15 Mart 2011 Salı
DİKTATÖRLERİN SERVETİ BATININ AHLAKI
Libya ayaklanmaları üzerine 6. Makale.
Mihrac Ural
16 Mart 2011
Yıkılan Arap diktatörlerinin bankalarda yatan servetlerinin kaynağı araştırılıyor. Bu servet batılı bankalarda yatırılırken hiçbir soruyla karşılaşmazken, diktalar yıkılınca adaletin kıskacına girmesi geç kalmış bir adımdır ancak hiçbir şekilde tutarlı bir duruş değildir; ikircimli bir ahlaki çürümedir.
Batının pragmatizm diye insanlık ailesinin temel ilkelerini çıkar öbeklerine ayırarak ortaya koyduğu yaklaşım, bu uygarlığın insanlığa yeni ufuklar açan 500 yıllık geçmişinden bu güne taşıdığı gerçek anlamda bir insanı değer kalmadığını gösteriyor. Batı ahlaki değerler açısından bir boş çuval haline gelmiştir, dik durma yetisini kaybetmiştir. Bu nedenle istediklerine “demokrasi” için halka destek verirler, istemediklerine demokrasi değil güvenlik öneren ikircimliğe düşerler.
Bu nedenle diktatörleri mevduatlarını bankalara getirince kırmızı halı serer yıkıldıklarında ise paralarının kaynağını araştırmaya başlarlar; her iki halde de tek amaç var, o da kasalarına giren paraları elde tutmak, hükmü altında kalmasını sağlamaktır.
***
Batı ahlakının en önemli ölçütü para karşısında geliştirdiği reflekslerdir. Bankalar bunu en iyi yansıtan kurumdur.
Diktatörler, kaynağı belli olmayan paraları mevduat olarak sorunsuzca bankalara yatırırlar. Bu dün olduğu gibi bu gün de öyledir. Bankalar da hiçbir sorgulama yapmadan bu paralar için kırmızı halı serer. Ancak diktatörler yıkılır yıkılmaz da mevduatlar bloke edilir ve sorgulama açarlar. Bir anda dost olmaktan çıkar düşman kesilirler, adalet, kanun bekçisi kesilir, paraların kaynağını meşru bir kazanç olup olmadığını sorgulamaya başlarlar.
Aynı konuda anı anına değişen bu tutumlar, batının her alandaki genel geçerli ahlaki duruşunu sergiler. Bu küresel ısınmadan, teröre, demokrasiden güvenliğe kadar yaşamı ilgilendiren her şeyde çıkarların belirlediği ikircimlik hüküm sürer.
Kapitalizm bir meta üretim sistemidir.
Malum formülü de şudur; hammadde+iş gücü + üretim araçları=Meta.
Kapitalist metanın önceki üretim tarzlarından farklı olarak bir de metaların değişim değerinin öne çıkışında anlam bulan bir alameti farikası vardır. Yani metaların mübadelesini sağlayan tümünde ortak bir değer olarak beliren soyut emek miktarıdır. Bu da artık değerin kaynağıdır. Sonuçta da para ile ifade edilen, iş gücünün ürettiği artık değer sömürüsüdür. Napalyon’un askeri zaferler için gerekli gördüğü üç şey olan Para…Para.. Para… tastamam budur.
Kapitalizm 20.Yüzyılla birlikte meta üretim ve ihracı yanı sıra sermaye ihracıyla da emperyalist bir karakter alır. Para bu tarihsel kesitle birlikte, güç olduğu kadar egemenliğin de simgesidir. Sermaye artık her şeyin ölçüsüdür. İlk sermaye birikimlerini, sömürgelerin açık ve kaba katliamlarla gasp edip, soyarak yapanlar ilerleyen teknoloji ve üretim araçlarıyla birlikte bunu üretim sürecinin bir parçası olarak, emek sömürüsüyle yapmaya yönelmiştir. Bu da tarihsel açıdan bir ilerlemeydi.
Üretim ve Pazar, Kapitalizmin temel karakterlerinden biridir. Emek sömürüsü de bu yanıla kapalı olarak üretim sürecinde gündeme gelir. Sermaye birikimlerinin bu kesitinde gasp ve talan gerilemiş üretim öne çıkmıştır. Ancak enteresandır ki kapitalizm, yeni ve daha ileri bir uygarlık tarafından, bilişim çağının verileriyle yadsınmaya başlandıkça, yeni üretim tarzının ilk nüveleri olan üretim sürecine bilgi ve internet ağlarının katılımıyla evrense ölçekte sanal ortak üretim belirdikçe, ilkel sermaye birikiminin yapıldığı dönemlerin yöntemlerini sarılmakta olduğu görülüyor.
Gasp ve talan, 21. Yüzyılda da devam eden bir miras. Kapitalizmin para politikalarının en komplike denklemlerini oluşturan bankalar sistemi, modern çağlarda, orta çağın gasp ve talan yönteminden de yoğun yoğun nasibini aldığı görülmektedir. Devrilen diktatörlerin emperyalist ülke bankalarında saklanan paralarına el koyma modası özellikle 20. Yy sonları ve 21. Yy başlarında en geçerli akçe olarak gündemdedir.
Ülkelerinin servetlerini gasp eden, halkının meddi değerlerini paralara çevirim uluslar arası finans kurumları bankalarında saklayan diktatörler, bankaların gaspları için en elverişli mevduatlar (yatırılmış paralar) olmuştur. Özellikle geri ülke diktatörlerinin kaynağı hiçbir zaman temiz olmayan paraları bu bankaların en yağlı mevduatları olmuştur. Zamanla bu bankalar diktatörlerin er ya da geç yıkılma ihtimalleri nedeniyle, hiçbir şekilde kaynağını araştırma gereği görmediği milyonlarca doları kasalarına indirmekte bir beis görmezler.
Mesele bundan sonra başlar. Diktatörler yıkıldıkça, mevduatlarının kaynağı araştırılmaya başlanır. Mevduatları bir para aklama işlemi olup olmadığı sorgulanmaya başlar. Kaynakları araştırılır, ülkelerinden çalıp çalmadıkları akıllarına gelmeye başlar. Paralar yatırılmadan önce alınması gereken önlemler, paraların gasp edilmesi için birer bahane olarak öne sürülen bu sahte gerekçelerle bloke edilir.
Bankacılar hukuka ve kurallara da çok sadıktırlar ! Öyle ki, bu dev miktarlardaki paraları mahkeme kararıyla bolke ederler. Mahkemeler de hak yerini bulsun diye, en ince ayrıntısına varana kadar araştırma süreçleri adı altında on yıllar sürecek adalet dağıtma mekanizmalarını çalıştırırlar. Paraları kasalarında tutan ve ondan sırf bu nedenle büyük yararlar sağlayan bankalar, hiçbir ödeme yapmadan halkların diktatörlerce gasp edilmiş paralarını durdururlar. Üretimde bu yoksul ülkelere yarar getirmesi mümkün olan servetler bankaların en değerli kredibilitesi olarak kasalarda durur.
Sonuçta, mahkeme masrafları, avukat ücretleri, bankanın parayı taşıması nedeniyle alacakları vb bin bir nedenle kuşa dönen bu servet gerisin geriye halklara verildiğinde artık bir işe yaramaz hacim ve değerde olur. Mahkeme süreçlerine ülkenin siyasal boşluk süreçleri, iç savaşları eklenince bu sürenin sonsuza yakın bir süre muallakta kalması ise işin diğer bir yanıdır.
Batı adaleti burada da halkların soyulması için çalışır. Sonuçta diktatörler en çok aile efratlarıyla bir elin parmak sayısı kadardır. Bu sayı için gerekli en lüks harcamaları karşılayacak miktar, bir biçimde özel zulalarda el altındaki dünyalık olarak saklıdır. Yani sonuçta diktatörlerin gaspları yanı sıra bankaların paraları bloke etmesiyle zulme uğrayan yine halklar olmaktadır.
Tunus’tan Bin Ali, Mısır’dan Mübarek, Libya’dan Kaddafi’ nin ve daha önce onlarca yoksul ülke diktatörünün uluslar arası bankalarda ki hesaplarının bolke edilmesi aynı akıbete uğramıştır.
Batının artık komedi olarak değerlendirilmesi gereken bu ahlaki algıları 21. Yy hiçbir inandırıcılığa sahip değildir. Yeri yoktur.
Özellikle Arap diktatörleriyle anı anına değişen ilişkileri, önemli derslerle doludur.
Libya örneğinde gördüğümüz gibi, Lockerbie olayında kendi vatandaşlarının cesetleri üzerinde yürütülen para sızdırma politikaları, siyasi müdahalelerle adalet ve yargıyı yönlendirme girişimleri, okul idarelerinin büyük miktarda para bağışları için eğitim ilke ve ahlakını çiğnemeleri, ihale kapmak adına Kaddafi’nin elini öpmekten, nükleer madde üzerinde bile aynı çıkar algısıyla pazarlıklara girişmeyi, zenginleştirilmiş uranyumu kapmak üzere yapılan kirli pazarlıkları ve en son olarak, çatışan kardeşleri birbirine kırdırmak, tüketmek ve onlar tükendikçe, ülkenin zenginliklerini daha uygun koşullarda gasp etmeyi yaşam felsefesi yapmalarını tüm insanlık dehşetle izlemektedir.
Savaşa yönelmiş kardeşleri, birbirine kışkırtarak, medyada bir çeşit kulislerde bir başka çeşit politikalarla ortaya konan performans, Osmanlı dönemini hatırlatan “Allah kardeşine ömür versin” söylemleriyle ilerleyen politikalar da ne demokrasi ne de özgürlük arama şansı yoktur.
Batının pragmatizm diye insanlık ailesinin temel ilkelerini çıkar öbeklerine ayırarak ortaya koyduğu yaklaşım, bu uygarlığın insanlığa yeni ufuklar açan 500 yıllık geçmişinden bu güne taşıdığı gerçek anlamda bir insanı değer kalmadığını gösteriyor. Batı ahlaki değerler açısından bir boş çuval haline gelmiştir, dik durma yetisini kaybetmiştir. Bu nedenle istediklerine “demokrasi” için halka destek verirler, istemediklerine demokrasi değil güvenlik öneren ikircimliğe düşerler.
Bu nedenle diktatörleri mevduatlarını bankalara getirince kırmızı halı serer yıkıldıklarında ise paralarının kaynağını araştırmaya başlarlar; her iki halde de tek amaç var, o da kasalarına giren paraları elde tutmak, hükmü altında kalmasını sağlamaktır.
Makalem yayına girmeden Bahreyn krallığı, demokrasi isteyen halkıyla baş edemeyince, Suudi Arabistan’dan binlerce asker takviye aldığı haberlerde yer almaya başladı. Bu, bir ülkenin komşu ülkeye, halkın iradesi dışında askeri olarak girmesidir açın ve net olarak bir işgaldir.
Fildişi saraylarında oturmuş, 36 kaya parçasından ibaret ada üzerine 600 Km² bir alanda, İngiliz askeri üssü olan bu topraklar bir aşiretin çadır devleti olarak kurdurulmuş. Yakın bir zamanda da prenslikle yetinmeyip, kendini karlık ilan eden Bahreyn krallığı, çoğunluğu Şii olan halkı ve komşularıyla sorunlu bir ülke. Suudi Arabistan’ın arka bahçesi olarak körfez ülkelerinin bölgede ve dünyada onadıkları olumsuz rol ayrı bir makale konusu. Ancak, komşu ülkelerin birbiriyle normal dayanışması konusunda bile “iç işlere müdahale” yapıldığı yaygarasıyla malum Batının, Bahreyn halkının demokrasi ve özgürlük amaçlı, tamamen barışçıl mücadelesini bastırmak için Suudi Arabistan’ın binlerce askeriyle yaptığı işgali “bu bir askeri işgal değildir, normal komşu yardımlaşmasıdır. Uluslar arası hukuka aykırı bir tarafı da yoktur” diyerek destek çıkması, başka bir ikircimlik sahası olarak ortaya çıkmıştır. Batın ilkesizliği, tutarsızlık ve ikircimliği, demokrasi ve özgürlüğü de göreli bir unsur haline getirmiştir; yandaş yönetimler ve karşıt yönetimler ayrımıyla, demokrasi ve özgürlüğün insani boyutu yok edilmiştir.
Bu gün ortaya çıkan Bahreyn örneği, Libya kaosunu yarın Yemen, Umman, Ürdün, Irak ve Suudi Arabistan’ın takip edeceğini tahmin etmek artık kehanet değildir. Batının ikiyüzlü ahlaki algıları, Arap halkının 21. Yüzyılda alevlendirdiği devrimleri sulandırmak, yönünü değiştirmek olmazsa, doğrudan müdahalelerle kırmak için her yola başvurulacağını göstermektedir.
Diktatörlerin servetine karşı ortaya konulan ikiyüzlülük, her alanda tüm boyutlarıyla batının insanlığa karşı sürdürdüğü ahlaksızlığın tecellisinden başka bir şey değildir.
Vicdanları ve insafları yüz yıldır merhum olan batının, artık ne bugüne ne de yarına sunacağı insani hiçbir erdemsel değer kalmamıştır. 21. Yüzyılda özgürlük ve demokrasi alanlarını geliştirecek olan, insan erdemleri ve uygarlığıyla gelecek sistemlerin kurumlaşmasını eskinin içinde gelişerek, eskiyi de yadsıyarak ikame edecek kuşaklar ihtiyar ve çürümüş ahlakıyla batı uygarlığı yerine daha adil, daha eşitlikçi ve daha özgür bir uygarlık ikame edecektir. Bu sürecin yükselişinde ne sınıf kaygılara ne etnik ne de inançsal kaygıların etkisi olacaktır.
Mihrac Ural
16 Mart 2011
Yıkılan Arap diktatörlerinin bankalarda yatan servetlerinin kaynağı araştırılıyor. Bu servet batılı bankalarda yatırılırken hiçbir soruyla karşılaşmazken, diktalar yıkılınca adaletin kıskacına girmesi geç kalmış bir adımdır ancak hiçbir şekilde tutarlı bir duruş değildir; ikircimli bir ahlaki çürümedir.
Batının pragmatizm diye insanlık ailesinin temel ilkelerini çıkar öbeklerine ayırarak ortaya koyduğu yaklaşım, bu uygarlığın insanlığa yeni ufuklar açan 500 yıllık geçmişinden bu güne taşıdığı gerçek anlamda bir insanı değer kalmadığını gösteriyor. Batı ahlaki değerler açısından bir boş çuval haline gelmiştir, dik durma yetisini kaybetmiştir. Bu nedenle istediklerine “demokrasi” için halka destek verirler, istemediklerine demokrasi değil güvenlik öneren ikircimliğe düşerler.
Bu nedenle diktatörleri mevduatlarını bankalara getirince kırmızı halı serer yıkıldıklarında ise paralarının kaynağını araştırmaya başlarlar; her iki halde de tek amaç var, o da kasalarına giren paraları elde tutmak, hükmü altında kalmasını sağlamaktır.
***
Batı ahlakının en önemli ölçütü para karşısında geliştirdiği reflekslerdir. Bankalar bunu en iyi yansıtan kurumdur.
Diktatörler, kaynağı belli olmayan paraları mevduat olarak sorunsuzca bankalara yatırırlar. Bu dün olduğu gibi bu gün de öyledir. Bankalar da hiçbir sorgulama yapmadan bu paralar için kırmızı halı serer. Ancak diktatörler yıkılır yıkılmaz da mevduatlar bloke edilir ve sorgulama açarlar. Bir anda dost olmaktan çıkar düşman kesilirler, adalet, kanun bekçisi kesilir, paraların kaynağını meşru bir kazanç olup olmadığını sorgulamaya başlarlar.
Aynı konuda anı anına değişen bu tutumlar, batının her alandaki genel geçerli ahlaki duruşunu sergiler. Bu küresel ısınmadan, teröre, demokrasiden güvenliğe kadar yaşamı ilgilendiren her şeyde çıkarların belirlediği ikircimlik hüküm sürer.
Kapitalizm bir meta üretim sistemidir.
Malum formülü de şudur; hammadde+iş gücü + üretim araçları=Meta.
Kapitalist metanın önceki üretim tarzlarından farklı olarak bir de metaların değişim değerinin öne çıkışında anlam bulan bir alameti farikası vardır. Yani metaların mübadelesini sağlayan tümünde ortak bir değer olarak beliren soyut emek miktarıdır. Bu da artık değerin kaynağıdır. Sonuçta da para ile ifade edilen, iş gücünün ürettiği artık değer sömürüsüdür. Napalyon’un askeri zaferler için gerekli gördüğü üç şey olan Para…Para.. Para… tastamam budur.
Kapitalizm 20.Yüzyılla birlikte meta üretim ve ihracı yanı sıra sermaye ihracıyla da emperyalist bir karakter alır. Para bu tarihsel kesitle birlikte, güç olduğu kadar egemenliğin de simgesidir. Sermaye artık her şeyin ölçüsüdür. İlk sermaye birikimlerini, sömürgelerin açık ve kaba katliamlarla gasp edip, soyarak yapanlar ilerleyen teknoloji ve üretim araçlarıyla birlikte bunu üretim sürecinin bir parçası olarak, emek sömürüsüyle yapmaya yönelmiştir. Bu da tarihsel açıdan bir ilerlemeydi.
Üretim ve Pazar, Kapitalizmin temel karakterlerinden biridir. Emek sömürüsü de bu yanıla kapalı olarak üretim sürecinde gündeme gelir. Sermaye birikimlerinin bu kesitinde gasp ve talan gerilemiş üretim öne çıkmıştır. Ancak enteresandır ki kapitalizm, yeni ve daha ileri bir uygarlık tarafından, bilişim çağının verileriyle yadsınmaya başlandıkça, yeni üretim tarzının ilk nüveleri olan üretim sürecine bilgi ve internet ağlarının katılımıyla evrense ölçekte sanal ortak üretim belirdikçe, ilkel sermaye birikiminin yapıldığı dönemlerin yöntemlerini sarılmakta olduğu görülüyor.
Gasp ve talan, 21. Yüzyılda da devam eden bir miras. Kapitalizmin para politikalarının en komplike denklemlerini oluşturan bankalar sistemi, modern çağlarda, orta çağın gasp ve talan yönteminden de yoğun yoğun nasibini aldığı görülmektedir. Devrilen diktatörlerin emperyalist ülke bankalarında saklanan paralarına el koyma modası özellikle 20. Yy sonları ve 21. Yy başlarında en geçerli akçe olarak gündemdedir.
Ülkelerinin servetlerini gasp eden, halkının meddi değerlerini paralara çevirim uluslar arası finans kurumları bankalarında saklayan diktatörler, bankaların gaspları için en elverişli mevduatlar (yatırılmış paralar) olmuştur. Özellikle geri ülke diktatörlerinin kaynağı hiçbir zaman temiz olmayan paraları bu bankaların en yağlı mevduatları olmuştur. Zamanla bu bankalar diktatörlerin er ya da geç yıkılma ihtimalleri nedeniyle, hiçbir şekilde kaynağını araştırma gereği görmediği milyonlarca doları kasalarına indirmekte bir beis görmezler.
Mesele bundan sonra başlar. Diktatörler yıkıldıkça, mevduatlarının kaynağı araştırılmaya başlanır. Mevduatları bir para aklama işlemi olup olmadığı sorgulanmaya başlar. Kaynakları araştırılır, ülkelerinden çalıp çalmadıkları akıllarına gelmeye başlar. Paralar yatırılmadan önce alınması gereken önlemler, paraların gasp edilmesi için birer bahane olarak öne sürülen bu sahte gerekçelerle bloke edilir.
Bankacılar hukuka ve kurallara da çok sadıktırlar ! Öyle ki, bu dev miktarlardaki paraları mahkeme kararıyla bolke ederler. Mahkemeler de hak yerini bulsun diye, en ince ayrıntısına varana kadar araştırma süreçleri adı altında on yıllar sürecek adalet dağıtma mekanizmalarını çalıştırırlar. Paraları kasalarında tutan ve ondan sırf bu nedenle büyük yararlar sağlayan bankalar, hiçbir ödeme yapmadan halkların diktatörlerce gasp edilmiş paralarını durdururlar. Üretimde bu yoksul ülkelere yarar getirmesi mümkün olan servetler bankaların en değerli kredibilitesi olarak kasalarda durur.
Sonuçta, mahkeme masrafları, avukat ücretleri, bankanın parayı taşıması nedeniyle alacakları vb bin bir nedenle kuşa dönen bu servet gerisin geriye halklara verildiğinde artık bir işe yaramaz hacim ve değerde olur. Mahkeme süreçlerine ülkenin siyasal boşluk süreçleri, iç savaşları eklenince bu sürenin sonsuza yakın bir süre muallakta kalması ise işin diğer bir yanıdır.
Batı adaleti burada da halkların soyulması için çalışır. Sonuçta diktatörler en çok aile efratlarıyla bir elin parmak sayısı kadardır. Bu sayı için gerekli en lüks harcamaları karşılayacak miktar, bir biçimde özel zulalarda el altındaki dünyalık olarak saklıdır. Yani sonuçta diktatörlerin gaspları yanı sıra bankaların paraları bloke etmesiyle zulme uğrayan yine halklar olmaktadır.
Tunus’tan Bin Ali, Mısır’dan Mübarek, Libya’dan Kaddafi’ nin ve daha önce onlarca yoksul ülke diktatörünün uluslar arası bankalarda ki hesaplarının bolke edilmesi aynı akıbete uğramıştır.
Batının artık komedi olarak değerlendirilmesi gereken bu ahlaki algıları 21. Yy hiçbir inandırıcılığa sahip değildir. Yeri yoktur.
Özellikle Arap diktatörleriyle anı anına değişen ilişkileri, önemli derslerle doludur.
Libya örneğinde gördüğümüz gibi, Lockerbie olayında kendi vatandaşlarının cesetleri üzerinde yürütülen para sızdırma politikaları, siyasi müdahalelerle adalet ve yargıyı yönlendirme girişimleri, okul idarelerinin büyük miktarda para bağışları için eğitim ilke ve ahlakını çiğnemeleri, ihale kapmak adına Kaddafi’nin elini öpmekten, nükleer madde üzerinde bile aynı çıkar algısıyla pazarlıklara girişmeyi, zenginleştirilmiş uranyumu kapmak üzere yapılan kirli pazarlıkları ve en son olarak, çatışan kardeşleri birbirine kırdırmak, tüketmek ve onlar tükendikçe, ülkenin zenginliklerini daha uygun koşullarda gasp etmeyi yaşam felsefesi yapmalarını tüm insanlık dehşetle izlemektedir.
Savaşa yönelmiş kardeşleri, birbirine kışkırtarak, medyada bir çeşit kulislerde bir başka çeşit politikalarla ortaya konan performans, Osmanlı dönemini hatırlatan “Allah kardeşine ömür versin” söylemleriyle ilerleyen politikalar da ne demokrasi ne de özgürlük arama şansı yoktur.
Batının pragmatizm diye insanlık ailesinin temel ilkelerini çıkar öbeklerine ayırarak ortaya koyduğu yaklaşım, bu uygarlığın insanlığa yeni ufuklar açan 500 yıllık geçmişinden bu güne taşıdığı gerçek anlamda bir insanı değer kalmadığını gösteriyor. Batı ahlaki değerler açısından bir boş çuval haline gelmiştir, dik durma yetisini kaybetmiştir. Bu nedenle istediklerine “demokrasi” için halka destek verirler, istemediklerine demokrasi değil güvenlik öneren ikircimliğe düşerler.
Bu nedenle diktatörleri mevduatlarını bankalara getirince kırmızı halı serer yıkıldıklarında ise paralarının kaynağını araştırmaya başlarlar; her iki halde de tek amaç var, o da kasalarına giren paraları elde tutmak, hükmü altında kalmasını sağlamaktır.
Makalem yayına girmeden Bahreyn krallığı, demokrasi isteyen halkıyla baş edemeyince, Suudi Arabistan’dan binlerce asker takviye aldığı haberlerde yer almaya başladı. Bu, bir ülkenin komşu ülkeye, halkın iradesi dışında askeri olarak girmesidir açın ve net olarak bir işgaldir.
Fildişi saraylarında oturmuş, 36 kaya parçasından ibaret ada üzerine 600 Km² bir alanda, İngiliz askeri üssü olan bu topraklar bir aşiretin çadır devleti olarak kurdurulmuş. Yakın bir zamanda da prenslikle yetinmeyip, kendini karlık ilan eden Bahreyn krallığı, çoğunluğu Şii olan halkı ve komşularıyla sorunlu bir ülke. Suudi Arabistan’ın arka bahçesi olarak körfez ülkelerinin bölgede ve dünyada onadıkları olumsuz rol ayrı bir makale konusu. Ancak, komşu ülkelerin birbiriyle normal dayanışması konusunda bile “iç işlere müdahale” yapıldığı yaygarasıyla malum Batının, Bahreyn halkının demokrasi ve özgürlük amaçlı, tamamen barışçıl mücadelesini bastırmak için Suudi Arabistan’ın binlerce askeriyle yaptığı işgali “bu bir askeri işgal değildir, normal komşu yardımlaşmasıdır. Uluslar arası hukuka aykırı bir tarafı da yoktur” diyerek destek çıkması, başka bir ikircimlik sahası olarak ortaya çıkmıştır. Batın ilkesizliği, tutarsızlık ve ikircimliği, demokrasi ve özgürlüğü de göreli bir unsur haline getirmiştir; yandaş yönetimler ve karşıt yönetimler ayrımıyla, demokrasi ve özgürlüğün insani boyutu yok edilmiştir.
Bu gün ortaya çıkan Bahreyn örneği, Libya kaosunu yarın Yemen, Umman, Ürdün, Irak ve Suudi Arabistan’ın takip edeceğini tahmin etmek artık kehanet değildir. Batının ikiyüzlü ahlaki algıları, Arap halkının 21. Yüzyılda alevlendirdiği devrimleri sulandırmak, yönünü değiştirmek olmazsa, doğrudan müdahalelerle kırmak için her yola başvurulacağını göstermektedir.
Diktatörlerin servetine karşı ortaya konulan ikiyüzlülük, her alanda tüm boyutlarıyla batının insanlığa karşı sürdürdüğü ahlaksızlığın tecellisinden başka bir şey değildir.
Vicdanları ve insafları yüz yıldır merhum olan batının, artık ne bugüne ne de yarına sunacağı insani hiçbir erdemsel değer kalmamıştır. 21. Yüzyılda özgürlük ve demokrasi alanlarını geliştirecek olan, insan erdemleri ve uygarlığıyla gelecek sistemlerin kurumlaşmasını eskinin içinde gelişerek, eskiyi de yadsıyarak ikame edecek kuşaklar ihtiyar ve çürümüş ahlakıyla batı uygarlığı yerine daha adil, daha eşitlikçi ve daha özgür bir uygarlık ikame edecektir. Bu sürecin yükselişinde ne sınıf kaygılara ne etnik ne de inançsal kaygıların etkisi olacaktır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder