13 Mart 2011 Pazar
BÜYÜKLERE MASALLAR
Mustafa Köse
14 Mart 2011
Mkose1955@hotmail.com
Başlık benim değil. Çok yıllar önce okuduğum bir kitabın adıydı. Çarlık Rusya’sı döneminde yaşamış ve o zamanın haksızlıklarına karşı mizah ve nüktelerle duran Şiçerdin Saltıkov’un eseri. Kitap keyifli ve öğreticiydi. Kitabın içinde birçok öykü vardı. İşin doğrusu şuan bu öykülerden hiç birisini hatırlamıyorum. Ama kitabın adını unutmadım. İyi ki adını unutmamışım. Zira günümüzün büyüklerine anlatılacak öykülerimiz var. Bu öykülere daha iyi uyacak bir başlık bulamazdım.
Öykülerimiz tabi ki yakın tarihle ilgili olacak. Bu tarihte neler yaşamışız. Neler oldu ve kimlerin neler yaptığının özetlemek yeridir. Yaşanmışlığı öyküleştirmek hoş bir izah olabilir.Özellikle tarih, büyükleri ilgilendireceğinden başlığın ‘’büyüklere masallar’’şeklinde olması yerinde oluyor.
Bir makale yazısı ile tarihi bütünüyle anlatamayız. Bu yazı geniş bir ufuk berrak bir zihin içiz elbette yetmez. Ancak birkaç örnek ‘’büyüklerin’’belki zihni kurcalamaya yarayacaktır.
Bu öykülerden birisi ve önemlisi rejimimiz ile ilgilidir. Osmanlının ittihat ve terakki geleneğini devralan cumhuriyet kadrolarının bugüne kadar olan becerileriyle ilgilidir. Bu hikayenin adı ‘’ vesayet rejimidir’’.Diğer bir adı ‘’Askeri Vesayettir’’ Ulus yaratıyoruz diye Kürtlere, Alevilere, Azınlıklara ve diğer inanç guruplarına reva görülen baskılardır. Ulusalcılığı ‘’tekçilik’’anlayışıyla, ceberut devlet ikamesinin istenmesidir.Yüksek bürokrasi, işbirlikçi siyaset, büyük patronlar ve uluslar arası ittifak ile oluşan cenderedir. Bu cendereden vesayetçiler katlarca kolay zenginleşirken, geriye kalan geniş kesimlere yokluk, yoksulluk ve zulmün kalmış olmasıdır.
Bu vesayet rejiminde her oyun akıl dışı her şey mubahtı. Yeter ki bu erk korunsun, çıkarcıların ortak nemaları bozulmasın. Devletçi, geleneğine bağlı, ve hatta batıcı (ABD taraftarı olduğu kuşku götürmez) Menderesi bile asmaktan çekinmediler. Ordu-gençlik el ele sloganıyla işi pişirdiler. 1960-1980 arasında 5500 insan ve bunların çoğu genç, elde silah bir birine kırdırdılar. Bu mutfakta sağ, sol, dinci, ırkçı demeden kim kullanılabildiyse esirgenmemiştir. Bu hengamenin neticesinde bir darbe olacağı muhakkaktı. 1980 darbesi böyle hazırlandı. Darbeyi yapanların sonradan itirafları ibret vericiydi.Ancak, önemsenen şey vesayet rejiminin muhafazası ve devamıydı. O yapı darbeler ve müdahaleler eliyle sürekli güçlendirildi.
Vesayetçiler her daim ve bugünde iş peşindeler.Klasik oyunlarını tekrarlamaya çalışıyorlar. Bunda kuşku yok. Siyasi zemin denetimin dışına kayınca panik başladı. Kabalıklar arttı. Ayrıca doğal müttefik büyük patronlar da köşeye sıkıştı. Tercih ettikleri ve daima önerdikleri IMF ve Dünya bankası kıskacı atlatıldı. Bu durum büyük patronları yeni arayışlara sevk ediyor. Tetikçi taşeron mafya zapt altına alındı. Vesayetçi alan daralmaya başladı. Bunun için kozlar daha açık oynanıyor. Başı çekenler ve siyasi zemini kaydıranlar bir an önce yıpratılmalı, hatta yok edilmeli. Bunun için ne gerekiyorsa yapılabilmeli. Zira siyasi zemin, sivilleşmeye, demokratikleşmeye tekabül ederse, demokratik devletin önünü alınmayacak. Tehditlerle at oynatmak artık olası değil. Bu açıdan ne yapılacaksa değişinim ve yenilenmenin önünü almaktan geçecek. Her ne gerekiyorsa ve kimler alet olacaksa iş becerilmelidir. Bir an önce kaos ve bunalım yaratılmalıdır. Daha önceki dönemlerde baş aktör seçilen ırkçı ve dinciler yetmez oldu. Yeni aktörler bulmak gerekiyor. Görülüyor ki, Atatürkçü, laik ve bir kısım sol diye geçinenler üzerine gidilmek isteniyor. Şeriat geliyor, sivil dikta oluşuyor uydurmasıyla cephe oluşturmak isteniyor.
Yeri gelmişken belirteyim. Köle olanların hükümranlığı elbette çok zordur. Bu bilinir. Tarihte buna örnek çoktur. Lakin köleler hükümran olabilir diye zorbaların taraftarı olmak akıl işi değildir. Tüm bu iddialar arasında, dinsel serbestliğin artması, Kürtlerin özgürleşmesi, Alevilerin taleplerinin karşılanması ve eşitlikçi bir ortamın istememin yanlışlığı nerededir. Bu isteklerin gerçekleşmesi zarar değil yararlı olur. Bunları isterken dincilerin öne geçip baskıcı rejim oluşturabilir diye bunlardan vazgeçemeyiz. Böylesi bir korkuya kapılmak, vesayetçilerle kol kola girmeyi gerektirir. Böylesi tutumun ilericilikle demokratlıkla ve çağdaşlaşmayla alakası yok.
Diğer örnek ve sakıza dönüşmüş hikaye dış dünyadan.Sürekli hatırlatılan ve korkutulan İran’ın yakın tarihi. Hatırlanırsa İran’da Şah Rıza Pehlevi denen zorba bir diktatör yaşardı. Arkasına ABD’nin tüm imkanlarını almıştı. Bu yetmezmiş gibi SAVAK diye bilinen istihbarat örgününün cani kadrolarıyla kök söktürüyordu. İçeride ve dışarıda muhalif kesimler SAVAK’ tan ödü kopardı. En küçük bir açık hunharca ölüm demekti. Ama tüm bunlar yetmedi. Toplumun acı çeken bütün kesimleri ayaklandı. Zorba Şah gitmeli, SAVAK dağıtılmalıydı. Kabaran muhalefete ve ayaklanan halkın arasından ABD Birden Şahı’ satıp dincilerden yana oldu. Zira dinciler Sovyet korkusuyla kendilerine muhtaç kalacağını ve al gülüm ver gülüm bir ilişki kurulacağı düşünüyorlardı.Hatta Şah kaçtıktan sonra bir mülakatta ‘’ben ABD yerine generallerime kulak verseydim devrilmezdim’’diyecektir. Lakin hiç bir hesap tutmadı. Böyle gelişmedi. Şimdi asıl hikaye ne yapmak gerekiyordu. Humeyni taraftarlarının dışındakiler Şah’tan yana tavır mı almalıydı? Kavganın, ayaklanmanın dışında mı kalmalıydılar? Bence doğru olmazdı. Nitekim dışında kalmadılar. Her şeye rağmen doğru yaptılar. Çünkü bunun dışındaki yorum gerçeği yansıtmaz. Arzulanan değişimin olmamasının sebeplerini korku ve hamaset dolu yorumlar yerine başka şeylerde aranmalı.
Aynı şey bugün ayaklananlar için düşünülmeli. İsimlendirirsek, Mübarekten, Kaddafi’den, Bin Ali’den veya benzerlerinden kurtulmak için kelle koltukta sokaklara dökülen halkın yanında olunmaz da nerede olunur? Ya da dinciler iktidar olabilir diye karşı mı durulur? Bu işler, kırk katır, kırk satır şeklinde algılanmaz. Bu işler, emek mücadele ve vicdan üzerine kurulur. Her şey bundan sonra nasıl şekillenecekse şekillensin.
Solcu geçinenlere bir başka örnek vereyim. Moskova’ya gidip müzeyi görenler bilir. Fransa’da 1848 eylemlerinde ve daha sonra 1893 Paris’te ayaklanan ve sokakları tutan işçiler için Marks (Paris Komünü) ‘’bunlar göğü fethetmeye kalktılar’’der. İşçilerin kaybedeceğini öngörür. Çünkü Marksa göre eksik çoktu. Ama silahı alır ve onlara katılır. İşçiler gerçekten yenilir. Lakin Marks işçiler kaybedecek diye onları yalınız bırakmaz. Şu an o silah yani Marksın o eylemlerde kullandığı silah Moskova müzesinde bulunuyor. Marks ‘’bana ne’’ veya ‘’nasıl olsa kaybedecekler’’ diye karşı tutum almadı. Bizzat barikatlarda işçilerle, halk’la beraber direndi.
Sevgili büyükler. Gördüğünüz gibi Tarih mücadelelerle oluyor. Bu mücadelede yer almak gerekiyorsa haktan, adaletten, ilerlemeden yana olmak gerekiyor. Diğer bir isimle kölelerden yana olmak lazım. Sonra ne olacaksa olsun. Nasıl olsa her şey olması gerektiği gibi olacaktır.
14 Mart 2011
Mkose1955@hotmail.com
Başlık benim değil. Çok yıllar önce okuduğum bir kitabın adıydı. Çarlık Rusya’sı döneminde yaşamış ve o zamanın haksızlıklarına karşı mizah ve nüktelerle duran Şiçerdin Saltıkov’un eseri. Kitap keyifli ve öğreticiydi. Kitabın içinde birçok öykü vardı. İşin doğrusu şuan bu öykülerden hiç birisini hatırlamıyorum. Ama kitabın adını unutmadım. İyi ki adını unutmamışım. Zira günümüzün büyüklerine anlatılacak öykülerimiz var. Bu öykülere daha iyi uyacak bir başlık bulamazdım.
Öykülerimiz tabi ki yakın tarihle ilgili olacak. Bu tarihte neler yaşamışız. Neler oldu ve kimlerin neler yaptığının özetlemek yeridir. Yaşanmışlığı öyküleştirmek hoş bir izah olabilir.Özellikle tarih, büyükleri ilgilendireceğinden başlığın ‘’büyüklere masallar’’şeklinde olması yerinde oluyor.
Bir makale yazısı ile tarihi bütünüyle anlatamayız. Bu yazı geniş bir ufuk berrak bir zihin içiz elbette yetmez. Ancak birkaç örnek ‘’büyüklerin’’belki zihni kurcalamaya yarayacaktır.
Bu öykülerden birisi ve önemlisi rejimimiz ile ilgilidir. Osmanlının ittihat ve terakki geleneğini devralan cumhuriyet kadrolarının bugüne kadar olan becerileriyle ilgilidir. Bu hikayenin adı ‘’ vesayet rejimidir’’.Diğer bir adı ‘’Askeri Vesayettir’’ Ulus yaratıyoruz diye Kürtlere, Alevilere, Azınlıklara ve diğer inanç guruplarına reva görülen baskılardır. Ulusalcılığı ‘’tekçilik’’anlayışıyla, ceberut devlet ikamesinin istenmesidir.Yüksek bürokrasi, işbirlikçi siyaset, büyük patronlar ve uluslar arası ittifak ile oluşan cenderedir. Bu cendereden vesayetçiler katlarca kolay zenginleşirken, geriye kalan geniş kesimlere yokluk, yoksulluk ve zulmün kalmış olmasıdır.
Bu vesayet rejiminde her oyun akıl dışı her şey mubahtı. Yeter ki bu erk korunsun, çıkarcıların ortak nemaları bozulmasın. Devletçi, geleneğine bağlı, ve hatta batıcı (ABD taraftarı olduğu kuşku götürmez) Menderesi bile asmaktan çekinmediler. Ordu-gençlik el ele sloganıyla işi pişirdiler. 1960-1980 arasında 5500 insan ve bunların çoğu genç, elde silah bir birine kırdırdılar. Bu mutfakta sağ, sol, dinci, ırkçı demeden kim kullanılabildiyse esirgenmemiştir. Bu hengamenin neticesinde bir darbe olacağı muhakkaktı. 1980 darbesi böyle hazırlandı. Darbeyi yapanların sonradan itirafları ibret vericiydi.Ancak, önemsenen şey vesayet rejiminin muhafazası ve devamıydı. O yapı darbeler ve müdahaleler eliyle sürekli güçlendirildi.
Vesayetçiler her daim ve bugünde iş peşindeler.Klasik oyunlarını tekrarlamaya çalışıyorlar. Bunda kuşku yok. Siyasi zemin denetimin dışına kayınca panik başladı. Kabalıklar arttı. Ayrıca doğal müttefik büyük patronlar da köşeye sıkıştı. Tercih ettikleri ve daima önerdikleri IMF ve Dünya bankası kıskacı atlatıldı. Bu durum büyük patronları yeni arayışlara sevk ediyor. Tetikçi taşeron mafya zapt altına alındı. Vesayetçi alan daralmaya başladı. Bunun için kozlar daha açık oynanıyor. Başı çekenler ve siyasi zemini kaydıranlar bir an önce yıpratılmalı, hatta yok edilmeli. Bunun için ne gerekiyorsa yapılabilmeli. Zira siyasi zemin, sivilleşmeye, demokratikleşmeye tekabül ederse, demokratik devletin önünü alınmayacak. Tehditlerle at oynatmak artık olası değil. Bu açıdan ne yapılacaksa değişinim ve yenilenmenin önünü almaktan geçecek. Her ne gerekiyorsa ve kimler alet olacaksa iş becerilmelidir. Bir an önce kaos ve bunalım yaratılmalıdır. Daha önceki dönemlerde baş aktör seçilen ırkçı ve dinciler yetmez oldu. Yeni aktörler bulmak gerekiyor. Görülüyor ki, Atatürkçü, laik ve bir kısım sol diye geçinenler üzerine gidilmek isteniyor. Şeriat geliyor, sivil dikta oluşuyor uydurmasıyla cephe oluşturmak isteniyor.
Yeri gelmişken belirteyim. Köle olanların hükümranlığı elbette çok zordur. Bu bilinir. Tarihte buna örnek çoktur. Lakin köleler hükümran olabilir diye zorbaların taraftarı olmak akıl işi değildir. Tüm bu iddialar arasında, dinsel serbestliğin artması, Kürtlerin özgürleşmesi, Alevilerin taleplerinin karşılanması ve eşitlikçi bir ortamın istememin yanlışlığı nerededir. Bu isteklerin gerçekleşmesi zarar değil yararlı olur. Bunları isterken dincilerin öne geçip baskıcı rejim oluşturabilir diye bunlardan vazgeçemeyiz. Böylesi bir korkuya kapılmak, vesayetçilerle kol kola girmeyi gerektirir. Böylesi tutumun ilericilikle demokratlıkla ve çağdaşlaşmayla alakası yok.
Diğer örnek ve sakıza dönüşmüş hikaye dış dünyadan.Sürekli hatırlatılan ve korkutulan İran’ın yakın tarihi. Hatırlanırsa İran’da Şah Rıza Pehlevi denen zorba bir diktatör yaşardı. Arkasına ABD’nin tüm imkanlarını almıştı. Bu yetmezmiş gibi SAVAK diye bilinen istihbarat örgününün cani kadrolarıyla kök söktürüyordu. İçeride ve dışarıda muhalif kesimler SAVAK’ tan ödü kopardı. En küçük bir açık hunharca ölüm demekti. Ama tüm bunlar yetmedi. Toplumun acı çeken bütün kesimleri ayaklandı. Zorba Şah gitmeli, SAVAK dağıtılmalıydı. Kabaran muhalefete ve ayaklanan halkın arasından ABD Birden Şahı’ satıp dincilerden yana oldu. Zira dinciler Sovyet korkusuyla kendilerine muhtaç kalacağını ve al gülüm ver gülüm bir ilişki kurulacağı düşünüyorlardı.Hatta Şah kaçtıktan sonra bir mülakatta ‘’ben ABD yerine generallerime kulak verseydim devrilmezdim’’diyecektir. Lakin hiç bir hesap tutmadı. Böyle gelişmedi. Şimdi asıl hikaye ne yapmak gerekiyordu. Humeyni taraftarlarının dışındakiler Şah’tan yana tavır mı almalıydı? Kavganın, ayaklanmanın dışında mı kalmalıydılar? Bence doğru olmazdı. Nitekim dışında kalmadılar. Her şeye rağmen doğru yaptılar. Çünkü bunun dışındaki yorum gerçeği yansıtmaz. Arzulanan değişimin olmamasının sebeplerini korku ve hamaset dolu yorumlar yerine başka şeylerde aranmalı.
Aynı şey bugün ayaklananlar için düşünülmeli. İsimlendirirsek, Mübarekten, Kaddafi’den, Bin Ali’den veya benzerlerinden kurtulmak için kelle koltukta sokaklara dökülen halkın yanında olunmaz da nerede olunur? Ya da dinciler iktidar olabilir diye karşı mı durulur? Bu işler, kırk katır, kırk satır şeklinde algılanmaz. Bu işler, emek mücadele ve vicdan üzerine kurulur. Her şey bundan sonra nasıl şekillenecekse şekillensin.
Solcu geçinenlere bir başka örnek vereyim. Moskova’ya gidip müzeyi görenler bilir. Fransa’da 1848 eylemlerinde ve daha sonra 1893 Paris’te ayaklanan ve sokakları tutan işçiler için Marks (Paris Komünü) ‘’bunlar göğü fethetmeye kalktılar’’der. İşçilerin kaybedeceğini öngörür. Çünkü Marksa göre eksik çoktu. Ama silahı alır ve onlara katılır. İşçiler gerçekten yenilir. Lakin Marks işçiler kaybedecek diye onları yalınız bırakmaz. Şu an o silah yani Marksın o eylemlerde kullandığı silah Moskova müzesinde bulunuyor. Marks ‘’bana ne’’ veya ‘’nasıl olsa kaybedecekler’’ diye karşı tutum almadı. Bizzat barikatlarda işçilerle, halk’la beraber direndi.
Sevgili büyükler. Gördüğünüz gibi Tarih mücadelelerle oluyor. Bu mücadelede yer almak gerekiyorsa haktan, adaletten, ilerlemeden yana olmak gerekiyor. Diğer bir isimle kölelerden yana olmak lazım. Sonra ne olacaksa olsun. Nasıl olsa her şey olması gerektiği gibi olacaktır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder