HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

9 Nisan 2011 Cumartesi

İKİ ŞEHRİN HİKÂYESİ (Deraa ve Lazkiye)


Mihrac Ural

10 Nisan 2011

Halkın taleplerini yerine getirmek, hiçbir iktidar için geri bir adım değildir. Tersine ileri bir adımdır. Bu ileri adımı atanlar halkı kazanma şansı olanlardır.

Kendini nasıl tanımlarsa tanımlasın; ilerici, anti-emperyalist ya da direnme çizgisinde olduğu iddiasını doğrulayacak tek yol halkın taleplerini yerine getirmektir. Suriye’de iki şehrin hikayesi bu denklemi doğru çözmekten geçiyor; Suriye’de bu şansı yakalamak için halkın yönetime verdiği kredi yeterlidir. İçi savaşa ve kirli sonuçlarına düşmeden komşumuzun bunu başarması, bölge halklarının çıkarınadır.

Bu ülkemiz için de geçerli bir yaklaşımdır.



***


Biri en güneyde Ürdün ve İsrail’e sınır. Diğeri en kuzeyde Türkiye’ye sınır.

Geostartejik açıdan her ikisinin kritik alanlar olması doğal. Ancak doğal olmayan şey, ülkenin başkenti ve en büyük ikinci kentinde ıslahat isteme yönünde bile protesto yokken, bu kentlerde ölümlere yol açan protestoların ortaya çıkmasıydı.

15 öğrenci duvarlara yazdıkları yazılar nedeniyle tutuklanmasıyla ortaya çıkan tepkiler, güvenlik güçlerinin geri çekildiği yerde kamu mülküne yapılan kundaklama, eylemleriyle boyutlandı. Kitle tepkilerine hiçte alışık olmayan düzen ilk adımda sert önlemlerle kaosun bir parçası haline geldi. Halkın, tutuklanan gençlerin bırakılması yönündeki taleplerini sert bir dille cevaplandırdı. Deraa, büyük Arap aşiretlerinin kentidir. Aşiret algısı ağırlıklı olarak toplumdu yerini almaktadır.

Yakın bir dönemde meraların paylaşılmasında ortaya çıkan çatışmalar onlarca, insanın ölümüyle sonuçlanmıştı. Devlet çoğu kez, bu çatışmalara en son, o da tarafları barıştırmak için gelirdi. Baas rejimi yarım asırlık hâkimiyetine karşın, üstelik bu bölgede temel kadrolar (başbakanlar, meclis başkanları bakanlar parti üst yöneticileri vb) yetiştirmiş olmasına karşın bu akıl hala egemen akıldır; kültürel değişim, siyasi ya da ekonomik değişimle at başı yürümediği gerçeği bu şehrin tipik bir özelliği olarak sürmektedir.

Deraa’da olaylar, normal siyasal protestoların gelişme hızından çok farklı bir boyutta gelişti. Beşşar Esad’a karşı bir tepki olmamasına karşın yerel tüm yöneticileri ve devletin güvenlik kuruluşlarına karşı büyük infial ifade edildi. Aşiret mantığının kan töresi burada da kendini siyasi taleplerle ifade etmekte gecikmedi. Bu süreç özellikle yurtdışında yaşayan muhalif Deraa’lıların etkin çabasıyla tırmandırıldı; Ürdün üzerinden sağlanan lojistik destek, devletin güvenlik güçlerini pasifize eden “kitlelere zarar vermeyin kararı” gerginliği yatıştırmak yerine, artan bir tepki ortaya koymayı kolaylaştırdı. Suriye’nin denetlenmesi en güç kaçakçılık alanlarından bir olan bu sınır kenti, aynı zamanda silahların olaylara karışmasına kadar tırmandı. Gösteriler siyahlı çatışma boyutunu alınca, güvenlik kuvvetlerinin bilinen kabalığı ve sorumsuzluğu, provokatörlerinde işini kolaylaştırdı. Kanlı süreç böylece açılmış oldu. Onlarca sivil ve güvenlik güçlerinden insanın ölümü ve yüzlerce yaralı, Deraa’nın merkezinde yer alan Ömeri Camii baskınına kadar uzandı.

Olayları tanımlarken, zaman ve mekan algısının nasıl da Cami ve Cuma namazı
esprisinde kavramlaştığını görmek güç değildir. Suriye olaylarını işlediğim “SURİYE OLAYLARI VE GERÇEKLER” başlığını taşıyan uzun makalemde şu şekilde ifade etmeye çalıştım. Mekan olarak camilere, zaman olarak Cuma namazına dayanan bir muhalefetin ciddi soru işaretleriyle yüz yüze kalacağını ifade etmeye çalıştım; ülkemizde Sivil İtaatsizliğin gerçek bir kitle hareketi oluşunun göstergesi olarak, nasıl da devlete ve kamuya ait her alana karşı farklı bir alanda duruş sergilediğini göz önüne getirerek, Suriye’deki zaman ve mekan olgusunun cami ve Cuma namazıyla kesişmesini kavramak daha kolaydır. Buna Kürt halk muhalefetinin, devletin baskılarına, provokasyonlarına, faili meçhullerine karşı ortaya koyduğu barışçıl, kitlesel uygar duruşu da eklemek gerek.

Deraa olayları İsrail’i de sürece hızla kattı. Milyonlarca SMS mesajı Suriye’deki tüm iletişim ağlarına akmaya başladı. Bu konuda İsrail’in bilinen ve Lübnan’da tüm detaylarıyla açığa çıkan ulusal iletişim ağlarına grip onu denetleme çabalarının bir ucu da burada ortaya çıkıyordu. Bu, Suriye üzerine on yıllardır organize edilmek istenen komplonun bir adımıydı. Ancak bu adım Suriye halkının gerçekçi ıslahat taleplerinin üzerine gelmiştir, yoktan var edilerek değil.

Deraa olayları, ne Mısır ne de Tunus’taki uygar, barışçıl gösterilere benziyordu. Deraa halkının haklı talepleri, hangi olayların ardından gelirse gelsin, kim bu olayların nasıl kullanırsa kullansın sonuçta, halkın devletle yüz yüze geldiği bir olay olarak, halkın devlet karşısında her zamanki haklı konumuna sahipti.
Devlet Deraa’da ciddi hatalar işledi ve bunun sorumluları Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle görevden alındı. Olayları araştırma komitesi kurularak görevine başladı; komite Deraa yöresinden Suriye’nin en güvenilir hukukçularından Dr. İbrahim Deraji başkanlığında çalışmalarına başladı.

Deraa, tarihinde devrici rolleri olan, İsrail’e karşı cephenin ilk hattında yer alan bir şehir. Bu özellikleriyle iki ucu keskin bir bıçak olan konumunun da ifadesidir. Ürdün gibi gerici bir Arap odağı ve aşiret ilişkisi nedeniyle devlet sınırını aşan ilişkileri yanı sıra İsrail gibi bir istilacı düşmana sınır olmanın her türden provokasyonuna açıktır.

Deraa olayları şimdilik, gergin bir süreçten geçmektedir; yönetimin ortaya koyduğu ıslahat programını bekleyen bir eğilim tüm ülkeyi kaplamış durumdadır. Halka baskı yapan, ölümlere yol açan sorumluların yargılanması, bu amaçla kurulan komitenin görevine başlaması bu ülkede akil adımların olumlu sonuçlar yaratabileceğine işarettir. (9 Nisan 2011 itibariyle Deraa Valisi Faysal Kelsum ve Siyasi Şube Başkanı Atıf Necip olaylarda sorumlulukları dolaysıyla mahkemeye sevk edildiği açıklandı)

Deraa, Suriye için hem bir güç hem de zayıf bir halkadır.

Deraa halkının gerçekçi talepleri, Suriye halkının da talepleridir. Bu talepler ne düzen karşıtı ne de yönetimin simgesi Beşşar Esad hedef almaktadır. Bu yanıyla sistemin kendini askeri araçlarla koruma girişimlerine gerekçe oluşturacak bir durum yoktur. Deraa’da kaynamanın durmasında da bu gerçekler rol oynadı. Bundan sonrası yönetimi tanınan icraat zamanın iyi kullanılmasıyla ilgilidir; bu her ne kadar Siyonist-emperyalist güçlerin Arap gericiliğiyle birleşen Suriye yönetimine diz çökertme çabası ve bunun sonucu oluşan komplolara son vermese de.

Deraa olayları, 15 Mart 2011 de başladı. Bu olaylar ülkede yaygınlaşma yönünde de bir iz bırakmadan gelişti. Ancak devlet ve düzen ne olursa olsun, istediği kadar halkın çıkarlarını gözeten bir sistem olduğu iddiasında olsun, muhalifi olacaktı. Muhalefet, tanrının adaletine karşı bile vardır ve haktır. Deraa muhalefet adına Suriye’de ortaya koyduğu duruş da anlamlıdır.

Bunu daha iyi anlamak için yakın tarihte muhaliflerin durumuna bir göz atmakta yarar var.

1982 Hama Olayları, terör örgütü Müslüman Kardeşler Örgütünün, sivilleri inanç kimliklerine bakarak katletmesiyle alamet-i farika sahibidir. Bu farklılıkla muhalefet sürdürmek, iktidarı inanç temelinde sorunlarla zorla devirmek demektir. Bu muhalefet tarzı, onun jargonuyla söyleyecek olursak, çoğunluğu oluşturan Sünni halkın direnişiyle karşılaştı ve onların yönetimi desteklemesiyle ezildi.
Suriye’nin ilerici yönetimi, dönemin bölge saflaşmasında, Saddam diktatörünün bir kuklası, Amerikan – İsrail siyonizminin bir uzantısı, Arap gericiliğinin de beşinci kolu olarak terör estiren, bu günün EL-KAİDE örgütünün öncülü olan Müslüman Kardeşler Örgütüne karşı savaş veriyordu. Bölge devrimcilerinin tümü de Suriye yönetiminden yana tutum almıştı. Bu konuda resmi açıklamalar ve ortak eylemler yapıldığı da bilinmektedir (Türkiye ve Kürt devrimci hareketi de bu duruşu sergilemişti).

Suriye yönetimi, gericilikle mücadelesini Hama olaylarını bastırarak noktaladı. Bu ise, gerginliğin ardından gelen bir baskı sürecini tetikledi. Ülke yeni bir barış süreci yaşıyordu ancak gergindi. Kuşkuluydu ve bu gerginlik aşılana kadar kabul edilebilir bir zaman sürecinin geçmesi gerekiyordu. “Vatansever olan ve olmayan muhalefet” söylemi de bu dönemde siyasal literatüre girmeye başladı.

Bölgenin ortak düşmanı vardı o da İsrail’di ve onun şemsiyesi altında Batılı emperyalistler ve Arap gericiliği bir bütün olarak görülüyordu. Bu saflaşmada Suriye her zaman devrimcilerin, komünistlerin, direnme güçlerinin, Filistin, Lübnan ve Türkiyeli devrimcilerin safında yer alıyordu. Böylesi geniş bir yelpazenin desteğinde Suriye’de muhalefet, kitle bağı hiç olmayan, dar bir aydın çevrenin entelektüel diyalogu dışında bir anlam taşımıyordu; oysa aynı kesitte on yıllarını zindanda tamamlayan, bu günkü reform paketinden de geri talepleri savunan kesimler bulunuyordu. Müslüman kardeşler terör örgütünün payına düşen ise, o kesitin en ağır cezasıydı. Bu veriler, bölge ve dünya soğuk savaş saflaşmasının da normal algıları arasında bulunuyordu.

Bu nedenle, Suriye’nin kavramsal algıları, ülkemiz siyasal parametrelerinden oldukça farklıdır diyeceğim. Bu açıdan okur, Suriye gerçeğini göz önüne almadan iki ülke arasında bir paralellik üzerinden karşılaştırmalara yönelmemesi gerek.

İşte bu tarih sürecinin sonunda, Deraa olayları muhalif olma korkularını yıkan bir girişim olduğunu söyleyeceğim. Halkın böylesi tepkileri her ne nedenle olursa olsun korku duvarlarının sarstığı anlamına geliyordu.

İki şehrin hikayesinde Deraa, Pandoranın kutusunu açtı demek yanlış değildir.
Bu makalemi yazıp noktalamama rağmen yayınını Cuma günü gelişmeleri ardından yayınlamayı kararlaştırdım (8 Nisan 2011). Suriye’de muhalefet üzerine ortaya koyduğum kavramsal algıda zaman ve mekan üzerine Camiler ve Cuma namazı tespitim bulunuyor. Bunun sonuçlarını gözlemek istedim. Gelişmeler beni yanıltmamıştı.
Deraa, bu günü de (Cuma) kanlı geçirdi. Önceki hafta gösteri olan şehirler ve beldelerde gerginlik gerilerken Humus ve Deraa’da kanlı bir gün oldu. Humus kenti Suriye’nin merkez şehirlerinden biridir. Lübnan sınırında ve Deraa gibi kaçakçılığı yoğun olduğu bir şehir. Bu gün sadece bu iki şehirde kanlı çatışma oldu. İlginç bir kesişmeyle de Humus ve Deraa’da, aynı anda halka ve güvenlik güçlerine kurşun yağdırıldı.

Humusta halkın yakaladığı kişiler bir kaçakçılık şebekesinin unsurları olduğu, gösterilere ve emniyet güçlerine ateş açtıkları ifade edildi. Deraa’da da TV ekranlarına yansıyan görüntüler yüzü örtülü kişilerin bahçelerden göstericilere ve emniyet güçlerine aynı anda ateş açarak kanlı çatışmaların yükselmesine yol açtığı gösterildi. Silahlı çatışmaların, sadece Deraa ve Humus’ta gündeme gelmesi, her bir şehirde onu aşkın ölüm olayının olması ve çoğunluğunun güvenlik güçlerinden olması dikkat çekicidir.

Güvenlik güçlerinin “barışçıl olan hiçbir gösteriye müdahale edilmeyecek” kararına uyudukları, görgü tanıklarınca da doğrulanmaktadır.

Suriye yönetimi, doğum sancısı içinde olan bir süreçtedir. Doğacak olan bu çocuğa bakmayı bilecek bir dirayet göstermekle yükümlüdür. Muhalefeti olan bir ülke demokrasiye daha yakındır. Suriye yönetimi, bu güne kadar süren Baas’çı sosyalizm, demokrasi, özgürlük, halk iktidarı gibi söylemlerden oluşan siyasal jargonu, muhalefet gerçeğiyle de barışık yaşamanın yolunu öğrenecektir. İlk kez anne olan bir kadının, çocuğuyla olumlu olumsuz ilişkisi sonucunda tecrübelerle doğru ilişkiyi öğrenecektir: bu başlangıçtan doğru sonuçlar çıkaracak bir yönetim, bölgede oluşan devrimci rüzgardan en çok yararlanacak yönetim olacaktır: Suriye’nin bu açıdan çok şanslı olabileceğini söylemek yanlış değildir (bu ifadeleri, “SURİYENİN HANDİKABI” başlıklı makalem ya da Suriye olayları ve gerçekler başlıklı ana makaleyle birlikte okuyarak algılamak gerek. Her başlığın kendi konusu içinde anlamlı olan ifadeleri, başka sorunların dile getirmediği gibi bir ihmal olduğu anlamına gelmez)


LAZKİYE

Lazkiye’ye gelince. Bu şehir, benim ikinci adresimdir. Tüm yönleriyle bildiğim, keşe bucak ilişkilerimin olduğu her siyasal görüş ve inançtan dostlarımın olduğu bir şehir. Olayların, gösterilerin merkezinden izlenimlerimle alttaki satırları kaleme aldım.

Lazkiye, Suriye’nin en kuzey sınırında,Türkiye’nin en güneyinde yer alır. Akdenizin doğu yakasındadır. Dağlarla denizin buluştuğu bir turizm kenti. Oluşturulması planlanan 22 devletli Arap Parlamentosunun merkezi.
Lazkiye, Geçmiş Cumhurbaşkanı merhum Hafız Esad’ın ve bu günkü Cumhurbaşkanı Beşşar Esad’ın doğduğu kent (Kırdaha ilçesi).

Alevi, Sünni ve Hıristiyan Arapların, Ermenilerin, Türkmenlerin ve Kürtlerin yaşadığı oldukça kozmopolit bir barış kenti.

Lazkiye’de ortaya çıkan olayların bu özeliklerle de ilgili olarak özelde Suriye’nin genelde dünyanın ilgisini çekmektedir. Beşşar Esad’ın doğduğu yer olması, tarih süreci içinde özellikle eli kanlı terör örgütü Müslüman Kardeşlerin 1980’li yıllarda inanç ayrımı üzerine yaptığı katliamların bilinçaltındaki izleri nedeniyle kırılgan bir kent olarak da tanımlanabilir.

Bu özgün yapısıyla Lazkiye, Suriye’de ortaya çıkan olaylarda ikinci sorunlu kent olarak öne çıktığına tanık olduk.

Lazkiye’de gerginliğin başlangıç noktası, Deraa’nın devamı gibi ortaya çıktı. “Deraa’yı canımızla kanımızla feda ederiz” sloganları, “Beşaar Esad’ı kanımızla canımızla feda ederiz” sloganına alternatif olarak atıyorlardı. Bu yöntem protestoların olduğu beldelerde de tekrar edildi. Protestocuların siyasal bir program ve ona ait sloganları üretme sıkıntısının bir sonucu olarak, kitleleri gündemdeki keskin çatışmalardan etkileme çabası olarak ortaya atıldı. Deraa’da kanlı olaylar var bunlara sahip çıkmak, kan üzerinde politika yapma çabası; bunu, ülkemizin kirli savaşında, ölen askerler nedeniyle ailelerin kışkırtılmasına benzetmek yanlış değil.

Bu satırların yazarı, Lazkiye olaylarını ilk andan itibaren orta yerinde olarak gözlemiştir. Tanık olduğum olaylar dizisi, daha çok bir futbol karşılaşması sonrası taraftarların birbirine girmesi daha da ötesi, iki taraftarın değil de tuttuğu takımdan rahatsız olan taraftarın yönetime karşı tepkisini sağı solu kırarak, yakarak, tahrip ederek dile getirmesi gibiydi. Bu başıboş çabalar, aklı başında bir tek siyasi slogan ihtiva etmiyordu. Buna gerek bile görülmemişti. Yani, gerçek muhaliflerin bildiğimiz “sıkıyönetim kanunlarının ilgasını, demokratik hak ve özgürlüklerin genişletilmesini” talep eden hiçbir yaklaşımı Lazkiye’de patlak veren olaylarda görmüyoruz. İstenin bir gün önceki çatışmalarda yakalanan arkadaşlarının serbest bırakılması, yaralı ya da ölülerin ailelere verilmesinden ibarettir. Şeyh Dahir meydanında yakılan arabalar, tahrip edilen esnaf, doktor, avukat, ticari büro levhaları, reklam panoları ise siyasetle ilgili birer unsur da değildi.

Lazkiye’de ortaya çıkan olaylar aynı anda protestocularla, Devrimci Gençlik adı altında örgütlü siyasi gençler yüz yüze getirdi. Devrimci Gençlik, yönetimden yana olan gençlerin değişik siyasal örgütlerde, farklı inançtan ancak ülkesinin direnme çizgisine inanan ve bunun kırılmaması gerektiği savıyla yönetimden yana tutum alan geçlerden oluşmaktadır.

Dikkat edilirse Arap ülkelerinde ortaya çıkan tüm ayaklanmalarda muhalefet güçlerine “devrimci güçler” tanımlaması yapılmasına karşın, Suriye’de muhalefet güçler için aynı tanımlama hiçbir yerde yapılmadı. Bunu protestocular da kendilerine uygun görmedi. Gerçekte bu merkezdedir. Muhalif kesimlerin tarihsel geçmişleri ve bu gün taşıdıkları amaç hiçbir şekilde devrim kavramını içselleştiren bir özellikte değildir. Bu sol muhalefet açısından devrimden çok reform isteğiyle, diğer muhalif güçler açısından ise, direnme çizgisine karşıt duruşları, gerici Arap yönetimleriyle ortaklıkları ve bunun Amerikancı, batılı boyutuyla da yakından ilgilidir.

Bu tablo, şehrin inanç dokusuna daha da yoğun bir yansıması oluyordu. Özellikle bölgenin ezici çoğunluğunu oluşturan Alevi vatandaşlar üzerinde, Gerici Arap yönetimlerinin beşinci kolu olarak görülen tutucu çevrelerin tarihsel katliamlardan birini daha yapacakları kaygısını o oluşturmuştur. Bu kaygının açık bir kanıtı ve verisi olmasa da gerginlik bunu üretmeye yeterlidir. Nitekim bu süreç dalga dalga büyüyerek, Lazkiye olaylarına Alevi-Sünni çatışması imajı vermeye başladı. Gençlerin kokak çatışması taş, sopa gibi basit mahalle kavgası araçlarıyla yürürken, tek taraflı olarak Alevi inancına yapılan küfürler, protestoların bu şehirde belirgin bir kin ve intikam muhalefeti özelliği veriyordu.

Olayların en doruk noktasında şehrin merkezi meydanı Şeyh Dahir alanında yakılan arabalar ve yapılan tahriplere karşı güvenlik kuvvetlerinin müdahale etmemesi dikkat çekiciydi. Deraa olaylarının kanlı bitmesi Lazkiye’de güvenlik kuvvetlerinin yeni bir kanlı sürece neden olmalarını engellemek üzere, “göstericiler ne yaparsa yapsın kimse karışmayacak” talimatına yol açmış ve bunun sonucu da 8 polis ölü 70 i yaralı olmuştur. Göstericilerden ise iki ölü.

Gösteri anını betimleyecek olursak, 200’e yakın genç, önemli bir kısım üstelerini açmış, vücutlarında sıklıkla jilet yaraları olan, çoğu kez öne fırlayıp “beni Hükümet arıyor teslim eder misiniz” diye bağıran 25 yaşlarında bir gencin sarhoş halleri, orta yaşlarda bir kişinin teskin etme çabalarına gösterdiği şaşkın tepkiler, Lazkiye olaylarındaki insan manzaralarına önemli bir işaretti. Çatışmaların olduğu yer şehrin merkezi işyerlerinin üzerinde yükselen 7-8 katlı binaların tümü ise ailelerin ikametgahlarıdır. Yani ailelerin yaşadığı dairelerden oluşmaktadır. İş yerleri sahiplerinin çoğunluğu de işyerlerinin üzerinde ailece ikamet etmektedir. Bu çevrelerle olan dostluğumuz ve ilişkimize dayanarak yaptığımız bir araştırmada olayları yaratan hiçbir gencin bu çevrelerde tanıdık kimselerden olmadığı söylendi. Daha çok Skenturi Mahallesi denilen, şehrin güney kemsi, deniz sahilinde olan Filistin kampları civarında yerleşmiş iç göçlerle gecekondulardan geldiğine işaret ediyordu. Şehirli denilen ve çoğunluğu Sünni esnaf olan kesimler ise yönetimden yana tutum alan çoğunluğuyla, olayların yaratıcısı çevrelere sert tepkiler gösteriyorlardı. Bu şaşkınların iç dış çevrelerin birer oyuncağı olmalarının basitçe mümkün olduğunu dile getirdiler; bu anlatım yapılırken aynı anda ıslahatın şart olduğu, ciddi rahatsızlıkların bulunduğunu da belirtiyorlardı. Ancak bu olayların ıslahat talepleri mantığıyla ilgili olamayacağını farklı nedenlerin olma ihtimalinin yüksek olduğunu vurguluyorlardı.

İlginç olan bir esprili durum ise, Sünni esnaftan bir çok kişinin dostları Alevilerden korunmak için silah istemeleriydi; olaylar Alevi – Sünni çatışması olarak lanse edilirken, gerçekler farklı yaşanıyordu.

Lazkiye olayları, ne Alevi ne Sünni olayıdır. Hangi saiklerle olursa olsun, olay çözülmemiş sorunların sonucu ortaya çıkan haklı demokratik siyasal tepkilerin, Suriye’nin tarihsel direnme çizgisinden intikam almak üzere kışkırtılıp yönlendirilmesi olayıydı. Bunun için de uluslararası medya tekelleri (buna Arap gericiliğin elinde bulunun medya olanakları da dahil), sermaye çevreleri, beşinci kol faaliyetlerinin bir bütün olarak bunun üzerine yüklenmiştir. Komplo bunun üzerine gelişmiştir, yoktan var edilmemiştir.

Bu olaylar, şehrin inanç dokusu gereği kırılgan yapısı üzerine binince, aniden akıl almaz bir sürükleniş başladı. Bir hafta böylesi gerginlik içinde geçti. Ancak olaylar aydınlandıkça, ortaya çıkan dış unsurlar ve komplolar belirdikçe, haklı taleplerin farklı bir dille kazanılabileceği ve ülkeyi tahrip etmenin anlamsızlığı belirdikçe, akil şahsiyetlerin çabasıyla bu kanlı süreç kuşatılıp durduruldu; bilanço, kimseye karışılmayacak talimatı alan 8 güvenlik görevlisinin ölümü 70’inin yaralanması, sivil halktan 2 ölü onlarca yaralıyla sonuçlandı.
Gelişmeler, yönetimin halka yönelttiği çağrıyla yeni bir boyut aldı. Yönetim, halkı, ülkeyi dış müdahale ve komplolardan, provokatif eylemlerden, kamu mülkiyetine zarar verecek kimliği belirsiz kundaklama eylemlerinden korumak üzere “Silahlı Halk komiteleri” oluşturarak korumaya çağırdı. Halk da ülkenin dört bir köşesinde mahalleleri ve sokakları kendi silahıyla ve kurduğu barikatlarla bu karara cevap verdi.

Böylesi bir karar, iki ağzı keskin bir bıçak gibidir. Silahlanmış halk kendine güveni olmayan yönetimler için büyük bir riskti. Ancak, Suriye yönetimi bu riskten korkmadı, halkına inanıyordu. Alınan kararın etkisi kısa sürede kendini gösterdi. Her şehirde öbek öbek yabancılar, silahlı çeteler yakalanmaya başladı. Muhalefet de bu sürecin aktivitesine katılarak, komplolara karşı ülke birliğinin savunulmasına katıldı.

Bunlara rağmen, Lazkiye, tarihinin her kesitinde Alevi-Sünni kışkırtmasının en kırılgan noktası olarak, üzerinde kurgulanan oyunları büyük bir dirayetle yenilgiye uğratacak ilk adımları atmıştır.

1 Nisan 2011 Cuma günü 300 kişinin katıldığı, kimsenin müdahalesi olmadan yapılan barışçıl gösteriyle, iş ve hürriyet sloganları eşliğinde noktalanmış oldu.
Bu satırların yazarı bu süreci en yakından, olayın içinden, her tarafta olan dostlarından aldığı bilgiler etrafında değerlendirerek vardığı sonuçla, Lazkiye kenti ülkesinin tarihi boyunca aldığı direnme hattı tutumuna kefaret ödetmek isteyenlere ağır bir tokat vurdu. 2 Nisan 2011, şehrin güvenliğini devlet yerine alan halk komiteleri görevine son vererek barikatları kaldırıp şehir bilinen normal yaşamına döndü. Türkiye’den yolcu akını yeniden eski seyrine döndü.1 Nisan 2011 itibariyle yapılan “üç günlük gece protesto yürüyüşü” çağrılarına ise kimse dönüp bakmadı.

Deraa, gerginliğini sürdürmesine karşın, sakinleşerek, taleplerine güvendikleri en yetkili kişi sıfatıyla Beşşar Esad’a iletmeyi uygun buldu. Bu gün bu satırların yazıldığı sırada, talep listesinin Cumhur Başkanlığınca alındığı ve yerine hızla getirileceği açıklaması yapıldı.

Her biri ülkesinin bir ucunda olan bu iki şehrin hikayesi, Suriye için önemli derslerle dolu.

Halkın, haklı taleplerini kimse istismar etmemesi için yönetimlerin üzerine çok önemli görevler düşüyor. İki şehrin hikayesi bu göreve bir çağrıdır. Suriye bu oyunu bozacak siyasal birikimlerin, uygarlık ve olgunlukların ülkesidir. İki şehrin insanları aynı amaç etrafında, ülkelerini yıkıma, kardeş kavgasına, sonu acımasız dış müdahalelere gidecek ölüm denklemlerinden koruyacak kadar duyarlıdır. Bölge insanları olarak bizlerinde bir o kadar duyarlıca komşu ülkemize yaklaşmalıyız.

Bu makaleyi 8 Nisan 2011 akşamı, yarın yayınlamak üzere bağlıyorum. Cuma gerginliğinin Lazkiye’ye nasıl yansıdığını arkadaşlarla Cuma namazından çıkan cemaatin ardından izlemeye başladık. Tüm görüntüler gerginliğin oldukça gerilediğini, aynı mahallede (Sılaybi) ik yüz kişiyi aşmayan bir topluluk, ailelerinin yoğun yaşadığı sokaklarda emniyet güçlerinin de seyircilik yaptığı barışçıl bir yürüyüş yaptılar. Hiçbir olumsuzluk olmadan, kimse kimseye saygısızlık ya da zorbalık yapmadan yürüyüş kolu Tabiyat mahallesinin camisi önünde son bularak dağıldılar.

Bu yürüyüşe paralel yürüyen bizler, tanıdık dostlarla yaptığımız konuşmalarda, siyasi denilebilecek tek bir istekle ilgili slogan atılmaması, sadece “şehitler cennete” denilerek yürünmesi dikkat çekiciydi. Dağılan yürüyüşten sonra gerginliğin olduğu bu mahallede, genç bir toplulukla yaptığım konuşma da, Ülkelerinin bölge için önemini direnme hattında duruşunun biz Türkiyeliler için taşıdığı anlamı dile getirdim. Yönetimin aldığı reform kararlarını, desteklemeleri gerektiğini el ele vererek bu ülkenin diz çökmesini isteyen gericiliğe prim vermemeleri gerektiğini dile getirdim. Bu konuşmaya oldukça sıcak bakan topluluk, yönetimle bir sorunları olmadığını, farklı inançtan toplulukların şehri olan Lazkiye’yi dıştan kimsenin provokasyona getirmeyeceğini, reform kararlarını desteklediklerini ve yerel ölçekte çözülebilir sorunlarının bir an önce çözülmesi gerektiğini dile getirerek sözlerini bağladılar. Ayrılarken de birliğin ifadesi olarak topluca el ele vererek dağıldık.


Buna rağmen, gece 22.00 sularında, aynı mahallede, sayıları 50’yi geçmeyen bir topluluk, şehrin en hassas konusu mezhep farklılığı üzerine, yönetime karşı ilk kez duyulmaya başlanan ağır hakaretler yaptığı haberi alındı. Alevilere ağır küfürler ediliyor, yönetimin ıskatı için çağrıları yapıldığı haberleri geliyordu. Oysa şehrin Sünni aileleri bu tür olumsuzluklara karşı Alevi-Sünni birliğini ve ülkelerinin direnme çizgisinde duruşunu ısrarla savunduğu bilinmektedir. Mahallelerinde ortaya çıkman bu olumsuz duruşların rahatsızlığıyla güvenlik güçlerine önlem alma çağırılara yapıp durmakta olduğu bilinmektedir. TV kanalları, bu çağrılarla dolup taşmakta SMS mesajlarıyla, insanlar açık kimliklerini vererek bu çağrıları yenilemektedirler.

8 Nisan 2011 tarihi itibariyle gece geç saatte şehirde ortaya çıkan bu gerginlik, geri çekilmiş halk komitelerinin bir daha spontan olarak silahlarıyla her köşeyi, her sokak ve yolu tutmaya yöneltti. Bu arada halkın acil güvenlik çağrısı üzerine İç İşleri Bakanlığının genelgesi yayınladı (saat: 22.30).

9 Nisan 2011 tarihi itibariyle şehir düşük bir gerginlik içinde yaşamına devam etti.


Deraa ve Lazkiye şehrinin farklı ve ortak yanlarıyla durumları budur. İki şehrin hikayesi esasında kozmopolit ya da sınır şehirleri hikayesi gibidir.

Bu aynı zamanda, farklı etnik ya da inanç topluluklarının ortak yaşam sürdürdüğü şehirlerin hali gibiydi. Lazkiye’nin hali de öyle.


İÇ İŞLERİ BAKANLIĞI KARARNAMESİ


8 Nisan 2011 geç saatte, halkın yoğun talebi üzerine alındığı belirtilen güvenlik önlemleri, barışçıl olmayan gösterilere gerekli karşılığın verileceğine işaret ediyordu.

Suriye, bu satırların yazarının da yakından bildiği gibi belki dünyanın en güvenli ülkesiydi. Ülkenin herhangi bir köşesine her hangi bir saatte gitmenin güvenlik açısından hiçbir sorunu yoktu. Sahil kentlerinde kadınların gece saat 03 sıralarında tek başlarına deniz kenarında ya da her hangi bir dağ köyünde hiçbir sorunla karşılaşmadan gezebildikleri bir şehirdi. 1 Nisan 2011 tarihi itibariyle bu geride kaldı. Gerginlik, virüs gibidir. Spekülasyon tek başına en güvenli alanları yıkmaya yeter. Olan da buydu. Somut hiçbir veri olmamasına karşın kaygılar, dağların korkulara bürünmesine yetti.

Bu nedenle halkın arayışı kimi hakların hangi süratle olacağından çok güvenlik noktasına odaklanmaya başladı. İç İşleri bakanlığının kararnamesi bunun üzerine geldi.

Güvenlik kuvvetlerine verilen “gösterilere hiçbir şekilde müdahale edilmeyecektir” talimatı sona eriyordu. Halkın büyük çoğunluğu, bu kararla rahat bir nefes aldığı da gözlendi.

Halkın “reform kararına rağmen, gösterileri inatla tırmandırarak ülkeyi tahrip etmek, zayıf düşürüp direnme çizgisindeki tutarlı duruşumuza kefaret ödetmek isteyen güçlere karşı artık sessiz kalınmamalıdır” çağrıları, böylece cevap bulmuş oldu.
Bu satırların yazarı açısından ise, bu tür müdahalelerin dengede tutulmasının güç olacağı, denetimin elden kaçınca güvenlik kuvvetlerinin halka karşı olumsuz davranışlarda bulunacakları ihtimali az değildir.

Hayatı boyunca devletin her türüne karşı duruşu olan, devletlerden acı çekerek siyasal mücadelesini yürüten bu satırların yazarı için, hiçbir polisiye önlem kabul edilemez; direniş yanlısı, anti-emperyalist anti-Siyonist Suriye yönetimine diz çökertmek için yapılan kışkırtma ve dış baskıların beşinci kolla yarattıkları karışıklıklara rağmen, halka karşı polisiye önlemleri ret ettiğimi belirteceğim. Bunun yerine siyasal-toplumsal ve ekonomik reformların süratle hayata geçirilmesini daha gerçekçi olduğunu belirteceğim. Bu, kimi yıpranmaları getirse de öyledir. Sonuçta iktidarlar hak için vardır ve onların talebini yerine getirmek yönetimler için geri değil, ileri bir adımdır.

Karşı devrimci güçlerin, silaha sarılıp, bölge halklarının da çıkarlarını zedelemek, Suriye’de kardeş kavgasını kışkırtıp, sonu belli olmayan kanlı süreçlere, iç savaşa yol açmaları halinde ise, tavrımızı önceki yazılarımda da açıkladığım gibi, direnme çizgisini terk etmeme kararlılığı gösterecek olan Suriye’den yana ortaya koyacağımızı buradan bir kez daha belirtirim.

Kıssadan hissemize gelince,

İki şehrin hikayesi sadece komşumuzun değil, ülkemizin de yakın geleceğinin hikayesidir. Bu kırılma noktalarına gelmeden, kaosları yaşamadan dikkat etmeliyiz. Halkların haklarını vermekte, hiç bir anlamı olmayan ötelemelerin, yasakların, baskı ve zorbalıkların gölgesine kimse sığınmamalıdır. İktidarı veren halk, onu bir biçimde tekrar almasını iyi bilir. Herkesin kulağına küpe olarak bu gerçeği assın.

İki şehrin hikayesi ülkemizin de hikayesidir.
.

Hiç yorum yok: