9 Nisan 2011 Cumartesi
ZAN ALTINDA SİYASET
Mihrac Ural
9 Nisan 2011
İç ve dış siyasetin her basamağı zan altında olmasına rağmen iktidar olunuyorsa, halkın verdiği destek ister istemez pervasız bir sivil diktatörlüğe döner. Bundan da en çok halkın kendisi acı çeker.
Zan altında siyaset, toplumu saatli bombaya çeviriri. Düzeneğin devresi kapanınca, patlamanın önüne geçmek mümkün değildir. Her patlama bir kaostur, suların dinmesi için de ağır bedeller gerekir. Zan altında siyasetin ülkeyi götüreceği yer böylesi bir yerdir. Bundan sakınmayanlar kefareti öncelikle kendileri öderler.
Ülkemizin tarihi zan altında siyasetin tarihidir. Bu çizgide yola devam edenler, Libya, Suriye ve Bahreyn olaylarıyla ilgili ülkemiz iktidarının açığa çıkan politikası ikiyüzlü bir politika olarak belirmiştir. Türkiye dış siyaseti zan atında olmuştur. Şüpheli, güvenilmez çizgisiyle dış politika çökmekle yüz yüze gelmiştir.
Libya’da bir eliyle Kaddafi’nin, bir eliyle NATO’nun, diğer elleriyle de Ayaklanmacıların yanında görünmek, ip üstünde kırk cambaz oynatmaktır. Bu Bizans oyunları onurlu, çağdaş bir ülkenin siyaseti olamaz. Çıkarlar dünyası pazarında bile, siyasetin bir ahlak kuralı vardır. Ülkemizin izlediği siyasetin ise kabul edilebilir bir ahlak kuralı olduğu iddia edilemez. Libya halkı bu siyaseti mahkûm etmek üzere Bingazi’de TC konsolosluğu önünde yaptığı protestolarla, gerekeni yeterince dile getirmekten çekinmedi; Libyalı bir kadının çığlıkları, ülkemiz için bir utanç belgesidir; “ikiyüzlü tutumdan ar duymuyor musunuz”.
Aynı tutum, Suriye’ye karşı da kendini gösterdi; “Dost, kardeş, stratejik ortak” methiyelerinin bir yalan olduğu açığa çıkıyor.
Suriye’de ortaya çıkan olayların aslı astarı bilinmeden, hükümet ikili oyuna başlıyor. Bir yandan eli kanlı terör örgütü Müslüman Kardeşler Örgütü’nde, diğer eli Suriye yöneticilerin elinde.
Sivil halkın katili Müslüman Kardeşler Hareketine İstanbul’da basın açıklaması olanağı sağlanıyor, onlar da Erdoğan’a, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na ve AKP’li hükümet yetkililerine bol bol şükranlarını sunuyor ve Suriye halkını kanlı iç savaş için ayaklanmaya çağırıyor.
Bu kirli oyunun ardından, ne olur ne olmaz diye Suriye yönetimiyle görüntüyü kurtarmak için yapılan ziyaretlerin onurlu olması mümkün değildir. Bu ülkemizin NATO kuklası olan sürecinin, bölge halkları bilinçaltında bıraktı kötü anıları yeniden canlandırıyor. İsrail’le savaşlarında ülkemizdeki NATO üslerini Arapların aleyhine kullanmaktan çekinmeyen geçmiş yönetimlerin kara şöhreti, bu gün yeniden canlanmaya başlıyor. Bu ikiyüzlü politika, Suriye halkı tarafından tepkiyle izleniyor. En basit cümlelerle; “Türkler eski alışkanlıklarını bırakmamışlar, her ilişkiye kolay ihanet ediyorlar, ikiyüzlüce davranıyorlar” diyerek bu ilişki üzerine çöken kara bulutlara işaret ediyor.
Bunlara Bahreyn’e yapılan Suudi Arabistan askeri müdahalesine karşı duruşun arkasından gelen mezar sessizliğiyle oluşan ikiyüzlü tutumu eklemek gerek. Bunun gibi onlarca örnekten oluşan dış siyaset, ülkemizi insanlık ailesi karşısında zan altında bırakıyor.
Erdoğan’ın, gelişen dış tehlikeler karşısında alelacele, 7 Nisan 2011 akşamı dış politika ve Libya olaylarıyla ilgili yaptığı açıklama, bu yanlış siyasetin refleksidir. Bu gergin tepki bile, başlı başına dış siyasette bir çöküşün eşiğine gelindiğini, halkları aldatarak siyaset yapılamanın iflas ettiğini gösteriyor.
İletişim çağında, gerçek niyetinizi, dar çıkarlarla örülü siyasetinizi gizleme şansına sahip değilsiniz. Şeffaf olmayan her siyasetin zan altında olacağı açıktır. Uluslararası ilişkide başarının yolu, ilişkide olunan ülkeleri ve halkları, kendin gibi ele almaktan geçiyor. Kendine istemediğin davranışı, başkasına yapmamaktan geçiyor. Bu da tek boyutlu değil, paylaşımcı olmayı gerektirir.
Dış politikada iki yüzlülük, iç politikadan bağımsız değildir. Başkasına nasihat verdiği iddiasında olan bir yönetimin, öncelikle bu nasihati kendi ülkesi için uygulamayı bilmelidir. Anti- demokratik baskıların bitip tükenmediği, muhalif olanların, aydınların, gazetecilerin, din adamlarının bile ötekiler diye zindana doldurulduğu bir ülkede, “Demokratik Açılım” iddiasıyla yola çıkıp iflasla sonuçlanan adımlar, iç siyasetin de zan altında olduğuna işaret ediyor.
Nitekim Kürt halkının demokrasi ve özgürlük taleplerine karşı sürdürülen aldatıcı politikalar, hukuksuz yargı, adaletsiz kararlar, içte ve dışta süren askeri operasyonlar, siyasi vaatlerin şaibeli olmasını engellemiyor. Seçim sürecine giren ülkemizde bu gelişmeler çok daha yoğunluklu olarak yaşanıyor.
Bunlara, gençliğin umutlarını çalan şaibeleri de eklemek gerek.
Yüksek öğrenim umutlarıyla YGS sınavlarına giden gençlerin geleceğini karartan şaibe, kartopu gibi büyüyerek devam etmesi karşısında süren duyarsızlık bunun bir işaretidir. Bir öğrenci sınavıyla ilgili boyutta bile, zan altında kalmak, bu iktidarın iliklerine kadar işlemiş takiyeciliğin bir dışa vurumudur. Bu ise, imam orduları önderliğindeki Cemaat politikasının yarım asırdır ülkemizde oynadığı çirkin politikanın iktidarı yönlendirdiğine bir göstergedir. Din adına, tanrı adına, inancı tekleştirme çabasıdır, farklı inançların bu nedenle uğradığı ötekileştirme, toplumsal yaşamı olduğu kadar, siyasetin barış içinde olması gereken mozaik dokusunu da bozmaktır. Toplumsal barış karşısında kirli savaşı ayakta tutan algı da buradan beslenmektedir. Emniyet Genel müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığının kurgu senaryolarıyla aydınların, siyaset adamlarının, özgürlük isteyen halkın acılarla dolu hikâyesi, yakın gelecekte bir bütün olarak halkımızın yaşayacakları ölüm denklemlerine de bir işarettir.
Zan altında siyaset çift ağızlı bir testeredir. Bu testereyle başkasını kesmek isteyenler, aynı testereyle kesilmekten kurtulamazlar.
Ülkemiz, Osmanlıdan bu yana aynı akıl yolunda yürümektedir. Dış politika iç politikanın yansıması olarak, içte de dışta da kaybeden ülkemiz olmaktadır. Bu iflasların faturasını çeken ülke halklarıdır. 21. Yüz yıl yükümlülükleri bu algılarla yerine getirilemez. Dışişleri Bakanı olarak Ahmet Davutoğlu’nun kitaplaştırdığı görüşleriyle şekillenen “Stratejik derinlik” bu yanıyla iflasın eşiğindedir. Bu akılla varılacak yer, hokkabazlıktan öte bir anlama sahip değildir. Denenmişi tekrar deneyerek komediye düşmek, bu siyaseti sürdürmekle aynı anlamdadır.
Libya ve Suriye halkına karşı yürütülen ikiyüzlü siyasete önemli derslerle doludur. Bu derslere ve uyarılara kulak asılmazsa, ülkemizde ortak yaşam için tasarladığımız barış içinde bir arada yaşama umutları asla ikame edilemez. Bölücülük tas tamam budur.
Bölge halkları 21. Yüz yıla demokrasi ve özgürlük alanlarını genişleterek giriyor. Ülkemizin ortaçağ artığı, Bizans mirası, Osmanlı akıl ürünü siyasetlerle karanlık çağlara döndürmek isteyenlere bu olanağı tanımamak gerek. Bu karanlık akılda inat edenler, demokrasi ve özgürlük rüzgârları altında kâğıttan bir kaplan gibi savrulup gidecektir. İktidarın da halkında bu gerçeğin bilincinde kıssadan hisse almalıdır.
9 Nisan 2011
İç ve dış siyasetin her basamağı zan altında olmasına rağmen iktidar olunuyorsa, halkın verdiği destek ister istemez pervasız bir sivil diktatörlüğe döner. Bundan da en çok halkın kendisi acı çeker.
Zan altında siyaset, toplumu saatli bombaya çeviriri. Düzeneğin devresi kapanınca, patlamanın önüne geçmek mümkün değildir. Her patlama bir kaostur, suların dinmesi için de ağır bedeller gerekir. Zan altında siyasetin ülkeyi götüreceği yer böylesi bir yerdir. Bundan sakınmayanlar kefareti öncelikle kendileri öderler.
Ülkemizin tarihi zan altında siyasetin tarihidir. Bu çizgide yola devam edenler, Libya, Suriye ve Bahreyn olaylarıyla ilgili ülkemiz iktidarının açığa çıkan politikası ikiyüzlü bir politika olarak belirmiştir. Türkiye dış siyaseti zan atında olmuştur. Şüpheli, güvenilmez çizgisiyle dış politika çökmekle yüz yüze gelmiştir.
Libya’da bir eliyle Kaddafi’nin, bir eliyle NATO’nun, diğer elleriyle de Ayaklanmacıların yanında görünmek, ip üstünde kırk cambaz oynatmaktır. Bu Bizans oyunları onurlu, çağdaş bir ülkenin siyaseti olamaz. Çıkarlar dünyası pazarında bile, siyasetin bir ahlak kuralı vardır. Ülkemizin izlediği siyasetin ise kabul edilebilir bir ahlak kuralı olduğu iddia edilemez. Libya halkı bu siyaseti mahkûm etmek üzere Bingazi’de TC konsolosluğu önünde yaptığı protestolarla, gerekeni yeterince dile getirmekten çekinmedi; Libyalı bir kadının çığlıkları, ülkemiz için bir utanç belgesidir; “ikiyüzlü tutumdan ar duymuyor musunuz”.
Aynı tutum, Suriye’ye karşı da kendini gösterdi; “Dost, kardeş, stratejik ortak” methiyelerinin bir yalan olduğu açığa çıkıyor.
Suriye’de ortaya çıkan olayların aslı astarı bilinmeden, hükümet ikili oyuna başlıyor. Bir yandan eli kanlı terör örgütü Müslüman Kardeşler Örgütü’nde, diğer eli Suriye yöneticilerin elinde.
Sivil halkın katili Müslüman Kardeşler Hareketine İstanbul’da basın açıklaması olanağı sağlanıyor, onlar da Erdoğan’a, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na ve AKP’li hükümet yetkililerine bol bol şükranlarını sunuyor ve Suriye halkını kanlı iç savaş için ayaklanmaya çağırıyor.
Bu kirli oyunun ardından, ne olur ne olmaz diye Suriye yönetimiyle görüntüyü kurtarmak için yapılan ziyaretlerin onurlu olması mümkün değildir. Bu ülkemizin NATO kuklası olan sürecinin, bölge halkları bilinçaltında bıraktı kötü anıları yeniden canlandırıyor. İsrail’le savaşlarında ülkemizdeki NATO üslerini Arapların aleyhine kullanmaktan çekinmeyen geçmiş yönetimlerin kara şöhreti, bu gün yeniden canlanmaya başlıyor. Bu ikiyüzlü politika, Suriye halkı tarafından tepkiyle izleniyor. En basit cümlelerle; “Türkler eski alışkanlıklarını bırakmamışlar, her ilişkiye kolay ihanet ediyorlar, ikiyüzlüce davranıyorlar” diyerek bu ilişki üzerine çöken kara bulutlara işaret ediyor.
Bunlara Bahreyn’e yapılan Suudi Arabistan askeri müdahalesine karşı duruşun arkasından gelen mezar sessizliğiyle oluşan ikiyüzlü tutumu eklemek gerek. Bunun gibi onlarca örnekten oluşan dış siyaset, ülkemizi insanlık ailesi karşısında zan altında bırakıyor.
Erdoğan’ın, gelişen dış tehlikeler karşısında alelacele, 7 Nisan 2011 akşamı dış politika ve Libya olaylarıyla ilgili yaptığı açıklama, bu yanlış siyasetin refleksidir. Bu gergin tepki bile, başlı başına dış siyasette bir çöküşün eşiğine gelindiğini, halkları aldatarak siyaset yapılamanın iflas ettiğini gösteriyor.
İletişim çağında, gerçek niyetinizi, dar çıkarlarla örülü siyasetinizi gizleme şansına sahip değilsiniz. Şeffaf olmayan her siyasetin zan altında olacağı açıktır. Uluslararası ilişkide başarının yolu, ilişkide olunan ülkeleri ve halkları, kendin gibi ele almaktan geçiyor. Kendine istemediğin davranışı, başkasına yapmamaktan geçiyor. Bu da tek boyutlu değil, paylaşımcı olmayı gerektirir.
Dış politikada iki yüzlülük, iç politikadan bağımsız değildir. Başkasına nasihat verdiği iddiasında olan bir yönetimin, öncelikle bu nasihati kendi ülkesi için uygulamayı bilmelidir. Anti- demokratik baskıların bitip tükenmediği, muhalif olanların, aydınların, gazetecilerin, din adamlarının bile ötekiler diye zindana doldurulduğu bir ülkede, “Demokratik Açılım” iddiasıyla yola çıkıp iflasla sonuçlanan adımlar, iç siyasetin de zan altında olduğuna işaret ediyor.
Nitekim Kürt halkının demokrasi ve özgürlük taleplerine karşı sürdürülen aldatıcı politikalar, hukuksuz yargı, adaletsiz kararlar, içte ve dışta süren askeri operasyonlar, siyasi vaatlerin şaibeli olmasını engellemiyor. Seçim sürecine giren ülkemizde bu gelişmeler çok daha yoğunluklu olarak yaşanıyor.
Bunlara, gençliğin umutlarını çalan şaibeleri de eklemek gerek.
Yüksek öğrenim umutlarıyla YGS sınavlarına giden gençlerin geleceğini karartan şaibe, kartopu gibi büyüyerek devam etmesi karşısında süren duyarsızlık bunun bir işaretidir. Bir öğrenci sınavıyla ilgili boyutta bile, zan altında kalmak, bu iktidarın iliklerine kadar işlemiş takiyeciliğin bir dışa vurumudur. Bu ise, imam orduları önderliğindeki Cemaat politikasının yarım asırdır ülkemizde oynadığı çirkin politikanın iktidarı yönlendirdiğine bir göstergedir. Din adına, tanrı adına, inancı tekleştirme çabasıdır, farklı inançların bu nedenle uğradığı ötekileştirme, toplumsal yaşamı olduğu kadar, siyasetin barış içinde olması gereken mozaik dokusunu da bozmaktır. Toplumsal barış karşısında kirli savaşı ayakta tutan algı da buradan beslenmektedir. Emniyet Genel müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığının kurgu senaryolarıyla aydınların, siyaset adamlarının, özgürlük isteyen halkın acılarla dolu hikâyesi, yakın gelecekte bir bütün olarak halkımızın yaşayacakları ölüm denklemlerine de bir işarettir.
Zan altında siyaset çift ağızlı bir testeredir. Bu testereyle başkasını kesmek isteyenler, aynı testereyle kesilmekten kurtulamazlar.
Ülkemiz, Osmanlıdan bu yana aynı akıl yolunda yürümektedir. Dış politika iç politikanın yansıması olarak, içte de dışta da kaybeden ülkemiz olmaktadır. Bu iflasların faturasını çeken ülke halklarıdır. 21. Yüz yıl yükümlülükleri bu algılarla yerine getirilemez. Dışişleri Bakanı olarak Ahmet Davutoğlu’nun kitaplaştırdığı görüşleriyle şekillenen “Stratejik derinlik” bu yanıyla iflasın eşiğindedir. Bu akılla varılacak yer, hokkabazlıktan öte bir anlama sahip değildir. Denenmişi tekrar deneyerek komediye düşmek, bu siyaseti sürdürmekle aynı anlamdadır.
Libya ve Suriye halkına karşı yürütülen ikiyüzlü siyasete önemli derslerle doludur. Bu derslere ve uyarılara kulak asılmazsa, ülkemizde ortak yaşam için tasarladığımız barış içinde bir arada yaşama umutları asla ikame edilemez. Bölücülük tas tamam budur.
Bölge halkları 21. Yüz yıla demokrasi ve özgürlük alanlarını genişleterek giriyor. Ülkemizin ortaçağ artığı, Bizans mirası, Osmanlı akıl ürünü siyasetlerle karanlık çağlara döndürmek isteyenlere bu olanağı tanımamak gerek. Bu karanlık akılda inat edenler, demokrasi ve özgürlük rüzgârları altında kâğıttan bir kaplan gibi savrulup gidecektir. İktidarın da halkında bu gerçeğin bilincinde kıssadan hisse almalıdır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder