30 Nisan 2011 Cumartesi
SURİYE - TÜRKİYE - KÜRTLER
Mihrac Ural
30 Nisan 2011
Benimki bir öneri. Bu öneriyi Arap aydınları da yoğun olarak seslendirmeye başladı. Türkiye, Erdoğan’ın “One Minute” çıkışıyla kazandığı prestiji, Araplara karşı sürdürdüğü ikiyüzlü politikalarıyla inanılmaz bir hızla tüketti. Libyalı kadının bu ikiyüzlü politikaya “ sen de ar yok mu?” diyerek verdiği sert yanıt, diğer Arap ülkelerinde ve aydınlarında da sedasını bulmakta gecikmedi.
Osmanlı aklının, İttihatçı geleneğin, NATO’ya bağımlılığın bir uzantısı olarak değişmeden bu güne gelen ikiyüzlü dış politika, son olarak Suriye olayları karşısında oynanan çirkin oyunlarla sırıtmaya başladı. Türkiye, komşumuz Suriye’ye bir yandan “dost, kardeş” derken, diğer yandan eli kanlı terör örgütü Müslüman Kardeşler Hareketine konferans, basın açıklaması, TV programlarıyla destek vererek ikiyüzlülüğünü sergiliyor. Suriye halkı bu iğrenç tutumları tiksintiyle yorumluyor ve Osmanlıdan, Bağdat paktına, İsrail-Arap savaşlarında, İsrail’e verilen desteklere kadar, tarihteki kirli sayfaları hatırlatıyor.
Arap aydınları bu ilkesizliği karşı Suriye’nin Kürt özgürlük hareketine, ilkeleriyle uyumlu olan, direnme çizgisiyle tutarlı olan, Filistin örgütlerine tanıdığı barışçıl bir basın bürosu açma önerisi getiriyor. Bunun en tutarlı ve en ilkeli cevap olduğunu söylüyor.
Bu öneriyi okurlarımla paylaşmayı bir sorumluluk görüyor ve destekliyorum.
***
Suriye’nin handikabı Kürt sorunudur diye, ısrarla yazdım. 7 Nisan 2011 tarihli “SURİYE’NİN HANDİKABI” başlıklı makalemde, Suriye’deki Kürt halkının haklı taleplerine ve bunun Suriye yönetimi tarafından acilen yerine getirilmesi üzerinde durdum. Kimliksiz Suriyeli Kürtlere kimlik hakkının tanınması için başlayan ıslahat çabalarının önemine ve daha da ileri gidilmesine işaret ettim. 1962 sayılı kanun’un yeniden yürürlüğe geçerek yüz binlerce kimliksiz Suriye Kürt’ünün vatandaşlık hakkını kazanmalarıyla açılan demokratikleşme sürecinin devamı üzerinde durdum. Suriye yönetimi, bu eksikliğin bilincinde olarak, genç başkanı Beşşar Esad’ın onayıyla başlayan reformlar önemli bir adım olduğuna işaret ettim. Bunun etkilerinin Suriye Kürt halkı indinde coşkuyla karşıladığını belirttim.
Suriye Kürtleri tarihini ele aldığım söz konusu makalede, Kürt halkıyla ilgili olarak, iki devlet, yani Türkiye ve Suriye arasındaki farklılıkların da altını çizdim. Söz konusu makalemde Bir alt başlıkla şunları yazdım:
“KÜRTLER ve İKİ DEVLET İKİ FARKLI DURUŞ
Suriye, 17 Nisan 1947’da bağımsız bir devlet oldu. O güne dek, Osmanlının hükmü altında 400 yıl, sömürge bir feodal eyalet olarak yaşamıştı. I. Paylaşım savaşı ardından 20 yılı aşkın bir süre de Fransız mandası altında sömürge bir ülkeydi.
Bu haliyle, genç Suriye devleti, bölgedeki devletlerle karşılaştırılması mümkün olmayan Kürt gerçeğiyle ilişki halinde oldu.
Osmanlı zulmü ve Türkiye’de Cumhuriyetle başlayan kıyımın hiçbir düzeyi, Kürtlerle Suriye arasında yaşanmamıştı. Cumhuriyetin ırkçılığa varan baskıları, 19 Kürt ayaklanmasıyla cevaplanırken, Suriye’de Kürtlerin bir mantar tabancası dahi patlatmamış olması bu gerçeği anlatmaya yeterlidir.
Ülkemizde Kürt özgürlük hareketinin ağırlıklı kadro ve militanlarının Suriye kökenli Kürtlerdir. Ölümlere meydan okuyan bu gerileler, Suriye’de silahlı mücadeleye başvurmamıştır. Zaman zaman Kürtlerle Suriye yönetimi arasında ya da Arap aşiretleriyle gerginlikler yaşansa da kayda değer bir çatışma bile olmamıştır. Akli şahsiyetlerin müdahalesiyle irili ufaklı yerel sorunların çözülebilmesi bu ilişkilerin barışçı çizgiyi koruyan bir duyarlılığa sahip olduğunu göstermiştir.
21 Mart 2011 Newrozu’nun ortaya koyduğu barış ve birlik havası bu çizginin yoğunlaşmasına da bir işarettir. Son haberde Newroz bayramının Suriye de resmi bayram ilan edileceğidir; ülkemizde büyük acılar, kanlı kıyımlar, işkence, zindan ve sürgünlerin gölgesinde kalmış, iki yüzlü ahlaksızlığın tipik simgesi olarak Newroz bayramını “Türklük aleminin bayramı” diye, resmi bayram ilan edilmesini hatırladıkça, iki ülkenin nasıl da iki ayrı aflıyla aynı soruna yaklaştığını görmek güç olmasa gerek.” ( Mihrac Ural, 7 Nisan 2011 tarihli “SURİYE’NİN HANDİKABI” başlıklı makale;
http://anonymouse.org/cgi-bin/anon-www.cgi/http://mirural.blogspot.com/
Bu makalemden birkaç gün sonra da Newroz, Suriye’de resmi bayram olarak ilan edildi. Bu olumlu gelişmeler, bir kez daha Kürt halkının Suriye vatanında Arap halkıyla çok daha güçlü olacağı açıktı. Kürtlerin ötelendiği bir Suriye’nin güçsüz olacağı, tersinin de doğru olduğunu dile getirdim,
Yakın gözlemlerimin, çevre ilişkilerim hatta, Suriyeli ve Türkiyeli Kürt hısım ve akrabalarımdan da aldığım tüm mesajlar, Kürt halkının ve özellikle PKK gönüllüsü, bilinçli Kürt siyasal temsilcilerinin Suriye’nin direnme hattından yana açık ve net tutumları olduğun biliyorum. Kürtler, Suriye’nin gericilik elinde kaosa sürüklenmesini istemeyen, haklarını barışçıl olarak elde etmek isteyen ve Suriye vatanlarında dış güçlere, siyonizme omuz omuza direnmek isteyen dev bir güç olduğu tartışmasız bir gerçektir. Kürtler bunu şu sözlerle açıkça dile getirmektedir “bizim yol haritamız, sorunlarımızı, demokrasi ve özgürlüğün gerektirdiği barışçıl yol ve diyalogla aşmaktır. Bu topraklarda Kürtlerle Araplar hiçbir zaman kanlı çatışmalara düşmemiştir, bundan sonra da düşmeden sorunları çözecektir” (Agm)
SURİYE’NİN BÖLGEDEKİ KONUMU
Suriye, bölgemizin bir direnme gücüdür. Suriye için kim ne derse desin, gerçekleri teslim etmek gerekirse bu, Suriye’nin bir direnme etkinliği olarak bölgede yar aldığı açıktır. Gerici Arap medyasının bire bin katarak yaptığı yaygaraya rağmen, gerçekleri yerinde gözleyen biri olarak,ne verilen rakamların ne de iması yapılmak istenen o yalan bir kurgu olan “patlama” iddiasının doğru olmadığını söylüyorum. İlerici, demokrat, komünist, muhalefetin liderlerince de yapılan açıklamalardan ortaya çıkan gerçek, Suriye yönetimin yaptığı reformların çok olumlu bir adım olduğu, eli kanlı silahlı şebekelerin, yapılan ıslahatlara nefes aldırmak istemedikleri, önünü kesmek için çırpındıklarını açıkça dile getirmeye başladıklarıdır. Bunun üzerine komplocu dış güçlerin bir maşası olan bu gerici, eli kanlı şebekelerle ortak olmamak için gösterilerle ilişkilerinin olmadığını açıklayıp durmaktadırlar; “Fırsat tanımalıyız, bu adımların önünü kesip dış güçlere alet olmamalıyız” diye medyada açıkça görüşlerini ilan etmektedirler. Bu gelişmeler, Suriye’ye hangi karanlık güçlerin neyi nasıl kullandığını da göstermeye yeterlidir. Bu daha çok demokrasi ve özgürlük adımlarının atılmasını gerektiriyorsa da öyledir.
Suriye, devlet bazında bölgenin, Amerika’ya, İsrail ve Arap gericiliğini dayatmalarına boyun eğmeyen tek güç olduğu bölgenin tüm devrimci direnme güçlerince de onaylanmıştır. Bunun son adımı, Lübnan halkının istisnasız tüm direnme güçleri ve Filistin halkının direnme güçlerince yapılan toplantıda ilan edilmiştir. Bu toplantıda yer alanların listesi bir çok gerçeği anlatmaya yeterlidir.
Katılımcı örgütler şunlardı;
“Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, FHKC-Genel Komutanlık, Direniş Cephesi, Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi ,Hamas Örgütü ve Cihad adına Filistin Müttefik Kuvvetlerini temsilen Muhammed Yasin. Hizbullah (İslami Direniş Hareketi)-Hasan Nasrullah adına Nuwaf Musavi.Emel Hareketi-Nebih Berri adına (Lübnan Parlemento Başkanı) Ali Hasan Halil., Hıristiyan Aydınlar-Karim Bakradoni (Eski Bakan), İli Firzli (Eski Parlemento Başkan Yardımcısı), Bşara Mırhic (Eski Bakan). Caferi Mezhebi Müftüsü-Şeyh Ahmed Kabalan. Kudüs Mescidi İmamı-Şeyh Mahir Hammud. Alevi Meclisi Üst Konseyi. Demokratik Arap Partisi-Ali İd. Filistin Yurtseverler Kongresi-Salah Dakmak. Dürzi Birlikçiler-Şeyh Nebih Aridi. Demokratik Nasırcı Birlik Hareketi-Mustafa Hamdan. Filistin Yerel Halk Komiteleri-Süleyman Abdulhedi. Filistin Kadın Hareketi-Dr. Rabia Sabban. Filistin Gazeteciler ve Yazarlar Birliği-Dr. Heysem Abu Ğazlan. Arap Ulusal Suriye Partisi-Merwan Fares.”
(Şerif Yılmaz’ın 18 Nisan 2011 tarihli “SURİYE’YLE BÜYÜK DAYANIŞMA” başlıklı makalesi http://anonymouse.org/cgi-bin/anon-www.cgi/http://mirural.blogspot.com/ )
Suriye, bölgenin tüm devrimci güçleri için güvenli bir limandır. Filistin direnme örgütlerinin yüzüne tüm kapılar kapatılmasına karşın onları ülkesinde misafir eden Suriye idi. HAMAS lideri Halid Meşal, tüm Filistin örgütleri adına bunu, 2 Nisan 2011 tarihinde yapılan basın açıklamasında, şöyle dile getirdi "Arap ülkeleri ve liderleri en zor koşulları yaşadığımız bir kesitte kapılarını yüzümüze kapatıp İsrail’e hizmet ederlerken, kapıları sonuna kadar bize açan tek ülke Hafız Esad ve ondan sonra Beşşar Esad yönetimindeki Suriye olmuştur. Bu ülkenin yönetimine saldırmak, halkı din ve mezhep kışkırtıcılığıyla birbirini kırdırmaya çağırmak, İsrail’e hizmetten başka bir şey değildir.”
Bu gerçekler on yıllardır, Kürt siyasi liderleri kadar tüm Arap devrimci kamuoyu tarafından da paylaşılan gerçeklerdir. Bu konuda şüphe götüren bir yan yoktur. 12 Eylül karanlık rejimi döneminde Sayın Öcalan’ın ağzından, kendi evimde de yüzlerce kez duyduğum sözler de bun gerçeğin tekrarıydı; “Ortaya koyduğu destekle, gösterdiği misafirperverlikle Suriye’ye her zaman vefa borcumuz olacaktır”, “Suriye’nin bize yaptığı katkı ve misafirperverliğine vefa borcumuz vardır. Bu ülke bizim için en karanlık dönemde bir güvenilir limandı”. Buna benzer çok daha güçlüce ifade elden dostluk ifadelerinin bu gün için de her Kürt özgürlük mücadelecisi için geçerli olduğundan hiç kuşkum yoktur.
Kürt özgürlük hareketi ateşini yakarken, Suriye tüm Kürtlerin kaderinde güvenli bir liman rolü oynadı. Kendimin bildiği yardımlar ise burada açıklanmayacak kadar çoktur. Bu doğrultuda, Kürt özgürlük hareketi ve bizler, Başkanlık konseyi başkanı Murat Karayılan ve benim de katıldığı etkin, fili askeri eylemlerle bu dostluğun gerçekçi ifadelerini ortaya koyduk. Eli kanlı gerici güçlere karşı, ilkelerimize bağlı olarak omuz omuzu mücadele ettik.
Bu tarih içinde, PKK sempatizanı bir dizi Kürt milletvekilinin Suriye parlamentosuna seçildiğini ve ülkemizdeki özgürlük hareketinin o zorlu günlerinde yapılabilecek her katkının sunulduğunu belirteceğim.
Bütün bunlar Kürt halkının iradesini temsil eden önderliklerin, Suriye’nin direnme hattıyla iç içe olduğunu gösteren verilerdir. O gün, o gündür gibi söylemlerle, dünün bu tutumlarını ikircimli saymak, tartışmak abesle iştigaldir. Dünkü duruş, bu güne gelen tüm değişimlere rağmen ilkelerin duruşu olarak aynıyla sürdüğünü biliyorum. Dünü bu güne taşıyan mesaj da burada yatmaktadır.
SURİYE –TÜRKİYE İLİŞKİLERİ
2000 yılı itibariyle Suriye lideri Hafız Esad’ın ölümü üzerine (10 Haziran 2000), liderliğe gelen Beşşar Esad’ın reform girişimlerini müteakiben Türkiye ilişkileri de yen bir boyut kazandı. Ortadoğu da rol verilmesi gündeme gelmiştir. Bu adım, Türkiye’ye önemli bir fırsat yaratmıştı. Türkiye, bölgeden dışlanmış bir ülke olarak, özellikle Mısır gibi her zaman rekabet halinde olduğu bir ülkenin varlığında bölgeye girme umutları gerçek olmamıştı. Suriye bu kapıları açan ülke oldu; İslam Ülkeleri Konferansı başkanlığına bir Türk’ün (İhsan Ekmeleddinoğlu) getirilmesinde temel rol oynadı. Bu kapıdan giriş yapan Türkiye’ye, Suriye yeni destekler sundu. İsrail’le, barış görüşmeleri için güvenilir ülke olarak dolaylı görüşmelere sokuldu. Bu gelişmeler, ne Türk diplomasisinin ne de medyasının yalan kurgularıyla söylediği gibi Türkiye’nin gücüyle gerçekleşmemişti. Bu tamamıyla Suriye kanalından gerçekleşti. Bunun da temelleri Arap üçlüsünün dağılması sonucuydu; Arap üçlemesi, Suudi Arabistan, Mısır ve Suriye’nin oluşturduğu ve uzun yıllar Arap alemini yönlendiren birlikti.
Bölgemiz üzerine yazdığım onlarca yazıda bunları da tek tek ayrıntılarıyla dile getirdim. Mısır, Suudi Arabistan, Suriye üçlemesi diye bilinen birlik, Lübnan savaşı (12 temmuz 2006) ve Gazze savaşında (27 Aralık 2008 - 18 Ocak 2009), Arap gericiliğinin, özellikle Suudi Arabistan ve Hüsnü Mübarek liderliğindeki Mısır’ın İsrail’e destek vererek her türden direnmeyi kırması için kışkırtması, bu birliği dağıtmıştı. Basına yansıyan İsrail’e destek mektuplarında, Suudili, Mısırlı yetkililerin imzası vardı (Bu gün Suriye olaylarında adı geçen Suudili prens Bender bin Sultan, bu kirli işlerin başrolündeydi).
Suriye, bedelini bu güne kadar ödediği direniş ilkesine sarılarak, bu çirkin ve arkadan hançerlemeyi ifşa edip, sert tavır aldı. Lübnan ve Filistin direnme hareketlerini sonuna kadar destekleyeceğini açıkladı. Arap gericiliğini, “Yarım adamlar” olmakla suçlayıp yerdi. Bu gelişmenin öncülü, Suriye’nin, Irak savaşında, Amerika’ya ve onun ortağı Arap gerici güçlerine karşı aldığı tutumla başladı. Tüm Arap gericileri, Amerika uşağı olarak Irak’a saldırıyı desteklerken, Suriye Irak direnişinin yanında oldu. Saddam diktatörlüğünden her türlü kanlı eyleme muhatap olan Suriye, bu savaşta ilkeli davranmış savaşın haksız bir savaş olduğunu ilan ederek tepki göstermişti.
Aynı Suriye, başta Kürt siyasi örgütlenmelerine, Saddam diktatörlüğüyle savaşlarında her türlü desteği veren ülkeydi. Onlara ev sahipliği yaparak, desteklenmişti. Suriye’nin bu duruşunu, başta bu günün Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani “Suriye Ebiye” (ilkeli, onurlu, koruyucu Suriye) diyerek, her zaman şükranla övmüştür. Ayın şeyi 12 Eylül askeri faşist darbesi ardından, Suriye’ye sığının Kürt liderleri de haklı olarak dile getirdi. Sayın Öcalan’ın vefalı sözlerini ise yukarıda aktarmıştım.
Bütün bu veriler, Kürt halkıyla Suriye arasındaki içten bağlara birer işaret olarak belirdi.
SURİYE – KÜRT İLİŞKİSİ
Ancak, Türkiye Suriye ilişkileri farklı bir boyut alınca, Türkiye’nin “iyi niyetine” inana Suriyeli yetkililer, Kürt haklı siyasi temsilciliklerine karşı soğuk davranışları gündeme geldi. Hiçbir aşırılığı olmamasına rağmen (Kürt özgürlük hareketinin ağırlıklı kadroları Suriye Kürtleri olması bile bunu göstermeye yeterlidir. Bunun ne anlama geldiğini siyasetle ilgili herkes iyi bilir), gündeme gelen bu eğilim, komşusu Türkiye’nin iç işlerine karışmama gibi bir ifadeyle savunuldu. Gerçekte de Kürt özgürlük hareketi kendi bağımsız siyasetini Suriye’ye rağmen, her koşulda savunun ve bundan kimsenin kuşkusu olmayacak bir tutarlılıkta yürümüştür. Bu gün Kürt özgürlük hareketinin tüm Kürtlerin desteğini alan gelişiminin de gösterdiği bu gerçektir. Suriye, Kürt özgürlük hareketiyle bağlarını yanlış bir şekilde öteledi. Bu önemli bir hataydı. Bu satırların yazarı bunu her alanda yazılı olarak da açıkça dile getirdi. Kürt halkının gücünü öteleyen yanlış yapar dedi.
Bu türden eleştirilerimize rağmen, Suriye’nin Türkiye ilişkisini halkların birbirine açılımı ve komşuluk ilişkilerinin barışçıl konumu için desteklenmesinin yanlış olmadığını belirttik. Suriye’nin bu ilişkiden Kürt halkına karşı Türkiye tarzı bir etkilenme içinde olmaması gerektiğini de sık sık dile getirdik. Yıllar önceki yazılarımızda bunlara yoğun olarak yer verdik. Biliyorduk ki, Kürt halkı Suriye’nin direnme çizgisinde dayanacağı en önemli ve en dinamik güçtü. Kürt haklı da dün olduğu gibi, bu gün de ezici çoğunluğuyla bu tutumu sürdürmektedir. Suriye’de gelişen olayların Kürt halkı tarafından arkadan hançerleme olarak kullanılmaması bunun en iyi göstergesidir. Suriye’de yapılan reformları Kürt halkı herkesten çok destekleyen kesim olması da bunu gösteriyor. Kürt halkı, Suriye üzerine oynanan karanlık amaçlı komplolara karşı duyarlı olması, bu halkın tutarlı dostluğuna ve siyasal duruşlardaki yoğun algılarına bir işarettir.
ŞAM’DA EKSİK OLAN KÜRT BÜROSUDUR
Suriye’de ortaya çıkan protestolar, çapı ne olursa olsun, medya abartması, eli kanlı gerici terör örgütleri ve Amerikan, İsrail, gerici Arap komploları olup olmaması bir yana, Türkiye bu gelişmeler karşısında ahlaksızca, iki yüzlü bir politika sergilemiştir.
Türkiye’nin “kardeşimiz, ortağımız “ dediği Suriye’ye karış, eli kanlı terör örgütü Müslüman Kardeşler Hareketini desteklemesi, bölgenin tüm aydınları, devrimci demokratları ve Suriye halkı tarafından tiksintiyle gözlenmiştir. “Komşularla sıfır sorun” diye kamuoyuna yutturulan, ancak, Libya’da ortaya çıkan, Bahreyn’de de açıkça tekrar eden ikiyüzlü politika Suriye’ye karşıda tekrar sahnelendi.
1 Nisan 2011 Cuma günü, İstanbul’da, eli kanlı terör örgütü Müslüman Kardeşlerin basın açıklamasına izin verildi ve desteklendi; bu kuklalar kendi ülkelerine Amerika’nın saldırmasını istiyor, halkın da isyan çağırıyorlardı. AKP iktidarına, özel olarak da Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na da desteklerinden dolayı teşekkür etmeyi unutmuyorlardı.
Bunun ardından 26 Nisan 2011. Saat:10:30 ‘da İstanbul’da, AKP iktidarı desteğiyle “SURİYE İÇİN İSTANBUL BULUŞMASI” adı altında, aynı eli kanlı örgütlere, bir toplantı daha yaptırılıyordu. Aynı çirkin oyunlar ve niyetler sergileniyordu. Türkiye’nin, Suriye halkı tarafından tiksintiyle izlenen bu iki yüzlü politikası, esasında iç politikasının bir devamıydı. Bu aynı zamanda, tarihsel Arap düşmanlığı algısının uzantısıydı. Arap halkı, 400 yıllık Osmanlı zulmünü, NATO kuklası Türkiye’nin, Bağdat paktı, Cento ile Araplara karşı anti-komünist “Yeşil Kuşak” projelerinde yer alışını, 1958 Lübnan olaylarında gerici falanjist milislere yardımlarını, 14 Temmuz 1958 Irak devrimi karşıtı kralcıları desteklemesini, 1967 ve tüm Arap-İsrail savaşlarında, İsrail lehine ABD savaş üslerini kullanımına izin vermesini unutmamıştı. Bu kez de her şey açıktı…
Erdoğan, yeni Osmanlıcılık diye çirkin bir komşuluk oyunu oynuyordu. Bu aklın yaptığı, bir Osmanlı aklıydı, bir İttihatçı duruşuydu bu gün itibariyle de Cemaat sinsiliğinden başka bir şey değildi. Bu, dostu arkadan hançerleme kültürüydü. Bu, Amerika’nın bölgedeki yaratıcı anarşi taktiğinin açık kuklalığıydı.
Bu da yetmedi Bu gün, 29 Nisan 2011 Tarihi itibariyle, saat 19. 30, İsrail ve emperyalist güçlerle göbek bağı olan ve onlardan finanse edilen Heysem Mennah adlı, sözde “İnsan Hakları” savunucusu bir karşı devrimciye, TRT Arapça TV’de bir saatlik program yaptırdı. Canlı olarak yayınlanan bu programda, yine kin kusuldu, ayaklanma çağrıları yapıldı. Bu hizmetten dolayı da, Erdoğan ve AKP iktidarı bol bol teşekkür aldı.
Bu iğrenç tutuma rağmen, heyet üzerine heyet göndererek Suriye’ye gösterilmek istenen ikinci çehrenin sahteliği de açıkça ortaya çıkmış oldu. Suriye halkı bunu ağır bir yara, bir ihanet tutumu olarak açıkça dile getirmeye başladı. “One Minut” palavrasının, mumu böylece erken söndü. Suriye halkı, devrimle sağlığına kavuşmasını beklediği Mısır’ın Arap alemine dönüşüyle, Türkiye’nin ikiyüzlü hançerlerine bir bedel ödeteceğini buradan söylemek, kehanet olmayacaktır.
Bu satırların yazarı her zaman, açıkça Suriye’nin halkı, direnme çizgisinin yanında olduğunu açıkladı. Bununla onur ve gurur duyduğunu söyledi. Suriye halkının reformlarla daha da güçlü olmasını destekledi. Komşumuz Suriye’nin güçlü olması, bölge halkların yararına olan bir gelişme olacağını belirledi. Tersi bir durumun ise, bölgemizi on yıllar sürecek kaos bataklığına düşmesine yol açacaktır. Bu kaosta, kimse galip gelemez, herkes ağır bir bedel öder. Bölge bir kez daha iflah olmayacak yıkımlarla yüz yüze kalır.
Suriye’de siyasal sistemin eksiklerini, yanlışları ve handikaplarını bilen ve bunları tavizsizce eleştiren bir olarak, gelişen reformların halkın yararını önemli gelişme olduğunu, bunları derinleştirip genişletmek gerektiğini bir kez daha dile getirmek bir sorumluluktur. Suriye, Arap halkının devrimci rüzgarlarını arkasına alarak, İsrail’e ve bölgeye tecavüz eden dış güçlere karşı daha da korunaklı olacağını belirtmek gerek.
Bu gerçekler ve gerekçelerle, bir kez daha, Suriye’nin Kürt halkına kulak vermesi gerektiğini dile getireceğim. Suriye, Kürt sorunu handikabını aşmalıdır diyeceğim. Bunun için ilk adım olarak, Suriye, Kürt özgürlük hareketine, başkenti Şam’da tamamen barışçıl bir büro açma izni tanımalıdır. Türkiye’nin ikiyüzlü politikasına vereceği en doğru cevap, en haklı cevap bu olacaktır.
Suriye bu öneriyi, Türkiye ilişkilerini, bozma, yeniden düşmanlığa götürme ya da Türkiye’nin yaptığı gibi ikiyüzlü ve arkadan hançerleme girişimi olarak değil, bir ilke tutumu olarak almalıdır. Özgürlük arayan bir halkın, tamamen barışçıl amaçlarla bir bürosunun olması Suriye’nin savunduğu ilkeleriyle de tam uyumludur. Türkiye, hiç kimseyi temsil etmeyen, yurt dışındaki özgürlük ortamlarında bile bir kitle toparlayamayan, eli kanlı örgütlere, ülkelerini kardeş kavgasına süren isyan çağrıları yaptırırken, hiç kimse Suriye’yi Kürt halkına sağlanacak bir basın bürosu için suçlayamaz. Arap aydınlarının da açıkça dile getirdiği bu öneriye, Türkiyeli bir devrimci olarak okurlarımla paylaşıyorum.
Bunun en kestirme yolu, Kürt özgürlük hareketine Şam’da, Filistinli örgütler gibi bir basın bürosu kurma hakkı vermektir. Bu hak, Kürt halkını bir kez daha Suriye’nin direnme çizgisiyle kucaklaşmasını sağlayacaktır. Kürt halkının acil ve haklı talepleri içinde bu adım önem taşımaktadır.
Bu adım, Türkiyeli Kürtlerin de talebidir. Kürt halkı Türkiye’de tarihin büyük bir zulüm tarihidir. Direnme yanlısı Suriye’nin bu gerçeği görüp, insan hakları, ulusların kaderini belirleme hakları gibi ilkeli insani bir duruşla Kürt özgürlük hareketlerine bu olanağı yaratması, kendisi için de önemli ve güçlü bir destek anlamına gelecektir. Kürt halkı dostlarını hiçbir zaman terk etmeyen bir halktır. Böylesi bir, olanağı kullanırken de kimseye zarar vermeyecek kadar siyasi olgunluk sahibidir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder