7 Mart 2011 Pazartesi
8 Mart Kadın Örgütlenmesi ve Ömür Direnişçiliği
Süham Över'in mezarı başında. Şehit Süham ve Şehit Ömür Karamollaoğlu, geleneğimiz mücadele mayamız, 8 Mart kadınlar gününün yol haritası
Arif Işıldar
8 Mart 2011
Türkiye'de erkek “tanrılar”, tanrıçalıktan düşürerek köleleştirdikleri kadınlardan her gün kendilerine kurban seçiyor. Ejderha erkek, kadın kanıyla besleniyor; 21. yüzyılda, uzay çağında, bilgi uygarlığında sokak ortasında kadınlar doğranıyor, kıyımdan geçiriliyor. Kadın Türkiye denilen can pazarında denize düşenin yılana sarılması gibi erkek-devlete sarılmaya (sığınmaya) çalışıyor, erkeksi sistemse kadını yılan gibi ısırıyor. Birer kadın cellâdı olarak küçük tanrı erkeği, büyük tanrı erkek-devlet yaratıyor.
***
Kadın sorunu tarihsel, siyasal, toplumsal ve kültürel saiklere dayanıyor. Birçok küresel sorun gibi bu sorun da insanlığın önünde çözüm bekliyor. Bu gerçeği idrak etmek ve buna uygun çözüm yolları geliştirmek gerek. Kadın sorunu ve mücadelesine artık 21. yüzyılın kriterleriyle yaklaşılmalıdır. 20. yüzyılın kadın mücadelesinde ulaşılan düşünce ve davranış biçimi sorgulanmalı, yanlışlar aşılmalı, doğrular yeni açılımlarla güçlendirilerek yeni sürece uyarlanmalıdır. Çağımızın kadın hareketinin temel parolası: Erkek egemen değerler sistemine hayır!
Kadının uğradığı tarihsel mağduriyetin nedeni eril sistemdir. Bu yüzden kadının özgürleşmesi meselesi erkek egemen değerler bağlamında kavranmalıdır. Sınıflı topluma geçiş sürecinde erkek kadını mülkleştirerek üzerinde egemenlik kuruyor. Ve bu giderek bir iktidar ve toplum yapılanmasına dönüşerek ezen-ezilen denklemi biçiminde günümüze kadar süregeliyor.
Bu tarihsel süreç kadının köleleştirilmesi, düşürülmesi, aforozlaştırılması biçiminde ete kemiğe bürünüyor. Kadın farkındalığı ve özgürleşme bilinci, kadın için bir kölelik düzeni anlamına gelen erkek egemenliğin sorgulanması ve reddi temelinde gelişir. Geçmiş dönemde kadın hareketinin erkek egemen dünyanın sorgulanması noktasında içine düştüğü kifayetsizlik günümüzün kadın pratiğiyle telafi edilmek durumundadır.
Bilişim çağı yeni toplumsal hareketlerin de çağıdır. Bu gruplardan birisi de kadın hareketidir. Kadın hareketi eskisinden farklı olarak erkek egemen mücadele platformlarında hakkını aramak yerine kendi örgütlenmesini esas alan bir pratiğe yönelmiştir. 21. yüzyılın demokrasi ve özgürlük mücadelesinin bir bileşeni, siyasal-toplumsal dönüşümlerin de itici güçleri arasındadır. Tunus ve Mısır devrimlerinde kadınların oynadığı aktif rol bunun ilk sinyalleridir. Kadın örgütlendikçe özgürleşir, özgürleştikçe kaderini belirleme gücüne erişir, güçlendikçe de erkek egemen değerlerin aşıldığı bir dünyaya kanatlanır.
Kadın aydınlanması eylemli düşünce ve davranışa dönüştürüldükçe anlam kazanır. Kadın bu temelde hayatını değiştirme yolunda önemli adımlar atabilir fakat kesin başarı ve nihai çözüm kolektif mücadeleyi gerektirir. Özetle, kadın sorunu A'dan Z'ye kadar bir örgütlenme ve mücadele sorunudur 'Kadının kurtuluşu kendi eseri olacaktır' söyleminin yaşamsallaşacağı alan bizatihi kadın örgütlenmesidir.
Kadın örgütlenmesi ülkemizde de yakıcı bir sorundur. Türkiye'de ezilen kadınlar açısından örgütlenmenin ne denli hayati olduğunu anlamak için kadın gerçeğini bütün yönleriyle kavramak gerekir. Ülkemizdeki kadın gerçeğine işaret ederken, Türkiye'nin bir kadın mezbahası olduğunu ifade etmiştik. Ülkemiz her gün üç kadın cinayetine sahne olmaktadır. Bu vakalar Türkiye kadın mezbahasıdır görüşümüzün abartılı olmadığını gösteriyor.
Türkiye'de erkek tanrılar, tanrıçalıktan düşürerek köleleştirdikleri kadınlardan her gün kendilerine kurban seçiyor. Ejderha erkek, kadın kanıyla besleniyor; 21. yüzyılda, uzay çağında, bilgi uygarlığında sokak ortasında kadınlar doğranıyor, kıyımdan geçiriliyor. Kadın Türkiye denilen can pazarında denize düşenin yılana sarılması gibi erkek-devlete sarılmaya (sığınmaya) çalışıyor, erkeksi sistemse kadını yılan gibi ısırıyor. Birer kadın cellâdı olarak küçük tanrı erkeği, büyük tanrı erkek-devlet yaratıyor.
Kadına yönelen vahşetin tüm kapıları erkek egemen iktidar biçimlerine açılıyor. O zaman ülkemizdeki kadın gerçeğinin siyasal sistemle olan ilişkisinin de sorgulanması gerekir. Bu alakanın tüm boyutlarıyla açığa çıkartılması için kadın hareketinin siyasallaşması zorunludur. Politikleşen kadın toplumsal yaşama müdahale etme iradesini ve gücünü gösterebilen kadındır. Bu dönüşümü yakalayabilen bir kadın hareketi erkek egemen sistemi sorgulamak kadar onun ortadan kaldırılmasına yönelik mücadelede de sonuç alıcı kazanımların altına imzasını atar. Kadın örgütlenmesi, sistemin kadınlar üzerinde oynadığı oyunları boşa çıkaracak en etkili alternatif mekanizmalardan biridir. Kadın sorununa bakış egemen sınıflar ile devrimci, sol güçler arasındaki farkın mihenk taşlarından biridir.
Ülkemiz yeni bir seçim ortamına girmiştir. 12 Haziran'da yapılacak olan seçimler en mağdur toplumsal kesim olarak kadınları da yakından ilgilendiriyor. Seçim kampanyalarının ana hedeflerinden biri kadınlardır. Kadınları kazanan seçimleri de kazanır.
Burjuva partileri ezilen kadınları yedeklemek için bu seçimlerde de ağdalı sözlerle bolca vaatlerde bulunacak. Özellikle İslami hareket ve iktidar partisi AKP 2011 seçim kampanyası çerçevesinde yine bir kadın seferberliği başlatacak. Sistemin kadına yönelik kuşatması AKP iktidarı döneminde kat be kat arttı. AKP yandaşçılık politikasını kadınlar üzerinde de deniyor ve bu ona rant sağlıyor. CHP de kadın kollarından başka her şeye benzeyen kadın teşkilatını devreye sokup aynı yöntemle kadın kesimini arkalamayı deneyecek. Ancak bilinmelidir ki düzen partilerinin emekçi kadınların aklını çelmeye yönelik atacağı her başarılı adım erkek egemen sistem ve değerlerin daha da pekişmesine yol açacak.
Bunun önünü kesmek için ilerici, özgür kadın hareketini etkin ve yetkin hale getirmek gerekir. Seçim ortamları kadının demokratik siyasallaşmasında ve özgürleşme arayışında önemli bir fırsattır. Kadın hareketi, demokratik muhalif güçlerin seçimlerde ortaya koyacağı alternatif seçeneğin hayata geçirilmesinde belirleyici unsurlar arasındadır. Bu durumda devrimci, demokrasi güçlerinin seçim kampanyalarının oluşturulması, hayata geçirilmesi ve sandıktan başarılı bir sonuç elde edilmesine kadar uzanan süreçte kadın örgütleri, dernekleri ve platformları aktif roller üstlenmelidir.
Ezilen kadın kitleler demokratik, devrimci değerler ekseninde politikleşmeden erkek egemen sisteme karşı mücadelelerinde köklü haklar elde etmek şöyle dursun gündelik hayatlarını iyileştirecek en basit bir hak kazanımına bile ulaşamazlar. Kadının kendi özgür iradesiyle kaderini belirlemesi ve ülkedeki siyasal toplumsal süreci etkileyen, tayin eden toplumsal öznelerden biri durumuna gelmesi bakımından ilerici, devrimci bir politik kimlik kazanması olmazsa olmaz koşullardan biridir. Siyasal mücadelede kadın örgütlenmesi ister örgütler ve partiler bazında olsun ister demokratik güçlerin ittifakı içerisinde olsun tüzel bir kişilik olarak özerk statüde olmalıdır. Genel kadın hareketinin dışında ilerici, sol, sosyalist siyasal oluşumlar bünyesinde yer alan kadın örgütlenmeleri de özerk bir kimlik kazanarak söz konusu oluşumlardan başlamak üzere erkek egemen zihniyet ve değerlerle mücadele etmezse, sonuçta yeni erkek egemen siyasal oluşumlara yakıt taşımaktan öteye gidemezler. Bu bizlerin de üzerinde hassasiyetle durması gereken önemli bir mevzudur.
Şimdi de çubuğu kendimize bükelim.
Kadın sorunu 90'lı yıllarda üzerinde yoğunlaştığımız konulardan biridir. Ancak bu sürecin arka planı 70'li yılların ikinci yarısına uzanır. Bu dönemde temelleri atılan devrimci siyasal örgütlenmede kadınlar yöneticilik boyutunda misyonlar yüklenir. Bu tabloda Ömür Karamollaoğlu kişiliği özgün bir yere sahiptir. Ömür, bizdeki mücadeleci kadın kişiliğinin prototipidir. Bir kadın anlayışı ve politikasının oluşturulmasında önemli bir simgedir. Öte yandan bu yıllarda kadın sorunu ve hakları devrim programı düzeyinde bilince çıkarılarak yetersiz de olsa bir çözüm formülü ortaya konulmuştur. Ancak sosyalist öğretinin kadın sorunundaki yüzeysel yaklaşımı özellikle de eril değerlere karşı mücadeledeki zafiyeti tüm sol hareketi olduğu gibi bizleri de dar algılara münhasır kılmıştır.
Bu nedenle Ömür şahsında bir mücadeleci kadın kişiliği deneyimi yaşanmasına karşın kadın sorununda özgün ve ileri boyutlarda bir derinleşme yakalanamamıştır. Amiyane ve geleneksel soyutlamalar dışında güçlü bir kadın konseptinin geliştirilememesi kadın kitlelere yönelik çalışmanın cılız kalmasına yol açmış, tüm sol, sosyalist hareketlerin genelinde olduğu gibi bizdeki kadın sayısı da minimum düzeyde kalmıştır. Oysa bir simge olarak Ömür kişiliği ve sayıları az da olsa mücadelenin her kademesinde görev üstlenen kadınlar, kadın kitlelere yönelik politikanın geliştirilmesi ve örgütlenmesi bakımından bir kaldıraç işlevi görebilirdi. Fakat ne yazık ki o günkü koşullarda erkekler bir yana kadın kadrolarının da erkek egemen kültürle ve bunun hareket içerisindeki etkileriyle mücadele etmek ve genel olarak kadın özgürleşmesi yönünde bir bilinç oluşturmak konusunda yeterli olmadıkları anlaşılıyor. 1980'lerde 12 Eylül faşizmi döneminde hareket içerisindeki kadın arkadaşların erkek yoldaşlarıyla birlikte faşizme karşı cansiperane bir mücadele yürüttüğü koşullarda da kadın sorunu gündemimizi meşgul eden ilk konular arasında yerini alamadı. Bu süreçteki mücadelenin literatürüne bakıldığında kadın sorunundaki yetersizlik tüm yönleriyle açığa çıkar.
90'lı yıllarda dünyada baş gösteren küresel değişim kadın sorunundaki geleneksel solculuk algımızın ve bu noktadaki birikimlerimizin gözden geçirilmesinde ateşleyici bir etki yarattı. O güne kadar kadın çözümlemeleri ve mücadelesinde oluşturulan çizelge üzerinden yeni ufuklar açıldı. Kadın meselesinin esas itibariyle bir erkek egemen sistem ve değerler sorunu olduğu yönündeki tanımlama bu açılımın önemli nirengi noktalarından biriydi. Erkeksi değerlerin ve bunun siyasal, kültürel ve toplumsal hayata yansımalarının sorgulanması ve bu sürecin ilk örgütlenme biçimi olarak 1996 yılında Demokratik Kadın Birliği'nin (DKB) kurulması, sonraki kadın çalışmaları açısından önemli bir referans oluşturdu.
DKB her ne kadar kısa süren bir deneyim olduysa da geriye bir izdüşümü bıraktı. O dönemin en önemli miraslarından birisi de siyasal mücadele içerisinde aktif kadınların ortak örgütlenme paydasında kendilerini aynı zamanda kadın kimliği ile ifade etmeleri ve harekete sirayet eden ataerkil düşünce ve kültürle bir mücadele süreci başlatmalarıdır. Geldiğimiz noktada denilebilir ki, kadın çözümlemelerimizin vücut bulacağı özerk bir kadın örgütlenmesinin ikamesi önümüzde ciddi bir sorun olarak durmaktadır.
Siyasal mücadelemizin her aşamasında erkek egemen değerlerin aşılması yönünde köklü değişmelere yol açacak bir devrimci anlayışı geliştirmek ve kadın ile erkekler arasında cinsiyetçi zihniyetten arınmış, özgürlük felsefesine dayalı yeni bir yoldaşlık algısını başat kılmak konusunda daha da yoğunlaşmalıyız.
Bu düzey yakalandığı takdirde hiç kuşku yoktur ki hem siyasal mücadelemizin kapsamındaki özerk kadın örgütlenmesinin geliştirilmesinde hem de bu çerçevede ezilen kadın kitlelere yönelik örgütlenme faaliyetlerinde ciddi açılımlar gerçekleştirilebilir. Kadının kurtuluşu ve özgürleşmesine dair söylemlerimizin kadınlar arasında kısmi oranda da olsa belli bir yankı uyandırması ve bunun bir örgütsel ilişki veya taraftarlığa dönüşme eğilimleri göstermesi bu yöndeki ısrarlı ve direngen çabalarımızın haklılığının bir göstergesidir.
Toparlarsak, kadının kendini özgürleştirme kavgasında beklentilerine uygun sonuçlara ulaşması öte yandan siyasal, kültürel ve toplumsal hayatın her hücresine müdahale ederek toplumun kaderini belirleyen toplumsal özneler arasında yerini alabilmesinin yolu kendi özgül örgütlenmesini yaratmaktan geçmektedir.
Cephe Hareketi saflarındaki kadınlar, 2011 8 Mart etkinliklerinin gündemini oluştururken yukarıda dile getirdiğimiz noktaları dikkate almalıdır. Arkalarında vasiyet ve miras olarak devrim şehidi iki direnişçi kadın kişiliği var: Ömür Karamollaoğlu ve Süham Över. Bununla birlikte ellerinde o dönemlerde kadın sorununda ortaya konulmuş olan bir programsal yaklaşım, talepler ve son yıllarda bu piramide eklenen çalışmalardan oluşan bir kadın edebiyatı bulunmaktadır.
Her kademesinde sorumluluklar alarak yer aldıkları siyasal örgütlenmede, ilerici toplumsal harekette ve yaşamın tüm alanlarında baskın olan erkek egemen zihniyet ve değerlerle hesaplaşma sorununu ancak kadın örgütlenmesi ve mücadelesi sayesinde çözebilirler. Tekrarlarsak; ezen erkek-ezilen kadın tarihsel çelişkisi temelinde örgütlenen kadın devriminin yaşamsallaşması ve başarısı için kadın örgütlenmesi zaruridir. Örgütlenmek ezilen kadınlar için su, ekmek ve hava kadar hayatidir. Yüzyıllardır düşkünlük, ötekileştirilmişlik ve hiçleştirilmişlik şeklinde köleleştirilen kadının özgürlüğü kendi örgütlenmesi ve mücadelesinin ucundadır.
Kadının özgürleşmesi kendi örgütlenmesinin ucundaysa; şu halde Cephe Hareketi'nden kadın direnişçilere ve tüm kadın örgütlerine düşen görev, 2011'in 8 Mart etkinliklerine örgütlü kadın mücadelesine ivme katacak şekilde anlam katmalarıdır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder