24 Ekim 2010 Pazar
BRE HASANLAR
Mustafa Köse
Mkose1955@hotmail.com
24 Ekim 2010
Başlığı, drahma köprüsü dizelerinden aldım. Aslında bir ‘’adamiyet nasihatıdır’’. Ancak bu arada ‘hasanı’ çoğalttım. Biliyorsunuz bu aynı zamanda bir türküdür. Türküsü de gayet hoştur.
Buda nereden çıktı diyeceksiniz! Yaşadığımız dönemle ne ilgisi var? Belki doğrudur. Lakin olanları görüp biraz düşününce bağlantı kurdum. Ayrıca bende müthiş bir duygu uyandı. ‘Hasandan’ bir dize, yazacaklarıma ilham oldu. Yazının sonunda bunu sizin de göreceksiniz.
Her gün karşılaştığımız olaylar ve görüntüler önemli olsa gerek. Geleceğimizi yakından ilgilendiren gelişmeler, hatta korkular aslında kaçınılmazdır. Zaten başka şekilde olamazdı. Çünkü tüm bunlar yıllarca ve itinayla ekilmiştir. Tuhaf olan, sınıfların ve çıkar ilişkilerinin iç içe girdiği zamanlarda her şey karışık gibi görünmesidir. Böylesi dönemlerde yenilenme ve değişim ne yazık ki böyle oluyor. Buna karşı direnenlerin, statükonun köklerinden sökülmesi, yaşananlar gibi her taraftan ve karmaşa içinde seyrediyor. Direnmeye çalışan ve odak olmuş kesimlerin çatırdaması polemiğe dönüşüyor.
Olanları sonuç itibarıyla değerlendirirsek,‘’Kaynayan tencerenin kapağının açılması’’ veya ‘’cin’in şişeden çıkması’’gibi açıklanabilir. Böyle izah edebiliriz. Ayrıca ve bence ‘’bilip-bilmeden bir değişim ve yenilenme sürecini yaşıyoruz’’diyebiliriz.İdeolojik ve zihinsel savrulmaların bu dönemde olması gayet normal. Karmaşanın kılcal damarlarına takılmak ve orada boğulmak ‘’bazı sol’’geçinenler için olasıdır. Ancak her şeye rağmen geri dönülmez aşamaya girdik. Provakatif olaylara rağmen hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Referandumun sunduğu yeni seçenekler ile toplum psikolojisinde ‘’yeni bir durum’’ doğdu. Dolayısıyla bu yeni durumdan sivil inisiyatif ve sivil demokrasi gelişecektir. Her şeye rağmen.
Geçmişte işler kolaydı. Yasama yürütme ve yargının yeri çok netti. Ritmik bir işleyişe sahipti. Her şey kurgulanmış saat gibi çalışıyordu. Vesayet demokrasisi dediğimiz acayip bir sisteme sahiptik. Tüm kurumlardaki yüksek bürokrasi, büyük sermaye ve bazı parti liderlerinin ortaklaştığı ve çıkar ilişkisine döndüğü bir sarmal içindeydik. Halkına güvenmeyen, siyasetçilerin dar bir alanda oynadığı ve devleti gözeten ‘’al gülüm ver gülüm’’lü haldeydik. Kürtleri yok sayan inanç guruplarını kale almayan, emek kesimlerini üvey evlat hatta zararlı unsurlar sayan ve sadece uluslar arası sermayeyi hesaba katan garip ve acımasız ilişkiler yumağındaydık. Araya girmeye çalışan veya ballı börekli işleyişe çomak sokmak isteyenler ortadan kaldırılıyor ya da susturuluyorlardı.
Şimdi bunlar artık geride kalıyor. Dünyada ki değişim, küresel dünya nimetlerinden faydalanma cazibesi iç dinamikleri hareketlendirdi, köhnemiş çıkar sistemini zorlamaya başladı. Sermaye harekatları, iletişim imkanları, vatandaşlarımızın dünyaya açılması, değişim ve yenilenmeyi bir ihtiyaç halini getirdi. Ulusalcılığın kabuğu kırılıp evrensellik her tarafı kaplayınca durum değişti. Toplumun heyecanı ve talepleri farklaştı. Her kesim kendini tanımlamak ve ifade etmek istiyor. Ve tüm bunlar, ancak ‘’bir cinnet’’ ile durdurulabilir hale geliyor. Bu arada;
İktidar ve temsilcileri, yenilenme ve değişimin eriştiği boyutta ve elde edilen kazanımlardan karlı çıkmaya çalışıyor. Sadece kendileri varmış gibi davranıyorlar. Irıkçı, dinci ve demokratik damarları karışık vaziyette yalpalıyor. ‘Düne ait’ siyaset tarzından vazgeçmiyorlar. Değişimin hızından korkuyorlar. Siyasi ikballerini üstün tutuyorlar.
Ana muhalefet daha zorda. Lideri savaş kaybetmiş komutan gibi. Bir tarafta ülke gerçekleri diğer tarafta ırkçı ve devletçi yapıdaki partinin arasında sıkışmış durumda. Ne yapacağını bilmiyor. Ne kendisi ne de partisi umut vaat etmiyor. Bocalayıp duruyorlar.
Diğer bir muhalefet partisi ise kürt ve ermeni düşmanlığına bel bağlamakta. Fırsat kollamaktadır.
Ayrına HSYK yöneticilerinin tepkisi, Yargıtay başsavcısının siyasi partileri dönük tehdidi, Anayasa mahkemesi başkanının Kılıçdaroğlu ile polmiğini normal görmek lazım. Belki ve kim bilir daha kimlerin ‘’ne yapmak isteyeceklerini’’ yaşamak tesadüf olmayacaktır. Eksikliklerinden, olayların toplamından olanlar kaynaklanmaktadır. Kılıcın çuvala sığmaz olmasındandır. Eskinin, yeni karşısında direnmenin içgüdüsündendir.
Şimdi ‘hasanın’ dizelerine tekrar dönebilirim. Dize şöyleydi; ‘’mezar taşlarını hasan koyun mu sandın. Adam öldürmeyi bre hasan oyun mu sandın’’ ve devam ediyor.
Ey bu ülkeyi yönetenler ey Hasanlar, Kürtleri, Alevileri, mazlum Sünnileri diğer inanç guruplarını koyun mu sandınız. Hep sessiz kalacaklarını mı düşündünüz! Emekçilerin, yoksulların, dul ve yetimlerin, alın teriyle üretenlerin, ve hatta doğal dengenin çıkarına göz dikmeyi oyun mu sandınız. Bunların ilelebet devam edeceğini mi sandınız? Böyle sanmışsanız, yanılıyorsunuzdur.
Sivil ve çağdaş bir demokrasi artık ertelenemez bir noktaya geldi. Bütün direnmeler boşuna olacak.
Mkose1955@hotmail.com
24 Ekim 2010
Başlığı, drahma köprüsü dizelerinden aldım. Aslında bir ‘’adamiyet nasihatıdır’’. Ancak bu arada ‘hasanı’ çoğalttım. Biliyorsunuz bu aynı zamanda bir türküdür. Türküsü de gayet hoştur.
Buda nereden çıktı diyeceksiniz! Yaşadığımız dönemle ne ilgisi var? Belki doğrudur. Lakin olanları görüp biraz düşününce bağlantı kurdum. Ayrıca bende müthiş bir duygu uyandı. ‘Hasandan’ bir dize, yazacaklarıma ilham oldu. Yazının sonunda bunu sizin de göreceksiniz.
Her gün karşılaştığımız olaylar ve görüntüler önemli olsa gerek. Geleceğimizi yakından ilgilendiren gelişmeler, hatta korkular aslında kaçınılmazdır. Zaten başka şekilde olamazdı. Çünkü tüm bunlar yıllarca ve itinayla ekilmiştir. Tuhaf olan, sınıfların ve çıkar ilişkilerinin iç içe girdiği zamanlarda her şey karışık gibi görünmesidir. Böylesi dönemlerde yenilenme ve değişim ne yazık ki böyle oluyor. Buna karşı direnenlerin, statükonun köklerinden sökülmesi, yaşananlar gibi her taraftan ve karmaşa içinde seyrediyor. Direnmeye çalışan ve odak olmuş kesimlerin çatırdaması polemiğe dönüşüyor.
Olanları sonuç itibarıyla değerlendirirsek,‘’Kaynayan tencerenin kapağının açılması’’ veya ‘’cin’in şişeden çıkması’’gibi açıklanabilir. Böyle izah edebiliriz. Ayrıca ve bence ‘’bilip-bilmeden bir değişim ve yenilenme sürecini yaşıyoruz’’diyebiliriz.İdeolojik ve zihinsel savrulmaların bu dönemde olması gayet normal. Karmaşanın kılcal damarlarına takılmak ve orada boğulmak ‘’bazı sol’’geçinenler için olasıdır. Ancak her şeye rağmen geri dönülmez aşamaya girdik. Provakatif olaylara rağmen hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Referandumun sunduğu yeni seçenekler ile toplum psikolojisinde ‘’yeni bir durum’’ doğdu. Dolayısıyla bu yeni durumdan sivil inisiyatif ve sivil demokrasi gelişecektir. Her şeye rağmen.
Geçmişte işler kolaydı. Yasama yürütme ve yargının yeri çok netti. Ritmik bir işleyişe sahipti. Her şey kurgulanmış saat gibi çalışıyordu. Vesayet demokrasisi dediğimiz acayip bir sisteme sahiptik. Tüm kurumlardaki yüksek bürokrasi, büyük sermaye ve bazı parti liderlerinin ortaklaştığı ve çıkar ilişkisine döndüğü bir sarmal içindeydik. Halkına güvenmeyen, siyasetçilerin dar bir alanda oynadığı ve devleti gözeten ‘’al gülüm ver gülüm’’lü haldeydik. Kürtleri yok sayan inanç guruplarını kale almayan, emek kesimlerini üvey evlat hatta zararlı unsurlar sayan ve sadece uluslar arası sermayeyi hesaba katan garip ve acımasız ilişkiler yumağındaydık. Araya girmeye çalışan veya ballı börekli işleyişe çomak sokmak isteyenler ortadan kaldırılıyor ya da susturuluyorlardı.
Şimdi bunlar artık geride kalıyor. Dünyada ki değişim, küresel dünya nimetlerinden faydalanma cazibesi iç dinamikleri hareketlendirdi, köhnemiş çıkar sistemini zorlamaya başladı. Sermaye harekatları, iletişim imkanları, vatandaşlarımızın dünyaya açılması, değişim ve yenilenmeyi bir ihtiyaç halini getirdi. Ulusalcılığın kabuğu kırılıp evrensellik her tarafı kaplayınca durum değişti. Toplumun heyecanı ve talepleri farklaştı. Her kesim kendini tanımlamak ve ifade etmek istiyor. Ve tüm bunlar, ancak ‘’bir cinnet’’ ile durdurulabilir hale geliyor. Bu arada;
İktidar ve temsilcileri, yenilenme ve değişimin eriştiği boyutta ve elde edilen kazanımlardan karlı çıkmaya çalışıyor. Sadece kendileri varmış gibi davranıyorlar. Irıkçı, dinci ve demokratik damarları karışık vaziyette yalpalıyor. ‘Düne ait’ siyaset tarzından vazgeçmiyorlar. Değişimin hızından korkuyorlar. Siyasi ikballerini üstün tutuyorlar.
Ana muhalefet daha zorda. Lideri savaş kaybetmiş komutan gibi. Bir tarafta ülke gerçekleri diğer tarafta ırkçı ve devletçi yapıdaki partinin arasında sıkışmış durumda. Ne yapacağını bilmiyor. Ne kendisi ne de partisi umut vaat etmiyor. Bocalayıp duruyorlar.
Diğer bir muhalefet partisi ise kürt ve ermeni düşmanlığına bel bağlamakta. Fırsat kollamaktadır.
Ayrına HSYK yöneticilerinin tepkisi, Yargıtay başsavcısının siyasi partileri dönük tehdidi, Anayasa mahkemesi başkanının Kılıçdaroğlu ile polmiğini normal görmek lazım. Belki ve kim bilir daha kimlerin ‘’ne yapmak isteyeceklerini’’ yaşamak tesadüf olmayacaktır. Eksikliklerinden, olayların toplamından olanlar kaynaklanmaktadır. Kılıcın çuvala sığmaz olmasındandır. Eskinin, yeni karşısında direnmenin içgüdüsündendir.
Şimdi ‘hasanın’ dizelerine tekrar dönebilirim. Dize şöyleydi; ‘’mezar taşlarını hasan koyun mu sandın. Adam öldürmeyi bre hasan oyun mu sandın’’ ve devam ediyor.
Ey bu ülkeyi yönetenler ey Hasanlar, Kürtleri, Alevileri, mazlum Sünnileri diğer inanç guruplarını koyun mu sandınız. Hep sessiz kalacaklarını mı düşündünüz! Emekçilerin, yoksulların, dul ve yetimlerin, alın teriyle üretenlerin, ve hatta doğal dengenin çıkarına göz dikmeyi oyun mu sandınız. Bunların ilelebet devam edeceğini mi sandınız? Böyle sanmışsanız, yanılıyorsunuzdur.
Sivil ve çağdaş bir demokrasi artık ertelenemez bir noktaya geldi. Bütün direnmeler boşuna olacak.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder