2 Nisan 2011 Cumartesi
Ayhan Çarkın hadisesi üzerinden sözün özü...
Celalettin CAN
2 Nisan 2011
Ayhan Çarkın adlı bir zamanların “devlet katili” bir süredir itiraflarda bulunuyor. “Öldürdüm” diyor, "100-200 değil, 1000 kişi öldürdüm” diyor. Kimse de dönüp “ ne diyorsun?” diye kendisine sormuyor. En sonu lütfedip Mahkeme ifadesini aldı ve salıverdi. Tutuksuz yargılanacak. Adam yüzlerce kişinin katili olduğunu itiraf ediyor, gerçeğinde bu olduğuna dair ciddi emareler var, ama mahkeme onu tutuksuz yargılıyor, salıveriyor. Anlaşılır gibi değil, en azından güvenliği için tutuklamak gerekmez mi! Ne gezer?
Ayhan Çarkın hadisesi nedir, hangi ilişkiler bütünlüğü içinde açıklamak gerekir, bunun bir ölçüde açıklığa kavuşturulması bile 1990-96 yılları arasında devleti yöneten güçlerin Türk ve Kürt halklarına neleri, ama neleri reva gördüğünün ayırdına varmak için yeterlidir.
O’nun macerası 1989 sonlarında Devrimci Sol liderlerinin firar etmesiyle başlar. Firarın üzerinden birkaç aylık gibi çok kısa bir süre bile geçmeden İstanbul’da şok silahlı eylemler birbirini takip etmeye başladı. Öyle ki eylemler süratle egemen oligarşinin tüm kesimlerine yöneldi. Özal’ın MİT’i sivilleştirme programında yer alan Hiram Abas’ın öldürülmesi ile başlayan dizilerce silahlı eylemle, İstanbul Emniyet’inin üst düzey polislerinden, sokaktaki polise, cumhuriyet savcılarına, generallere, Amerikan görevlilerine kadar her kesime vurulmaya başlandı. Hiçbir dolaylı ittifak, yedekleme, karşı tarafı tereddüde düşürme, kademeli ilerleme kaygısı güdülmeden geliştirilen silahlı eylemlilik karşı tarafı süratle birleştirdi. “Kirli savaşı” ülkenin dört bir yanına yaymanın gerekçesini hazırlamak için ilk elde hep beraber Devrimci Solu boğmak için fırsat kollamaya başladılar.
Bunun silahlı altyapısı da hazırlanmıştı. 1991 Haziran’ında ‘İstanbul Emniyeti bünyesinde on kişilik bir intihar timi kurulduğu’ biçiminde küçük bir ara haber Aydınlık sayfalarına sızacaktı. En sonu Özal’ın oğlu’nun düğün salonuna konan bombanın bizzat kendileri tarafından patlamadan ihbar edilmesi bile Özal’ın yükselen tansiyonunu düşürmeyecek, “ Teröristleri yok edin” emri Hürriyetin sekiz sütuna manşetinde yer alacaktı.
12 Temmuz 1991 Operasyonu ile Devrimci solun son derece değerli 10 yönetici kadrosu öldürülecekti. Bu tarihte başlayan yargısız infazlar 1993 yazına ortalarına kadar kesintisiz sürecek, yüzlerce Devrimci solcu’nun yaşamının noktalanmasıyla sonuçlanacaktı.
İşte Ayhan Çarkın söz konusu yargısız infazları gerçekleştiren on kişilik timin kilit elemanlarındandı. Bu tim girdiği her evde kimseyi sağ bırakmama, sağ teslim almama biçimindeki “devlet politikasını” en üst düzeyde uygulaması ile ünlenmişti. Devrimci sol İstanbul’da örgüt zayıf düşürülüp gelişmesi kontrol altına alınınca, “321 devlet katiliyle” Kürt coğrafyasındaki kirli savaşta da uğursuz rolünü oynayacaktı. Kanlı yolculuk, Susurluk süreci ile "doyuma ulaşarak" duralayacaktı.
Anlaşılacağı üzere Ayhan çarkın 1990-96 kanlı döneminin ürünü boğazına kadar kirli bir kontrgerilla tetikçisi. 1990’lı yılın başı gelip çattığında Ülkenin batısında sınırlı bir güce dayalıda olsa “ses getirici”silahlı eylemlerle parlayan güçlerin başında Devrimci Sol gelmekteydi. Bölgede ise, köy yakma ve zorla göç dahil, her türlü işkence ve baskı politikasına rağmen halklaşarak yükselen güç PKK’idi. Kürtlere karşı kirli savaş açmaya ve PKK’yi yok etmeye hazırlanan oligarşik/militarist güçler ilk elde cephe gerilerini güvence altına alma yoluna gitmişlerdi.
Türkiye solunun radikal eğilimlerini tasfiye etme ve kontrol politikası üzerinden büyük kent merkezlerinde kendini güvence altına almayı amaçlayan egemen faşist/militarist oligarşi, 1992-93’den itibaren kirli savaşı tüm ülkeye, bölgeye yayacaktı. Genel kurmay başkanı İngiltere’den binlerce Kürt yurtseverinin ölüm listesi ile dönmüştü. Ayhan Çarkın’ın içinde bulunduğu tim, daha bir çok timle ve çeteyle birlikte 1996 Kasımına kadar 24 saat yargısız infaz yapacaklardı.
Batıda her türlü radikal sol eğilimi tasfiye etme, kontrol altına alma, giderek anti- Kürt savaş politikası doğrultusunda manipülasyon(yönlendirme) politikası benimsenmişti. Büyük kent merkezlerine göçertilen milyonlarca Kürt kitlelerin Türk kardeşlerinin dayanışmasının, Kürt-Türk kardeşliğini hedefleyici ittifak elinin kendilerine uzanmasın önünün daha baştan kesilmesi hedeflenmişti.
Türkiye solu üzerinden halkların kardeşliğinin inşa edilmesini engelleme yollu politika başarılı oldu mu? Bu ayrı bir yazı politikası olabilir, ama yine de yaşanan sürece bakıldığında bir fikir edinilebilir.
Türkiye soluna düşen somut siyasi görev ise egemen sınıflar neyi engellemek istiyorlarsa en çok o noktadan vazgeçmemektir. Bu halkların kardeşliğini ve devrimci dayanışmada yoğunlaştırmaktan başka bir şey değildir.
30 Mart 1972’de Denizleri İpten almak için Kızıldere’de ölmeye giden Mahirlerin Devrimci dayanışma söylemiyle anıldığı bugünlerde, devrimci dayanışmanın derin anlamı sivil itaatsizlik günlerinde Kürt halkıyla dayanışmaktır. Emperyalizm, neo liberal politikalar,yoksulluk, cinsiyetçilik, militarizm ve darbecilik karşıtı Çadırları, Demokratik Çözüm Çadırları’nın yanı başında konuşlandırmaktır. Katledilmelerini adeta sıradanlaştırdığı devrimciler ve yurtsever halk için dönemin eli kanlı muktedirlerine karşı bir kaç laf etmektir. Hakikat komisyonları ile gerçeği ve adaleti aramaktır.
Sözün ve eylemin güncel ve somut özü budur!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder