HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

30 Nisan 2011 Cumartesi

SURİYE - TÜRKİYE - KÜRTLER


Mihrac Ural

30 Nisan 2011

Benimki bir öneri. Bu öneriyi Arap aydınları da yoğun olarak seslendirmeye başladı. Türkiye, Erdoğan’ın “One Minute” çıkışıyla kazandığı prestiji, Araplara karşı sürdürdüğü ikiyüzlü politikalarıyla inanılmaz bir hızla tüketti. Libyalı kadının bu ikiyüzlü politikaya “ sen de ar yok mu?” diyerek verdiği sert yanıt, diğer Arap ülkelerinde ve aydınlarında da sedasını bulmakta gecikmedi.

Osmanlı aklının, İttihatçı geleneğin, NATO’ya bağımlılığın bir uzantısı olarak değişmeden bu güne gelen ikiyüzlü dış politika, son olarak Suriye olayları karşısında oynanan çirkin oyunlarla sırıtmaya başladı. Türkiye, komşumuz Suriye’ye bir yandan “dost, kardeş” derken, diğer yandan eli kanlı terör örgütü Müslüman Kardeşler Hareketine konferans, basın açıklaması, TV programlarıyla destek vererek ikiyüzlülüğünü sergiliyor. Suriye halkı bu iğrenç tutumları tiksintiyle yorumluyor ve Osmanlıdan, Bağdat paktına, İsrail-Arap savaşlarında, İsrail’e verilen desteklere kadar, tarihteki kirli sayfaları hatırlatıyor.

Arap aydınları bu ilkesizliği karşı Suriye’nin Kürt özgürlük hareketine, ilkeleriyle uyumlu olan, direnme çizgisiyle tutarlı olan, Filistin örgütlerine tanıdığı barışçıl bir basın bürosu açma önerisi getiriyor. Bunun en tutarlı ve en ilkeli cevap olduğunu söylüyor.

Bu öneriyi okurlarımla paylaşmayı bir sorumluluk görüyor ve destekliyorum.


***

Suriye’nin handikabı Kürt sorunudur diye, ısrarla yazdım. 7 Nisan 2011 tarihli “SURİYE’NİN HANDİKABI” başlıklı makalemde, Suriye’deki Kürt halkının haklı taleplerine ve bunun Suriye yönetimi tarafından acilen yerine getirilmesi üzerinde durdum. Kimliksiz Suriyeli Kürtlere kimlik hakkının tanınması için başlayan ıslahat çabalarının önemine ve daha da ileri gidilmesine işaret ettim. 1962 sayılı kanun’un yeniden yürürlüğe geçerek yüz binlerce kimliksiz Suriye Kürt’ünün vatandaşlık hakkını kazanmalarıyla açılan demokratikleşme sürecinin devamı üzerinde durdum. Suriye yönetimi, bu eksikliğin bilincinde olarak, genç başkanı Beşşar Esad’ın onayıyla başlayan reformlar önemli bir adım olduğuna işaret ettim. Bunun etkilerinin Suriye Kürt halkı indinde coşkuyla karşıladığını belirttim.

Suriye Kürtleri tarihini ele aldığım söz konusu makalede, Kürt halkıyla ilgili olarak, iki devlet, yani Türkiye ve Suriye arasındaki farklılıkların da altını çizdim. Söz konusu makalemde Bir alt başlıkla şunları yazdım:

KÜRTLER ve İKİ DEVLET İKİ FARKLI DURUŞ

Suriye, 17 Nisan 1947’da bağımsız bir devlet oldu. O güne dek, Osmanlının hükmü altında 400 yıl, sömürge bir feodal eyalet olarak yaşamıştı. I. Paylaşım savaşı ardından 20 yılı aşkın bir süre de Fransız mandası altında sömürge bir ülkeydi.

Bu haliyle, genç Suriye devleti, bölgedeki devletlerle karşılaştırılması mümkün olmayan Kürt gerçeğiyle ilişki halinde oldu.

Osmanlı zulmü ve Türkiye’de Cumhuriyetle başlayan kıyımın hiçbir düzeyi, Kürtlerle Suriye arasında yaşanmamıştı. Cumhuriyetin ırkçılığa varan baskıları, 19 Kürt ayaklanmasıyla cevaplanırken, Suriye’de Kürtlerin bir mantar tabancası dahi patlatmamış olması bu gerçeği anlatmaya yeterlidir.

Ülkemizde Kürt özgürlük hareketinin ağırlıklı kadro ve militanlarının Suriye kökenli Kürtlerdir. Ölümlere meydan okuyan bu gerileler, Suriye’de silahlı mücadeleye başvurmamıştır. Zaman zaman Kürtlerle Suriye yönetimi arasında ya da Arap aşiretleriyle gerginlikler yaşansa da kayda değer bir çatışma bile olmamıştır. Akli şahsiyetlerin müdahalesiyle irili ufaklı yerel sorunların çözülebilmesi bu ilişkilerin barışçı çizgiyi koruyan bir duyarlılığa sahip olduğunu göstermiştir.

21 Mart 2011 Newrozu’nun ortaya koyduğu barış ve birlik havası bu çizginin yoğunlaşmasına da bir işarettir. Son haberde Newroz bayramının Suriye de resmi bayram ilan edileceğidir; ülkemizde büyük acılar, kanlı kıyımlar, işkence, zindan ve sürgünlerin gölgesinde kalmış, iki yüzlü ahlaksızlığın tipik simgesi olarak Newroz bayramını “Türklük aleminin bayramı” diye, resmi bayram ilan edilmesini hatırladıkça, iki ülkenin nasıl da iki ayrı aflıyla aynı soruna yaklaştığını görmek güç olmasa gerek.” ( Mihrac Ural, 7 Nisan 2011 tarihli “SURİYE’NİN HANDİKABI” başlıklı makale;
http://anonymouse.org/cgi-bin/anon-www.cgi/http://mirural.blogspot.com/

Bu makalemden birkaç gün sonra da Newroz, Suriye’de resmi bayram olarak ilan edildi. Bu olumlu gelişmeler, bir kez daha Kürt halkının Suriye vatanında Arap halkıyla çok daha güçlü olacağı açıktı. Kürtlerin ötelendiği bir Suriye’nin güçsüz olacağı, tersinin de doğru olduğunu dile getirdim,

Yakın gözlemlerimin, çevre ilişkilerim hatta, Suriyeli ve Türkiyeli Kürt hısım ve akrabalarımdan da aldığım tüm mesajlar, Kürt halkının ve özellikle PKK gönüllüsü, bilinçli Kürt siyasal temsilcilerinin Suriye’nin direnme hattından yana açık ve net tutumları olduğun biliyorum. Kürtler, Suriye’nin gericilik elinde kaosa sürüklenmesini istemeyen, haklarını barışçıl olarak elde etmek isteyen ve Suriye vatanlarında dış güçlere, siyonizme omuz omuza direnmek isteyen dev bir güç olduğu tartışmasız bir gerçektir. Kürtler bunu şu sözlerle açıkça dile getirmektedir “bizim yol haritamız, sorunlarımızı, demokrasi ve özgürlüğün gerektirdiği barışçıl yol ve diyalogla aşmaktır. Bu topraklarda Kürtlerle Araplar hiçbir zaman kanlı çatışmalara düşmemiştir, bundan sonra da düşmeden sorunları çözecektir” (Agm)

SURİYE’NİN BÖLGEDEKİ KONUMU

Suriye, bölgemizin bir direnme gücüdür. Suriye için kim ne derse desin, gerçekleri teslim etmek gerekirse bu, Suriye’nin bir direnme etkinliği olarak bölgede yar aldığı açıktır. Gerici Arap medyasının bire bin katarak yaptığı yaygaraya rağmen, gerçekleri yerinde gözleyen biri olarak,ne verilen rakamların ne de iması yapılmak istenen o yalan bir kurgu olan “patlama” iddiasının doğru olmadığını söylüyorum. İlerici, demokrat, komünist, muhalefetin liderlerince de yapılan açıklamalardan ortaya çıkan gerçek, Suriye yönetimin yaptığı reformların çok olumlu bir adım olduğu, eli kanlı silahlı şebekelerin, yapılan ıslahatlara nefes aldırmak istemedikleri, önünü kesmek için çırpındıklarını açıkça dile getirmeye başladıklarıdır. Bunun üzerine komplocu dış güçlerin bir maşası olan bu gerici, eli kanlı şebekelerle ortak olmamak için gösterilerle ilişkilerinin olmadığını açıklayıp durmaktadırlar; “Fırsat tanımalıyız, bu adımların önünü kesip dış güçlere alet olmamalıyız” diye medyada açıkça görüşlerini ilan etmektedirler. Bu gelişmeler, Suriye’ye hangi karanlık güçlerin neyi nasıl kullandığını da göstermeye yeterlidir. Bu daha çok demokrasi ve özgürlük adımlarının atılmasını gerektiriyorsa da öyledir.

Suriye, devlet bazında bölgenin, Amerika’ya, İsrail ve Arap gericiliğini dayatmalarına boyun eğmeyen tek güç olduğu bölgenin tüm devrimci direnme güçlerince de onaylanmıştır. Bunun son adımı, Lübnan halkının istisnasız tüm direnme güçleri ve Filistin halkının direnme güçlerince yapılan toplantıda ilan edilmiştir. Bu toplantıda yer alanların listesi bir çok gerçeği anlatmaya yeterlidir.

Katılımcı örgütler şunlardı;

Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, FHKC-Genel Komutanlık, Direniş Cephesi, Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi ,Hamas Örgütü ve Cihad adına Filistin Müttefik Kuvvetlerini temsilen Muhammed Yasin. Hizbullah (İslami Direniş Hareketi)-Hasan Nasrullah adına Nuwaf Musavi.Emel Hareketi-Nebih Berri adına (Lübnan Parlemento Başkanı) Ali Hasan Halil., Hıristiyan Aydınlar-Karim Bakradoni (Eski Bakan), İli Firzli (Eski Parlemento Başkan Yardımcısı), Bşara Mırhic (Eski Bakan). Caferi Mezhebi Müftüsü-Şeyh Ahmed Kabalan. Kudüs Mescidi İmamı-Şeyh Mahir Hammud. Alevi Meclisi Üst Konseyi. Demokratik Arap Partisi-Ali İd. Filistin Yurtseverler Kongresi-Salah Dakmak. Dürzi Birlikçiler-Şeyh Nebih Aridi. Demokratik Nasırcı Birlik Hareketi-Mustafa Hamdan. Filistin Yerel Halk Komiteleri-Süleyman Abdulhedi. Filistin Kadın Hareketi-Dr. Rabia Sabban. Filistin Gazeteciler ve Yazarlar Birliği-Dr. Heysem Abu Ğazlan. Arap Ulusal Suriye Partisi-Merwan Fares.”

(Şerif Yılmaz’ın 18 Nisan 2011 tarihli “SURİYE’YLE BÜYÜK DAYANIŞMA” başlıklı makalesi http://anonymouse.org/cgi-bin/anon-www.cgi/http://mirural.blogspot.com/ )

Suriye, bölgenin tüm devrimci güçleri için güvenli bir limandır. Filistin direnme örgütlerinin yüzüne tüm kapılar kapatılmasına karşın onları ülkesinde misafir eden Suriye idi. HAMAS lideri Halid Meşal, tüm Filistin örgütleri adına bunu, 2 Nisan 2011 tarihinde yapılan basın açıklamasında, şöyle dile getirdi "Arap ülkeleri ve liderleri en zor koşulları yaşadığımız bir kesitte kapılarını yüzümüze kapatıp İsrail’e hizmet ederlerken, kapıları sonuna kadar bize açan tek ülke Hafız Esad ve ondan sonra Beşşar Esad yönetimindeki Suriye olmuştur. Bu ülkenin yönetimine saldırmak, halkı din ve mezhep kışkırtıcılığıyla birbirini kırdırmaya çağırmak, İsrail’e hizmetten başka bir şey değildir.”

Bu gerçekler on yıllardır, Kürt siyasi liderleri kadar tüm Arap devrimci kamuoyu tarafından da paylaşılan gerçeklerdir. Bu konuda şüphe götüren bir yan yoktur. 12 Eylül karanlık rejimi döneminde Sayın Öcalan’ın ağzından, kendi evimde de yüzlerce kez duyduğum sözler de bun gerçeğin tekrarıydı; “Ortaya koyduğu destekle, gösterdiği misafirperverlikle Suriye’ye her zaman vefa borcumuz olacaktır”, “Suriye’nin bize yaptığı katkı ve misafirperverliğine vefa borcumuz vardır. Bu ülke bizim için en karanlık dönemde bir güvenilir limandı”. Buna benzer çok daha güçlüce ifade elden dostluk ifadelerinin bu gün için de her Kürt özgürlük mücadelecisi için geçerli olduğundan hiç kuşkum yoktur.

Kürt özgürlük hareketi ateşini yakarken, Suriye tüm Kürtlerin kaderinde güvenli bir liman rolü oynadı. Kendimin bildiği yardımlar ise burada açıklanmayacak kadar çoktur. Bu doğrultuda, Kürt özgürlük hareketi ve bizler, Başkanlık konseyi başkanı Murat Karayılan ve benim de katıldığı etkin, fili askeri eylemlerle bu dostluğun gerçekçi ifadelerini ortaya koyduk. Eli kanlı gerici güçlere karşı, ilkelerimize bağlı olarak omuz omuzu mücadele ettik.

Bu tarih içinde, PKK sempatizanı bir dizi Kürt milletvekilinin Suriye parlamentosuna seçildiğini ve ülkemizdeki özgürlük hareketinin o zorlu günlerinde yapılabilecek her katkının sunulduğunu belirteceğim.

Bütün bunlar Kürt halkının iradesini temsil eden önderliklerin, Suriye’nin direnme hattıyla iç içe olduğunu gösteren verilerdir. O gün, o gündür gibi söylemlerle, dünün bu tutumlarını ikircimli saymak, tartışmak abesle iştigaldir. Dünkü duruş, bu güne gelen tüm değişimlere rağmen ilkelerin duruşu olarak aynıyla sürdüğünü biliyorum. Dünü bu güne taşıyan mesaj da burada yatmaktadır.

SURİYE –TÜRKİYE İLİŞKİLERİ

2000 yılı itibariyle Suriye lideri Hafız Esad’ın ölümü üzerine (10 Haziran 2000), liderliğe gelen Beşşar Esad’ın reform girişimlerini müteakiben Türkiye ilişkileri de yen bir boyut kazandı. Ortadoğu da rol verilmesi gündeme gelmiştir. Bu adım, Türkiye’ye önemli bir fırsat yaratmıştı. Türkiye, bölgeden dışlanmış bir ülke olarak, özellikle Mısır gibi her zaman rekabet halinde olduğu bir ülkenin varlığında bölgeye girme umutları gerçek olmamıştı. Suriye bu kapıları açan ülke oldu; İslam Ülkeleri Konferansı başkanlığına bir Türk’ün (İhsan Ekmeleddinoğlu) getirilmesinde temel rol oynadı. Bu kapıdan giriş yapan Türkiye’ye, Suriye yeni destekler sundu. İsrail’le, barış görüşmeleri için güvenilir ülke olarak dolaylı görüşmelere sokuldu. Bu gelişmeler, ne Türk diplomasisinin ne de medyasının yalan kurgularıyla söylediği gibi Türkiye’nin gücüyle gerçekleşmemişti. Bu tamamıyla Suriye kanalından gerçekleşti. Bunun da temelleri Arap üçlüsünün dağılması sonucuydu; Arap üçlemesi, Suudi Arabistan, Mısır ve Suriye’nin oluşturduğu ve uzun yıllar Arap alemini yönlendiren birlikti.

Bölgemiz üzerine yazdığım onlarca yazıda bunları da tek tek ayrıntılarıyla dile getirdim. Mısır, Suudi Arabistan, Suriye üçlemesi diye bilinen birlik, Lübnan savaşı (12 temmuz 2006) ve Gazze savaşında (27 Aralık 2008 - 18 Ocak 2009), Arap gericiliğinin, özellikle Suudi Arabistan ve Hüsnü Mübarek liderliğindeki Mısır’ın İsrail’e destek vererek her türden direnmeyi kırması için kışkırtması, bu birliği dağıtmıştı. Basına yansıyan İsrail’e destek mektuplarında, Suudili, Mısırlı yetkililerin imzası vardı (Bu gün Suriye olaylarında adı geçen Suudili prens Bender bin Sultan, bu kirli işlerin başrolündeydi).

Suriye, bedelini bu güne kadar ödediği direniş ilkesine sarılarak, bu çirkin ve arkadan hançerlemeyi ifşa edip, sert tavır aldı. Lübnan ve Filistin direnme hareketlerini sonuna kadar destekleyeceğini açıkladı. Arap gericiliğini, “Yarım adamlar” olmakla suçlayıp yerdi. Bu gelişmenin öncülü, Suriye’nin, Irak savaşında, Amerika’ya ve onun ortağı Arap gerici güçlerine karşı aldığı tutumla başladı. Tüm Arap gericileri, Amerika uşağı olarak Irak’a saldırıyı desteklerken, Suriye Irak direnişinin yanında oldu. Saddam diktatörlüğünden her türlü kanlı eyleme muhatap olan Suriye, bu savaşta ilkeli davranmış savaşın haksız bir savaş olduğunu ilan ederek tepki göstermişti.

Aynı Suriye, başta Kürt siyasi örgütlenmelerine, Saddam diktatörlüğüyle savaşlarında her türlü desteği veren ülkeydi. Onlara ev sahipliği yaparak, desteklenmişti. Suriye’nin bu duruşunu, başta bu günün Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani “Suriye Ebiye” (ilkeli, onurlu, koruyucu Suriye) diyerek, her zaman şükranla övmüştür. Ayın şeyi 12 Eylül askeri faşist darbesi ardından, Suriye’ye sığının Kürt liderleri de haklı olarak dile getirdi. Sayın Öcalan’ın vefalı sözlerini ise yukarıda aktarmıştım.

Bütün bu veriler, Kürt halkıyla Suriye arasındaki içten bağlara birer işaret olarak belirdi.

SURİYE – KÜRT İLİŞKİSİ

Ancak, Türkiye Suriye ilişkileri farklı bir boyut alınca, Türkiye’nin “iyi niyetine” inana Suriyeli yetkililer, Kürt haklı siyasi temsilciliklerine karşı soğuk davranışları gündeme geldi. Hiçbir aşırılığı olmamasına rağmen (Kürt özgürlük hareketinin ağırlıklı kadroları Suriye Kürtleri olması bile bunu göstermeye yeterlidir. Bunun ne anlama geldiğini siyasetle ilgili herkes iyi bilir), gündeme gelen bu eğilim, komşusu Türkiye’nin iç işlerine karışmama gibi bir ifadeyle savunuldu. Gerçekte de Kürt özgürlük hareketi kendi bağımsız siyasetini Suriye’ye rağmen, her koşulda savunun ve bundan kimsenin kuşkusu olmayacak bir tutarlılıkta yürümüştür. Bu gün Kürt özgürlük hareketinin tüm Kürtlerin desteğini alan gelişiminin de gösterdiği bu gerçektir. Suriye, Kürt özgürlük hareketiyle bağlarını yanlış bir şekilde öteledi. Bu önemli bir hataydı. Bu satırların yazarı bunu her alanda yazılı olarak da açıkça dile getirdi. Kürt halkının gücünü öteleyen yanlış yapar dedi.

Bu türden eleştirilerimize rağmen, Suriye’nin Türkiye ilişkisini halkların birbirine açılımı ve komşuluk ilişkilerinin barışçıl konumu için desteklenmesinin yanlış olmadığını belirttik. Suriye’nin bu ilişkiden Kürt halkına karşı Türkiye tarzı bir etkilenme içinde olmaması gerektiğini de sık sık dile getirdik. Yıllar önceki yazılarımızda bunlara yoğun olarak yer verdik. Biliyorduk ki, Kürt halkı Suriye’nin direnme çizgisinde dayanacağı en önemli ve en dinamik güçtü. Kürt haklı da dün olduğu gibi, bu gün de ezici çoğunluğuyla bu tutumu sürdürmektedir. Suriye’de gelişen olayların Kürt halkı tarafından arkadan hançerleme olarak kullanılmaması bunun en iyi göstergesidir. Suriye’de yapılan reformları Kürt halkı herkesten çok destekleyen kesim olması da bunu gösteriyor. Kürt halkı, Suriye üzerine oynanan karanlık amaçlı komplolara karşı duyarlı olması, bu halkın tutarlı dostluğuna ve siyasal duruşlardaki yoğun algılarına bir işarettir.

ŞAM’DA EKSİK OLAN KÜRT BÜROSUDUR

Suriye’de ortaya çıkan protestolar, çapı ne olursa olsun, medya abartması, eli kanlı gerici terör örgütleri ve Amerikan, İsrail, gerici Arap komploları olup olmaması bir yana, Türkiye bu gelişmeler karşısında ahlaksızca, iki yüzlü bir politika sergilemiştir.

Türkiye’nin “kardeşimiz, ortağımız “ dediği Suriye’ye karış, eli kanlı terör örgütü Müslüman Kardeşler Hareketini desteklemesi, bölgenin tüm aydınları, devrimci demokratları ve Suriye halkı tarafından tiksintiyle gözlenmiştir. “Komşularla sıfır sorun” diye kamuoyuna yutturulan, ancak, Libya’da ortaya çıkan, Bahreyn’de de açıkça tekrar eden ikiyüzlü politika Suriye’ye karşıda tekrar sahnelendi.

1 Nisan 2011 Cuma günü, İstanbul’da, eli kanlı terör örgütü Müslüman Kardeşlerin basın açıklamasına izin verildi ve desteklendi; bu kuklalar kendi ülkelerine Amerika’nın saldırmasını istiyor, halkın da isyan çağırıyorlardı. AKP iktidarına, özel olarak da Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na da desteklerinden dolayı teşekkür etmeyi unutmuyorlardı.

Bunun ardından 26 Nisan 2011. Saat:10:30 ‘da İstanbul’da, AKP iktidarı desteğiyle “SURİYE İÇİN İSTANBUL BULUŞMASI” adı altında, aynı eli kanlı örgütlere, bir toplantı daha yaptırılıyordu. Aynı çirkin oyunlar ve niyetler sergileniyordu. Türkiye’nin, Suriye halkı tarafından tiksintiyle izlenen bu iki yüzlü politikası, esasında iç politikasının bir devamıydı. Bu aynı zamanda, tarihsel Arap düşmanlığı algısının uzantısıydı. Arap halkı, 400 yıllık Osmanlı zulmünü, NATO kuklası Türkiye’nin, Bağdat paktı, Cento ile Araplara karşı anti-komünist “Yeşil Kuşak” projelerinde yer alışını, 1958 Lübnan olaylarında gerici falanjist milislere yardımlarını, 14 Temmuz 1958 Irak devrimi karşıtı kralcıları desteklemesini, 1967 ve tüm Arap-İsrail savaşlarında, İsrail lehine ABD savaş üslerini kullanımına izin vermesini unutmamıştı. Bu kez de her şey açıktı…

Erdoğan, yeni Osmanlıcılık diye çirkin bir komşuluk oyunu oynuyordu. Bu aklın yaptığı, bir Osmanlı aklıydı, bir İttihatçı duruşuydu bu gün itibariyle de Cemaat sinsiliğinden başka bir şey değildi. Bu, dostu arkadan hançerleme kültürüydü. Bu, Amerika’nın bölgedeki yaratıcı anarşi taktiğinin açık kuklalığıydı.

Bu da yetmedi Bu gün, 29 Nisan 2011 Tarihi itibariyle, saat 19. 30, İsrail ve emperyalist güçlerle göbek bağı olan ve onlardan finanse edilen Heysem Mennah adlı, sözde “İnsan Hakları” savunucusu bir karşı devrimciye, TRT Arapça TV’de bir saatlik program yaptırdı. Canlı olarak yayınlanan bu programda, yine kin kusuldu, ayaklanma çağrıları yapıldı. Bu hizmetten dolayı da, Erdoğan ve AKP iktidarı bol bol teşekkür aldı.

Bu iğrenç tutuma rağmen, heyet üzerine heyet göndererek Suriye’ye gösterilmek istenen ikinci çehrenin sahteliği de açıkça ortaya çıkmış oldu. Suriye halkı bunu ağır bir yara, bir ihanet tutumu olarak açıkça dile getirmeye başladı. “One Minut” palavrasının, mumu böylece erken söndü. Suriye halkı, devrimle sağlığına kavuşmasını beklediği Mısır’ın Arap alemine dönüşüyle, Türkiye’nin ikiyüzlü hançerlerine bir bedel ödeteceğini buradan söylemek, kehanet olmayacaktır.

Bu satırların yazarı her zaman, açıkça Suriye’nin halkı, direnme çizgisinin yanında olduğunu açıkladı. Bununla onur ve gurur duyduğunu söyledi. Suriye halkının reformlarla daha da güçlü olmasını destekledi. Komşumuz Suriye’nin güçlü olması, bölge halkların yararına olan bir gelişme olacağını belirledi. Tersi bir durumun ise, bölgemizi on yıllar sürecek kaos bataklığına düşmesine yol açacaktır. Bu kaosta, kimse galip gelemez, herkes ağır bir bedel öder. Bölge bir kez daha iflah olmayacak yıkımlarla yüz yüze kalır.

Suriye’de siyasal sistemin eksiklerini, yanlışları ve handikaplarını bilen ve bunları tavizsizce eleştiren bir olarak, gelişen reformların halkın yararını önemli gelişme olduğunu, bunları derinleştirip genişletmek gerektiğini bir kez daha dile getirmek bir sorumluluktur. Suriye, Arap halkının devrimci rüzgarlarını arkasına alarak, İsrail’e ve bölgeye tecavüz eden dış güçlere karşı daha da korunaklı olacağını belirtmek gerek.

Bu gerçekler ve gerekçelerle, bir kez daha, Suriye’nin Kürt halkına kulak vermesi gerektiğini dile getireceğim. Suriye, Kürt sorunu handikabını aşmalıdır diyeceğim. Bunun için ilk adım olarak, Suriye, Kürt özgürlük hareketine, başkenti Şam’da tamamen barışçıl bir büro açma izni tanımalıdır. Türkiye’nin ikiyüzlü politikasına vereceği en doğru cevap, en haklı cevap bu olacaktır.

Suriye bu öneriyi, Türkiye ilişkilerini, bozma, yeniden düşmanlığa götürme ya da Türkiye’nin yaptığı gibi ikiyüzlü ve arkadan hançerleme girişimi olarak değil, bir ilke tutumu olarak almalıdır. Özgürlük arayan bir halkın, tamamen barışçıl amaçlarla bir bürosunun olması Suriye’nin savunduğu ilkeleriyle de tam uyumludur. Türkiye, hiç kimseyi temsil etmeyen, yurt dışındaki özgürlük ortamlarında bile bir kitle toparlayamayan, eli kanlı örgütlere, ülkelerini kardeş kavgasına süren isyan çağrıları yaptırırken, hiç kimse Suriye’yi Kürt halkına sağlanacak bir basın bürosu için suçlayamaz. Arap aydınlarının da açıkça dile getirdiği bu öneriye, Türkiyeli bir devrimci olarak okurlarımla paylaşıyorum.

Bunun en kestirme yolu, Kürt özgürlük hareketine Şam’da, Filistinli örgütler gibi bir basın bürosu kurma hakkı vermektir. Bu hak, Kürt halkını bir kez daha Suriye’nin direnme çizgisiyle kucaklaşmasını sağlayacaktır. Kürt halkının acil ve haklı talepleri içinde bu adım önem taşımaktadır.

Bu adım, Türkiyeli Kürtlerin de talebidir. Kürt halkı Türkiye’de tarihin büyük bir zulüm tarihidir. Direnme yanlısı Suriye’nin bu gerçeği görüp, insan hakları, ulusların kaderini belirleme hakları gibi ilkeli insani bir duruşla Kürt özgürlük hareketlerine bu olanağı yaratması, kendisi için de önemli ve güçlü bir destek anlamına gelecektir. Kürt halkı dostlarını hiçbir zaman terk etmeyen bir halktır. Böylesi bir, olanağı kullanırken de kimseye zarar vermeyecek kadar siyasi olgunluk sahibidir.

Hiç yorum yok: