14 Mart 2011 Pazartesi
LİBYA’DA KAOS
Libya ayaklanmaları üzerine 5. Makale.
Mihrac Ural
14 Mart 2011
Devrimci bir halk muhalefeti kendi öz gücüne dayanarak, savaşı sürdürmeyi başarabilmelidir; böylesi bir kararlılık Libya’nın meşru gücü olarak diplomasi, askeri, siyasi maddi ve diğer türden yardımları bulabileceği alanları kendisi yaratabilecektir. Bunu yapmayan bir muhalefet, işin kolayına yönelerek dış güçlerden destekle başarı sağlayacağını sanısına kapılırsa, öncelikle bu muhalefet halkın özgürlük ve demokrasi taleplerini temsil etmekten uzaklaşır ve sonunda bel bağladığı dış güçlerin bir kuklası olur. Bu risk, Libya’da muhalefet güçlerinin yüz yüze kalma ihtimali yüksek olan bir risktir.
Libya iç savaşı bu yönelimlerin esiri kaldıkça, bir yandan Kaddafi’nin iktidar tutkusuyla sürdürdüğü kıyım, diğer yandan muhalefetin halkın gücü yerine dış güçlerin müdahalesiyle başarı kazanma eğilimi sürdükçe oluşacak olan kaosta, kazanan bir taraf olmayacaktır. Kaybeden ise genelde Arap halkı özelde tüm Libya olacaktır.
***
“Allah kardeşine ömür versin”
Bu cümleler Osmanlı padişahlarının korkulu rüyasıydı. Yeniçeri askerleri hoşnut olmadıkları ya da ülfet ve ihsanını beğenmedikleri padişahları tehdit etmenin bir yöntemi olarak ona yaşayan bir kardeşinin olduğunu, gerekirse saltanatını hal edebileceklerini ifade etmek üzere “Allah kardeşine ömür versin” derlermiş. Bu şifre, Osmanlıda her zaman geçerli bir akçe olmuştu (Geniş bilgi için bkz. Cemal Kutay’ın 20 Ciltlik “Türkiye Tarihi” C.2. s: 1075)
Tahta oturan padişahlar, bir yanıyla bu nedenle, diğer yandan “Fatih Kararnamesi” diye bilinen hükümle, tüm erkek kardeşlerini katlederdi. Bu günün milliyetçi tarihçileri,“kılıç hakkı” savunucuları bile bu uygulamayı, “o zamanın meşru davranışı, Devlet için var olmanın bir şartı, imparatorluk bölünmesin diye yapılması gereken önemli bir uygulama”dır diye görmektedirler; bu türler kim hâkim olursa “padişahım sen çok yaşa” naralarıyla çıkar elde ettiği alanı korumaya çalışan türlerdir. İnsanlıktan böylesine yoksun, ortaçağlarda bile kabulü mümkün olmayan bu uygulama, kardeşi kardeşe kırdırtarak süreçten yararlanan asalaklara işaret etmesi dolaysıyla makalemizin konusunda yer aldı.
Libya’da kardeş kavgası, emperyalistlerin aç gözlü çıkarlarınca kışkırtılarak, kesilmeden kanayan bir yara haline getirilmek istenmektedir. Bu nedenle Kaddafi’ye dönüp, “Allah kardeşine ömür versin” diyerek, Halk ayaklanmasını kirli amaçları için kullanmaya çalışan, diğer yandan ise, kim kazanırsa ondan yana tutum belirlemek için iki tarafla da derin ilişkiler içinde bu kanlı senaryonun devamını isteyenler bulunmaktadır
Libya, kanlı bir arenaya dönme eğilimi içinde kardeş kardeşi katlediyor. Libya üzerine yazdığım dört makale de Libya halkının ayaklanmalarını “devrim“ olarak nitelendirmekten çekindim. İlerleyen zamanın bu yöndeki kaygılarımı artırdığını da belirtmeliyim. Kaddafi’nin artık 21.yy için geçerli olmayan bir diktatörlüğe dönüştüğünü, söylemlerindeki devrimci, anti-emperyalist duruşun bir anlamı kalmadığı kendi halkını siyasi açıdan bu ölçüde boğan bir rejimin ilericilikle alakasının olmayacağını uzun uzun yazdım. Uzun iktidar süreçlerinin insan iradesinden bağımsız da olsa iktidarı tekeline alan güçleri diktatörlüğe sürükleyeceğini ayrıntılarıyla açıkladım. İktidarların barışçıl oylarla el değiştirmesinin mümkün olmadığı, teorik olarak bunun çok fırsatı olduğu söylense de pratik olarak gerçekleşmediği tüm ülkelerde diktatörlük kaçınılmaz bir durak olarak gelip dayandığını, Libya’da bu duruma düşüldüğüne vurgu yaptım.
Bu makalemde, hızla gündeme gelen ve gittikçe Libya halkının çıkarlarına aykırı bir gelişmeye yönelen gelişmeleri konu alacağım. Bu konular, Libya halk ayaklanmalarının iktidarı süratle ele almayı başaramamasıyla birlikte gelişen Emperyalist müdahalenin gündeme gelmesi ve bunun farklı kesimlerce de kışkırtılarak desteklenmesidir.
Tunus ve Mısır devrimlerinde ortaya çıkan tablo halkın barışçıl da olsu ortaya koyduğu güç, enerji diktatörlüklerin ülkeden kaçmasını sağlayacak kadar yoğundu. Bir ayı geçmeyen bir süre içinde sistemlin başı yıkılıp gitmişti. Geride yapılacak çok iş kalsa da diktatörlük rejimlerinin simgeleri yıkılınca arkasının gelmesi çok daha hızla gerçekleşebilirdi. Nitekim devrimlerin ikinci aşamasında, açılan Pandoranın kutusu ve sorunlarla baş etme mücadelesi öne çıkmış oldu. Ancak bu süreç kitlelerin yoğun basıncı altında adım adım çözülmeye doğru yol alıyor.
Libya’da durum ise farklı bir boyut aldı. Bu farklılık iki şık üzerinden gelişti.
Birincisi;
Libya, yıkılan diğer Arap ülkeleri diktatörlüklerinden nispeten farklılıkları bulunuyor. Bunların başında Batıyla ilişkileri ve İsrail’e karşı duruşu çok uzun bir süreç çatışma halinde olmuştur. Anti-emperyalist söylemleri ekstrem bir sol çizgi gibi ortaya konmuştur. Devrimci olma iddiasında uluslar arası sol güçlere destek vermiş, ilerici ülkelerin yanında yar almıştır. Önerdiği siyasal sistem her ne kadar bir yere oturtulması mümkün olmayan bir sistem olsa da (sistemsiz sistem), halk kongreleri (Mutamarat el Şaabiya) aracılığıyla halkın yönetimde etkin bir unsur olmasına nispeten olanak açılmıştır; son sözü söyleyen lider olarak Kaddafi’nin yetkisiz önderliği ise ayrı bir konudur.
Bunun yanı sıra Libya’da devam eden ve siyasetin isimsiz kahramanı olan, “Yeşil Kitap”ta da “Kabile, sosyal güvencenin doğal yeridir... Toplu savunma yani koruma sağlamaktadır” (s: 76) diye anılan Kabileciliğin rolü bulunmaktadır. Bu yanıyla ülkedeki bölünme ne sınıfsal ne de ulusal çıkar temeli üzerinde hatta demokrasi ve özgürlük ortak paydasında bir bölünme olarak belirmemektedir. Nitekim ülkenin, Kaddafi güçlerinin egemen olduğu batı ile ayaklanmacıların denetiminde olan doğu bölgeleri diye bölümlenmesi de bu zemin üzerinde gerçekleşmiştir.
Bu durum, ülkenin ortak çıkarlar etrafında Tunus ya da Mısır’da olduğu gibi hareketlenmenin önünde önemli bir engel olarak belirmektedir.
Bu da Libya’da ortaya çıkan bölünmenin ne ölçüde kararlı bir bölünme ve uzun sürebilecek bir iç savaşın zeminine de önemli bir işarettir.
İkincisi;
Halk ayaklanması, Arap ül0kelerinde birbirinden bağımsız olarak ancak ortak bir tarihsel algıyla devrimlerin izlemekte olduğu barışçıl yolu izlemedi. Ülke genelinde ya da başkenti merkez alan bir kitlesel kalkışma yapamadı. Ülke bütününden gelen katılımlar coğrafi olarak doğu bölgeleri sınırını aşamadı.
İlk adımda şiddete yönelen Libya muhalefet hareketi, daha çok Kaddafi adını öne alan bir tepki sergilemesine karşın, özgürlük ve demokrasi taleplerini ikinci planda tuttu. Şiddetle başlayan atılım kısa sürede sonuç alamadığı için, devletin şiddetine nispi bir meşruiyet verdi. Bu da zamanın Kaddafi lehine dönmesine yol açtı.
Libya’da süren savaşın örgütlü ve eğitimli askeri gücüyle Kaddafi’nin lehine olsa da uluslar arası gelişmelerde ise farklı iki boyutta gelişmeler yaşandığı gözlemlenmektedir; Rusya ve Çin’in Libya yönetimiyle süren ilişkileri ve açıklamaları, kimi Arap ülkelerinin Kaddafi yönetimine karşı sert önlemlerin alınmasına karşı çıkışı bu süreçte yorumlanmaya değer doneleri oluşturmaktadır.
Ancak buna rağmen, başlangıçta sesiz kalan Batılı güçlerin, ilerleyen zaman içinde Muhaliflerin “Vatan Meclisi” adı altında oluşturdukları siyasal temsilciliğe prim vermeye başlamaları dikkat çekicin bir hızla gelişmektedir. Fransa’nın Libya adına “Vatan Meclisi”ni resmi olarak tanıması, Arap Devletleri Topluluğu’nun (Camia el Arabiya) bu meclisle de ilişki kurma kararı alması ve Birleşmiş Milletler Güvenlik konseyine Libya hava sahasında uçuş yasağı kararının alınması için öneride bulunması Libya sorununu, Somali sorunu haline getirecek dış müdahalelerin arttığı bir soruna dönüştüreceğini belirlemek, yanlış olmayacaktır.
KAYBEDEN KİM ?
Kaybeden Libya halkıdır.
Emperyalist güçler artan oranda Libya sorununda taraf olacaktır. Dünya güçler dengesi tüm etkinlikleriyle yerini alacaktır. Ayın güçler, her iki tarafla da ilişki kurarak, petrol ve doğal gaz akışını engellemeyecek şekilde akışını korumak kaydıyla savaşın sürmesini kışkırtacaktır; her iki tarafa da silah satılacak, bir biçimde her iki tarafla siyası diyalog içinde olunacak, Libya halkının gerçek anlamda ihtiyacı olan demokrasi ve özgürlükle ilgili hiçbir şey yapılmayacaktır.
Her boy ve soydan dış güçler, bunun içinde yıkılmayı bekleyen Arap diktatörlükleri ve gerici güçleri dâhil her türden etkinliği devreye sokarak kardeş çatışmasının derinleşmesi için ateşe benzin dökecekler. Bu güçler, çatışan her bir tarafa aynı anda “Allah kardeşine ömür versin” diyerek çıkarlarını güvenceye almaya ve artırmaya çalışacaktır.
Libya çürümeye çekilecek, kaos bataklık haline getirilecektir.
Bunun en büyük sorumlusu çatışan iki taraftır.
Kaddafi yönetimi tarihini doldurmuş bir yönetim olarak artık devam edemez. Değişim rüzgârlarının etkisinden kurtulmasının hiçbir şansı ve ihtimali yoktur. Kaddafi, kazansa da kaybetse de değişim Libya için zorunludur. Libya halkı, Osmanlıdan, İtalyan emperyalizmine kadar, yüzyıllar içinde amansız bir zulüm altında yaşamıştır. Akdeniz sahilleri bile ilkel kabile yaşamı içinde tutulmuştur.
20.Yüzyılda petrolün kazandığı önem, bu sahra ülkesinin önemini artırırken, halkı için hiçbir çağdaş katkı sağlamamıştır. Osmanlılarla yapılan Trablus Garp savaşı sonucu (29 Eylül 1911 – 18 Ekim 1912) İtalyan işgali altına giren Libya, Faşist Musollini’nin iktidarıyla birlikte ağır sömürgeci yayılmacılığının baskısı atına girmiştir. Bu aynı zaman da Libya halkını Kuzey Afrika’nın kadim Roma imparatorluğunun 20.yy mirasçısı olduğu savıyla, faşist İtalya’ya katılımı için yapılan kanlı fetihlerin boy hedefi haline getirmiştir.
Libya, II. Dünya paylaşım savaşının baskısı altında da ezilmiştir. Nazi Almanya’sının İtalyan faşistleriyle el ele Libya sahraları kanlı bir paylaşım savaşı alanı olmuştur.
Bu sömürgeci boyunduruk dayatmasına karşı Libya halkı her zaman direnmiştir. Direnişinde öylesine özverili olmuştur ki, Libya’nın direnme kahramanı Ömer Muhtar, aynı zamanda Arap âleminin de en büyük direnme lideri olarak yerini almıştır.
Libya halkı, kabile yapısının ağır baskısı altında olmasına karşı ülkesiyle ilgili dış güçler karşısında çok hassas olduğu bilinmektedir. Bu hassasiyet, ayaklanmaların ilk günlerinde de çok açık olarak her iki tarafın dillendirmesiyle ortaya bir kez daha konmuştur. Libyalıların tarihsel özdeyişleri arasında la netrik il-bilad lil Etrak ve Tılyan ( ülkemizi, ne Türklerin ne de İtalyanların elinde esir bırakmayız).
Ancak, bu tür söylemleri yaratan koşullar aynıyla dış güçlere karşı bir direnmeyi yaratmayabilir. Nitekim bunun ilk belirtileri de ortaya çıkmaya başlamıştır. Uzayan savaş iki taraf içinde dış destek arayışını gündeme getirmiştir. Kaddafi güçlerinin önemli petrol pompalarının olduğu sahil kentlerini tekrar ele geçirmesiyle muhalif güçlerin dış destek çağrıları da artmaya başlamış bulunmaktadır. Bu çağrılar öncelikle “Arap kardeşlere” yönelik iken, bu gün Birleşmiş Milletlerden, batılı güçlerden da yardım almak için çağrıların yükseldiği görülmektedir; Libya hava sahasının uçuşa yasaklanması talebi bunun ifade ediyor.
Bu çağrılar böylece adım adım yükselerek emperyalist güçlerin bir oyuncağı olmaya kadar ilerler: Bu ise ayaklanan muhalif güçleri, hızla halkın gerçekçi çıkarlarını temsil etmekten uzaklaştırarak dış güçlerin bir edatı haline sürükleme tehlikesi bulunmaktadır. Özgürlük ve demokrasi adına Libya halkının böylesi bir gidişten yarar sağlaması asla söz konusu olmayacaktır.
Bu çağrıların daha da artmasını isteyen batılı güçler, Libya’da kaosun derinleşmesini beklemektedirler. Her iki taraf, savaş içinde birbirini tükettikçe, her iki taraf da dış desteğe ihtiyaç duyacağı üzerine kurgulanmış ölüm denklemleri Libya halkını bekleyen en acımasız gelecek olarak şekillenmeye başlamış bulunmaktadır.
Tarihi, işgalci dış güçlere karşı savaşla bilinen ve bu konuda ulusal bir hassasiyete sahip olan Libya halkı, artık iç savaşın çürütücü kaosları içinde dış desteğin kuklası olmaya adaydır.
Bunun sorumlusu da iktidarıyla, muhalefetiyle Libya halkını özgürlük ve demokrasi taleplerini temsil etmekten kopmuş olan her iki tarafındır.
Libya halkını kara bir kaderi gibi sarmalamış olan dış güçlerin müdahaleleri, 21. Yüzyılda da kendini gösteremeye başlamış görülmektedir. Arap halkının 21.yy da tüm insanlığa önemli siyasal dersler verirken Libya’da ortaya çıkan bu farklı durum, sırada bekleyen diğer Arap ülkeleri halk muhalefeti üzerinde ters etki edeceği açıktır. Tunus ve Mısır devrimi örneğinin uygar süreçleri, tüm Arap âlemi ve insanlık indinde olumlu etkiler yaratmışken bir kez daha 19. Ve 20. Yy devrim, karşı –devrim ilişkisinde yer alan kanlı süreçlere dönülmesi rahatsızlık verici, ürkütücü bir etki yapması beklenen bir etkidir.
Libya’da muhalefet, halk ayaklanmalarıyla Kaddafi yönetiminin meşruiyetini sarsmasıyla başlayan olumlu adımları, yine halka dayanarak mücadeleyi sürdürmek üzerinde ısrarlı olmakla yükümlüdür. Bu ısrar olmazsa, tarihin tüm devrimleri gibi halka dayanmadan, dış güçlerden yardım isteyerek varılacak bir şey olmayacağı bilinmelidir. Muhalefet, bir yandan Kaddafi güçlerinin baskısı altında diğer yandan hiçbir hazırlığı olmadan, ilk adımda askeri şiddetle ayaklanmalara yönelmesinden dolayı, zaman aleyhine çalışarak halka dayanmaktan uzaklaşan bir çizgiye yönelme tehlikesi içine girmiştir.
Devrimci bir halk muhalefeti kendi öz gücüne dayanarak, savaşı sürdürmeyi başarabilmelidir; böylesi bir kararlılık Libya’nın meşru gücü olarak diplomasi, askeri, siyasi maddi ve diğer türden yardımları bulabileceği alanları kendisi yaratabilecektir. Bunu yapmayan bir muhalefet, işin kolayına yönelerek dış güçlerden destekle başarı sağlayacağını sanısına kapılırsa, öncelikle bu muhalefet halkın özgürlük ve demokrasi taleplerini temsil etmekten uzaklaşır ve sonunda bel bağladığı dış güçlerin bir kuklası olur. Bu risk, Libya’da muhalefet güçlerinin yüz yüze kalma ihtimali yüksek olan bir risktir.
Bu bölümün son cümlesi olarak şunu dile getireceğim; Libya iç savaşı bu yönelimlerin esiri kaldıkça, bir yandan Kaddafi’nin iktidar tutkusuyla sürdürdüğü kıyım, diğer yandan muhalefetin halkın gücü yerine dış güçlerin müdahalesiyle başarı kazanma eğilimi sürdükçe oluşacak olan kaosta kazanan bir taraf olmayacaktır. Kaybeden ise genelde Arap halkı özelde tüm Libya olacaktır.
Bu sorumluluğu almak istemeyen, kendi halkına güvenmeli onun gücüyle var olmalıdır. Kaddafi için iktidardan çekilme kaçınılmaz olmuştur, Libya halkının talebi budur, buna cevap verilmesi gerek. Muhalif güçlerin halk adına ayaklanmayla başardığı adım, halka dayanarak sürmesini bilmelidir. Bunun dışına çıkmanın Libya halkına kazandıracağı hiçbir şey olmayacağı gerçeğini aklından çıkarmaması gerekmektedir.
Kıssadan hissemize gelince,
Ortak ülkemizde de iktidarın gücüyle halkın demokratik ve özgürlük istemleri arasında yüz yıla yaklaşan mücadele keskin bir dönemecin eşiğine geldiği bilinmektedir. Bölgemizde halk ayaklanmalarının yarattığı etkilerin hızla ülkemize de yansıdığı görülmektedir.
Bu tarihi süreçte ülkemizi çözümsüz kanı denklemler içinde boğmak istemeyenlerin öncelikle halka kulak vermesi, halka güvenmesi ve halkın taleplerini hiçbir ön yargıyla, köhnemiş statülerin esiri olarak engellememelidir. Halka dayanmayan hiçbir güç iktidarını sürdüremeyeceğini bilmelidir. Cumhuriyetin asimile etmekte başardığı sanılan Balkan ve Kafkas halklarının bile biz de buradayız, ayrı varlığız ve özgürlük istiyoruz dediği bir koşulda, ortak ülkemizde barış içinde bir arada yaşamak için, demokrasiyi sonuna kadar genişletip derinleştirmekten başka bir yol yoktur.
Hiçbir iktidar, hiçbir iktidar zümresinin malı değildir. Devlet ve iktidar halk için vardır. Halk verdiği iktidarı bir biçimde er ya da geç alabileceği artık tartışmasız anlaşılmış bulunmaktadır. Bu iktidarların da halkın da nerede nasıl davranacağına önemli bir yol haritasıdır.
Mihrac Ural
14 Mart 2011
Devrimci bir halk muhalefeti kendi öz gücüne dayanarak, savaşı sürdürmeyi başarabilmelidir; böylesi bir kararlılık Libya’nın meşru gücü olarak diplomasi, askeri, siyasi maddi ve diğer türden yardımları bulabileceği alanları kendisi yaratabilecektir. Bunu yapmayan bir muhalefet, işin kolayına yönelerek dış güçlerden destekle başarı sağlayacağını sanısına kapılırsa, öncelikle bu muhalefet halkın özgürlük ve demokrasi taleplerini temsil etmekten uzaklaşır ve sonunda bel bağladığı dış güçlerin bir kuklası olur. Bu risk, Libya’da muhalefet güçlerinin yüz yüze kalma ihtimali yüksek olan bir risktir.
Libya iç savaşı bu yönelimlerin esiri kaldıkça, bir yandan Kaddafi’nin iktidar tutkusuyla sürdürdüğü kıyım, diğer yandan muhalefetin halkın gücü yerine dış güçlerin müdahalesiyle başarı kazanma eğilimi sürdükçe oluşacak olan kaosta, kazanan bir taraf olmayacaktır. Kaybeden ise genelde Arap halkı özelde tüm Libya olacaktır.
***
“Allah kardeşine ömür versin”
Bu cümleler Osmanlı padişahlarının korkulu rüyasıydı. Yeniçeri askerleri hoşnut olmadıkları ya da ülfet ve ihsanını beğenmedikleri padişahları tehdit etmenin bir yöntemi olarak ona yaşayan bir kardeşinin olduğunu, gerekirse saltanatını hal edebileceklerini ifade etmek üzere “Allah kardeşine ömür versin” derlermiş. Bu şifre, Osmanlıda her zaman geçerli bir akçe olmuştu (Geniş bilgi için bkz. Cemal Kutay’ın 20 Ciltlik “Türkiye Tarihi” C.2. s: 1075)
Tahta oturan padişahlar, bir yanıyla bu nedenle, diğer yandan “Fatih Kararnamesi” diye bilinen hükümle, tüm erkek kardeşlerini katlederdi. Bu günün milliyetçi tarihçileri,“kılıç hakkı” savunucuları bile bu uygulamayı, “o zamanın meşru davranışı, Devlet için var olmanın bir şartı, imparatorluk bölünmesin diye yapılması gereken önemli bir uygulama”dır diye görmektedirler; bu türler kim hâkim olursa “padişahım sen çok yaşa” naralarıyla çıkar elde ettiği alanı korumaya çalışan türlerdir. İnsanlıktan böylesine yoksun, ortaçağlarda bile kabulü mümkün olmayan bu uygulama, kardeşi kardeşe kırdırtarak süreçten yararlanan asalaklara işaret etmesi dolaysıyla makalemizin konusunda yer aldı.
Libya’da kardeş kavgası, emperyalistlerin aç gözlü çıkarlarınca kışkırtılarak, kesilmeden kanayan bir yara haline getirilmek istenmektedir. Bu nedenle Kaddafi’ye dönüp, “Allah kardeşine ömür versin” diyerek, Halk ayaklanmasını kirli amaçları için kullanmaya çalışan, diğer yandan ise, kim kazanırsa ondan yana tutum belirlemek için iki tarafla da derin ilişkiler içinde bu kanlı senaryonun devamını isteyenler bulunmaktadır
Libya, kanlı bir arenaya dönme eğilimi içinde kardeş kardeşi katlediyor. Libya üzerine yazdığım dört makale de Libya halkının ayaklanmalarını “devrim“ olarak nitelendirmekten çekindim. İlerleyen zamanın bu yöndeki kaygılarımı artırdığını da belirtmeliyim. Kaddafi’nin artık 21.yy için geçerli olmayan bir diktatörlüğe dönüştüğünü, söylemlerindeki devrimci, anti-emperyalist duruşun bir anlamı kalmadığı kendi halkını siyasi açıdan bu ölçüde boğan bir rejimin ilericilikle alakasının olmayacağını uzun uzun yazdım. Uzun iktidar süreçlerinin insan iradesinden bağımsız da olsa iktidarı tekeline alan güçleri diktatörlüğe sürükleyeceğini ayrıntılarıyla açıkladım. İktidarların barışçıl oylarla el değiştirmesinin mümkün olmadığı, teorik olarak bunun çok fırsatı olduğu söylense de pratik olarak gerçekleşmediği tüm ülkelerde diktatörlük kaçınılmaz bir durak olarak gelip dayandığını, Libya’da bu duruma düşüldüğüne vurgu yaptım.
Bu makalemde, hızla gündeme gelen ve gittikçe Libya halkının çıkarlarına aykırı bir gelişmeye yönelen gelişmeleri konu alacağım. Bu konular, Libya halk ayaklanmalarının iktidarı süratle ele almayı başaramamasıyla birlikte gelişen Emperyalist müdahalenin gündeme gelmesi ve bunun farklı kesimlerce de kışkırtılarak desteklenmesidir.
Tunus ve Mısır devrimlerinde ortaya çıkan tablo halkın barışçıl da olsu ortaya koyduğu güç, enerji diktatörlüklerin ülkeden kaçmasını sağlayacak kadar yoğundu. Bir ayı geçmeyen bir süre içinde sistemlin başı yıkılıp gitmişti. Geride yapılacak çok iş kalsa da diktatörlük rejimlerinin simgeleri yıkılınca arkasının gelmesi çok daha hızla gerçekleşebilirdi. Nitekim devrimlerin ikinci aşamasında, açılan Pandoranın kutusu ve sorunlarla baş etme mücadelesi öne çıkmış oldu. Ancak bu süreç kitlelerin yoğun basıncı altında adım adım çözülmeye doğru yol alıyor.
Libya’da durum ise farklı bir boyut aldı. Bu farklılık iki şık üzerinden gelişti.
Birincisi;
Libya, yıkılan diğer Arap ülkeleri diktatörlüklerinden nispeten farklılıkları bulunuyor. Bunların başında Batıyla ilişkileri ve İsrail’e karşı duruşu çok uzun bir süreç çatışma halinde olmuştur. Anti-emperyalist söylemleri ekstrem bir sol çizgi gibi ortaya konmuştur. Devrimci olma iddiasında uluslar arası sol güçlere destek vermiş, ilerici ülkelerin yanında yar almıştır. Önerdiği siyasal sistem her ne kadar bir yere oturtulması mümkün olmayan bir sistem olsa da (sistemsiz sistem), halk kongreleri (Mutamarat el Şaabiya) aracılığıyla halkın yönetimde etkin bir unsur olmasına nispeten olanak açılmıştır; son sözü söyleyen lider olarak Kaddafi’nin yetkisiz önderliği ise ayrı bir konudur.
Bunun yanı sıra Libya’da devam eden ve siyasetin isimsiz kahramanı olan, “Yeşil Kitap”ta da “Kabile, sosyal güvencenin doğal yeridir... Toplu savunma yani koruma sağlamaktadır” (s: 76) diye anılan Kabileciliğin rolü bulunmaktadır. Bu yanıyla ülkedeki bölünme ne sınıfsal ne de ulusal çıkar temeli üzerinde hatta demokrasi ve özgürlük ortak paydasında bir bölünme olarak belirmemektedir. Nitekim ülkenin, Kaddafi güçlerinin egemen olduğu batı ile ayaklanmacıların denetiminde olan doğu bölgeleri diye bölümlenmesi de bu zemin üzerinde gerçekleşmiştir.
Bu durum, ülkenin ortak çıkarlar etrafında Tunus ya da Mısır’da olduğu gibi hareketlenmenin önünde önemli bir engel olarak belirmektedir.
Bu da Libya’da ortaya çıkan bölünmenin ne ölçüde kararlı bir bölünme ve uzun sürebilecek bir iç savaşın zeminine de önemli bir işarettir.
İkincisi;
Halk ayaklanması, Arap ül0kelerinde birbirinden bağımsız olarak ancak ortak bir tarihsel algıyla devrimlerin izlemekte olduğu barışçıl yolu izlemedi. Ülke genelinde ya da başkenti merkez alan bir kitlesel kalkışma yapamadı. Ülke bütününden gelen katılımlar coğrafi olarak doğu bölgeleri sınırını aşamadı.
İlk adımda şiddete yönelen Libya muhalefet hareketi, daha çok Kaddafi adını öne alan bir tepki sergilemesine karşın, özgürlük ve demokrasi taleplerini ikinci planda tuttu. Şiddetle başlayan atılım kısa sürede sonuç alamadığı için, devletin şiddetine nispi bir meşruiyet verdi. Bu da zamanın Kaddafi lehine dönmesine yol açtı.
Libya’da süren savaşın örgütlü ve eğitimli askeri gücüyle Kaddafi’nin lehine olsa da uluslar arası gelişmelerde ise farklı iki boyutta gelişmeler yaşandığı gözlemlenmektedir; Rusya ve Çin’in Libya yönetimiyle süren ilişkileri ve açıklamaları, kimi Arap ülkelerinin Kaddafi yönetimine karşı sert önlemlerin alınmasına karşı çıkışı bu süreçte yorumlanmaya değer doneleri oluşturmaktadır.
Ancak buna rağmen, başlangıçta sesiz kalan Batılı güçlerin, ilerleyen zaman içinde Muhaliflerin “Vatan Meclisi” adı altında oluşturdukları siyasal temsilciliğe prim vermeye başlamaları dikkat çekicin bir hızla gelişmektedir. Fransa’nın Libya adına “Vatan Meclisi”ni resmi olarak tanıması, Arap Devletleri Topluluğu’nun (Camia el Arabiya) bu meclisle de ilişki kurma kararı alması ve Birleşmiş Milletler Güvenlik konseyine Libya hava sahasında uçuş yasağı kararının alınması için öneride bulunması Libya sorununu, Somali sorunu haline getirecek dış müdahalelerin arttığı bir soruna dönüştüreceğini belirlemek, yanlış olmayacaktır.
KAYBEDEN KİM ?
Kaybeden Libya halkıdır.
Emperyalist güçler artan oranda Libya sorununda taraf olacaktır. Dünya güçler dengesi tüm etkinlikleriyle yerini alacaktır. Ayın güçler, her iki tarafla da ilişki kurarak, petrol ve doğal gaz akışını engellemeyecek şekilde akışını korumak kaydıyla savaşın sürmesini kışkırtacaktır; her iki tarafa da silah satılacak, bir biçimde her iki tarafla siyası diyalog içinde olunacak, Libya halkının gerçek anlamda ihtiyacı olan demokrasi ve özgürlükle ilgili hiçbir şey yapılmayacaktır.
Her boy ve soydan dış güçler, bunun içinde yıkılmayı bekleyen Arap diktatörlükleri ve gerici güçleri dâhil her türden etkinliği devreye sokarak kardeş çatışmasının derinleşmesi için ateşe benzin dökecekler. Bu güçler, çatışan her bir tarafa aynı anda “Allah kardeşine ömür versin” diyerek çıkarlarını güvenceye almaya ve artırmaya çalışacaktır.
Libya çürümeye çekilecek, kaos bataklık haline getirilecektir.
Bunun en büyük sorumlusu çatışan iki taraftır.
Kaddafi yönetimi tarihini doldurmuş bir yönetim olarak artık devam edemez. Değişim rüzgârlarının etkisinden kurtulmasının hiçbir şansı ve ihtimali yoktur. Kaddafi, kazansa da kaybetse de değişim Libya için zorunludur. Libya halkı, Osmanlıdan, İtalyan emperyalizmine kadar, yüzyıllar içinde amansız bir zulüm altında yaşamıştır. Akdeniz sahilleri bile ilkel kabile yaşamı içinde tutulmuştur.
20.Yüzyılda petrolün kazandığı önem, bu sahra ülkesinin önemini artırırken, halkı için hiçbir çağdaş katkı sağlamamıştır. Osmanlılarla yapılan Trablus Garp savaşı sonucu (29 Eylül 1911 – 18 Ekim 1912) İtalyan işgali altına giren Libya, Faşist Musollini’nin iktidarıyla birlikte ağır sömürgeci yayılmacılığının baskısı atına girmiştir. Bu aynı zaman da Libya halkını Kuzey Afrika’nın kadim Roma imparatorluğunun 20.yy mirasçısı olduğu savıyla, faşist İtalya’ya katılımı için yapılan kanlı fetihlerin boy hedefi haline getirmiştir.
Libya, II. Dünya paylaşım savaşının baskısı altında da ezilmiştir. Nazi Almanya’sının İtalyan faşistleriyle el ele Libya sahraları kanlı bir paylaşım savaşı alanı olmuştur.
Bu sömürgeci boyunduruk dayatmasına karşı Libya halkı her zaman direnmiştir. Direnişinde öylesine özverili olmuştur ki, Libya’nın direnme kahramanı Ömer Muhtar, aynı zamanda Arap âleminin de en büyük direnme lideri olarak yerini almıştır.
Libya halkı, kabile yapısının ağır baskısı altında olmasına karşı ülkesiyle ilgili dış güçler karşısında çok hassas olduğu bilinmektedir. Bu hassasiyet, ayaklanmaların ilk günlerinde de çok açık olarak her iki tarafın dillendirmesiyle ortaya bir kez daha konmuştur. Libyalıların tarihsel özdeyişleri arasında la netrik il-bilad lil Etrak ve Tılyan ( ülkemizi, ne Türklerin ne de İtalyanların elinde esir bırakmayız).
Ancak, bu tür söylemleri yaratan koşullar aynıyla dış güçlere karşı bir direnmeyi yaratmayabilir. Nitekim bunun ilk belirtileri de ortaya çıkmaya başlamıştır. Uzayan savaş iki taraf içinde dış destek arayışını gündeme getirmiştir. Kaddafi güçlerinin önemli petrol pompalarının olduğu sahil kentlerini tekrar ele geçirmesiyle muhalif güçlerin dış destek çağrıları da artmaya başlamış bulunmaktadır. Bu çağrılar öncelikle “Arap kardeşlere” yönelik iken, bu gün Birleşmiş Milletlerden, batılı güçlerden da yardım almak için çağrıların yükseldiği görülmektedir; Libya hava sahasının uçuşa yasaklanması talebi bunun ifade ediyor.
Bu çağrılar böylece adım adım yükselerek emperyalist güçlerin bir oyuncağı olmaya kadar ilerler: Bu ise ayaklanan muhalif güçleri, hızla halkın gerçekçi çıkarlarını temsil etmekten uzaklaştırarak dış güçlerin bir edatı haline sürükleme tehlikesi bulunmaktadır. Özgürlük ve demokrasi adına Libya halkının böylesi bir gidişten yarar sağlaması asla söz konusu olmayacaktır.
Bu çağrıların daha da artmasını isteyen batılı güçler, Libya’da kaosun derinleşmesini beklemektedirler. Her iki taraf, savaş içinde birbirini tükettikçe, her iki taraf da dış desteğe ihtiyaç duyacağı üzerine kurgulanmış ölüm denklemleri Libya halkını bekleyen en acımasız gelecek olarak şekillenmeye başlamış bulunmaktadır.
Tarihi, işgalci dış güçlere karşı savaşla bilinen ve bu konuda ulusal bir hassasiyete sahip olan Libya halkı, artık iç savaşın çürütücü kaosları içinde dış desteğin kuklası olmaya adaydır.
Bunun sorumlusu da iktidarıyla, muhalefetiyle Libya halkını özgürlük ve demokrasi taleplerini temsil etmekten kopmuş olan her iki tarafındır.
Libya halkını kara bir kaderi gibi sarmalamış olan dış güçlerin müdahaleleri, 21. Yüzyılda da kendini gösteremeye başlamış görülmektedir. Arap halkının 21.yy da tüm insanlığa önemli siyasal dersler verirken Libya’da ortaya çıkan bu farklı durum, sırada bekleyen diğer Arap ülkeleri halk muhalefeti üzerinde ters etki edeceği açıktır. Tunus ve Mısır devrimi örneğinin uygar süreçleri, tüm Arap âlemi ve insanlık indinde olumlu etkiler yaratmışken bir kez daha 19. Ve 20. Yy devrim, karşı –devrim ilişkisinde yer alan kanlı süreçlere dönülmesi rahatsızlık verici, ürkütücü bir etki yapması beklenen bir etkidir.
Libya’da muhalefet, halk ayaklanmalarıyla Kaddafi yönetiminin meşruiyetini sarsmasıyla başlayan olumlu adımları, yine halka dayanarak mücadeleyi sürdürmek üzerinde ısrarlı olmakla yükümlüdür. Bu ısrar olmazsa, tarihin tüm devrimleri gibi halka dayanmadan, dış güçlerden yardım isteyerek varılacak bir şey olmayacağı bilinmelidir. Muhalefet, bir yandan Kaddafi güçlerinin baskısı altında diğer yandan hiçbir hazırlığı olmadan, ilk adımda askeri şiddetle ayaklanmalara yönelmesinden dolayı, zaman aleyhine çalışarak halka dayanmaktan uzaklaşan bir çizgiye yönelme tehlikesi içine girmiştir.
Devrimci bir halk muhalefeti kendi öz gücüne dayanarak, savaşı sürdürmeyi başarabilmelidir; böylesi bir kararlılık Libya’nın meşru gücü olarak diplomasi, askeri, siyasi maddi ve diğer türden yardımları bulabileceği alanları kendisi yaratabilecektir. Bunu yapmayan bir muhalefet, işin kolayına yönelerek dış güçlerden destekle başarı sağlayacağını sanısına kapılırsa, öncelikle bu muhalefet halkın özgürlük ve demokrasi taleplerini temsil etmekten uzaklaşır ve sonunda bel bağladığı dış güçlerin bir kuklası olur. Bu risk, Libya’da muhalefet güçlerinin yüz yüze kalma ihtimali yüksek olan bir risktir.
Bu bölümün son cümlesi olarak şunu dile getireceğim; Libya iç savaşı bu yönelimlerin esiri kaldıkça, bir yandan Kaddafi’nin iktidar tutkusuyla sürdürdüğü kıyım, diğer yandan muhalefetin halkın gücü yerine dış güçlerin müdahalesiyle başarı kazanma eğilimi sürdükçe oluşacak olan kaosta kazanan bir taraf olmayacaktır. Kaybeden ise genelde Arap halkı özelde tüm Libya olacaktır.
Bu sorumluluğu almak istemeyen, kendi halkına güvenmeli onun gücüyle var olmalıdır. Kaddafi için iktidardan çekilme kaçınılmaz olmuştur, Libya halkının talebi budur, buna cevap verilmesi gerek. Muhalif güçlerin halk adına ayaklanmayla başardığı adım, halka dayanarak sürmesini bilmelidir. Bunun dışına çıkmanın Libya halkına kazandıracağı hiçbir şey olmayacağı gerçeğini aklından çıkarmaması gerekmektedir.
Kıssadan hissemize gelince,
Ortak ülkemizde de iktidarın gücüyle halkın demokratik ve özgürlük istemleri arasında yüz yıla yaklaşan mücadele keskin bir dönemecin eşiğine geldiği bilinmektedir. Bölgemizde halk ayaklanmalarının yarattığı etkilerin hızla ülkemize de yansıdığı görülmektedir.
Bu tarihi süreçte ülkemizi çözümsüz kanı denklemler içinde boğmak istemeyenlerin öncelikle halka kulak vermesi, halka güvenmesi ve halkın taleplerini hiçbir ön yargıyla, köhnemiş statülerin esiri olarak engellememelidir. Halka dayanmayan hiçbir güç iktidarını sürdüremeyeceğini bilmelidir. Cumhuriyetin asimile etmekte başardığı sanılan Balkan ve Kafkas halklarının bile biz de buradayız, ayrı varlığız ve özgürlük istiyoruz dediği bir koşulda, ortak ülkemizde barış içinde bir arada yaşamak için, demokrasiyi sonuna kadar genişletip derinleştirmekten başka bir yol yoktur.
Hiçbir iktidar, hiçbir iktidar zümresinin malı değildir. Devlet ve iktidar halk için vardır. Halk verdiği iktidarı bir biçimde er ya da geç alabileceği artık tartışmasız anlaşılmış bulunmaktadır. Bu iktidarların da halkın da nerede nasıl davranacağına önemli bir yol haritasıdır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder