12 Mart 2011 Cumartesi
MISIR TARTIŞIYOR; HANGİ GÜVENLİK?..
Mısır devrim süreciyle ilgili 20. Makale.
Mihrac Ural
9 Mart 2011
Mısırda devlet güvenlik teşkilatları cürümlerini örtmek için belgeleri yakıyorlar. Mısır devrimi bunu engellemek için olaya el koyuyor, Devlet güvenlik teşkilatlarını basıp belgelerin imha edilmesini engelliyor. Bu gelişmeler Mısırda 21. Yüz yıl için de geçerli “Devlet Güvenliği mi? Toplum güvenliği mi? tartışmasını gündeme getirdi. Bu da insanlık için bir yol haritası olacaktır.
Belge yakmak insan yakmaktır, tarih yakmaktır. Tarihiyle cesurca yüzleşmek isteyen toplumlar belgeleri ne olursa olsun, onlara sahip çıkma sorumluluğu göstermekle yükümlüdür. Tarihin derslerini, gelecek kuşakların emaneti olarak bu belgeler aracılığıyla taşıyabiliriz. Geleceği ayakları yere basan tarzda kurmak isteyen toplumlar, gelecek kuşaklarına bütünüyle korunmuş belgeleri teslim eder.
Devlet var oldukça güvenlik diye bir gereklilik olacaktır. Ancak bu güvenlik, eski algıların her türden kirli oyunu oynayabilecekleri bir kara kutu olmayacaktır. Soyut bir devlet kavramı arkasına gizlenip halk üzerinde baskı kurmanın bir aracı olan istihbarat teşkilatları dönemi kapanmıştır. Mısır halkı bu tür kuramların derhal yerle bir edilmesini, çözülmesini istemektedir. Bunun için de ilk adımını atmıştır.
Devrimci güçlerin yöneldikleri güvenlik algısını ise şöyle açıklamaktadırlar.“Devletin güvenliği değil toplumun güvenliğini esas alan bir algıyla, şeffaf, insanı koruyan, insan haklarını ilke edinen, açık ve net kanıtlarıyla topluma karşı beliren tehlikeleri kovuşturan bir güvenlik sistemi olmalıdır”.
Devlet insan için vardır, halkı, toplumu korumayan bir kurum devleti asla koruyamaz tersine bozar. Toplumu koruma kaygısı yürütülürken devletin korunmasını bir yan ürün olarak kazan bir sistemin geliştirilmesini isteyen Mısır, çağdaş devrimin karşı karşıya kaldığı sorunlara da çözüm arayışında bir ilk deneyim alanı haline gelmektedir.
Devlet, tarihin her döneminde halkın çıkarları karşısında duran en ceberut güçtür. Tarihte hiçbir güç halka devlet gücü kadar çektiren olmamıştır. Bu nedenle devlet her zaman halka karşı bir potansiyel tehlike olarak algılanmıştır. Bu algı yanlış değil, uydurma da değildir.
Tüm devletler, sosyal devlet oldukları iddiasını ezeli ve ebedi bir yalan olarak dile getirirler. Özellikle iktidarı barışçıl olarak muhaliflerine devretme fırsatı bırakmayan uzun süreli tüm iktidarlar birer diktatörlük olarak devleti halkın karşısına dikmiştir.
Halk, nerede ne zaman kendi çıkarları için ayağa kalksa devletin gücünü karşısında görmüştür; bunun sınıf mücadelesiyle ya da sınıf adına bir açıklamasını yapmaya çalışmak uydurmacılıktan başka bir şey değildir. Doğu Avrupa ülkelerinde “sosyalist” denilen devletleri yıkan güçlerin başında işçi sınıfı olduğunu bilmek bu gerçeği anlamaya yeterlidir.
Hiçbir devlet, hiçbir hükümet masum değildir. Tarihin tüm deneyleri insan aklında silinmesi mümkün olmayan bir iz olarak devletleri kötülüklerin en önemli kaynağı olarak göstermiştir; bu hükümetler için de geçerli bir tezdir.
Bu ön yargıları kırmak, devleti kırk kez kırmaktan çok daha zordur. 21. Yüzyılın en temel sorunlarından biri de bu konu olacaktır.
Artık devlet-lü olmak, devlette yönetici olmak ateşten bir gömlek olmuştur. Halkın etkin yönlendirme gücü, devlet dışında, devlete ve yönetimlere de yön veren bir güç olarak sivil toplum kuruluşlarında şekillenmeye başlamıştır. Gelecek çağların uygarlıklarına ait bu özgür alanlar, demokrasiye doymuş bu mevziler çağdaş kuşakların etkin olma alanları olarak şekillenecektir. Bu açıdan devlet-lü bulmak bile güç olacaktır. Kimse bu kirli elbiseyi giyme yarışı içinde iktidar olma kavgasında olmayacaktır. Kırk kez ölçüp biçtikten sonra bu ateşten gömleği giymeye belki de yanaşacaktır.
Sivil toplum etkinliğini artıran, 21. Yy uygarlığı için daha çok özgürlük ve demokrasi alanları açarak, yeniden organizasyonun geniş bir akıl katılımıyla ikamesini sağlamaya çalışmak gereklidir. Eskinin tekrarını aşmak için hatalara düşülse bile yeniyi ikame etmek için bu süreci değerlendirmek gerek.
Mısır halkının bu yönde attığı adımlar tüm insanlık için önem taşımaktadır.
***
Mısır halkı, devriminin ikinci aşamasını hızla derinleştirmektedir. Cuma tül Nasır Devrimin 25. Günü (25 Ocak – 18 Şubat 2011) ortaya atılan El Şaabu Yaridu Tahrir el Bilad (Halkın isteği ülkenin temizlenmesidir) sloganları isabetlice yerini buldu. Askeri konsey daha fazla dayanamayarak, Mübarek’in atadığı Ahmet Şefik hükümeti istifasını sundu.
Devrimci konseyin geçici hükümet için önerdiği İsaam Şerif, Askeri konsey tarafından da onaylanarak çalışmalarına başladı. Gücünü halktan aldığını bildiğini dile getiren İsaam Şerif, buna layık olacağını açıklayarak, Mübarek döneminin mısır halkının onurunu kıran tüm anlaşmaların yeniden gözden geçirileceğini dile getirdi. Bu kapsamda, Mübarek’in en güvenilir dış işleri bakanı Ebul Ğays gibi İsrail ve ABD politikalarının bölgedeki gönüllü hizmetçilerinin tarihe karışmaya başladığına bir işaret oldu.
Ancak önemli olan bunun da ötesinde Mısır Arap halkının kararlı yürüyüşünün devam etmesiydi. Öyle ki, eski düzenin inatla ayakta kalmak isteyen şahsiyet ve kurumlarına karşı yeni yeni gelişmekte olan ve fiile dökülmeye başlayan tutumlardı.
Bu tutumların en önemlisi, “Devlet Güvenliği İstihbaratı” kurumlarına devrimcilerin yaptığı baskındır. 4 Martta İskenderiye, 5 Mart’ta kahire devlet güvenlik istihbarat merkezleri ele geçirilip, belgeleri yakarak imha etmek isteyen istihbarat subaylarına mani olmaya çalışmıştır. Bu istihbarat kurumlarının subayları kaçışmış, kimi belgeleri yakarak yok etmeye yönelmişlerdir. Devrimin ilk haftalarından itibaren, değişen güç dengesine bağlı olarak, belli bir plan çerçevesinde, bu kuruman elinde bulunan belgelerin tasfiye edilmeye başlandığı tespit edilmiştir. Devrimci komiteler, “diktatörlük rejimi, insanlık suçlarına ilişkin, geride bir belge ya da iz bırakmak istemedikleri için bu tasfiyelerin” yapıldığını dile getiriyorlar.
Bu satırların yazarına göre belge yakmak insan yakmaktır, tarih yakmaktır. Tarihiyle cesurca yüzleşmek isteyen toplumlar belgeleri ne olursa olsun onlara sahip çıkma sorumluluğu göstermekle yükümlüdür. Tarihin derslerini, gelecek kuşakların emaneti olarak bu belgeler aracılığıyla taşıyabiliriz. Geleceği ayakları yere basan tarzda kurmak isteyen toplumlar, gelecek kuşaklarına bütünüyle korunmuş belgeleri teslim edebilmelidir.
Bu gelişmeler bir kez daha devrim ve devlet ilişkisini, devlet güvenliği mi toplum güvenliği mi sorusunu gündeme getirmiş oldu.
HANGİ GÜVENLİK?
Mısır bugün itibariyle tartışmaya koyduğu en önemli konu, karanlık ve kanlı tarihiyle diktatörlük rejiminin “Devlet güvenliği” mi? toplum güvenliği mi? Sorusuna aranan cevaptır.
Bölgemizde ortaya çıkan halk hareketlerinin en önemli gerekçelerinden biri, on yıllardır devlet güvenliği adı altında oluşturulan kirli ve bir o kadar eli kanlı bir kurumun topluma dayattığı baskı ve zulümdür. Tunus’tan, Mısır’a devrimini gerçekleştirmiş ya da gerçekleştirmek üzere olan tüm Ülkelerde diktatörlük kurumlarının temel dayanağı bu istihbarat teşkilatıdır.
Böylesi bir teşkilatın çarklarından birden çok kez geçmiş, bir yıl güneş yüzü görmemiş hücre cezalarını çekmiş biri olarak, bu kurumların en olumlu görülecek, en dirençli, İsrail’e ve ABD baskılarına karşı en dik duran Arap ülkelerinde bile halkın bilinçaltında bir dehşet kurumu olarak yer aldığını kendi deneyimlerimle biliyorum.
Bu kurum İsrail ve ABD yanlısı diktatörlükler de ise çok daha acımasız bir çark olarak işler. Halkın ezici bir çoğunluğunun İsrail siyonizmine ve ABD yönetimine karşı duyduğu öfke, ülke yönetimine duyulan tepkiyle birleşince oluşan tepkilere diktatörlerin korkulu rüyasıdır. Diktatörlükler, devlet güvenliği adı altında, en küçük bir ayrıntıda bile farklılığa tahammülleri yoktur. Her seçimde % 99.999 oy aldıkları görülmesine karşın geride kalan %0,001’lik bir oran dahi risk olarak görülür Bu nedenle, bu istihbarat kurumları öncelikle halkına karşı acımasız bir çark olarak döner. Siyasi olsun olmasın, dış siyaset değil iç siyasetle ilgili olsun olmasın, diktatörlüğe ve avenelerine yönelen en küçük bir eleştiri dahi “devlet güvenliğini sarsan bir girişim” olarak ilan edilir. Kovuşturma, işkence, tutuklama, zindana atılma ve yargısız olarak zindanlarda çürüyene kadar kalma normal bir süreç olarak işler.
Kesilmiş cezanızı yatıp tamamlamış olsanız bile, bu kurumun verdiği rapor üzerine, on yıllar boyu daha zindan yatmak zorunda kalabilirsiniz. Enver Sedat’a suikastının (6 Ekim 1981) önderi Halid İslambuli 1982’de idam edildi. Ancak ağır hüküm giyen arkadaşlarının cezalarını bundan on yıl önce (2000 yılında) sona erdi. Buna rağmen serbest bırakılmadılar. Zindanda 10 yıl keyif olarak tutulan mahkûmlar 4 Mart’la birlikte serbest bırakılmaya başlandı. Bu tür hukuk dışı, adaletsiz ve bir o kadar insan onuruna ve haklarına yönelik baskıların merkezi Devlet Güvenlik teşkilatıdır. Yasalarda bile bir bilgi toplama, dış güçlere ve bunların iç uzantılarına karşı bilgi toplama ve takip olarak belirlenen temel işlevlerini aşan bu kurumlar tüm diktatörlüklerin temel dayanağıdır.
Halkın devletle olan en küçük bir işi için bu kurumlar araştırma ve tutuklama haklarını kullanarak yargısız infazın mimarları olarak ülkede dehşet saçan kurumlar olarak işlev görürler. Basit bir bakkal ruhsatından, pasaport almaya, muhtarlıktan seçimlerde aday olmaya kadar her şeyi süzgeçten geçiren bu kurumlar bölgemiz devletlerinin yüz karası kurumları olarak, ABD ve İsrail’den çok kendi halklarının canını yakan bir mekanizma işlevindedirler.
Yarım asırlık tarihiyle bu kurumlar daha çok Amerika’nın Mc Carthy dönemi ve KGB izlerini taşıyor gibi. Farklılıklarına rağmen, insan avının tarihsel simgeleri olarak beliren bu kurumlar, yargısız infaz kurumları olarak işlev görmüştür.
20. Yüzyıl ortalarında yükselen Arap ulusalcı hareketlerin Sovyet yanlısı gelişen ilişkilerinin adapte ettiği, Soğuk Savaş koşullarının belki zamanında anlaşılabilir kurumları, 21. Yüzyılda tarihe de insan haklarına da gelecek kuşakların yönelimlerine karşı bir sıkıyönetim kurumu haline dönüştüler.
Bu kurumlar yönetimlerin kendini konuşlandırdığı alana göre de aynıyla işlevini sürdürdü. Nasırcı hareketin sosyalist sisteme yakınlaşan, bağlantısızlar hareketinde yer alan ya da Enver Sedat’la birlikte İsrail-Amerikan yanlısı olan yönetimler aynı kurumları aynı araçlarla diktatörlüklerinin bekası ve yeni şeflerin hizmetine koştular. Hüsnü Mübarek’in yardımcılığa (Naip) atadığı General Ömer Süleyman’ın CIA’nin gizli zindanlarını Mısır’da kurduğu ve yönettiği bilinmektedir; bunun da ötesinde az personelle, dışarıya bilgi sızmasını engellemek üzeren tutuklulara kendi eliyle işkence yaptığı bilinmektedir; buna bölgede bu zaman içinde yapılan tüm savaşlarda oynanan karanlık rolleri de eklediğimizde, bu kurumların nasıl bir çirkef içinde olduklarını anlamak zor olmaz.
İşte Mısır halkı devriminin ikinci aşamasında bu kurumları hedef adı. Haklı olarak direnmeye devam eden inatlarını kırmak için, klasik yöntemlere başvurarak bu kurumları bastı, belgelerin yakılışına mani olmak istedi. Barışçıl, örgütsüz, lidersiz uygar bir devrim mücadelesi yürüten, 7 000 yıllık devlet ve ulusal topluluk olma bilincinin verdiği genişlikle süreci kontrolde tutmaya çalışan Mısır halkı, karanlık amaçların direnişine karşı sert girişimler de yapabileceğini göstermiş oldu. Bu adım devrimin en önemli adımlarından biri sayılabilir.
Halk bu kurumların yıkılmasını tasfiye edilmesini istiyor.
Elbette ki. Devlet var oldukça güvenlik diye bir gereklilik olacaktır. Ancak bu güvenlik, eski algıların her türden kirli oyunu oynayabilecekleri bir kara kutu olmayacaktır. Soyut bir devlet kavramı arkasına gizlenip halk üzerinde baskı kurmanın bir aracı olan istihbarat teşkilatları dönemi kapanmıştır. Mısır halkı bu tür kuramların derhal yerle bir edilmesini, çözülmesini istemektedir. Bunun için de ilk adımını atmıştır.
Devrimci güçlerin yöneldikleri güvenlik algısını ise şöyle açıklamaktadırlar.
“Devletin güvenliği değil toplumun güvenliğini esas alan bir algıyla, şeffaf, insanı koruyan, insan haklarını ilke edinen, açık ve net kanıtlarıyla topluma karşı beliren tehlikeleri kovuşturan bir güvenlik sistemi olmalıdır”.
Devlet insan için vardır, halkı, toplumu korumayan bir kurum devleti asla koruyamaz tersine bozar. Toplumu koruma kaygısı yürütülürken devletin korunmasını bir yan ürün olarak kazan bir sistemin geliştirilmesini isteyen Mısır, çağdaş devrimin karşı karşıya kaldığı sorunlara da çözüm arayışında bir ilk deneyim alanı haline gelmektedir.
Mısır devrimi ile ilgili 8. Makalem “MISIR DEVRİMİ VE PANDORANIN KUTUSU” başlığını taşır. Bu makalede Mısır devriminin önünde çok önemli ve uzun bir sürecin olduğunu belirttim. Bilinmeyen, önceki devrimlerin ve Mısır halkının hiçbir zaman önüne gelmemiş olan binlerce sorunun gelip yığılacağını belirttim. Bunun Pandoranın kutusuyla betimledim. Şerrin her türü açılıp saçılmıştır artık, bununla savaş dönemi başlamış ve Mısır halkının buna hazır olması gerektiğini açıklamıştım.
Gelişmeler, bunu gösteriyor. 21. Yy devrimi, özgürlük ve demokrasi mücadelesinin tüm insanlığa bir yol haritası olacak bu devrimin, toplumu ilgilendiren, devleti ilgilendiren her türden yeniden yapılanmasında da yol haritası olabilecek başlangıçları ortaya koyması gerekmektedir.
Mısır halkı 7 000 yıllık uygarlık tarihiyle, birikimleriyle, insan ve servetleriyle, bölgemizde bunu başarmayan en yakın olan halktır.
HİÇ BİR DEVLET MASUM DEĞİLDİR
1 milyon 700 bin elamanıyla, Mübarek diktatörlüğünü bölgenin en korkunç istihbarat teşkilatıyla ayakta tutan, İsrail siyonizmi ve ABD çıkarlarının bölgemizde kökleşmesini sağlayan Mısır istihbarat teşkilatının bir ay içinde çöküşü, önemli bir tarihi dönemin kapanışını temsil eder.
Nereye gitti bu kadar ajan, muhbir, kukla, subay ve erat? Bir gece ansızın nasıl kayboldular, nasıl da kaçacak delik bulamaz hale geldiler? Nasıl da gece yarıları dosyaları yakarak cürümlerini örtbas etmeye çalışmak zorunda kaldılar?
Bütün bu soruların cevabı, halkına karşı kirli işlere bulaşmanın kefaretinde yatıyor demek yanlış olmayacaktır. Diş güçlerin hizmetinde halkına düşman bir istihbarat teşkilatı, devletin güvenliğini sağlamaya çalışsa da bunu beceremez, sonuçta kendisi de yanarak yıkılır.
Buradan da anlıyoruz ki, ne kadar uzun sürse de zülüm, ne kadar uzun hükmetse de zalim, er ya da geç halkın iradesi ve gücü karşısında yıkılmaya mahkûmdur.
Devlet, tarihin her döneminde halkın çıkarları karşısında duran en ceberut güçtür. Tarihte hiçbir güç halka devlet gücü kadar çektiren olmamıştır. Bu nedenle devlet her zaman halka karşı bir potansiyel tehlike olarak algılanmıştır. Bu algı yanlış değil, uydurma da değildir.
Halk, nerede ne zaman kendi çıkarları için ayağa kalksa devletin gücünü karşısında görmüştür; bunun sınıf mücadelesiyle ya da sınıf adına bir açıklamasını yapmaya çalışmak uydurmacılıktan başka bir şey değildir. Doğu Avrupa ülkelerinde “sosyalist” denilen devletleri yıkan güçlerin başında işçi sınıfı olduğunu bilmek bu gerçeği anlamaya yeterlidir.
Tüm devletler, sosyal devlet oldukları iddiasını ezeli ve ebedi bir yalan olarak dile getirirler. Özellikle iktidarı barışçıl olarak muhaliflerine devretme fırsatı bırakmayan uzun süreli tüm iktidarlar birer diktatörlük olarak devleti halkın karşısına dikmiştir.
Bu belirlemelerden, devlete olgusuna karşı anarşist bir yaklaşım yapıldığı anlaşılmamalıdır. Devlet mümkün olan en dar alana çekilerek en kapsamlı sosyal kurumlarıyla halkın doğrudan yönetimi ve iktidarların palazlanmasını engelleyecek önlemlerle barışçıl değişimini sağlayacak yeni mekanizmalara gerek bulunmaktadır. Bunun için bilişim çağının tüm imkânlarından yararlanabilmeyi devletin temel işlevleri arasına almak gereklidir.
Hiçbir devlet, hiçbir hükümet masum değildir. Tarihin tüm deneyleri insan aklında silinmesi mümkün olmayan bir iz olarak devletleri kötülüklerin en önemli kaynağı olarak göstermiştir; bu hükümetler için de geçerli bir tezdir.
Bu ön yargıları kırmak, devleti kırk kez kırmaktan çok daha zordur. 21. Yüzyılın en temel sorunlarından biri de bu konu olacaktır.
Artık devlet-lü olmak, devlette yönetici olmak ateşten bir gömlek olmuştur. Halkın etkin yönlendirme gücü, devlet dışında, devlete ve yönetimlere de yön veren bir güç olarak sivil toplum kuruluşlarında şekillenmeye başlamıştır. Gelecek çağların uygarlıklarına ait bu özgür alanlar, demokrasiye doymuş bu mevziler çağdaş kuşakların etkin olma alanları olarak şekillenecektir. Bu açıdan devlet-lü bulmak bile güç olacaktır. Kimse bu kirli elbiseyi giyme yarışı içinde iktidar olma kavgasında olmayacaktır. Kırk kez ölçüp biçtikten sonra bu ateşten gömleği giymeye belki de yanaşacaktır.
Sivil toplum etkinliğini artıran, 21. Yy uygarlığı için daha çok özgürlük ve demokrasi alanları açarak, yeniden organizasyonun geniş bir akıl katılımıyla ikamesini sağlamaya çalışmak gereklidir. Eskinin tekrarını aşmak için hatalara düşülse bile yeniyi ikame etmek için bu süreci değerlendirmek gerek.
Mısır halkının bu yönde attığı adımlar tüm insanlık için önem taşımaktadır.
Kıssadan hissemiz ise,
Ülkemiz hala tarihiyle cesurca yüzleşmemiş bir ülkedir. Yakın tarihinin bile derin dehlizlerinde akıl almaz yıkım ve kıyımlar yer almaktadır. Ermeniler, Kürtler, Araplar hatta kiminin sandığı gibi sorunsuz asimile olup tek ulus sürecine boyun eğen Kafkas halklarının bile bu ülkede tarihsel acılar çektiği bilinmektedir.
Devlet güvenlik teşkilatlarının arşivleri bu gerçeklerin belgeleriyle doludur. Tümü da iyi korunmuştur. Ancak bir kırılma anında tümünün imhası zor değildir. Mısır’da Tunus’ta, Arapça olarak Türkçeyle aynı anlama gelen “Cellât”lar, suçlarını yok etmek için bu belgeleri bir an önce yakmaya çalışmaktadırlar. Oysa toplumsal adalet arayışlarında kişilerin düşman ilan edilmesi ve tek hedef alınması mümkün değildir. Ülkemizin cellâtlarının da bunu bilmesi gerek. Bu nedenle, geçmişlerindeki hatalardan dolayı değil daha çok belgeleri yakmaya girişmelerinden dolayı insan ve tarih katilleri olurlar. Bunu bilmek ve bunun sorumluluğunu hiç ihmal etmeden akılda taşımamız gerekmektedir.
Filistinli liderlerin bu aralar sık sık tekrar ettikleri bir söylemle kıssadan hissemiz bölümünü noktalayacağım;
“İsrail siyonizminin yenilgiye uğrayıp, Filistin’e bizim kuşağın dönebileceğinden hiç umutlu değildik. Ancak bu son gelişmeler gösterdi ki, halkın iradesi ve gücü bu hayali de gerçek kılıyor”
Mihrac Ural
9 Mart 2011
Mısırda devlet güvenlik teşkilatları cürümlerini örtmek için belgeleri yakıyorlar. Mısır devrimi bunu engellemek için olaya el koyuyor, Devlet güvenlik teşkilatlarını basıp belgelerin imha edilmesini engelliyor. Bu gelişmeler Mısırda 21. Yüz yıl için de geçerli “Devlet Güvenliği mi? Toplum güvenliği mi? tartışmasını gündeme getirdi. Bu da insanlık için bir yol haritası olacaktır.
Belge yakmak insan yakmaktır, tarih yakmaktır. Tarihiyle cesurca yüzleşmek isteyen toplumlar belgeleri ne olursa olsun, onlara sahip çıkma sorumluluğu göstermekle yükümlüdür. Tarihin derslerini, gelecek kuşakların emaneti olarak bu belgeler aracılığıyla taşıyabiliriz. Geleceği ayakları yere basan tarzda kurmak isteyen toplumlar, gelecek kuşaklarına bütünüyle korunmuş belgeleri teslim eder.
Devlet var oldukça güvenlik diye bir gereklilik olacaktır. Ancak bu güvenlik, eski algıların her türden kirli oyunu oynayabilecekleri bir kara kutu olmayacaktır. Soyut bir devlet kavramı arkasına gizlenip halk üzerinde baskı kurmanın bir aracı olan istihbarat teşkilatları dönemi kapanmıştır. Mısır halkı bu tür kuramların derhal yerle bir edilmesini, çözülmesini istemektedir. Bunun için de ilk adımını atmıştır.
Devrimci güçlerin yöneldikleri güvenlik algısını ise şöyle açıklamaktadırlar.“Devletin güvenliği değil toplumun güvenliğini esas alan bir algıyla, şeffaf, insanı koruyan, insan haklarını ilke edinen, açık ve net kanıtlarıyla topluma karşı beliren tehlikeleri kovuşturan bir güvenlik sistemi olmalıdır”.
Devlet insan için vardır, halkı, toplumu korumayan bir kurum devleti asla koruyamaz tersine bozar. Toplumu koruma kaygısı yürütülürken devletin korunmasını bir yan ürün olarak kazan bir sistemin geliştirilmesini isteyen Mısır, çağdaş devrimin karşı karşıya kaldığı sorunlara da çözüm arayışında bir ilk deneyim alanı haline gelmektedir.
Devlet, tarihin her döneminde halkın çıkarları karşısında duran en ceberut güçtür. Tarihte hiçbir güç halka devlet gücü kadar çektiren olmamıştır. Bu nedenle devlet her zaman halka karşı bir potansiyel tehlike olarak algılanmıştır. Bu algı yanlış değil, uydurma da değildir.
Tüm devletler, sosyal devlet oldukları iddiasını ezeli ve ebedi bir yalan olarak dile getirirler. Özellikle iktidarı barışçıl olarak muhaliflerine devretme fırsatı bırakmayan uzun süreli tüm iktidarlar birer diktatörlük olarak devleti halkın karşısına dikmiştir.
Halk, nerede ne zaman kendi çıkarları için ayağa kalksa devletin gücünü karşısında görmüştür; bunun sınıf mücadelesiyle ya da sınıf adına bir açıklamasını yapmaya çalışmak uydurmacılıktan başka bir şey değildir. Doğu Avrupa ülkelerinde “sosyalist” denilen devletleri yıkan güçlerin başında işçi sınıfı olduğunu bilmek bu gerçeği anlamaya yeterlidir.
Hiçbir devlet, hiçbir hükümet masum değildir. Tarihin tüm deneyleri insan aklında silinmesi mümkün olmayan bir iz olarak devletleri kötülüklerin en önemli kaynağı olarak göstermiştir; bu hükümetler için de geçerli bir tezdir.
Bu ön yargıları kırmak, devleti kırk kez kırmaktan çok daha zordur. 21. Yüzyılın en temel sorunlarından biri de bu konu olacaktır.
Artık devlet-lü olmak, devlette yönetici olmak ateşten bir gömlek olmuştur. Halkın etkin yönlendirme gücü, devlet dışında, devlete ve yönetimlere de yön veren bir güç olarak sivil toplum kuruluşlarında şekillenmeye başlamıştır. Gelecek çağların uygarlıklarına ait bu özgür alanlar, demokrasiye doymuş bu mevziler çağdaş kuşakların etkin olma alanları olarak şekillenecektir. Bu açıdan devlet-lü bulmak bile güç olacaktır. Kimse bu kirli elbiseyi giyme yarışı içinde iktidar olma kavgasında olmayacaktır. Kırk kez ölçüp biçtikten sonra bu ateşten gömleği giymeye belki de yanaşacaktır.
Sivil toplum etkinliğini artıran, 21. Yy uygarlığı için daha çok özgürlük ve demokrasi alanları açarak, yeniden organizasyonun geniş bir akıl katılımıyla ikamesini sağlamaya çalışmak gereklidir. Eskinin tekrarını aşmak için hatalara düşülse bile yeniyi ikame etmek için bu süreci değerlendirmek gerek.
Mısır halkının bu yönde attığı adımlar tüm insanlık için önem taşımaktadır.
***
Mısır halkı, devriminin ikinci aşamasını hızla derinleştirmektedir. Cuma tül Nasır Devrimin 25. Günü (25 Ocak – 18 Şubat 2011) ortaya atılan El Şaabu Yaridu Tahrir el Bilad (Halkın isteği ülkenin temizlenmesidir) sloganları isabetlice yerini buldu. Askeri konsey daha fazla dayanamayarak, Mübarek’in atadığı Ahmet Şefik hükümeti istifasını sundu.
Devrimci konseyin geçici hükümet için önerdiği İsaam Şerif, Askeri konsey tarafından da onaylanarak çalışmalarına başladı. Gücünü halktan aldığını bildiğini dile getiren İsaam Şerif, buna layık olacağını açıklayarak, Mübarek döneminin mısır halkının onurunu kıran tüm anlaşmaların yeniden gözden geçirileceğini dile getirdi. Bu kapsamda, Mübarek’in en güvenilir dış işleri bakanı Ebul Ğays gibi İsrail ve ABD politikalarının bölgedeki gönüllü hizmetçilerinin tarihe karışmaya başladığına bir işaret oldu.
Ancak önemli olan bunun da ötesinde Mısır Arap halkının kararlı yürüyüşünün devam etmesiydi. Öyle ki, eski düzenin inatla ayakta kalmak isteyen şahsiyet ve kurumlarına karşı yeni yeni gelişmekte olan ve fiile dökülmeye başlayan tutumlardı.
Bu tutumların en önemlisi, “Devlet Güvenliği İstihbaratı” kurumlarına devrimcilerin yaptığı baskındır. 4 Martta İskenderiye, 5 Mart’ta kahire devlet güvenlik istihbarat merkezleri ele geçirilip, belgeleri yakarak imha etmek isteyen istihbarat subaylarına mani olmaya çalışmıştır. Bu istihbarat kurumlarının subayları kaçışmış, kimi belgeleri yakarak yok etmeye yönelmişlerdir. Devrimin ilk haftalarından itibaren, değişen güç dengesine bağlı olarak, belli bir plan çerçevesinde, bu kuruman elinde bulunan belgelerin tasfiye edilmeye başlandığı tespit edilmiştir. Devrimci komiteler, “diktatörlük rejimi, insanlık suçlarına ilişkin, geride bir belge ya da iz bırakmak istemedikleri için bu tasfiyelerin” yapıldığını dile getiriyorlar.
Bu satırların yazarına göre belge yakmak insan yakmaktır, tarih yakmaktır. Tarihiyle cesurca yüzleşmek isteyen toplumlar belgeleri ne olursa olsun onlara sahip çıkma sorumluluğu göstermekle yükümlüdür. Tarihin derslerini, gelecek kuşakların emaneti olarak bu belgeler aracılığıyla taşıyabiliriz. Geleceği ayakları yere basan tarzda kurmak isteyen toplumlar, gelecek kuşaklarına bütünüyle korunmuş belgeleri teslim edebilmelidir.
Bu gelişmeler bir kez daha devrim ve devlet ilişkisini, devlet güvenliği mi toplum güvenliği mi sorusunu gündeme getirmiş oldu.
HANGİ GÜVENLİK?
Mısır bugün itibariyle tartışmaya koyduğu en önemli konu, karanlık ve kanlı tarihiyle diktatörlük rejiminin “Devlet güvenliği” mi? toplum güvenliği mi? Sorusuna aranan cevaptır.
Bölgemizde ortaya çıkan halk hareketlerinin en önemli gerekçelerinden biri, on yıllardır devlet güvenliği adı altında oluşturulan kirli ve bir o kadar eli kanlı bir kurumun topluma dayattığı baskı ve zulümdür. Tunus’tan, Mısır’a devrimini gerçekleştirmiş ya da gerçekleştirmek üzere olan tüm Ülkelerde diktatörlük kurumlarının temel dayanağı bu istihbarat teşkilatıdır.
Böylesi bir teşkilatın çarklarından birden çok kez geçmiş, bir yıl güneş yüzü görmemiş hücre cezalarını çekmiş biri olarak, bu kurumların en olumlu görülecek, en dirençli, İsrail’e ve ABD baskılarına karşı en dik duran Arap ülkelerinde bile halkın bilinçaltında bir dehşet kurumu olarak yer aldığını kendi deneyimlerimle biliyorum.
Bu kurum İsrail ve ABD yanlısı diktatörlükler de ise çok daha acımasız bir çark olarak işler. Halkın ezici bir çoğunluğunun İsrail siyonizmine ve ABD yönetimine karşı duyduğu öfke, ülke yönetimine duyulan tepkiyle birleşince oluşan tepkilere diktatörlerin korkulu rüyasıdır. Diktatörlükler, devlet güvenliği adı altında, en küçük bir ayrıntıda bile farklılığa tahammülleri yoktur. Her seçimde % 99.999 oy aldıkları görülmesine karşın geride kalan %0,001’lik bir oran dahi risk olarak görülür Bu nedenle, bu istihbarat kurumları öncelikle halkına karşı acımasız bir çark olarak döner. Siyasi olsun olmasın, dış siyaset değil iç siyasetle ilgili olsun olmasın, diktatörlüğe ve avenelerine yönelen en küçük bir eleştiri dahi “devlet güvenliğini sarsan bir girişim” olarak ilan edilir. Kovuşturma, işkence, tutuklama, zindana atılma ve yargısız olarak zindanlarda çürüyene kadar kalma normal bir süreç olarak işler.
Kesilmiş cezanızı yatıp tamamlamış olsanız bile, bu kurumun verdiği rapor üzerine, on yıllar boyu daha zindan yatmak zorunda kalabilirsiniz. Enver Sedat’a suikastının (6 Ekim 1981) önderi Halid İslambuli 1982’de idam edildi. Ancak ağır hüküm giyen arkadaşlarının cezalarını bundan on yıl önce (2000 yılında) sona erdi. Buna rağmen serbest bırakılmadılar. Zindanda 10 yıl keyif olarak tutulan mahkûmlar 4 Mart’la birlikte serbest bırakılmaya başlandı. Bu tür hukuk dışı, adaletsiz ve bir o kadar insan onuruna ve haklarına yönelik baskıların merkezi Devlet Güvenlik teşkilatıdır. Yasalarda bile bir bilgi toplama, dış güçlere ve bunların iç uzantılarına karşı bilgi toplama ve takip olarak belirlenen temel işlevlerini aşan bu kurumlar tüm diktatörlüklerin temel dayanağıdır.
Halkın devletle olan en küçük bir işi için bu kurumlar araştırma ve tutuklama haklarını kullanarak yargısız infazın mimarları olarak ülkede dehşet saçan kurumlar olarak işlev görürler. Basit bir bakkal ruhsatından, pasaport almaya, muhtarlıktan seçimlerde aday olmaya kadar her şeyi süzgeçten geçiren bu kurumlar bölgemiz devletlerinin yüz karası kurumları olarak, ABD ve İsrail’den çok kendi halklarının canını yakan bir mekanizma işlevindedirler.
Yarım asırlık tarihiyle bu kurumlar daha çok Amerika’nın Mc Carthy dönemi ve KGB izlerini taşıyor gibi. Farklılıklarına rağmen, insan avının tarihsel simgeleri olarak beliren bu kurumlar, yargısız infaz kurumları olarak işlev görmüştür.
20. Yüzyıl ortalarında yükselen Arap ulusalcı hareketlerin Sovyet yanlısı gelişen ilişkilerinin adapte ettiği, Soğuk Savaş koşullarının belki zamanında anlaşılabilir kurumları, 21. Yüzyılda tarihe de insan haklarına da gelecek kuşakların yönelimlerine karşı bir sıkıyönetim kurumu haline dönüştüler.
Bu kurumlar yönetimlerin kendini konuşlandırdığı alana göre de aynıyla işlevini sürdürdü. Nasırcı hareketin sosyalist sisteme yakınlaşan, bağlantısızlar hareketinde yer alan ya da Enver Sedat’la birlikte İsrail-Amerikan yanlısı olan yönetimler aynı kurumları aynı araçlarla diktatörlüklerinin bekası ve yeni şeflerin hizmetine koştular. Hüsnü Mübarek’in yardımcılığa (Naip) atadığı General Ömer Süleyman’ın CIA’nin gizli zindanlarını Mısır’da kurduğu ve yönettiği bilinmektedir; bunun da ötesinde az personelle, dışarıya bilgi sızmasını engellemek üzeren tutuklulara kendi eliyle işkence yaptığı bilinmektedir; buna bölgede bu zaman içinde yapılan tüm savaşlarda oynanan karanlık rolleri de eklediğimizde, bu kurumların nasıl bir çirkef içinde olduklarını anlamak zor olmaz.
İşte Mısır halkı devriminin ikinci aşamasında bu kurumları hedef adı. Haklı olarak direnmeye devam eden inatlarını kırmak için, klasik yöntemlere başvurarak bu kurumları bastı, belgelerin yakılışına mani olmak istedi. Barışçıl, örgütsüz, lidersiz uygar bir devrim mücadelesi yürüten, 7 000 yıllık devlet ve ulusal topluluk olma bilincinin verdiği genişlikle süreci kontrolde tutmaya çalışan Mısır halkı, karanlık amaçların direnişine karşı sert girişimler de yapabileceğini göstermiş oldu. Bu adım devrimin en önemli adımlarından biri sayılabilir.
Halk bu kurumların yıkılmasını tasfiye edilmesini istiyor.
Elbette ki. Devlet var oldukça güvenlik diye bir gereklilik olacaktır. Ancak bu güvenlik, eski algıların her türden kirli oyunu oynayabilecekleri bir kara kutu olmayacaktır. Soyut bir devlet kavramı arkasına gizlenip halk üzerinde baskı kurmanın bir aracı olan istihbarat teşkilatları dönemi kapanmıştır. Mısır halkı bu tür kuramların derhal yerle bir edilmesini, çözülmesini istemektedir. Bunun için de ilk adımını atmıştır.
Devrimci güçlerin yöneldikleri güvenlik algısını ise şöyle açıklamaktadırlar.
“Devletin güvenliği değil toplumun güvenliğini esas alan bir algıyla, şeffaf, insanı koruyan, insan haklarını ilke edinen, açık ve net kanıtlarıyla topluma karşı beliren tehlikeleri kovuşturan bir güvenlik sistemi olmalıdır”.
Devlet insan için vardır, halkı, toplumu korumayan bir kurum devleti asla koruyamaz tersine bozar. Toplumu koruma kaygısı yürütülürken devletin korunmasını bir yan ürün olarak kazan bir sistemin geliştirilmesini isteyen Mısır, çağdaş devrimin karşı karşıya kaldığı sorunlara da çözüm arayışında bir ilk deneyim alanı haline gelmektedir.
Mısır devrimi ile ilgili 8. Makalem “MISIR DEVRİMİ VE PANDORANIN KUTUSU” başlığını taşır. Bu makalede Mısır devriminin önünde çok önemli ve uzun bir sürecin olduğunu belirttim. Bilinmeyen, önceki devrimlerin ve Mısır halkının hiçbir zaman önüne gelmemiş olan binlerce sorunun gelip yığılacağını belirttim. Bunun Pandoranın kutusuyla betimledim. Şerrin her türü açılıp saçılmıştır artık, bununla savaş dönemi başlamış ve Mısır halkının buna hazır olması gerektiğini açıklamıştım.
Gelişmeler, bunu gösteriyor. 21. Yy devrimi, özgürlük ve demokrasi mücadelesinin tüm insanlığa bir yol haritası olacak bu devrimin, toplumu ilgilendiren, devleti ilgilendiren her türden yeniden yapılanmasında da yol haritası olabilecek başlangıçları ortaya koyması gerekmektedir.
Mısır halkı 7 000 yıllık uygarlık tarihiyle, birikimleriyle, insan ve servetleriyle, bölgemizde bunu başarmayan en yakın olan halktır.
HİÇ BİR DEVLET MASUM DEĞİLDİR
1 milyon 700 bin elamanıyla, Mübarek diktatörlüğünü bölgenin en korkunç istihbarat teşkilatıyla ayakta tutan, İsrail siyonizmi ve ABD çıkarlarının bölgemizde kökleşmesini sağlayan Mısır istihbarat teşkilatının bir ay içinde çöküşü, önemli bir tarihi dönemin kapanışını temsil eder.
Nereye gitti bu kadar ajan, muhbir, kukla, subay ve erat? Bir gece ansızın nasıl kayboldular, nasıl da kaçacak delik bulamaz hale geldiler? Nasıl da gece yarıları dosyaları yakarak cürümlerini örtbas etmeye çalışmak zorunda kaldılar?
Bütün bu soruların cevabı, halkına karşı kirli işlere bulaşmanın kefaretinde yatıyor demek yanlış olmayacaktır. Diş güçlerin hizmetinde halkına düşman bir istihbarat teşkilatı, devletin güvenliğini sağlamaya çalışsa da bunu beceremez, sonuçta kendisi de yanarak yıkılır.
Buradan da anlıyoruz ki, ne kadar uzun sürse de zülüm, ne kadar uzun hükmetse de zalim, er ya da geç halkın iradesi ve gücü karşısında yıkılmaya mahkûmdur.
Devlet, tarihin her döneminde halkın çıkarları karşısında duran en ceberut güçtür. Tarihte hiçbir güç halka devlet gücü kadar çektiren olmamıştır. Bu nedenle devlet her zaman halka karşı bir potansiyel tehlike olarak algılanmıştır. Bu algı yanlış değil, uydurma da değildir.
Halk, nerede ne zaman kendi çıkarları için ayağa kalksa devletin gücünü karşısında görmüştür; bunun sınıf mücadelesiyle ya da sınıf adına bir açıklamasını yapmaya çalışmak uydurmacılıktan başka bir şey değildir. Doğu Avrupa ülkelerinde “sosyalist” denilen devletleri yıkan güçlerin başında işçi sınıfı olduğunu bilmek bu gerçeği anlamaya yeterlidir.
Tüm devletler, sosyal devlet oldukları iddiasını ezeli ve ebedi bir yalan olarak dile getirirler. Özellikle iktidarı barışçıl olarak muhaliflerine devretme fırsatı bırakmayan uzun süreli tüm iktidarlar birer diktatörlük olarak devleti halkın karşısına dikmiştir.
Bu belirlemelerden, devlete olgusuna karşı anarşist bir yaklaşım yapıldığı anlaşılmamalıdır. Devlet mümkün olan en dar alana çekilerek en kapsamlı sosyal kurumlarıyla halkın doğrudan yönetimi ve iktidarların palazlanmasını engelleyecek önlemlerle barışçıl değişimini sağlayacak yeni mekanizmalara gerek bulunmaktadır. Bunun için bilişim çağının tüm imkânlarından yararlanabilmeyi devletin temel işlevleri arasına almak gereklidir.
Hiçbir devlet, hiçbir hükümet masum değildir. Tarihin tüm deneyleri insan aklında silinmesi mümkün olmayan bir iz olarak devletleri kötülüklerin en önemli kaynağı olarak göstermiştir; bu hükümetler için de geçerli bir tezdir.
Bu ön yargıları kırmak, devleti kırk kez kırmaktan çok daha zordur. 21. Yüzyılın en temel sorunlarından biri de bu konu olacaktır.
Artık devlet-lü olmak, devlette yönetici olmak ateşten bir gömlek olmuştur. Halkın etkin yönlendirme gücü, devlet dışında, devlete ve yönetimlere de yön veren bir güç olarak sivil toplum kuruluşlarında şekillenmeye başlamıştır. Gelecek çağların uygarlıklarına ait bu özgür alanlar, demokrasiye doymuş bu mevziler çağdaş kuşakların etkin olma alanları olarak şekillenecektir. Bu açıdan devlet-lü bulmak bile güç olacaktır. Kimse bu kirli elbiseyi giyme yarışı içinde iktidar olma kavgasında olmayacaktır. Kırk kez ölçüp biçtikten sonra bu ateşten gömleği giymeye belki de yanaşacaktır.
Sivil toplum etkinliğini artıran, 21. Yy uygarlığı için daha çok özgürlük ve demokrasi alanları açarak, yeniden organizasyonun geniş bir akıl katılımıyla ikamesini sağlamaya çalışmak gereklidir. Eskinin tekrarını aşmak için hatalara düşülse bile yeniyi ikame etmek için bu süreci değerlendirmek gerek.
Mısır halkının bu yönde attığı adımlar tüm insanlık için önem taşımaktadır.
Kıssadan hissemiz ise,
Ülkemiz hala tarihiyle cesurca yüzleşmemiş bir ülkedir. Yakın tarihinin bile derin dehlizlerinde akıl almaz yıkım ve kıyımlar yer almaktadır. Ermeniler, Kürtler, Araplar hatta kiminin sandığı gibi sorunsuz asimile olup tek ulus sürecine boyun eğen Kafkas halklarının bile bu ülkede tarihsel acılar çektiği bilinmektedir.
Devlet güvenlik teşkilatlarının arşivleri bu gerçeklerin belgeleriyle doludur. Tümü da iyi korunmuştur. Ancak bir kırılma anında tümünün imhası zor değildir. Mısır’da Tunus’ta, Arapça olarak Türkçeyle aynı anlama gelen “Cellât”lar, suçlarını yok etmek için bu belgeleri bir an önce yakmaya çalışmaktadırlar. Oysa toplumsal adalet arayışlarında kişilerin düşman ilan edilmesi ve tek hedef alınması mümkün değildir. Ülkemizin cellâtlarının da bunu bilmesi gerek. Bu nedenle, geçmişlerindeki hatalardan dolayı değil daha çok belgeleri yakmaya girişmelerinden dolayı insan ve tarih katilleri olurlar. Bunu bilmek ve bunun sorumluluğunu hiç ihmal etmeden akılda taşımamız gerekmektedir.
Filistinli liderlerin bu aralar sık sık tekrar ettikleri bir söylemle kıssadan hissemiz bölümünü noktalayacağım;
“İsrail siyonizminin yenilgiye uğrayıp, Filistin’e bizim kuşağın dönebileceğinden hiç umutlu değildik. Ancak bu son gelişmeler gösterdi ki, halkın iradesi ve gücü bu hayali de gerçek kılıyor”
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder