29 Nisan 2011 Cuma
AKIL O AKIL ; ÖLÜM VE KIYIM
Mikdat Abuzer
29 Nisan 2011 - Facebook
Meral Mirioğlu, İrfan Ural’ın “AĞRI KÜRT DİRENİŞİ“ üzerine indirdiği bir veri üzerine şöyle yorum yaptı.
“Meral Mirioğlu imha hazırlığı, imha harekatı, imha birlikleriii, imha kararlarııı..... 15 bin kürt imha edildi. temizlik başarıyla sonuçlandı... ya ne imha ediliyor ne temizleniyor. böcekmi, haşaretmi, vebamı... korkunç bir zulum, korkunç bir vahşet. Hayvanları koruma dernekleri mağdur hayvanlar için sokaklara dökülüyor,. Burada katledilenler insan… hani nerede insanlık, nerede vicdan, adalet. Çok kötü oldum ya… bu tozlu tarih daha ne zulümler gizlemiş nice zulümleri saklamış…”
Ben de şu yorumu yaptım;
Diline sağlık Meral Mirioğlu, yiğit kadın. Tarihi direnmeyle geçen kardeşim Beyrut 82 direnişinden bu yana tüm devrimci kadınların örnek insanı. Kelimelerin bereketli olsun. Kürt kardeşlerimizin ölüm denklemlerine hepimizin itirazı var, bu kader hepimizin başına örülen bir karanlık akıl dayatmasıdır.
Osmanlı aklının “katli vacip” mantığıyla, her bir farklılığı yok etme politikası, cumhuriyetteki Osmanlının da giriştiği barbarlığın kendisi olmuştur. Kürt halkının başına gelen bu kıyım, Anadolu’nun tüm halklarının başına geldi. Ermeniler, Kürtler, Rumlar, Araplar, herkes bu karanlık akıldan payını aldı ve almaya devam ediyor. Seçim barajları, göstermelik açılımlar, ikiyüzlü politikalar ve ölüm kusan sınır ötesi operasyonlar, kanlı ve kirli savaş bu aklın, bu toprakların varlığını, sözünü, düşüncesini kıyım ve yıkımla susturma çabasıdır. Ancak bu adımlar karanlık ortaçağlardan bu yana hiç bir sonuç alamamıştır. Uzatmaları oynamış, ancak hiçbir zaman başaramamıştır. Sonuç, her yerde ve her zaman bu toprakların gerçek yerlilerinin kendi siyasi kaderlerini bağımsızca belirleme başarısıyla sonuçlanmıştır.
Bunu bilince çıkaramayanlar, Osmanlının milyonlarca Km² istila alanlarından gerisin geriye nasıl da çekildiğini hatırlasınlar. Zorla, zorbalıkla, "kılıç hakkı" diye gasp edilen farklı milletlerin toprakları, nasıl da halkları tarafından bağımsızlığa kavuşturulduğunu hatırlasınlar. Bu bir tarih ilerlemesidir.
Uluslar, halklar, özgürlük ve bağımsızlığını kendi bilekleriyle alarak istiklallerini ilan ederler. Osmanlı aklı, İttihatçıların elinde bu toprakları Alman Emperyalizminin bir kuklası olarak I. Dünya savaşına sürdü. Sonuç ağır bir yenilgi oldu. Savaş, bu güne kadar kapanmamış savaş dosyalarıyla noktalandı. Lozan Anlaşması güç bela elde kalan diğer gasp edilmiş toprakları kotarabildi.
Bu gerçekleri bilmeyenleri artık Sevr'ler bile kurtaramayacaktır. Birlikte yaşama, barış içinde farklılıkları algılama, tüm farklılıkların varlıklarını anayasal bir metinde ve bundan kaynaklanan hukuk ve yasalarda belirtip, haklarını güvenceye alan bir demokratik anayasa oluşturmaksınız bu ülkede kimse kaostan kurtulamaz. Kirli savaşın nedeni de bu ilkel milliyetçi akıllardır. Bunu aşmak, öncelikle egemen ulus ve aklı-selim aydınlarının, halkın atacağı demokratik adımlara bağlıdır. Bu olmaksızın kimse kimseyi özgürlük yolunu ve zorluklarını tek başına göğüslemekten alı koyamaz.
Birinci Sevr bir trajediyse ve Lozan’la sıyırabilmişse, ikinci Sevr bir komedi olacak ve ikinci bir Lozan olmayacaktır. Bunu herkes bilince çıkarsın. Barış içinde, birlikte yaşama projelerinin önü açılmalı, bunun de tek yolu, daha çok demokrasi ve özgürlüktür. Farklılıkları kabul etmek ve haklarını teslim etmektir. Bu sadece mücadelenin en önünde duran Kürtler için değil, 5 milyon nüfusu, Mersin, Adana, Hatay gibi büyük kentlerde, Urfa. Mardin, Siirt’te yani Toros dağlarının güney yamaçlarında, bu toprakların ikinci büyük etnik topluluğu olarak yaşayan Arapları da kapsayan bir algıdır; Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Lazlar Çerkezler, gibi her topluluk kendi ihtiyaç ve talepleri ölçeğinde özgürlük ve demokrasiden payını almalıdır. Bu çaba, egemen ulusun baskı ve zorbalığını öngören zulme karşı birleştirici olan tek çabadır.
Bölücülüğe gelince, bunun gerçek anlamdaki kaynağı, baskı ve zulmün de tek kaynağı olan egemen ulus milliyetçiliğinden gelmektedir. Bu iki unsuru birbirinden ayırabildiğimiz zaman, bu ülkenin birimizin değil hepimizin olduğuna birbirimizi ikna etmiş olabiliriz. Bu bir güvendir, bu bir arada yaşama zeminidir. Gerisi kaos ve teferruatlarda boğulmadır.
29 Nisan 2011 - Facebook
Meral Mirioğlu, İrfan Ural’ın “AĞRI KÜRT DİRENİŞİ“ üzerine indirdiği bir veri üzerine şöyle yorum yaptı.
“Meral Mirioğlu imha hazırlığı, imha harekatı, imha birlikleriii, imha kararlarııı..... 15 bin kürt imha edildi. temizlik başarıyla sonuçlandı... ya ne imha ediliyor ne temizleniyor. böcekmi, haşaretmi, vebamı... korkunç bir zulum, korkunç bir vahşet. Hayvanları koruma dernekleri mağdur hayvanlar için sokaklara dökülüyor,. Burada katledilenler insan… hani nerede insanlık, nerede vicdan, adalet. Çok kötü oldum ya… bu tozlu tarih daha ne zulümler gizlemiş nice zulümleri saklamış…”
Ben de şu yorumu yaptım;
Diline sağlık Meral Mirioğlu, yiğit kadın. Tarihi direnmeyle geçen kardeşim Beyrut 82 direnişinden bu yana tüm devrimci kadınların örnek insanı. Kelimelerin bereketli olsun. Kürt kardeşlerimizin ölüm denklemlerine hepimizin itirazı var, bu kader hepimizin başına örülen bir karanlık akıl dayatmasıdır.
Osmanlı aklının “katli vacip” mantığıyla, her bir farklılığı yok etme politikası, cumhuriyetteki Osmanlının da giriştiği barbarlığın kendisi olmuştur. Kürt halkının başına gelen bu kıyım, Anadolu’nun tüm halklarının başına geldi. Ermeniler, Kürtler, Rumlar, Araplar, herkes bu karanlık akıldan payını aldı ve almaya devam ediyor. Seçim barajları, göstermelik açılımlar, ikiyüzlü politikalar ve ölüm kusan sınır ötesi operasyonlar, kanlı ve kirli savaş bu aklın, bu toprakların varlığını, sözünü, düşüncesini kıyım ve yıkımla susturma çabasıdır. Ancak bu adımlar karanlık ortaçağlardan bu yana hiç bir sonuç alamamıştır. Uzatmaları oynamış, ancak hiçbir zaman başaramamıştır. Sonuç, her yerde ve her zaman bu toprakların gerçek yerlilerinin kendi siyasi kaderlerini bağımsızca belirleme başarısıyla sonuçlanmıştır.
Bunu bilince çıkaramayanlar, Osmanlının milyonlarca Km² istila alanlarından gerisin geriye nasıl da çekildiğini hatırlasınlar. Zorla, zorbalıkla, "kılıç hakkı" diye gasp edilen farklı milletlerin toprakları, nasıl da halkları tarafından bağımsızlığa kavuşturulduğunu hatırlasınlar. Bu bir tarih ilerlemesidir.
Uluslar, halklar, özgürlük ve bağımsızlığını kendi bilekleriyle alarak istiklallerini ilan ederler. Osmanlı aklı, İttihatçıların elinde bu toprakları Alman Emperyalizminin bir kuklası olarak I. Dünya savaşına sürdü. Sonuç ağır bir yenilgi oldu. Savaş, bu güne kadar kapanmamış savaş dosyalarıyla noktalandı. Lozan Anlaşması güç bela elde kalan diğer gasp edilmiş toprakları kotarabildi.
Bu gerçekleri bilmeyenleri artık Sevr'ler bile kurtaramayacaktır. Birlikte yaşama, barış içinde farklılıkları algılama, tüm farklılıkların varlıklarını anayasal bir metinde ve bundan kaynaklanan hukuk ve yasalarda belirtip, haklarını güvenceye alan bir demokratik anayasa oluşturmaksınız bu ülkede kimse kaostan kurtulamaz. Kirli savaşın nedeni de bu ilkel milliyetçi akıllardır. Bunu aşmak, öncelikle egemen ulus ve aklı-selim aydınlarının, halkın atacağı demokratik adımlara bağlıdır. Bu olmaksızın kimse kimseyi özgürlük yolunu ve zorluklarını tek başına göğüslemekten alı koyamaz.
Birinci Sevr bir trajediyse ve Lozan’la sıyırabilmişse, ikinci Sevr bir komedi olacak ve ikinci bir Lozan olmayacaktır. Bunu herkes bilince çıkarsın. Barış içinde, birlikte yaşama projelerinin önü açılmalı, bunun de tek yolu, daha çok demokrasi ve özgürlüktür. Farklılıkları kabul etmek ve haklarını teslim etmektir. Bu sadece mücadelenin en önünde duran Kürtler için değil, 5 milyon nüfusu, Mersin, Adana, Hatay gibi büyük kentlerde, Urfa. Mardin, Siirt’te yani Toros dağlarının güney yamaçlarında, bu toprakların ikinci büyük etnik topluluğu olarak yaşayan Arapları da kapsayan bir algıdır; Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Lazlar Çerkezler, gibi her topluluk kendi ihtiyaç ve talepleri ölçeğinde özgürlük ve demokrasiden payını almalıdır. Bu çaba, egemen ulusun baskı ve zorbalığını öngören zulme karşı birleştirici olan tek çabadır.
Bölücülüğe gelince, bunun gerçek anlamdaki kaynağı, baskı ve zulmün de tek kaynağı olan egemen ulus milliyetçiliğinden gelmektedir. Bu iki unsuru birbirinden ayırabildiğimiz zaman, bu ülkenin birimizin değil hepimizin olduğuna birbirimizi ikna etmiş olabiliriz. Bu bir güvendir, bu bir arada yaşama zeminidir. Gerisi kaos ve teferruatlarda boğulmadır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder