9 Nisan 2011 Cumartesi
İKİ ŞEHRİN HİKÂYESİ (Deraa ve Lazkiye)
Mihrac Ural
10 Nisan 2011
Halkın taleplerini yerine getirmek, hiçbir iktidar için geri bir adım değildir. Tersine ileri bir adımdır. Bu ileri adımı atanlar halkı kazanma şansı olanlardır.
Kendini nasıl tanımlarsa tanımlasın; ilerici, anti-emperyalist ya da direnme çizgisinde olduğu iddiasını doğrulayacak tek yol halkın taleplerini yerine getirmektir. Suriye’de iki şehrin hikayesi bu denklemi doğru çözmekten geçiyor; Suriye’de bu şansı yakalamak için halkın yönetime verdiği kredi yeterlidir. İçi savaşa ve kirli sonuçlarına düşmeden komşumuzun bunu başarması, bölge halklarının çıkarınadır.
Bu ülkemiz için de geçerli bir yaklaşımdır.
***
Biri en güneyde Ürdün ve İsrail’e sınır. Diğeri en kuzeyde Türkiye’ye sınır.
Geostartejik açıdan her ikisinin kritik alanlar olması doğal. Ancak doğal olmayan şey, ülkenin başkenti ve en büyük ikinci kentinde ıslahat isteme yönünde bile protesto yokken, bu kentlerde ölümlere yol açan protestoların ortaya çıkmasıydı.
15 öğrenci duvarlara yazdıkları yazılar nedeniyle tutuklanmasıyla ortaya çıkan tepkiler, güvenlik güçlerinin geri çekildiği yerde kamu mülküne yapılan kundaklama, eylemleriyle boyutlandı. Kitle tepkilerine hiçte alışık olmayan düzen ilk adımda sert önlemlerle kaosun bir parçası haline geldi. Halkın, tutuklanan gençlerin bırakılması yönündeki taleplerini sert bir dille cevaplandırdı. Deraa, büyük Arap aşiretlerinin kentidir. Aşiret algısı ağırlıklı olarak toplumdu yerini almaktadır.
Yakın bir dönemde meraların paylaşılmasında ortaya çıkan çatışmalar onlarca, insanın ölümüyle sonuçlanmıştı. Devlet çoğu kez, bu çatışmalara en son, o da tarafları barıştırmak için gelirdi. Baas rejimi yarım asırlık hâkimiyetine karşın, üstelik bu bölgede temel kadrolar (başbakanlar, meclis başkanları bakanlar parti üst yöneticileri vb) yetiştirmiş olmasına karşın bu akıl hala egemen akıldır; kültürel değişim, siyasi ya da ekonomik değişimle at başı yürümediği gerçeği bu şehrin tipik bir özelliği olarak sürmektedir.
Deraa’da olaylar, normal siyasal protestoların gelişme hızından çok farklı bir boyutta gelişti. Beşşar Esad’a karşı bir tepki olmamasına karşın yerel tüm yöneticileri ve devletin güvenlik kuruluşlarına karşı büyük infial ifade edildi. Aşiret mantığının kan töresi burada da kendini siyasi taleplerle ifade etmekte gecikmedi. Bu süreç özellikle yurtdışında yaşayan muhalif Deraa’lıların etkin çabasıyla tırmandırıldı; Ürdün üzerinden sağlanan lojistik destek, devletin güvenlik güçlerini pasifize eden “kitlelere zarar vermeyin kararı” gerginliği yatıştırmak yerine, artan bir tepki ortaya koymayı kolaylaştırdı. Suriye’nin denetlenmesi en güç kaçakçılık alanlarından bir olan bu sınır kenti, aynı zamanda silahların olaylara karışmasına kadar tırmandı. Gösteriler siyahlı çatışma boyutunu alınca, güvenlik kuvvetlerinin bilinen kabalığı ve sorumsuzluğu, provokatörlerinde işini kolaylaştırdı. Kanlı süreç böylece açılmış oldu. Onlarca sivil ve güvenlik güçlerinden insanın ölümü ve yüzlerce yaralı, Deraa’nın merkezinde yer alan Ömeri Camii baskınına kadar uzandı.
Olayları tanımlarken, zaman ve mekan algısının nasıl da Cami ve Cuma namazı
esprisinde kavramlaştığını görmek güç değildir. Suriye olaylarını işlediğim “SURİYE OLAYLARI VE GERÇEKLER” başlığını taşıyan uzun makalemde şu şekilde ifade etmeye çalıştım. Mekan olarak camilere, zaman olarak Cuma namazına dayanan bir muhalefetin ciddi soru işaretleriyle yüz yüze kalacağını ifade etmeye çalıştım; ülkemizde Sivil İtaatsizliğin gerçek bir kitle hareketi oluşunun göstergesi olarak, nasıl da devlete ve kamuya ait her alana karşı farklı bir alanda duruş sergilediğini göz önüne getirerek, Suriye’deki zaman ve mekan olgusunun cami ve Cuma namazıyla kesişmesini kavramak daha kolaydır. Buna Kürt halk muhalefetinin, devletin baskılarına, provokasyonlarına, faili meçhullerine karşı ortaya koyduğu barışçıl, kitlesel uygar duruşu da eklemek gerek.
Deraa olayları İsrail’i de sürece hızla kattı. Milyonlarca SMS mesajı Suriye’deki tüm iletişim ağlarına akmaya başladı. Bu konuda İsrail’in bilinen ve Lübnan’da tüm detaylarıyla açığa çıkan ulusal iletişim ağlarına grip onu denetleme çabalarının bir ucu da burada ortaya çıkıyordu. Bu, Suriye üzerine on yıllardır organize edilmek istenen komplonun bir adımıydı. Ancak bu adım Suriye halkının gerçekçi ıslahat taleplerinin üzerine gelmiştir, yoktan var edilerek değil.
Deraa olayları, ne Mısır ne de Tunus’taki uygar, barışçıl gösterilere benziyordu. Deraa halkının haklı talepleri, hangi olayların ardından gelirse gelsin, kim bu olayların nasıl kullanırsa kullansın sonuçta, halkın devletle yüz yüze geldiği bir olay olarak, halkın devlet karşısında her zamanki haklı konumuna sahipti.
Devlet Deraa’da ciddi hatalar işledi ve bunun sorumluları Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle görevden alındı. Olayları araştırma komitesi kurularak görevine başladı; komite Deraa yöresinden Suriye’nin en güvenilir hukukçularından Dr. İbrahim Deraji başkanlığında çalışmalarına başladı.
Deraa, tarihinde devrici rolleri olan, İsrail’e karşı cephenin ilk hattında yer alan bir şehir. Bu özellikleriyle iki ucu keskin bir bıçak olan konumunun da ifadesidir. Ürdün gibi gerici bir Arap odağı ve aşiret ilişkisi nedeniyle devlet sınırını aşan ilişkileri yanı sıra İsrail gibi bir istilacı düşmana sınır olmanın her türden provokasyonuna açıktır.
Deraa olayları şimdilik, gergin bir süreçten geçmektedir; yönetimin ortaya koyduğu ıslahat programını bekleyen bir eğilim tüm ülkeyi kaplamış durumdadır. Halka baskı yapan, ölümlere yol açan sorumluların yargılanması, bu amaçla kurulan komitenin görevine başlaması bu ülkede akil adımların olumlu sonuçlar yaratabileceğine işarettir. (9 Nisan 2011 itibariyle Deraa Valisi Faysal Kelsum ve Siyasi Şube Başkanı Atıf Necip olaylarda sorumlulukları dolaysıyla mahkemeye sevk edildiği açıklandı)
Deraa, Suriye için hem bir güç hem de zayıf bir halkadır.
Deraa halkının gerçekçi talepleri, Suriye halkının da talepleridir. Bu talepler ne düzen karşıtı ne de yönetimin simgesi Beşşar Esad hedef almaktadır. Bu yanıyla sistemin kendini askeri araçlarla koruma girişimlerine gerekçe oluşturacak bir durum yoktur. Deraa’da kaynamanın durmasında da bu gerçekler rol oynadı. Bundan sonrası yönetimi tanınan icraat zamanın iyi kullanılmasıyla ilgilidir; bu her ne kadar Siyonist-emperyalist güçlerin Arap gericiliğiyle birleşen Suriye yönetimine diz çökertme çabası ve bunun sonucu oluşan komplolara son vermese de.
Deraa olayları, 15 Mart 2011 de başladı. Bu olaylar ülkede yaygınlaşma yönünde de bir iz bırakmadan gelişti. Ancak devlet ve düzen ne olursa olsun, istediği kadar halkın çıkarlarını gözeten bir sistem olduğu iddiasında olsun, muhalifi olacaktı. Muhalefet, tanrının adaletine karşı bile vardır ve haktır. Deraa muhalefet adına Suriye’de ortaya koyduğu duruş da anlamlıdır.
Bunu daha iyi anlamak için yakın tarihte muhaliflerin durumuna bir göz atmakta yarar var.
1982 Hama Olayları, terör örgütü Müslüman Kardeşler Örgütünün, sivilleri inanç kimliklerine bakarak katletmesiyle alamet-i farika sahibidir. Bu farklılıkla muhalefet sürdürmek, iktidarı inanç temelinde sorunlarla zorla devirmek demektir. Bu muhalefet tarzı, onun jargonuyla söyleyecek olursak, çoğunluğu oluşturan Sünni halkın direnişiyle karşılaştı ve onların yönetimi desteklemesiyle ezildi.
Suriye’nin ilerici yönetimi, dönemin bölge saflaşmasında, Saddam diktatörünün bir kuklası, Amerikan – İsrail siyonizminin bir uzantısı, Arap gericiliğinin de beşinci kolu olarak terör estiren, bu günün EL-KAİDE örgütünün öncülü olan Müslüman Kardeşler Örgütüne karşı savaş veriyordu. Bölge devrimcilerinin tümü de Suriye yönetiminden yana tutum almıştı. Bu konuda resmi açıklamalar ve ortak eylemler yapıldığı da bilinmektedir (Türkiye ve Kürt devrimci hareketi de bu duruşu sergilemişti).
Suriye yönetimi, gericilikle mücadelesini Hama olaylarını bastırarak noktaladı. Bu ise, gerginliğin ardından gelen bir baskı sürecini tetikledi. Ülke yeni bir barış süreci yaşıyordu ancak gergindi. Kuşkuluydu ve bu gerginlik aşılana kadar kabul edilebilir bir zaman sürecinin geçmesi gerekiyordu. “Vatansever olan ve olmayan muhalefet” söylemi de bu dönemde siyasal literatüre girmeye başladı.
Bölgenin ortak düşmanı vardı o da İsrail’di ve onun şemsiyesi altında Batılı emperyalistler ve Arap gericiliği bir bütün olarak görülüyordu. Bu saflaşmada Suriye her zaman devrimcilerin, komünistlerin, direnme güçlerinin, Filistin, Lübnan ve Türkiyeli devrimcilerin safında yer alıyordu. Böylesi geniş bir yelpazenin desteğinde Suriye’de muhalefet, kitle bağı hiç olmayan, dar bir aydın çevrenin entelektüel diyalogu dışında bir anlam taşımıyordu; oysa aynı kesitte on yıllarını zindanda tamamlayan, bu günkü reform paketinden de geri talepleri savunan kesimler bulunuyordu. Müslüman kardeşler terör örgütünün payına düşen ise, o kesitin en ağır cezasıydı. Bu veriler, bölge ve dünya soğuk savaş saflaşmasının da normal algıları arasında bulunuyordu.
Bu nedenle, Suriye’nin kavramsal algıları, ülkemiz siyasal parametrelerinden oldukça farklıdır diyeceğim. Bu açıdan okur, Suriye gerçeğini göz önüne almadan iki ülke arasında bir paralellik üzerinden karşılaştırmalara yönelmemesi gerek.
İşte bu tarih sürecinin sonunda, Deraa olayları muhalif olma korkularını yıkan bir girişim olduğunu söyleyeceğim. Halkın böylesi tepkileri her ne nedenle olursa olsun korku duvarlarının sarstığı anlamına geliyordu.
İki şehrin hikayesinde Deraa, Pandoranın kutusunu açtı demek yanlış değildir.
Bu makalemi yazıp noktalamama rağmen yayınını Cuma günü gelişmeleri ardından yayınlamayı kararlaştırdım (8 Nisan 2011). Suriye’de muhalefet üzerine ortaya koyduğum kavramsal algıda zaman ve mekan üzerine Camiler ve Cuma namazı tespitim bulunuyor. Bunun sonuçlarını gözlemek istedim. Gelişmeler beni yanıltmamıştı.
Deraa, bu günü de (Cuma) kanlı geçirdi. Önceki hafta gösteri olan şehirler ve beldelerde gerginlik gerilerken Humus ve Deraa’da kanlı bir gün oldu. Humus kenti Suriye’nin merkez şehirlerinden biridir. Lübnan sınırında ve Deraa gibi kaçakçılığı yoğun olduğu bir şehir. Bu gün sadece bu iki şehirde kanlı çatışma oldu. İlginç bir kesişmeyle de Humus ve Deraa’da, aynı anda halka ve güvenlik güçlerine kurşun yağdırıldı.
Humusta halkın yakaladığı kişiler bir kaçakçılık şebekesinin unsurları olduğu, gösterilere ve emniyet güçlerine ateş açtıkları ifade edildi. Deraa’da da TV ekranlarına yansıyan görüntüler yüzü örtülü kişilerin bahçelerden göstericilere ve emniyet güçlerine aynı anda ateş açarak kanlı çatışmaların yükselmesine yol açtığı gösterildi. Silahlı çatışmaların, sadece Deraa ve Humus’ta gündeme gelmesi, her bir şehirde onu aşkın ölüm olayının olması ve çoğunluğunun güvenlik güçlerinden olması dikkat çekicidir.
Güvenlik güçlerinin “barışçıl olan hiçbir gösteriye müdahale edilmeyecek” kararına uyudukları, görgü tanıklarınca da doğrulanmaktadır.
Suriye yönetimi, doğum sancısı içinde olan bir süreçtedir. Doğacak olan bu çocuğa bakmayı bilecek bir dirayet göstermekle yükümlüdür. Muhalefeti olan bir ülke demokrasiye daha yakındır. Suriye yönetimi, bu güne kadar süren Baas’çı sosyalizm, demokrasi, özgürlük, halk iktidarı gibi söylemlerden oluşan siyasal jargonu, muhalefet gerçeğiyle de barışık yaşamanın yolunu öğrenecektir. İlk kez anne olan bir kadının, çocuğuyla olumlu olumsuz ilişkisi sonucunda tecrübelerle doğru ilişkiyi öğrenecektir: bu başlangıçtan doğru sonuçlar çıkaracak bir yönetim, bölgede oluşan devrimci rüzgardan en çok yararlanacak yönetim olacaktır: Suriye’nin bu açıdan çok şanslı olabileceğini söylemek yanlış değildir (bu ifadeleri, “SURİYENİN HANDİKABI” başlıklı makalem ya da Suriye olayları ve gerçekler başlıklı ana makaleyle birlikte okuyarak algılamak gerek. Her başlığın kendi konusu içinde anlamlı olan ifadeleri, başka sorunların dile getirmediği gibi bir ihmal olduğu anlamına gelmez)
LAZKİYE
Lazkiye’ye gelince. Bu şehir, benim ikinci adresimdir. Tüm yönleriyle bildiğim, keşe bucak ilişkilerimin olduğu her siyasal görüş ve inançtan dostlarımın olduğu bir şehir. Olayların, gösterilerin merkezinden izlenimlerimle alttaki satırları kaleme aldım.
Lazkiye, Suriye’nin en kuzey sınırında,Türkiye’nin en güneyinde yer alır. Akdenizin doğu yakasındadır. Dağlarla denizin buluştuğu bir turizm kenti. Oluşturulması planlanan 22 devletli Arap Parlamentosunun merkezi.
Lazkiye, Geçmiş Cumhurbaşkanı merhum Hafız Esad’ın ve bu günkü Cumhurbaşkanı Beşşar Esad’ın doğduğu kent (Kırdaha ilçesi).
Alevi, Sünni ve Hıristiyan Arapların, Ermenilerin, Türkmenlerin ve Kürtlerin yaşadığı oldukça kozmopolit bir barış kenti.
Lazkiye’de ortaya çıkan olayların bu özeliklerle de ilgili olarak özelde Suriye’nin genelde dünyanın ilgisini çekmektedir. Beşşar Esad’ın doğduğu yer olması, tarih süreci içinde özellikle eli kanlı terör örgütü Müslüman Kardeşlerin 1980’li yıllarda inanç ayrımı üzerine yaptığı katliamların bilinçaltındaki izleri nedeniyle kırılgan bir kent olarak da tanımlanabilir.
Bu özgün yapısıyla Lazkiye, Suriye’de ortaya çıkan olaylarda ikinci sorunlu kent olarak öne çıktığına tanık olduk.
Lazkiye’de gerginliğin başlangıç noktası, Deraa’nın devamı gibi ortaya çıktı. “Deraa’yı canımızla kanımızla feda ederiz” sloganları, “Beşaar Esad’ı kanımızla canımızla feda ederiz” sloganına alternatif olarak atıyorlardı. Bu yöntem protestoların olduğu beldelerde de tekrar edildi. Protestocuların siyasal bir program ve ona ait sloganları üretme sıkıntısının bir sonucu olarak, kitleleri gündemdeki keskin çatışmalardan etkileme çabası olarak ortaya atıldı. Deraa’da kanlı olaylar var bunlara sahip çıkmak, kan üzerinde politika yapma çabası; bunu, ülkemizin kirli savaşında, ölen askerler nedeniyle ailelerin kışkırtılmasına benzetmek yanlış değil.
Bu satırların yazarı, Lazkiye olaylarını ilk andan itibaren orta yerinde olarak gözlemiştir. Tanık olduğum olaylar dizisi, daha çok bir futbol karşılaşması sonrası taraftarların birbirine girmesi daha da ötesi, iki taraftarın değil de tuttuğu takımdan rahatsız olan taraftarın yönetime karşı tepkisini sağı solu kırarak, yakarak, tahrip ederek dile getirmesi gibiydi. Bu başıboş çabalar, aklı başında bir tek siyasi slogan ihtiva etmiyordu. Buna gerek bile görülmemişti. Yani, gerçek muhaliflerin bildiğimiz “sıkıyönetim kanunlarının ilgasını, demokratik hak ve özgürlüklerin genişletilmesini” talep eden hiçbir yaklaşımı Lazkiye’de patlak veren olaylarda görmüyoruz. İstenin bir gün önceki çatışmalarda yakalanan arkadaşlarının serbest bırakılması, yaralı ya da ölülerin ailelere verilmesinden ibarettir. Şeyh Dahir meydanında yakılan arabalar, tahrip edilen esnaf, doktor, avukat, ticari büro levhaları, reklam panoları ise siyasetle ilgili birer unsur da değildi.
Lazkiye’de ortaya çıkan olaylar aynı anda protestocularla, Devrimci Gençlik adı altında örgütlü siyasi gençler yüz yüze getirdi. Devrimci Gençlik, yönetimden yana olan gençlerin değişik siyasal örgütlerde, farklı inançtan ancak ülkesinin direnme çizgisine inanan ve bunun kırılmaması gerektiği savıyla yönetimden yana tutum alan geçlerden oluşmaktadır.
Dikkat edilirse Arap ülkelerinde ortaya çıkan tüm ayaklanmalarda muhalefet güçlerine “devrimci güçler” tanımlaması yapılmasına karşın, Suriye’de muhalefet güçler için aynı tanımlama hiçbir yerde yapılmadı. Bunu protestocular da kendilerine uygun görmedi. Gerçekte bu merkezdedir. Muhalif kesimlerin tarihsel geçmişleri ve bu gün taşıdıkları amaç hiçbir şekilde devrim kavramını içselleştiren bir özellikte değildir. Bu sol muhalefet açısından devrimden çok reform isteğiyle, diğer muhalif güçler açısından ise, direnme çizgisine karşıt duruşları, gerici Arap yönetimleriyle ortaklıkları ve bunun Amerikancı, batılı boyutuyla da yakından ilgilidir.
Bu tablo, şehrin inanç dokusuna daha da yoğun bir yansıması oluyordu. Özellikle bölgenin ezici çoğunluğunu oluşturan Alevi vatandaşlar üzerinde, Gerici Arap yönetimlerinin beşinci kolu olarak görülen tutucu çevrelerin tarihsel katliamlardan birini daha yapacakları kaygısını o oluşturmuştur. Bu kaygının açık bir kanıtı ve verisi olmasa da gerginlik bunu üretmeye yeterlidir. Nitekim bu süreç dalga dalga büyüyerek, Lazkiye olaylarına Alevi-Sünni çatışması imajı vermeye başladı. Gençlerin kokak çatışması taş, sopa gibi basit mahalle kavgası araçlarıyla yürürken, tek taraflı olarak Alevi inancına yapılan küfürler, protestoların bu şehirde belirgin bir kin ve intikam muhalefeti özelliği veriyordu.
Olayların en doruk noktasında şehrin merkezi meydanı Şeyh Dahir alanında yakılan arabalar ve yapılan tahriplere karşı güvenlik kuvvetlerinin müdahale etmemesi dikkat çekiciydi. Deraa olaylarının kanlı bitmesi Lazkiye’de güvenlik kuvvetlerinin yeni bir kanlı sürece neden olmalarını engellemek üzere, “göstericiler ne yaparsa yapsın kimse karışmayacak” talimatına yol açmış ve bunun sonucu da 8 polis ölü 70 i yaralı olmuştur. Göstericilerden ise iki ölü.
Gösteri anını betimleyecek olursak, 200’e yakın genç, önemli bir kısım üstelerini açmış, vücutlarında sıklıkla jilet yaraları olan, çoğu kez öne fırlayıp “beni Hükümet arıyor teslim eder misiniz” diye bağıran 25 yaşlarında bir gencin sarhoş halleri, orta yaşlarda bir kişinin teskin etme çabalarına gösterdiği şaşkın tepkiler, Lazkiye olaylarındaki insan manzaralarına önemli bir işaretti. Çatışmaların olduğu yer şehrin merkezi işyerlerinin üzerinde yükselen 7-8 katlı binaların tümü ise ailelerin ikametgahlarıdır. Yani ailelerin yaşadığı dairelerden oluşmaktadır. İş yerleri sahiplerinin çoğunluğu de işyerlerinin üzerinde ailece ikamet etmektedir. Bu çevrelerle olan dostluğumuz ve ilişkimize dayanarak yaptığımız bir araştırmada olayları yaratan hiçbir gencin bu çevrelerde tanıdık kimselerden olmadığı söylendi. Daha çok Skenturi Mahallesi denilen, şehrin güney kemsi, deniz sahilinde olan Filistin kampları civarında yerleşmiş iç göçlerle gecekondulardan geldiğine işaret ediyordu. Şehirli denilen ve çoğunluğu Sünni esnaf olan kesimler ise yönetimden yana tutum alan çoğunluğuyla, olayların yaratıcısı çevrelere sert tepkiler gösteriyorlardı. Bu şaşkınların iç dış çevrelerin birer oyuncağı olmalarının basitçe mümkün olduğunu dile getirdiler; bu anlatım yapılırken aynı anda ıslahatın şart olduğu, ciddi rahatsızlıkların bulunduğunu da belirtiyorlardı. Ancak bu olayların ıslahat talepleri mantığıyla ilgili olamayacağını farklı nedenlerin olma ihtimalinin yüksek olduğunu vurguluyorlardı.
İlginç olan bir esprili durum ise, Sünni esnaftan bir çok kişinin dostları Alevilerden korunmak için silah istemeleriydi; olaylar Alevi – Sünni çatışması olarak lanse edilirken, gerçekler farklı yaşanıyordu.
Lazkiye olayları, ne Alevi ne Sünni olayıdır. Hangi saiklerle olursa olsun, olay çözülmemiş sorunların sonucu ortaya çıkan haklı demokratik siyasal tepkilerin, Suriye’nin tarihsel direnme çizgisinden intikam almak üzere kışkırtılıp yönlendirilmesi olayıydı. Bunun için de uluslararası medya tekelleri (buna Arap gericiliğin elinde bulunun medya olanakları da dahil), sermaye çevreleri, beşinci kol faaliyetlerinin bir bütün olarak bunun üzerine yüklenmiştir. Komplo bunun üzerine gelişmiştir, yoktan var edilmemiştir.
Bu olaylar, şehrin inanç dokusu gereği kırılgan yapısı üzerine binince, aniden akıl almaz bir sürükleniş başladı. Bir hafta böylesi gerginlik içinde geçti. Ancak olaylar aydınlandıkça, ortaya çıkan dış unsurlar ve komplolar belirdikçe, haklı taleplerin farklı bir dille kazanılabileceği ve ülkeyi tahrip etmenin anlamsızlığı belirdikçe, akil şahsiyetlerin çabasıyla bu kanlı süreç kuşatılıp durduruldu; bilanço, kimseye karışılmayacak talimatı alan 8 güvenlik görevlisinin ölümü 70’inin yaralanması, sivil halktan 2 ölü onlarca yaralıyla sonuçlandı.
Gelişmeler, yönetimin halka yönelttiği çağrıyla yeni bir boyut aldı. Yönetim, halkı, ülkeyi dış müdahale ve komplolardan, provokatif eylemlerden, kamu mülkiyetine zarar verecek kimliği belirsiz kundaklama eylemlerinden korumak üzere “Silahlı Halk komiteleri” oluşturarak korumaya çağırdı. Halk da ülkenin dört bir köşesinde mahalleleri ve sokakları kendi silahıyla ve kurduğu barikatlarla bu karara cevap verdi.
Böylesi bir karar, iki ağzı keskin bir bıçak gibidir. Silahlanmış halk kendine güveni olmayan yönetimler için büyük bir riskti. Ancak, Suriye yönetimi bu riskten korkmadı, halkına inanıyordu. Alınan kararın etkisi kısa sürede kendini gösterdi. Her şehirde öbek öbek yabancılar, silahlı çeteler yakalanmaya başladı. Muhalefet de bu sürecin aktivitesine katılarak, komplolara karşı ülke birliğinin savunulmasına katıldı.
Bunlara rağmen, Lazkiye, tarihinin her kesitinde Alevi-Sünni kışkırtmasının en kırılgan noktası olarak, üzerinde kurgulanan oyunları büyük bir dirayetle yenilgiye uğratacak ilk adımları atmıştır.
1 Nisan 2011 Cuma günü 300 kişinin katıldığı, kimsenin müdahalesi olmadan yapılan barışçıl gösteriyle, iş ve hürriyet sloganları eşliğinde noktalanmış oldu.
Bu satırların yazarı bu süreci en yakından, olayın içinden, her tarafta olan dostlarından aldığı bilgiler etrafında değerlendirerek vardığı sonuçla, Lazkiye kenti ülkesinin tarihi boyunca aldığı direnme hattı tutumuna kefaret ödetmek isteyenlere ağır bir tokat vurdu. 2 Nisan 2011, şehrin güvenliğini devlet yerine alan halk komiteleri görevine son vererek barikatları kaldırıp şehir bilinen normal yaşamına döndü. Türkiye’den yolcu akını yeniden eski seyrine döndü.1 Nisan 2011 itibariyle yapılan “üç günlük gece protesto yürüyüşü” çağrılarına ise kimse dönüp bakmadı.
Deraa, gerginliğini sürdürmesine karşın, sakinleşerek, taleplerine güvendikleri en yetkili kişi sıfatıyla Beşşar Esad’a iletmeyi uygun buldu. Bu gün bu satırların yazıldığı sırada, talep listesinin Cumhur Başkanlığınca alındığı ve yerine hızla getirileceği açıklaması yapıldı.
Her biri ülkesinin bir ucunda olan bu iki şehrin hikayesi, Suriye için önemli derslerle dolu.
Halkın, haklı taleplerini kimse istismar etmemesi için yönetimlerin üzerine çok önemli görevler düşüyor. İki şehrin hikayesi bu göreve bir çağrıdır. Suriye bu oyunu bozacak siyasal birikimlerin, uygarlık ve olgunlukların ülkesidir. İki şehrin insanları aynı amaç etrafında, ülkelerini yıkıma, kardeş kavgasına, sonu acımasız dış müdahalelere gidecek ölüm denklemlerinden koruyacak kadar duyarlıdır. Bölge insanları olarak bizlerinde bir o kadar duyarlıca komşu ülkemize yaklaşmalıyız.
Bu makaleyi 8 Nisan 2011 akşamı, yarın yayınlamak üzere bağlıyorum. Cuma gerginliğinin Lazkiye’ye nasıl yansıdığını arkadaşlarla Cuma namazından çıkan cemaatin ardından izlemeye başladık. Tüm görüntüler gerginliğin oldukça gerilediğini, aynı mahallede (Sılaybi) ik yüz kişiyi aşmayan bir topluluk, ailelerinin yoğun yaşadığı sokaklarda emniyet güçlerinin de seyircilik yaptığı barışçıl bir yürüyüş yaptılar. Hiçbir olumsuzluk olmadan, kimse kimseye saygısızlık ya da zorbalık yapmadan yürüyüş kolu Tabiyat mahallesinin camisi önünde son bularak dağıldılar.
Bu yürüyüşe paralel yürüyen bizler, tanıdık dostlarla yaptığımız konuşmalarda, siyasi denilebilecek tek bir istekle ilgili slogan atılmaması, sadece “şehitler cennete” denilerek yürünmesi dikkat çekiciydi. Dağılan yürüyüşten sonra gerginliğin olduğu bu mahallede, genç bir toplulukla yaptığım konuşma da, Ülkelerinin bölge için önemini direnme hattında duruşunun biz Türkiyeliler için taşıdığı anlamı dile getirdim. Yönetimin aldığı reform kararlarını, desteklemeleri gerektiğini el ele vererek bu ülkenin diz çökmesini isteyen gericiliğe prim vermemeleri gerektiğini dile getirdim. Bu konuşmaya oldukça sıcak bakan topluluk, yönetimle bir sorunları olmadığını, farklı inançtan toplulukların şehri olan Lazkiye’yi dıştan kimsenin provokasyona getirmeyeceğini, reform kararlarını desteklediklerini ve yerel ölçekte çözülebilir sorunlarının bir an önce çözülmesi gerektiğini dile getirerek sözlerini bağladılar. Ayrılarken de birliğin ifadesi olarak topluca el ele vererek dağıldık.
Buna rağmen, gece 22.00 sularında, aynı mahallede, sayıları 50’yi geçmeyen bir topluluk, şehrin en hassas konusu mezhep farklılığı üzerine, yönetime karşı ilk kez duyulmaya başlanan ağır hakaretler yaptığı haberi alındı. Alevilere ağır küfürler ediliyor, yönetimin ıskatı için çağrıları yapıldığı haberleri geliyordu. Oysa şehrin Sünni aileleri bu tür olumsuzluklara karşı Alevi-Sünni birliğini ve ülkelerinin direnme çizgisinde duruşunu ısrarla savunduğu bilinmektedir. Mahallelerinde ortaya çıkman bu olumsuz duruşların rahatsızlığıyla güvenlik güçlerine önlem alma çağırılara yapıp durmakta olduğu bilinmektedir. TV kanalları, bu çağrılarla dolup taşmakta SMS mesajlarıyla, insanlar açık kimliklerini vererek bu çağrıları yenilemektedirler.
8 Nisan 2011 tarihi itibariyle gece geç saatte şehirde ortaya çıkan bu gerginlik, geri çekilmiş halk komitelerinin bir daha spontan olarak silahlarıyla her köşeyi, her sokak ve yolu tutmaya yöneltti. Bu arada halkın acil güvenlik çağrısı üzerine İç İşleri Bakanlığının genelgesi yayınladı (saat: 22.30).
9 Nisan 2011 tarihi itibariyle şehir düşük bir gerginlik içinde yaşamına devam etti.
Deraa ve Lazkiye şehrinin farklı ve ortak yanlarıyla durumları budur. İki şehrin hikayesi esasında kozmopolit ya da sınır şehirleri hikayesi gibidir.
Bu aynı zamanda, farklı etnik ya da inanç topluluklarının ortak yaşam sürdürdüğü şehirlerin hali gibiydi. Lazkiye’nin hali de öyle.
İÇ İŞLERİ BAKANLIĞI KARARNAMESİ
8 Nisan 2011 geç saatte, halkın yoğun talebi üzerine alındığı belirtilen güvenlik önlemleri, barışçıl olmayan gösterilere gerekli karşılığın verileceğine işaret ediyordu.
Suriye, bu satırların yazarının da yakından bildiği gibi belki dünyanın en güvenli ülkesiydi. Ülkenin herhangi bir köşesine her hangi bir saatte gitmenin güvenlik açısından hiçbir sorunu yoktu. Sahil kentlerinde kadınların gece saat 03 sıralarında tek başlarına deniz kenarında ya da her hangi bir dağ köyünde hiçbir sorunla karşılaşmadan gezebildikleri bir şehirdi. 1 Nisan 2011 tarihi itibariyle bu geride kaldı. Gerginlik, virüs gibidir. Spekülasyon tek başına en güvenli alanları yıkmaya yeter. Olan da buydu. Somut hiçbir veri olmamasına karşın kaygılar, dağların korkulara bürünmesine yetti.
Bu nedenle halkın arayışı kimi hakların hangi süratle olacağından çok güvenlik noktasına odaklanmaya başladı. İç İşleri bakanlığının kararnamesi bunun üzerine geldi.
Güvenlik kuvvetlerine verilen “gösterilere hiçbir şekilde müdahale edilmeyecektir” talimatı sona eriyordu. Halkın büyük çoğunluğu, bu kararla rahat bir nefes aldığı da gözlendi.
Halkın “reform kararına rağmen, gösterileri inatla tırmandırarak ülkeyi tahrip etmek, zayıf düşürüp direnme çizgisindeki tutarlı duruşumuza kefaret ödetmek isteyen güçlere karşı artık sessiz kalınmamalıdır” çağrıları, böylece cevap bulmuş oldu.
Bu satırların yazarı açısından ise, bu tür müdahalelerin dengede tutulmasının güç olacağı, denetimin elden kaçınca güvenlik kuvvetlerinin halka karşı olumsuz davranışlarda bulunacakları ihtimali az değildir.
Hayatı boyunca devletin her türüne karşı duruşu olan, devletlerden acı çekerek siyasal mücadelesini yürüten bu satırların yazarı için, hiçbir polisiye önlem kabul edilemez; direniş yanlısı, anti-emperyalist anti-Siyonist Suriye yönetimine diz çökertmek için yapılan kışkırtma ve dış baskıların beşinci kolla yarattıkları karışıklıklara rağmen, halka karşı polisiye önlemleri ret ettiğimi belirteceğim. Bunun yerine siyasal-toplumsal ve ekonomik reformların süratle hayata geçirilmesini daha gerçekçi olduğunu belirteceğim. Bu, kimi yıpranmaları getirse de öyledir. Sonuçta iktidarlar hak için vardır ve onların talebini yerine getirmek yönetimler için geri değil, ileri bir adımdır.
Karşı devrimci güçlerin, silaha sarılıp, bölge halklarının da çıkarlarını zedelemek, Suriye’de kardeş kavgasını kışkırtıp, sonu belli olmayan kanlı süreçlere, iç savaşa yol açmaları halinde ise, tavrımızı önceki yazılarımda da açıkladığım gibi, direnme çizgisini terk etmeme kararlılığı gösterecek olan Suriye’den yana ortaya koyacağımızı buradan bir kez daha belirtirim.
Kıssadan hissemize gelince,
İki şehrin hikayesi sadece komşumuzun değil, ülkemizin de yakın geleceğinin hikayesidir. Bu kırılma noktalarına gelmeden, kaosları yaşamadan dikkat etmeliyiz. Halkların haklarını vermekte, hiç bir anlamı olmayan ötelemelerin, yasakların, baskı ve zorbalıkların gölgesine kimse sığınmamalıdır. İktidarı veren halk, onu bir biçimde tekrar almasını iyi bilir. Herkesin kulağına küpe olarak bu gerçeği assın.
İki şehrin hikayesi ülkemizin de hikayesidir.
.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder