran olur.
Herkesin kültürüne, dini inancına, ahlakına, kollektif kimlik bilincine ve bundan kaynaklanan tarihine saygılı olmaksızın, bundan doğan hak ve özgürlükleri tanımaksızın demokrat olunamaz. Laik olmak için de demokrat olmanın zorunlu olduğunu bilmek gerek. Bu açıdan laiklerin de demokrasi kapsamında verecekleri bir sınav olduğu bilinmelidir.
Farklı inanç ve kültürlerden olan vatandaşlardan alınan vergileri egemen tek bir inanç ve kültüre, dine ve dile akıl almaz bütçelerle sunan bir devletin laik olduğu asla iddia edilemez. Bu kaynaklar üzerinde en az onlar kadar hak sahibi olan farklı din ve inançların tasarruf haklarını savunmadan, özgürlükler konusunda adil olunamaz. Özgürlük algısında adaletsizlik, hak taleplerine karşı ikircimliğin kaynağıdır. Türban özgürlüğü kadar, din derslerini özgür bırakmayan bir algının demokrat olması mümkün değildir. Demokratik açılım yapacak olanların, bu sınavları aşmadan ülke ölçeğinde herkesi kapsayacak bir demokrasiden söz etmesi sadece bir aldatmacadır.
Türban özgürlüğünü hepimiz savunmalıyız. Toplum, belli bir özgürlük paketi içinde tüm sorunlar gibi, türban sorununu da en kısa yoldan aşmalıdır. Bu din dersleri özgürlüğü kadar, anadille eğitim hakkını da kapsamalıdır.
Kendine laik diyen devlet, statülerinin esiri olarak herkesi devşirmek istemektedir. Padişahlar döneminde devleti yönetmek üzere yapılan bu devşirme aynıyla, modern çağların biçimlenişine uygun olarak genişleyen devlet hizmet alanlarına yeterli olacak devşirmeleri üretmeye çalışmaktadır. Sistem aynı sistem, iktidarı kim ele geçirmişse onun yararına bir devşirme sürmektedir. Bundan ne Sünni ne de Alevi kurtulmaktadır. Dün, din haline getirdiği laik algılarla Sünni’yi devşirirken, bu gün zorunlu din dersleriyle Alevileri devşirmeye çalışmaktadır. Bunu tek dilli eğitim dayatmasıyla, farklılıkların anadille eğitim hakkını yasaklamakla tekrar etmektedir.
***
Türban tartışmaları bir kez daha gündem konusu.
Zorunlu din dersi konusu da gündemde.
Ancak zorunlu din dersi konusu, türban karşısında hep sönük kalarak geri plana girer. Oysa her iki sorun eş zamanlı olarak ortaya çıkmıştır. Ayrıca her iki sorun da demokrasinin ayrılmaz bir parçası olarak özgürlüklerle ilgilidir.
Farklılıkların, azınlıkların ötekileştirildiği bir toplumda, adil olmayan bu öncelik, sistemin genel eğilimini tanımlar. Eşit oranda sorun olan ve ortak paydası demokrasi ve özgürlüklerde anlam bulan her iki sorunun çözümü de toplumun tüm demokratik sorunları, hak ve talepleri kapsamında çözüm bekleyen sorunlardır.
Ancak tek boyutlu akıllar, devşirme çağlarını yeniden açma çabasında olan hakim olanla mahkum olan ayrımında sorunları tasnif ederek ortak paydada algılanmasını önleme çabasında olmaktadırlar. Buna da yol açan temel etmen ilkel milliyetçi algıdır. Bu algı Osmanlı Aklı'nın bir uzantısıdır. Cumhuriyetteki Osmanlı bu akıldır. Bu gün bu akıl AKP aracına binmiş cemaat aklı olarak tecelli etmektedir.
TÜRBAN VE KURAN
Bu konu üç yıl önce çok önemli bir gündem konusu olarak siyasal alana konunca bizlerde uzun araştırmalarla yöneldik. 17 Eylül 2007 tarihli “Türban ve Kuran” başlıklı bir makale kaleme aldık. Bu konuda çok daha önceleri aynı başlık altında bir broşürüm de yayınlandı.
Medine’de inen ayetlerle başlayan Hicap ve ayetleri gerçekti. O günün koşullarında bir simge olarak Özgür Müslüman kadını diğerlerinden, hatta köle ve cariye Müslümandan ayırmak için, çevreden yapılan tacizlerin önlenmesi amacıyla yükümlendirilmiştir. İnançta gerililik olmayacağı gerçeği, yani normal ve eşit koşullarda herkese geçerli olması gereken Hicap (türban) ayetleri, nedense özgür Müslüman kadın için emir olunmuş, ancak cariye ve köle kadına emir olunmamıştır.
Bu yanıyla Türban ve ayetleri İslam’ın temel inanç düzleminin mutlak bir farzı değildir demek yanlış değildir. Ancak genel kanı, tefsir ve tebzirlerle bu konu, dünyanın tüm İslam aleminde kadınlar için bir farz olarak dayatılmıştır. Kadın da geleneksel İslam kadını ve üzerine oturtulmuş Kuran hükümleri gereğince de itirazsız, yorumsuz kabul edilmiştir; tarihte geçerli Kuran tefsircisi kadının olmaması bu noktada da önem taşıyan bir ayrıntıdır.
Bu gün Türban konusunun dinin kendi iç tartışması olarak değil, siyasal hak ve özgürlüklerle ilgili olarak tartışıldığı iddiası bulunmaktadır. Bu iddia ne kadar göstermelik olsa da bunun inkarı mümkün değildir. Kendini böyle tanımlayan ve bu yönde özgürlük isteyen bir kitlesel duruş olması itibariyle, demokratik bir hak olarak, böyle düşünen insanlara, kadınlara bu hakkın verilmesi gerçek bir demokratik tutumun zorunlu ifadesidir.
Türban özgür olmalıdır.
Buna itiraz hangi biçim altında olursa olsun anti-demokratiktir.
Başkasının hakları için özverili bir mücadele ortaya koymayanların, kendi hakları için başkasından bu özveriyi beklememeleri gerek. Ciddi olmak için, özgürlüğü her düzlemde tutarlıca savunmak gerek.
“Türban ve Kuran” başlıklı makalemde bu konuyu aynı alt başlıkta, şu şekilde dile getirdim:
1. Nur Suresi (24), 31. Ayet
“İnanan kadınlara da söyle: Bakışlarının bazısını yumsunlar, ırzlarını korusunlar. Süslerini göstermesinler. Ancak kendiliğinden görünenler hariç. Başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar. Süslerini kimseye göstermesinler. Yalnız, kocalarına, yahut babalarına, yahut kocalarının babalarına, yahut oğullarına, yahut kocalarının oğullarına, yahut kardeşlerine, yahut kardeşlerinin oğullarına, yahut kız kardeşlerinin oğullarına, yahut kadınlarına, yahut elleri altında bulunan (köle ve cariye) larına, yahut kadına ihtiyacı bulunmayan erkeklerden tabilerine (yani hizmetçilere, yardıma muhtaç ihtiyarlara, bunaklara ve dilencilere), yahut henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocuklara gösterebilirler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını vurmasınlar. Ey müminler, topluca Allaha tövbe edin ki felaha eresiniz.
1. Nur Suresi(24), 60. Ayet
Evlenme arzusu kalmamış oturan (ihtiyar) kadınların, kasten, süs göstermeye çalışmadan, dış örtülerini bırakmalarında kendileri için bir günah yoktur. Ama sakınmaları, kendileri için daha hayırlıdır, Allah işitendir, bilendir.
2. Ahzab Suresi(33), 33. Ayet
Evlerinizde oturun, ilk cahiliye (çağı kadınları)nin açılıp kırıtması gibi açılıp kırıtmayın…
3. Ahzab Suresi(33), 59. Ayet
Ey peygamber, eşlerine, kızlarına ve inananların kadınlarına söyle (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) örtülerini üstlerine salsınlar (vücutlarını örtsünler); onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah çok bağışlayan çok esirgeyendir.
(Ayetlerin tercümesi, Prof. Dr. Süleyman Ateş’in, “Kuran-ı Kerim ve Yüce Meali”nden alınmıştır.)
Kuran'da Hicap ayetleri bunlardır. Bu ayetlerin daha da anlaşılmasını sağlayacak, birkaç ayet bulunmakla birlikte konumuzun temel Kuran ayetleri sadece bunlardır. Şimdi bu ayetlere baktığımızda, yapılan ve özellikle yerine getirilmesi istenen, süslerin (ziynetlerin) örtülmesidir. Ayetlerdeki sarih ibareler ve Kuran'ın insanlığa net açıklıkta bir kitap olarak indirildiğine gönderme yapılan ayetlerine dayanarak, tartışmaya yer vermeyecek şekilde, örtülmesi gerekenin süslerin taşındığı kadın uzuvları değil, bizzat süsler olduğu görülecektir. Süslerin örtülmesini isteyen Kuran'daki İslam, süsleri yasaklamayı bile gerekli görmemiştir. Araf Suresi(7), 31. ve 32. Ayetleri, süs ve süslenmeyi onaylamasına, açık bir gönderme olarak Kuran'da yerini de almıştır.
“Ey Adem oğulları, süslerinizi (ziynetinizi), her mescide beraber götürün; yiyin, için fakat israf etmeyiniz; çünkü o, israf edenleri sevmez.” (7/31)
“De ki, ‘Allah kulları için çıkardığı (ziyneti) ve güzel rızkları kim haram etti?’ De ki; ‘o, dünya hayatına inananlarından, kıyamet günü de yalnız onlarındır’ işte biz, bilen bir topluluk için ayetleri böyle çıkarıyoruz.” (7/32)
Tanrı Kuran'daki mesajında, insanların rağbet edecekleri süslenmelere, temiz olmaya onay vermekle kalmıyor bunun yerinde bir davranış olduğunu belirterek de önemsiyor. Tabi ki, buna dayanarak süsü olmayan, güzel giyimli olmayan mescide gidemez gibi bir sonuç çıkarma yanlışına düşülmeyecektir. Ancak, inançla temizlik, güzellik, bakımlılık, süslülük arasındaki doğru orantı, dinin kendi dokusunda olan bir dengedir. Ancak Allah, bu özgürlükleri ne farz olarak insanlığa emrediyor ne de şekli unsur olan bu veriler üzerinde inanç kurmuyor. Her bir ayette tek tek dönüp geldiği yer, “Hayırlı olan takva elbisesidir” (Araf Suresi (7), 26 ). Yani Allah, dünyevi tüm biçimselliklerden daha hayırlı olan ve sahiplenilmesi gerekenin inanç olduğunu, Allaha bağlılık ve teslimiyetin olduğunu vurgular.” (Mihrac Ural. “Türban ve Kuran” makalesi. )
Tekrarla belirtelim. Türban konusu İslam ülkelerinin çoğunluğunda tartışması yapılmayan bir konudur. Özellikle Yüksek Öğrenimde bu konuya bir müdahale, özgürlüklere müdahale sayılmaktadır. Serbesttir ve konusu edilmeyenlerdendir. Lübnan, Suriye, Ürdün, Fas, Tunus, Mısır gibi laik ülkelerde bu sorunların esamesi bile anılmaz.
Ortak ülkemizin dev sorunları karşısında, böylesi bir sorunu gündemde tutmak iktidarlar için fırsat gibidir. Muhalefetiyle demokrasi güçleriyle türban sorununu en kestirme yollarla aşmak, türbanlı türbansız tüm toplum kesimlerinin demokrasi mücadelesinde bölünmesini önlemenin de yollarından biri olacaktır. Türban nedeniyle sorun yaşayan bir insanın, diğer her sorunda omuz omuza olması gereken insanlarla arasına Çin seddi örmenin yanlış olduğu açıktır. AKP'nin bilinçlice bu setlerin kalıcı olmasına çalıştığı da açıktır.
Sol'un türban konusunda gösterdiği duyarsızlık ve tutarsızlıkla, toplum indinde düştüğü marjinal konumu, daha da ötelenmesine yol açmaktadır. Devrimcilerin, demokratların, emekçilerin, sosyalistlerin, kendine komünist diyenlerin, bil cümle sol güçlerin artık eski kabuklarını, statülerine esir düşmüş ilkel kafaları değiştirmenin zamanı gelmiştir. Bu çağ demokrasi ve özgürlük çağıdır; bu çağ, gerçek devrimcilerin öncü olacağı demokrasi mücadelesi çağıdır. Yeni toplum, bu mücadelenin ürünü olacaktır.
Tarihin tüm yeni toplumsal ilişkilerinin, böylesi bir özgürlük ve demokrasi mücadelesinin ardından şekillendiğini unutmamak gerekir. Bu nedenle, sonuna kadar özgürlüklerden yana olmalı, sonunu kadar demokrasiden yana olmalıyız.
Türbanın dini bir simge olup olmamasına bakmaksızın, anadilin etnik aidiyeti olup olmamasına bakmaksınız, inançları nedeniyle din derslerine karşı hassasiyet gösterilmesine bakmaksınız, kitlelerin talep ettiği demokrasi ve özgürlükleri en geniş ve en derin haliyle kalıcı olarak ikame etmek gereklidir. Bunun için yasalar ve kurumlarla güvenceler sunmak olmazsa olmazdır. Ortak yaşam bunu zorunlu kılar.
Kendine laik diyen devlet, statülerinin esiri olarak herkesi devşirmek istemektedir. Padişahlar döneminde devleti yönetmek üzere yapılan bu devşirme aynıyla, modern çağların biçimlenişine uygun olarak genişleyen devlet hizmet alanlarına yeterli olacak devşirmeleri üretmeye çalışmaktadır. Sistem aynı sistem, iktidarı kim ele geçirmişse onun yararına bir devşirme sürmektedir. Bundan ne Sünni ne de Alevi kurtulmaktadır. Dün din haline getirdiği laik algılarla Sünni’yi devşirirken, bu gün zorunlu din dersleriyle Alevileri devşirmeye çalışmaktadır. Bunu tek dilli eğitim dayatmasıyla, farklılıkların anadille eğitim hakkını yasaklamakla tekrar etmektedir.
Bu çabalar gerici çabalardır, diktatörlüktür.
AKP, bu sistemi kendi lehine devam ettirmek amacıyla, zorunlu din derslerini dayatmaktadır.
DEVŞİRME ÇAĞI EĞİTİMİ, ZORUNLU DİN DERSİ
Türban tartışmalarının galebe çalmasına rağmen, özgürlükler konusunda ortak bölene sahip olan din derslerinin zorunlu olarak okutulma çabaları, devşirme çağlarına geri dönüşü çağrıştıran bir ilkellik olarak önümüze gelmiştir.
Din ya da ahlak dersleri, özellikle homojen inanç ve kültür sahibi olmayan toplumlarda, çok sorunlu derslerdir. Toplumsal bir uzlaşma sağlanmaksızın bu konulardaki her dayatmacı girişim, keskin gerginliklere kolayca yol açar.
Etnik, inanç, kültür farklılıkları nedeniyle, tarihsel gelişim ve evrim süreçlerinde farklı algılarla oluşmuş topluluklara dayatılacak dini inanç ya da ahlak eğitimi, toplumsal saflaşmada tahrip edici sonuçlar yaratabilir. Bu tür dayatmaların her zaman devletten ve devlete egemen olan iktidar güçlerinden geldiği de bilinmektedir. Ülkemiz bu dayatmalara en iyi örneği oluşturur.
Farklı dinler olarak Hıristiyanların, farklı mezhep olarak Alevilerin, farklı kültür olarak Kürt, Arap gibi etnik toplulukların yaşadığı bu coğrafyada, renklerin, simgelerin, sayıların, günlerin vb. birbirinden farklı anlamlarla yorumlandığı göz önüne alınırsa, devletin hiçbir kurumunun tek boyutlu olarak bir ahlak ya da din dersi önermesi yapması düşünülemez. Bu asla demokratik bir davranış olmaz. Bu konuda ısrar, bölücü bir çaba olarak ciddi sorunların kaynağı olur.
Farklılıkları karanlık Ortaçağların kasvetli kıyımları altında asimile edemeyenlerin, bunu 21. Yy'da yapmaları artık mümkün değildir. Devşirme çağları geride kalmıştır. Yer yüzünün tüm mali kaynaklarını akıtsanız da işsizliği sonsuza kadar çözseniz de her evde bir milyarder yaratsanız da farklılıkları eritme şansınız yoktur. Öncelikle bunu anlamak gerek. Bu asimilasyoncu akıl, bu çağda hiçbir varlığa sahip değildir, yeniden dayatılmasının da hiçbir yararı yoktur.
Devlet bunu eski statülerin esiri olarak, tek ulus egemenliği adına yapmak istemektedir. Ancak bunu yaparken egemen ulus, egemen din, egemen mezhep, egemen dil adına dayatırken, ülkemizin demografik ve demokratik tüm dengelerini de yerle bir ettiğinin farkında değildir. 500 milyar dolara yaklaşan, kendi vatandaşına karşı sürdürmekte olduğu kirli savaşın bir sonuç almadığını, alamayacağını artık anlaması gerek.
Bu gün itibariyle artık hiçbir şey eskisi gibi yürüyemez. Atılacak her yanlış adımın karşısında ciddi tepkilerin ve sokakların akıl almaz direnişi gelip dayanacaktır. Uluslar arası bir komployla tutsak edilen Sayın Öcalan’ın her hali, sokakların alevlenmesi için yetiyor. KCK davasının demokratik hiçbir ölçüyle bağdaşmayan tutuklamaları ve anadille savunma yapma isteklerine gösterilen amansız tepki karşısında sokakların direnme gerginliği, hangi enerjilerin açığa çıkacağına yeterli bir işarettir. Bu, dil konusunda yapılmak istenen devşirmelerin nelere mal olacağını göstermesi açısından çok önemlidir.
Ülkemiz tek din, tek mezhep ve tek etnik yapılı değildir. Dolayısıyla kimse kimsenin adına ahlak dersleri, din dersleri, dil dersleri yazarak bunu okullarda okutma kararı verme durumunda olamaz. Karar verme yaşında olmayan çocuklarımıza, tarihimize ait olmayan, kültürümüze yabancı olan, ahlak ortak bölenlerimizle ilgisi olmayan değerler manzumesini beyinlerine nakşetme hakkı olamaz. Böyle bir çaba zorbalıktır, devşirme çağı algısıdır. Demokrasinin ruhunu katletmektir. Birlikte yaşamın en basit gereklerini yok etmektir.
Bu akıl bir Osmanlı Aklı'dır. Tarih içinden çıkıp gelmiş, Cumhuriyette kendini kuluçkaya yatırmış ve bu gün cemaatin rahminde büyütülmüş, AKP eliyle dayatılmaya çalışılan bir akıldır.
Bu akıl, cemaatin milliyetçi ırkçı algılarına ait bir eğitim sistemidir.
CEMAAT VE DİN İSTİSMARI
Cemaat, AKP’nin derin devletidir.
Cemaat; devlet güvenlik güçleri, istihbarat teşkilatı, ordu, yargı, bürokrasi, mali etkinlikler, medya, diplomasi vb. alanlar içinde öbeklenmekle kalmamıştır. Dar kadro oluşu, imamlar önderliğindeki piramit yapısıyla bir yasa dışı örgüt olarak, eğitim sisteminde de tüm ağırlığıyla kendini hissettirmektedir.
Cemaat, Ergenekon’un paşalarla yönetilmesi gibi, imamlarla yönetilen bir cürüm şebekesidir. Bu şebeke, uzun dönem boyunca sistem dışında kendini yoğunlaştırmıştır. Malum dış desteğin de gücüyle, ağır ağır sistem içinde, kurumlar ve kurullara da sızmıştır. 12 Eylül rejiminden en zinde çıkan güçler bunlardır. 12 Eylül karanlık rejimi, din adına yaptığı pazarlamacılığın sacayakları olarak bunları kullanmıştır.
Yarım asra yaklaşan süre içinde, her siyasi ortamın rengine bürünebilen bir bukalemun olarak kendini koruyan cemaat, ret ettiği sistemin her köşesine sızarak yerleşmiştir. Cemaat, Fethullah Gülen’in de açıkça onayladığı gibi Masonik bir yapı gibi çalışmıştır (Fatih Altaylı, 19-20 Ekim 2001 tarihli teke tek programında yaptığı açıklama). Bu şebeke, bir ahtapot kolu gibi sargısı içine aldığı her alanı kullanmıştır. Anayasa referandumunda (12 Eylül 2010), okyanusların ötesinden AKP’ye gelen destek ve bil mukabil olarak gönderilen selamlar, bu sürecin vardığı yeri göstermesi açısından önemlidir.
Cemaatin makale konumuzla ilgili bilinmesi gereken önemli hususlarından biri, din adına yapılan ırkçı-milliyetçi yaklaşımlarıdır. Yeni dönemin demokrasi mücadelesi süreci içinde cemaatle sürekli yüz yüze kalacağımız gerçeği, bu tür konuların işlenmesini gerekli kılıyor. Bunların başında da dinin, dil, kültür vb. konularda taşıdığı genişlik ve buna karşı cemaatin tutumunu anlamak büyük öneme sahiptir.
Bilindiği gibi, İslam’ın temel argümanları arasında ümmet olayı vardır.
Tüm insanları içeren, nispi bir çoğulculuğu da olan, ülke, coğrafya, ulus sınırını aşmış bir kavram. Ortak inanç değerleri içinde yer alan tüm insanlık olarak da ifade edilebilir. “Arap’la Acem arasında takvadan başka bir fark yoktur” söylemi, bu yüzden dile getirilir.
İslam inancına göre tüm insanlar, “Allaha teslim olmaları koşulunda farklılıklarıyla kardeştir”. İslam’ın temel parametreleriyle çatışmayan, dil, kültür, gelenek ve göreneklerine karışılamaz, herkes bu özgün yanını özgürce yaşar. Ortaçağ ilkelliğinin en acımasız kıyım dönemlerinde bile, bu yanıyla, farklılıklar bir arada yaşama genişliği gösterebilmiştir.
Cemaat açısından bu durum asla kabul edilmez. O, yeni Osmanlıcılık algısıyla tüm milletleri ve kültürleri, egemen ulus dilinin hükümranlığı altında görür. Bu nedenle kurduğu Işık Okulları yayılmacı bir kültürel çaba olarak kendini ifade eder. 120 ülke, 5 kıtada “Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur” şarkısı terennüm edilir. İngilizcenin temel eğitim olması ise, bu kültürel algının uluslararası piyasada kökleşmesi için bir araçtır.
Ümmet, Cemaat için konusu edilmez bir argümandır. Bu nedenle Cemaat, ortak ülkemizde anadil eğitimine şiddetle karşıdır, Kürdün Müslümanlığı, Arap’ın Müslümanlığı takva için değil, egemen dile biat için gereklidir. Bu mantığı doğal olarak, zorunlu din dersleri ya da ahlak derslerinde de görmek zor değildir.
Laik zorbalığın, sistem dışına iterek olgunlaşmaya sevk ettiği Cemaat, sisteme sızıp hükmünü kurunca, bu gün herkesi kendi algılarına biat etmeye zorlamaktadır.
AKP bu sürecin bir aracıdır. Tarihi boyunca siyasal parti olarak örgütlenmeyen Cemaat, bu yanıyla her siyasi yapı ve kurumu, tüketene kadar kullanarak, yıpranmadan ayakta kalma şansını yakalamaktadır. Kaba bir genişleme ya da oy ihtiyacı olmadığı için de yaygınlaşma derdinde değildir. Cemaat genişlemek istemez, bu yüzden genişlemenin kaçınılmaz sonucu gündeme gelecek olan, daha çok kişiyle paylaşım ve bundan kaynaklanan sorunlarla karşı karşıya kalmaz. Bilinen bir örgüt şemasıyla örgütlü olmamasının verdiği gizemle, olduğundan çok daha dev bir güçmüş gibi, hedeflerine saldırma şansı bulur. Bu yanıyla da hak ve özgürlük arayışında, türban haklarını isteyenlerle, din dersinin zorunlu olmasını istemeyenleri bir araya getiren ortak demokrasi ve özgürlük değerlerinin birleştirici etkilerini, milliyetçi duruşuyla, Allah adına verdiği fetvamsı açıklamalarla bölmekte ve bu güçleri karşı karşıya getirmektedir.
Buna rağmen konu dışına çıkıp; Cemaat, ne yapısı ne de taşıdığı düşünsel değerler itibariyle abartılmaması gereken bir güçtür diyeceğim. Onun gücü sadece sinsice kullanabildiği devlet gücüyle orantılıdır. Bu cemaat her zaman bir beşinci kol olmuştur. Kişiliksizdir. Uğruna kendi kadrolarıyla direneceği, işkence, zindan acılarını çekeceği hiçbir değeri yoktur, bunu Allah için bile yapmayacak kadar ahlaksız bir cürüm şebekesidir. Sızdığı alanların gücü elinden çıktığı an, her türden teslimiyeti güçlü olana karşı yapacak kadar karaktersizdir de. Fethullah Gülen’in ülkesine dönmemesi, 12 Eylül karanlıklarında toplumun tüm kesimleri en büyük kıyımlardan geçmesine rağmen, cemaatçilerden birinin tırnağından bile fedakarlık göstermemesi, bunun en iyi kanıtıdır.
Bu nedenle cemaat kağıttan kaplandır beylik deyişini tekrar edeceğim.
Cemaat ve onun maşası AKP, demokrasi ve özgürlük talebinde olanları inanç farklılıklarıyla bölmek için her yolu deniyorlar. Türban sorununu binlerce mesele arasından öne sürüp, bu fay hattının derinleşmesini istiyorlar. Demokrasi ve özgürlük mücadelesinde hak arayışında olanlar, ortak değerler etrafında, gerçek anlamda demokratik bir cumhuriyette, farklılıklarıyla barış içinde bir arada yaşamak için güç birliği içinde olması gerekenlerdir. Bu gücü; yeri geliyor Türk-Kürt-Arap diye bölüyorlar, yeri geliyor Müslüman-Hıristiyan diye bölüyorlar, yeri geliyor Alevi-Sünni diye bölüyorlar. Yaratıcı Anarşi'lerle de birbirine kırdırtmak için, her türden provokasyonu yapıyorlar.
Ellerine geçirdikleri iktidarlarda, türban sorunu çıkmazlarını, zorunlu din dersi dayatmalarını, anadille eğitim yasaklarını, bin bir senaryoyla halkın demokrasi mücadelesinde birliğini parçalama gibi bir sonuç yaratacak tarzda işliyorlar. Aynıları ayırarak karşı karşıya getirip, kendi gerici iktidarlarının sivil diktatörlüğe dönüşmesi için, yolları stabilize etmeye çalışıyorlar.
Bu nedenle özgürlükleri savunmak hepimizin birinci görevidir diyorum. Türbana da din derslerine de ana dille eğitime de özgürlük demek, hepimizi birleştirecek yegane algıdır. Bunun etrafında demokrasi güçlerini birleştirmeliyiz.
20 Ekim 2010
Başkasının inancına devlet adına müdahale etmek, çocuklarını zorunlu derslerle yeniden biçimlendirmek, Ortaçağların devşirme dönemlerine dönmektir. Bu algı karanlık çağların korkak algısıdır; herkesi ve her şeyi farklılığından dolayı düşman görmektir.
21.Yüzyılda bu algılara yer yoktur.
Türban da din dersi de özgür olmalıdır. Özgürlük birbirine karşıt parçalara bölünemez; anadille eğitim özgürlüğü de bunun bir parçasıdır.
Özgürlükler bir bütündür. Özgürlüğümüzün sınırı, diğerlerinin özgürlük sınırında biter. Bu nedenle özgürlük isteyenler, başkalarının özgürlüğünü öncelikle düşünmelidirler. Özgürlüğü kendi taleplerinin sınırsızlığıyla tanımlayanların demokrasiyi savunmaları mümkün değildir.
Başkasının haklarını sınırlamakla özgürlük savunulamaz; özgürlükler bir bütündür ve biri diğerini koruduğu ölçüde yaşama şansı bulabilir.
Aksi davranış sonu hüsranla bitecek bir diktatörlük olur, çıkar.
Türban özgürlüğü isteyenler, zorunlu din dersi dayatmasına karşı durabildikleri ölçüde bu hakkı kazanabilirler. Zorunlu din dersinin tanımladığı devşirme çağları aklına karşı durmadan türban özgürlüğü istemek, başkasının haklarını kendi hak taleplerine esir etmektir.
Bu ise demokrasi değildir. Tersi de doğrudur.
Devşirme kültürüyle kimse kimsenin çocuğuna kendi tercihi doğrultusunda din dersi veremez. Dil dersi, ahlak dersi veremez.
Çok dinli, çok mezhepli ve çok kültürlü bu coğrafyada tek boyutlu ırkçı, milliyetçi dayatmaların ürünü faşist siyasal yönelimlerin dayatması olarak zorunlu din dersleri veremez.
Din dersi zorunlu olacaksa her inancın kendi uzmanlarınca oluşturulacak kitap ve öğretmenlerce verilmelidir, anadille eğitim içinde öyledir; bu yönelim en özgür olanıdır. Bu özgürlüğü kısıtlama adına tek boyutlu ve zorunlu din dersi ya da tek dilli eğitim, bölücülüğün kaynağı olmaktan kurtulamaz.
Tek boyutluluğu, çoğulcu bir ülkede zorla dayatmak milliyetçilik olduğu kadar bölücülüktür de.
Kendi inanç ve kültürünüze yapılmasını istemediğiniz hiç bir şeyi, başka inanç ve kültürlere yapmamalısınız. Bunu diktatörlükle başarsanız da sonunuz hüsran olur.
Herkesin kültürüne, dini inancına, ahlakına, kollektif kimlik bilincine ve bundan kaynaklanan tarihine saygılı olmaksızın, bundan doğan hak ve özgürlükleri tanımaksızın demokrat olunamaz. Laik olmak için de demokrat olmanın zorunlu olduğunu bilmek gerek. Bu açıdan laiklerin de demokrasi kapsamında verecekleri bir sınav olduğu bilinmelidir.
Farklı inanç ve kültürlerden olan vatandaşlardan alınan vergileri egemen tek bir inanç ve kültüre, dine ve dile akıl almaz bütçelerle sunan bir devletin laik olduğu asla iddia edilemez. Bu kaynaklar üzerinde en az onlar kadar hak sahibi olan farklı din ve inançların tasarruf haklarını savunmadan, özgürlükler konusunda adil olunamaz. Özgürlük algısında adaletsizlik, hak taleplerine karşı ikircimliğin kaynağıdır. Türban özgürlüğü kadar, din derslerini özgür bırakmayan bir algının demokrat olması mümkün değildir. Demokratik açılım yapacak olanların, bu sınavları aşmadan ülke ölçeğinde herkesi kapsayacak bir demokrasiden söz etmesi sadece bir aldatmacadır.
Türban özgürlüğünü hepimiz savunmalıyız. Toplum, belli bir özgürlük paketi içinde tüm sorunlar gibi, türban sorununu da en kısa yoldan aşmalıdır. Bu din dersleri özgürlüğü kadar, anadille eğitim hakkını da kapsamalıdır.
Kendine laik diyen devlet, statülerinin esiri olarak herkesi devşirmek istemektedir. Padişahlar döneminde devleti yönetmek üzere yapılan bu devşirme aynıyla, modern çağların biçimlenişine uygun olarak genişleyen devlet hizmet alanlarına yeterli olacak devşirmeleri üretmeye çalışmaktadır. Sistem aynı sistem, iktidarı kim ele geçirmişse onun yararına bir devşirme sürmektedir. Bundan ne Sünni ne de Alevi kurtulmaktadır. Dün, din haline getirdiği laik algılarla Sünni’yi devşirirken, bu gün zorunlu din dersleriyle Alevileri devşirmeye çalışmaktadır. Bunu tek dilli eğitim dayatmasıyla, farklılıkların anadille eğitim hakkını yasaklamakla tekrar etmektedir.
***
Türban tartışmaları bir kez daha gündem konusu.
Zorunlu din dersi konusu da gündemde.
Ancak zorunlu din dersi konusu, türban karşısında hep sönük kalarak geri plana girer. Oysa her iki sorun eş zamanlı olarak ortaya çıkmıştır. Ayrıca her iki sorun da demokrasinin ayrılmaz bir parçası olarak özgürlüklerle ilgilidir.
Farklılıkların, azınlıkların ötekileştirildiği bir toplumda, adil olmayan bu öncelik, sistemin genel eğilimini tanımlar. Eşit oranda sorun olan ve ortak paydası demokrasi ve özgürlüklerde anlam bulan her iki sorunun çözümü de toplumun tüm demokratik sorunları, hak ve talepleri kapsamında çözüm bekleyen sorunlardır.
Ancak tek boyutlu akıllar, devşirme çağlarını yeniden açma çabasında olan hakim olanla mahkum olan ayrımında sorunları tasnif ederek ortak paydada algılanmasını önleme çabasında olmaktadırlar. Buna da yol açan temel etmen ilkel milliyetçi algıdır. Bu algı Osmanlı Aklı'nın bir uzantısıdır. Cumhuriyetteki Osmanlı bu akıldır. Bu gün bu akıl AKP aracına binmiş cemaat aklı olarak tecelli etmektedir.
TÜRBAN VE KURAN
Bu konu üç yıl önce çok önemli bir gündem konusu olarak siyasal alana konunca bizlerde uzun araştırmalarla yöneldik. 17 Eylül 2007 tarihli “Türban ve Kuran” başlıklı bir makale kaleme aldık. Bu konuda çok daha önceleri aynı başlık altında bir broşürüm de yayınlandı.
Medine’de inen ayetlerle başlayan Hicap ve ayetleri gerçekti. O günün koşullarında bir simge olarak Özgür Müslüman kadını diğerlerinden, hatta köle ve cariye Müslümandan ayırmak için, çevreden yapılan tacizlerin önlenmesi amacıyla yükümlendirilmiştir. İnançta gerililik olmayacağı gerçeği, yani normal ve eşit koşullarda herkese geçerli olması gereken Hicap (türban) ayetleri, nedense özgür Müslüman kadın için emir olunmuş, ancak cariye ve köle kadına emir olunmamıştır.
Bu yanıyla Türban ve ayetleri İslam’ın temel inanç düzleminin mutlak bir farzı değildir demek yanlış değildir. Ancak genel kanı, tefsir ve tebzirlerle bu konu, dünyanın tüm İslam aleminde kadınlar için bir farz olarak dayatılmıştır. Kadın da geleneksel İslam kadını ve üzerine oturtulmuş Kuran hükümleri gereğince de itirazsız, yorumsuz kabul edilmiştir; tarihte geçerli Kuran tefsircisi kadının olmaması bu noktada da önem taşıyan bir ayrıntıdır.
Bu gün Türban konusunun dinin kendi iç tartışması olarak değil, siyasal hak ve özgürlüklerle ilgili olarak tartışıldığı iddiası bulunmaktadır. Bu iddia ne kadar göstermelik olsa da bunun inkarı mümkün değildir. Kendini böyle tanımlayan ve bu yönde özgürlük isteyen bir kitlesel duruş olması itibariyle, demokratik bir hak olarak, böyle düşünen insanlara, kadınlara bu hakkın verilmesi gerçek bir demokratik tutumun zorunlu ifadesidir.
Türban özgür olmalıdır.
Buna itiraz hangi biçim altında olursa olsun anti-demokratiktir.
Başkasının hakları için özverili bir mücadele ortaya koymayanların, kendi hakları için başkasından bu özveriyi beklememeleri gerek. Ciddi olmak için, özgürlüğü her düzlemde tutarlıca savunmak gerek.
“Türban ve Kuran” başlıklı makalemde bu konuyu aynı alt başlıkta, şu şekilde dile getirdim:
1. Nur Suresi (24), 31. Ayet
“İnanan kadınlara da söyle: Bakışlarının bazısını yumsunlar, ırzlarını korusunlar. Süslerini göstermesinler. Ancak kendiliğinden görünenler hariç. Başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar. Süslerini kimseye göstermesinler. Yalnız, kocalarına, yahut babalarına, yahut kocalarının babalarına, yahut oğullarına, yahut kocalarının oğullarına, yahut kardeşlerine, yahut kardeşlerinin oğullarına, yahut kız kardeşlerinin oğullarına, yahut kadınlarına, yahut elleri altında bulunan (köle ve cariye) larına, yahut kadına ihtiyacı bulunmayan erkeklerden tabilerine (yani hizmetçilere, yardıma muhtaç ihtiyarlara, bunaklara ve dilencilere), yahut henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocuklara gösterebilirler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını vurmasınlar. Ey müminler, topluca Allaha tövbe edin ki felaha eresiniz.
1. Nur Suresi(24), 60. Ayet
Evlenme arzusu kalmamış oturan (ihtiyar) kadınların, kasten, süs göstermeye çalışmadan, dış örtülerini bırakmalarında kendileri için bir günah yoktur. Ama sakınmaları, kendileri için daha hayırlıdır, Allah işitendir, bilendir.
2. Ahzab Suresi(33), 33. Ayet
Evlerinizde oturun, ilk cahiliye (çağı kadınları)nin açılıp kırıtması gibi açılıp kırıtmayın…
3. Ahzab Suresi(33), 59. Ayet
Ey peygamber, eşlerine, kızlarına ve inananların kadınlarına söyle (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) örtülerini üstlerine salsınlar (vücutlarını örtsünler); onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah çok bağışlayan çok esirgeyendir.
(Ayetlerin tercümesi, Prof. Dr. Süleyman Ateş’in, “Kuran-ı Kerim ve Yüce Meali”nden alınmıştır.)
Kuran'da Hicap ayetleri bunlardır. Bu ayetlerin daha da anlaşılmasını sağlayacak, birkaç ayet bulunmakla birlikte konumuzun temel Kuran ayetleri sadece bunlardır. Şimdi bu ayetlere baktığımızda, yapılan ve özellikle yerine getirilmesi istenen, süslerin (ziynetlerin) örtülmesidir. Ayetlerdeki sarih ibareler ve Kuran'ın insanlığa net açıklıkta bir kitap olarak indirildiğine gönderme yapılan ayetlerine dayanarak, tartışmaya yer vermeyecek şekilde, örtülmesi gerekenin süslerin taşındığı kadın uzuvları değil, bizzat süsler olduğu görülecektir. Süslerin örtülmesini isteyen Kuran'daki İslam, süsleri yasaklamayı bile gerekli görmemiştir. Araf Suresi(7), 31. ve 32. Ayetleri, süs ve süslenmeyi onaylamasına, açık bir gönderme olarak Kuran'da yerini de almıştır.
“Ey Adem oğulları, süslerinizi (ziynetinizi), her mescide beraber götürün; yiyin, için fakat israf etmeyiniz; çünkü o, israf edenleri sevmez.” (7/31)
“De ki, ‘Allah kulları için çıkardığı (ziyneti) ve güzel rızkları kim haram etti?’ De ki; ‘o, dünya hayatına inananlarından, kıyamet günü de yalnız onlarındır’ işte biz, bilen bir topluluk için ayetleri böyle çıkarıyoruz.” (7/32)
Tanrı Kuran'daki mesajında, insanların rağbet edecekleri süslenmelere, temiz olmaya onay vermekle kalmıyor bunun yerinde bir davranış olduğunu belirterek de önemsiyor. Tabi ki, buna dayanarak süsü olmayan, güzel giyimli olmayan mescide gidemez gibi bir sonuç çıkarma yanlışına düşülmeyecektir. Ancak, inançla temizlik, güzellik, bakımlılık, süslülük arasındaki doğru orantı, dinin kendi dokusunda olan bir dengedir. Ancak Allah, bu özgürlükleri ne farz olarak insanlığa emrediyor ne de şekli unsur olan bu veriler üzerinde inanç kurmuyor. Her bir ayette tek tek dönüp geldiği yer, “Hayırlı olan takva elbisesidir” (Araf Suresi (7), 26 ). Yani Allah, dünyevi tüm biçimselliklerden daha hayırlı olan ve sahiplenilmesi gerekenin inanç olduğunu, Allaha bağlılık ve teslimiyetin olduğunu vurgular.” (Mihrac Ural. “Türban ve Kuran” makalesi. )
Tekrarla belirtelim. Türban konusu İslam ülkelerinin çoğunluğunda tartışması yapılmayan bir konudur. Özellikle Yüksek Öğrenimde bu konuya bir müdahale, özgürlüklere müdahale sayılmaktadır. Serbesttir ve konusu edilmeyenlerdendir. Lübnan, Suriye, Ürdün, Fas, Tunus, Mısır gibi laik ülkelerde bu sorunların esamesi bile anılmaz.
Ortak ülkemizin dev sorunları karşısında, böylesi bir sorunu gündemde tutmak iktidarlar için fırsat gibidir. Muhalefetiyle demokrasi güçleriyle türban sorununu en kestirme yollarla aşmak, türbanlı türbansız tüm toplum kesimlerinin demokrasi mücadelesinde bölünmesini önlemenin de yollarından biri olacaktır. Türban nedeniyle sorun yaşayan bir insanın, diğer her sorunda omuz omuza olması gereken insanlarla arasına Çin seddi örmenin yanlış olduğu açıktır. AKP'nin bilinçlice bu setlerin kalıcı olmasına çalıştığı da açıktır.
Sol'un türban konusunda gösterdiği duyarsızlık ve tutarsızlıkla, toplum indinde düştüğü marjinal konumu, daha da ötelenmesine yol açmaktadır. Devrimcilerin, demokratların, emekçilerin, sosyalistlerin, kendine komünist diyenlerin, bil cümle sol güçlerin artık eski kabuklarını, statülerine esir düşmüş ilkel kafaları değiştirmenin zamanı gelmiştir. Bu çağ demokrasi ve özgürlük çağıdır; bu çağ, gerçek devrimcilerin öncü olacağı demokrasi mücadelesi çağıdır. Yeni toplum, bu mücadelenin ürünü olacaktır.
Tarihin tüm yeni toplumsal ilişkilerinin, böylesi bir özgürlük ve demokrasi mücadelesinin ardından şekillendiğini unutmamak gerekir. Bu nedenle, sonuna kadar özgürlüklerden yana olmalı, sonunu kadar demokrasiden yana olmalıyız.
Türbanın dini bir simge olup olmamasına bakmaksızın, anadilin etnik aidiyeti olup olmamasına bakmaksınız, inançları nedeniyle din derslerine karşı hassasiyet gösterilmesine bakmaksınız, kitlelerin talep ettiği demokrasi ve özgürlükleri en geniş ve en derin haliyle kalıcı olarak ikame etmek gereklidir. Bunun için yasalar ve kurumlarla güvenceler sunmak olmazsa olmazdır. Ortak yaşam bunu zorunlu kılar.
Kendine laik diyen devlet, statülerinin esiri olarak herkesi devşirmek istemektedir. Padişahlar döneminde devleti yönetmek üzere yapılan bu devşirme aynıyla, modern çağların biçimlenişine uygun olarak genişleyen devlet hizmet alanlarına yeterli olacak devşirmeleri üretmeye çalışmaktadır. Sistem aynı sistem, iktidarı kim ele geçirmişse onun yararına bir devşirme sürmektedir. Bundan ne Sünni ne de Alevi kurtulmaktadır. Dün din haline getirdiği laik algılarla Sünni’yi devşirirken, bu gün zorunlu din dersleriyle Alevileri devşirmeye çalışmaktadır. Bunu tek dilli eğitim dayatmasıyla, farklılıkların anadille eğitim hakkını yasaklamakla tekrar etmektedir.
Bu çabalar gerici çabalardır, diktatörlüktür.
AKP, bu sistemi kendi lehine devam ettirmek amacıyla, zorunlu din derslerini dayatmaktadır.
DEVŞİRME ÇAĞI EĞİTİMİ, ZORUNLU DİN DERSİ
Türban tartışmalarının galebe çalmasına rağmen, özgürlükler konusunda ortak bölene sahip olan din derslerinin zorunlu olarak okutulma çabaları, devşirme çağlarına geri dönüşü çağrıştıran bir ilkellik olarak önümüze gelmiştir.
Din ya da ahlak dersleri, özellikle homojen inanç ve kültür sahibi olmayan toplumlarda, çok sorunlu derslerdir. Toplumsal bir uzlaşma sağlanmaksızın bu konulardaki her dayatmacı girişim, keskin gerginliklere kolayca yol açar.
Etnik, inanç, kültür farklılıkları nedeniyle, tarihsel gelişim ve evrim süreçlerinde farklı algılarla oluşmuş topluluklara dayatılacak dini inanç ya da ahlak eğitimi, toplumsal saflaşmada tahrip edici sonuçlar yaratabilir. Bu tür dayatmaların her zaman devletten ve devlete egemen olan iktidar güçlerinden geldiği de bilinmektedir. Ülkemiz bu dayatmalara en iyi örneği oluşturur.
Farklı dinler olarak Hıristiyanların, farklı mezhep olarak Alevilerin, farklı kültür olarak Kürt, Arap gibi etnik toplulukların yaşadığı bu coğrafyada, renklerin, simgelerin, sayıların, günlerin vb. birbirinden farklı anlamlarla yorumlandığı göz önüne alınırsa, devletin hiçbir kurumunun tek boyutlu olarak bir ahlak ya da din dersi önermesi yapması düşünülemez. Bu asla demokratik bir davranış olmaz. Bu konuda ısrar, bölücü bir çaba olarak ciddi sorunların kaynağı olur.
Farklılıkları karanlık Ortaçağların kasvetli kıyımları altında asimile edemeyenlerin, bunu 21. Yy'da yapmaları artık mümkün değildir. Devşirme çağları geride kalmıştır. Yer yüzünün tüm mali kaynaklarını akıtsanız da işsizliği sonsuza kadar çözseniz de her evde bir milyarder yaratsanız da farklılıkları eritme şansınız yoktur. Öncelikle bunu anlamak gerek. Bu asimilasyoncu akıl, bu çağda hiçbir varlığa sahip değildir, yeniden dayatılmasının da hiçbir yararı yoktur.
Devlet bunu eski statülerin esiri olarak, tek ulus egemenliği adına yapmak istemektedir. Ancak bunu yaparken egemen ulus, egemen din, egemen mezhep, egemen dil adına dayatırken, ülkemizin demografik ve demokratik tüm dengelerini de yerle bir ettiğinin farkında değildir. 500 milyar dolara yaklaşan, kendi vatandaşına karşı sürdürmekte olduğu kirli savaşın bir sonuç almadığını, alamayacağını artık anlaması gerek.
Bu gün itibariyle artık hiçbir şey eskisi gibi yürüyemez. Atılacak her yanlış adımın karşısında ciddi tepkilerin ve sokakların akıl almaz direnişi gelip dayanacaktır. Uluslar arası bir komployla tutsak edilen Sayın Öcalan’ın her hali, sokakların alevlenmesi için yetiyor. KCK davasının demokratik hiçbir ölçüyle bağdaşmayan tutuklamaları ve anadille savunma yapma isteklerine gösterilen amansız tepki karşısında sokakların direnme gerginliği, hangi enerjilerin açığa çıkacağına yeterli bir işarettir. Bu, dil konusunda yapılmak istenen devşirmelerin nelere mal olacağını göstermesi açısından çok önemlidir.
Ülkemiz tek din, tek mezhep ve tek etnik yapılı değildir. Dolayısıyla kimse kimsenin adına ahlak dersleri, din dersleri, dil dersleri yazarak bunu okullarda okutma kararı verme durumunda olamaz. Karar verme yaşında olmayan çocuklarımıza, tarihimize ait olmayan, kültürümüze yabancı olan, ahlak ortak bölenlerimizle ilgisi olmayan değerler manzumesini beyinlerine nakşetme hakkı olamaz. Böyle bir çaba zorbalıktır, devşirme çağı algısıdır. Demokrasinin ruhunu katletmektir. Birlikte yaşamın en basit gereklerini yok etmektir.
Bu akıl bir Osmanlı Aklı'dır. Tarih içinden çıkıp gelmiş, Cumhuriyette kendini kuluçkaya yatırmış ve bu gün cemaatin rahminde büyütülmüş, AKP eliyle dayatılmaya çalışılan bir akıldır.
Bu akıl, cemaatin milliyetçi ırkçı algılarına ait bir eğitim sistemidir.
CEMAAT VE DİN İSTİSMARI
Cemaat, AKP’nin derin devletidir.
Cemaat; devlet güvenlik güçleri, istihbarat teşkilatı, ordu, yargı, bürokrasi, mali etkinlikler, medya, diplomasi vb. alanlar içinde öbeklenmekle kalmamıştır. Dar kadro oluşu, imamlar önderliğindeki piramit yapısıyla bir yasa dışı örgüt olarak, eğitim sisteminde de tüm ağırlığıyla kendini hissettirmektedir.
Cemaat, Ergenekon’un paşalarla yönetilmesi gibi, imamlarla yönetilen bir cürüm şebekesidir. Bu şebeke, uzun dönem boyunca sistem dışında kendini yoğunlaştırmıştır. Malum dış desteğin de gücüyle, ağır ağır sistem içinde, kurumlar ve kurullara da sızmıştır. 12 Eylül rejiminden en zinde çıkan güçler bunlardır. 12 Eylül karanlık rejimi, din adına yaptığı pazarlamacılığın sacayakları olarak bunları kullanmıştır.
Yarım asra yaklaşan süre içinde, her siyasi ortamın rengine bürünebilen bir bukalemun olarak kendini koruyan cemaat, ret ettiği sistemin her köşesine sızarak yerleşmiştir. Cemaat, Fethullah Gülen’in de açıkça onayladığı gibi Masonik bir yapı gibi çalışmıştır (Fatih Altaylı, 19-20 Ekim 2001 tarihli teke tek programında yaptığı açıklama). Bu şebeke, bir ahtapot kolu gibi sargısı içine aldığı her alanı kullanmıştır. Anayasa referandumunda (12 Eylül 2010), okyanusların ötesinden AKP’ye gelen destek ve bil mukabil olarak gönderilen selamlar, bu sürecin vardığı yeri göstermesi açısından önemlidir.
Cemaatin makale konumuzla ilgili bilinmesi gereken önemli hususlarından biri, din adına yapılan ırkçı-milliyetçi yaklaşımlarıdır. Yeni dönemin demokrasi mücadelesi süreci içinde cemaatle sürekli yüz yüze kalacağımız gerçeği, bu tür konuların işlenmesini gerekli kılıyor. Bunların başında da dinin, dil, kültür vb. konularda taşıdığı genişlik ve buna karşı cemaatin tutumunu anlamak büyük öneme sahiptir.
Bilindiği gibi, İslam’ın temel argümanları arasında ümmet olayı vardır.
Tüm insanları içeren, nispi bir çoğulculuğu da olan, ülke, coğrafya, ulus sınırını aşmış bir kavram. Ortak inanç değerleri içinde yer alan tüm insanlık olarak da ifade edilebilir. “Arap’la Acem arasında takvadan başka bir fark yoktur” söylemi, bu yüzden dile getirilir.
İslam inancına göre tüm insanlar, “Allaha teslim olmaları koşulunda farklılıklarıyla kardeştir”. İslam’ın temel parametreleriyle çatışmayan, dil, kültür, gelenek ve göreneklerine karışılamaz, herkes bu özgün yanını özgürce yaşar. Ortaçağ ilkelliğinin en acımasız kıyım dönemlerinde bile, bu yanıyla, farklılıklar bir arada yaşama genişliği gösterebilmiştir.
Cemaat açısından bu durum asla kabul edilmez. O, yeni Osmanlıcılık algısıyla tüm milletleri ve kültürleri, egemen ulus dilinin hükümranlığı altında görür. Bu nedenle kurduğu Işık Okulları yayılmacı bir kültürel çaba olarak kendini ifade eder. 120 ülke, 5 kıtada “Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur” şarkısı terennüm edilir. İngilizcenin temel eğitim olması ise, bu kültürel algının uluslararası piyasada kökleşmesi için bir araçtır.
Ümmet, Cemaat için konusu edilmez bir argümandır. Bu nedenle Cemaat, ortak ülkemizde anadil eğitimine şiddetle karşıdır, Kürdün Müslümanlığı, Arap’ın Müslümanlığı takva için değil, egemen dile biat için gereklidir. Bu mantığı doğal olarak, zorunlu din dersleri ya da ahlak derslerinde de görmek zor değildir.
Laik zorbalığın, sistem dışına iterek olgunlaşmaya sevk ettiği Cemaat, sisteme sızıp hükmünü kurunca, bu gün herkesi kendi algılarına biat etmeye zorlamaktadır.
AKP bu sürecin bir aracıdır. Tarihi boyunca siyasal parti olarak örgütlenmeyen Cemaat, bu yanıyla her siyasi yapı ve kurumu, tüketene kadar kullanarak, yıpranmadan ayakta kalma şansını yakalamaktadır. Kaba bir genişleme ya da oy ihtiyacı olmadığı için de yaygınlaşma derdinde değildir. Cemaat genişlemek istemez, bu yüzden genişlemenin kaçınılmaz sonucu gündeme gelecek olan, daha çok kişiyle paylaşım ve bundan kaynaklanan sorunlarla karşı karşıya kalmaz. Bilinen bir örgüt şemasıyla örgütlü olmamasının verdiği gizemle, olduğundan çok daha dev bir güçmüş gibi, hedeflerine saldırma şansı bulur. Bu yanıyla da hak ve özgürlük arayışında, türban haklarını isteyenlerle, din dersinin zorunlu olmasını istemeyenleri bir araya getiren ortak demokrasi ve özgürlük değerlerinin birleştirici etkilerini, milliyetçi duruşuyla, Allah adına verdiği fetvamsı açıklamalarla bölmekte ve bu güçleri karşı karşıya getirmektedir.
Buna rağmen konu dışına çıkıp; Cemaat, ne yapısı ne de taşıdığı düşünsel değerler itibariyle abartılmaması gereken bir güçtür diyeceğim. Onun gücü sadece sinsice kullanabildiği devlet gücüyle orantılıdır. Bu cemaat her zaman bir beşinci kol olmuştur. Kişiliksizdir. Uğruna kendi kadrolarıyla direneceği, işkence, zindan acılarını çekeceği hiçbir değeri yoktur, bunu Allah için bile yapmayacak kadar ahlaksız bir cürüm şebekesidir. Sızdığı alanların gücü elinden çıktığı an, her türden teslimiyeti güçlü olana karşı yapacak kadar karaktersizdir de. Fethullah Gülen’in ülkesine dönmemesi, 12 Eylül karanlıklarında toplumun tüm kesimleri en büyük kıyımlardan geçmesine rağmen, cemaatçilerden birinin tırnağından bile fedakarlık göstermemesi, bunun en iyi kanıtıdır.
Bu nedenle cemaat kağıttan kaplandır beylik deyişini tekrar edeceğim.
Cemaat ve onun maşası AKP, demokrasi ve özgürlük talebinde olanları inanç farklılıklarıyla bölmek için her yolu deniyorlar. Türban sorununu binlerce mesele arasından öne sürüp, bu fay hattının derinleşmesini istiyorlar. Demokrasi ve özgürlük mücadelesinde hak arayışında olanlar, ortak değerler etrafında, gerçek anlamda demokratik bir cumhuriyette, farklılıklarıyla barış içinde bir arada yaşamak için güç birliği içinde olması gerekenlerdir. Bu gücü; yeri geliyor Türk-Kürt-Arap diye bölüyorlar, yeri geliyor Müslüman-Hıristiyan diye bölüyorlar, yeri geliyor Alevi-Sünni diye bölüyorlar. Yaratıcı Anarşi'lerle de birbirine kırdırtmak için, her türden provokasyonu yapıyorlar.
Ellerine geçirdikleri iktidarlarda, türban sorunu çıkmazlarını, zorunlu din dersi dayatmalarını, anadille eğitim yasaklarını, bin bir senaryoyla halkın demokrasi mücadelesinde birliğini parçalama gibi bir sonuç yaratacak tarzda işliyorlar. Aynıları ayırarak karşı karşıya getirip, kendi gerici iktidarlarının sivil diktatörlüğe dönüşmesi için, yolları stabilize etmeye çalışıyorlar.
Bu nedenle özgürlükleri savunmak hepimizin birinci görevidir diyorum. Türbana da din derslerine de ana dille eğitime de özgürlük demek, hepimizi birleştirecek yegane algıdır. Bunun etrafında demokrasi güçlerini birleştirmeliyiz.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder