3 Ekim 2010 Pazar
İRAN TRAVMASI
Mustafa Köse
3 Ekim 2010
Mkose1955@hotmail.com
İran İslam devrimi yakın tarihin önemli olaylarındadır. Monarşist diktatör Şah Rıza Pehlevi’nin iktidarı 1979 yılında kanlı bir halk ayaklanmasıyla yıkıldı.
Sosyalistlerin, komünistlerin, sosyal-demokratların, demokratların, aydınların ve dincilerin sokağa dökülmesiyle zorba Şah yurtdışına kaçmak zorunda kaldı. Daha sonra, uzun süreden beri yurt dışında mülteci olarak yaşayan Ayetullah Hümayni’nin önderliğinde ‘’Şii mollalar’’ iktidarı ele geçirdi. İktidarı ele geçiren mollalar, Şah’a karşı ayaklanan ve kendilerinden olmayan kesimleri yine kanlı bir şekilde tasfiye ettiler. Hatta o zaman 70 yaşının üzerindeki komünisti partisi ‘’Tüdeh’’in lideri olan Kiyanuri’yi bile asmaktan geri kalmadılar. Kapalı ve katı olan ‘’molla’’rejimi yaklaşık 30 yıldır devam ediyor.
İran İslam devrimini ilk günden beri anlamak kolay olmamıştır. Bu devrime karşı olan bütün kesimler kirli bilgilerle ortalığı karıştırdılar. Oysa İran İslam devrimi kendi tarihinden kaynaklı, ekonomik sosyal siyasal ve kültürel sebeplerinin toplamından olmuştur. Bununla beraber ve aynı zamanda dönemin uluslar arası dengelerinin etkiliyici olduğunu düşünebiliriz. Ayrıca iki kutuplu dünya dönemine denk düşen İran’a, başta ABD olmak üzere batının ‘’müthiş bir mühendislik projesinin ‘’de aktif bir rol aldığını biliyoruz. Yıpranan Şah’ın yerine ilericilerin ve dolayısıyla Sovyetler Birliğinin etkin rol alacağını her kes biliyordu. Mollaları tercih etmek herhalde batı için daha önemliydi. Şah ölmeden önce Mısırda sürgündeyken bir gazeteye verdiği‘’ ABD’yi değil generallerimi dinleseydim şu an Tahran da olurdum’’ beyanatı hayli ilginç olmalı.
İran İslam devrimini bütün yönleriyle ve zamanın şartlarını göz önünde tutarak anlamak gerekiyor. Bir makale yazısı buna yetmez. Dolayısıyla asıl yazı amacım daha farklıdır. Asıl amacım İran İslam devriminin zaman dilimi içindeki yansımalarıdır. Bu olaydan kimler nasıl ders aldığı nasıl etkilendiğidir.
Kuşkusuz iki kutuplu dünya şartları ile küresel dünya şartlarında İran’ın etkiler farklı olmuştur. Uluslar arası dengelerde bu fark daha belirgindir. Ekonomik ve diplomatik ilişkilerde bunu gözlemek daha kolaydır. Devletler her şartta çıkarlarına göre davranmışlardır. Açık veya gizli olmak üzere işlerine geleni yapmışlardır.
Ancak kültürel açıdan İran İslam devriminin etkiler uluslar arası ilişkiler gibi kolay olmamıştır. İran İslam devriminden insanlar doğrudan etkilenmişlerdir. Her gün İran konusu bilinçle işlenmiştir. Radikal İslamcılarından başka herkes olanlara koru ve endişeyle bakmıştır. Müslüman olmayan kesimler de ‘’İran Devriminin negatif etkilerini fırsat bilip’’islam’ı yargılamışlardır. Şeriat ile yönetilmeyen müslüman kesimler ise İran rejimi korkusuna girmiştir. Bu pozisyondan faydalanan bütün kesimler ve her yerde durumdan vazife çıkartıp kışkırtıcılıktan geri durmamıştır.
Bazı sosyalist ve komünistler de bu süreçten nasiplerini aldılar. Devrim sürecine katılan başta komünist partisi ‘’TÜDH’’e stratejik hata yaptığı suçlamasını yaptılar. Bir halk hareketine sosyalistlerin kayıtsız kalamayacağı ve mücadeleden kaçmayacağı gerçeğini göz ardı ettiler. Devrimde oynanan rol yerine ‘’Mollalara güvendikleri’’ dolayısıyla yanlış yaptıkları gibi olayı basite indirgediler. Bu sapma ile ‘’Dincilik’’korusuyla akıl travmasına tutuldular. Bu korkuyu aşamayınca hedeflerinden ve yapmaları gerekenlerden çoğu yerde ve farkında olmadan koptular. Bu bakış İsrail-filistin savaşında karşımıza çıkmıştır, küçük ölçeklerle de Lübnan-Suriye ilişkilerinde de görülmüştür. Hak ve adalet arayışlarının kavgasını görecekleri yerde radikal İslam korkusuna kapıldılar.
Ülkemizde durum bundan farklı değil. Dinsel yönü olan her iktidar döneminde ülke ‘’şeriata gidiyor, İran gibi oluyoruz’’yaygarası koparılıyor. Sünni inanç guruplarının her hak talebi abartılıyor. Amacını aşan noktalara çekiliyor. Ceberut vesayet rejiminden beslenenler ‘’şeriat’’korkusu arkasına gizlenerek kitle tabanı oluşturmaya çalışıyorlar. Sivil siyasete baskı yapıyorlar. Çağdaş bir demokrasi arayışını engellemek istiyorlar.
Dünyanın en büyük 20 ekonomisi içindeyiz. Ekonomimiz dünya şartlarına uyum sağlama sürecine girmiş, dış dünya ile örtüşmüştür. Böyle bir durumda kapalı ve şeriat politikalarını kim nasıl ikame edebilecek. Ekonomiyi ayakta tutabilecek. Başta aydınlar demokratlar dürüst inanç gurupları meydanı boş mu bırakacak. Küresel dünyanın karşılıklı bağımlılığın arttığı bir zamanda ve bunun içinde olan bir ülkeye öyle kolay şeriat gelir mi?
Kürtlerin kimlik hakları kapıya dayanmışken, aleviler ve diğer inanç guruplarının talepleri artık ertelenemez hale gelmişken totaliter rejim arayışı gerçekçi olabilir mi? Bunu kimler nasıl başaracak. Bunların hepsi hayal ürünüdür. Bunu söyleyenlerin asıl amacı eski durumu muhafaza etmektir. Bu güne kadar demokrasiye engel olan ve yasadışı işler yapmış, devleti arkasına almış bazı suçluların yargılanmalarını zorlaştırmaktır.Elden gelir ve mümkün olursa engellemektir.Yenilenme ve değişim rüzgarını ters çevirmektir.
Biliyoruz ki,‘’Her gün yeni bir gündür’’ tarih tekerrür etmez. İran rejimi eski biçimde ve şekilde ülkemize uydurulamaz. Kötü şeyler insanların yapacağı hatalara bağlıdır. Türkiye artık çok yol aldı. Mühendislik projelerinin kolay yer bulacağını sanmıyorum.
3 Ekim 2010
Mkose1955@hotmail.com
İran İslam devrimi yakın tarihin önemli olaylarındadır. Monarşist diktatör Şah Rıza Pehlevi’nin iktidarı 1979 yılında kanlı bir halk ayaklanmasıyla yıkıldı.
Sosyalistlerin, komünistlerin, sosyal-demokratların, demokratların, aydınların ve dincilerin sokağa dökülmesiyle zorba Şah yurtdışına kaçmak zorunda kaldı. Daha sonra, uzun süreden beri yurt dışında mülteci olarak yaşayan Ayetullah Hümayni’nin önderliğinde ‘’Şii mollalar’’ iktidarı ele geçirdi. İktidarı ele geçiren mollalar, Şah’a karşı ayaklanan ve kendilerinden olmayan kesimleri yine kanlı bir şekilde tasfiye ettiler. Hatta o zaman 70 yaşının üzerindeki komünisti partisi ‘’Tüdeh’’in lideri olan Kiyanuri’yi bile asmaktan geri kalmadılar. Kapalı ve katı olan ‘’molla’’rejimi yaklaşık 30 yıldır devam ediyor.
İran İslam devrimini ilk günden beri anlamak kolay olmamıştır. Bu devrime karşı olan bütün kesimler kirli bilgilerle ortalığı karıştırdılar. Oysa İran İslam devrimi kendi tarihinden kaynaklı, ekonomik sosyal siyasal ve kültürel sebeplerinin toplamından olmuştur. Bununla beraber ve aynı zamanda dönemin uluslar arası dengelerinin etkiliyici olduğunu düşünebiliriz. Ayrıca iki kutuplu dünya dönemine denk düşen İran’a, başta ABD olmak üzere batının ‘’müthiş bir mühendislik projesinin ‘’de aktif bir rol aldığını biliyoruz. Yıpranan Şah’ın yerine ilericilerin ve dolayısıyla Sovyetler Birliğinin etkin rol alacağını her kes biliyordu. Mollaları tercih etmek herhalde batı için daha önemliydi. Şah ölmeden önce Mısırda sürgündeyken bir gazeteye verdiği‘’ ABD’yi değil generallerimi dinleseydim şu an Tahran da olurdum’’ beyanatı hayli ilginç olmalı.
İran İslam devrimini bütün yönleriyle ve zamanın şartlarını göz önünde tutarak anlamak gerekiyor. Bir makale yazısı buna yetmez. Dolayısıyla asıl yazı amacım daha farklıdır. Asıl amacım İran İslam devriminin zaman dilimi içindeki yansımalarıdır. Bu olaydan kimler nasıl ders aldığı nasıl etkilendiğidir.
Kuşkusuz iki kutuplu dünya şartları ile küresel dünya şartlarında İran’ın etkiler farklı olmuştur. Uluslar arası dengelerde bu fark daha belirgindir. Ekonomik ve diplomatik ilişkilerde bunu gözlemek daha kolaydır. Devletler her şartta çıkarlarına göre davranmışlardır. Açık veya gizli olmak üzere işlerine geleni yapmışlardır.
Ancak kültürel açıdan İran İslam devriminin etkiler uluslar arası ilişkiler gibi kolay olmamıştır. İran İslam devriminden insanlar doğrudan etkilenmişlerdir. Her gün İran konusu bilinçle işlenmiştir. Radikal İslamcılarından başka herkes olanlara koru ve endişeyle bakmıştır. Müslüman olmayan kesimler de ‘’İran Devriminin negatif etkilerini fırsat bilip’’islam’ı yargılamışlardır. Şeriat ile yönetilmeyen müslüman kesimler ise İran rejimi korkusuna girmiştir. Bu pozisyondan faydalanan bütün kesimler ve her yerde durumdan vazife çıkartıp kışkırtıcılıktan geri durmamıştır.
Bazı sosyalist ve komünistler de bu süreçten nasiplerini aldılar. Devrim sürecine katılan başta komünist partisi ‘’TÜDH’’e stratejik hata yaptığı suçlamasını yaptılar. Bir halk hareketine sosyalistlerin kayıtsız kalamayacağı ve mücadeleden kaçmayacağı gerçeğini göz ardı ettiler. Devrimde oynanan rol yerine ‘’Mollalara güvendikleri’’ dolayısıyla yanlış yaptıkları gibi olayı basite indirgediler. Bu sapma ile ‘’Dincilik’’korusuyla akıl travmasına tutuldular. Bu korkuyu aşamayınca hedeflerinden ve yapmaları gerekenlerden çoğu yerde ve farkında olmadan koptular. Bu bakış İsrail-filistin savaşında karşımıza çıkmıştır, küçük ölçeklerle de Lübnan-Suriye ilişkilerinde de görülmüştür. Hak ve adalet arayışlarının kavgasını görecekleri yerde radikal İslam korkusuna kapıldılar.
Ülkemizde durum bundan farklı değil. Dinsel yönü olan her iktidar döneminde ülke ‘’şeriata gidiyor, İran gibi oluyoruz’’yaygarası koparılıyor. Sünni inanç guruplarının her hak talebi abartılıyor. Amacını aşan noktalara çekiliyor. Ceberut vesayet rejiminden beslenenler ‘’şeriat’’korkusu arkasına gizlenerek kitle tabanı oluşturmaya çalışıyorlar. Sivil siyasete baskı yapıyorlar. Çağdaş bir demokrasi arayışını engellemek istiyorlar.
Dünyanın en büyük 20 ekonomisi içindeyiz. Ekonomimiz dünya şartlarına uyum sağlama sürecine girmiş, dış dünya ile örtüşmüştür. Böyle bir durumda kapalı ve şeriat politikalarını kim nasıl ikame edebilecek. Ekonomiyi ayakta tutabilecek. Başta aydınlar demokratlar dürüst inanç gurupları meydanı boş mu bırakacak. Küresel dünyanın karşılıklı bağımlılığın arttığı bir zamanda ve bunun içinde olan bir ülkeye öyle kolay şeriat gelir mi?
Kürtlerin kimlik hakları kapıya dayanmışken, aleviler ve diğer inanç guruplarının talepleri artık ertelenemez hale gelmişken totaliter rejim arayışı gerçekçi olabilir mi? Bunu kimler nasıl başaracak. Bunların hepsi hayal ürünüdür. Bunu söyleyenlerin asıl amacı eski durumu muhafaza etmektir. Bu güne kadar demokrasiye engel olan ve yasadışı işler yapmış, devleti arkasına almış bazı suçluların yargılanmalarını zorlaştırmaktır.Elden gelir ve mümkün olursa engellemektir.Yenilenme ve değişim rüzgarını ters çevirmektir.
Biliyoruz ki,‘’Her gün yeni bir gündür’’ tarih tekerrür etmez. İran rejimi eski biçimde ve şekilde ülkemize uydurulamaz. Kötü şeyler insanların yapacağı hatalara bağlıdır. Türkiye artık çok yol aldı. Mühendislik projelerinin kolay yer bulacağını sanmıyorum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder