18 Mart 2011 Cuma
AMAÇ LİBYA’YA MÜDAHALE KADDAFİ BAHANE
Libya ayaklanmaları üzerine 7. Makale.
Mihrac Ural
18 Mart 2011
Bizler de kaygılı bir heyecanla izliyorduk.
18 Mart 2001 saat: 00.30 civarında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 1973 Nolu Karar’la Libya üzerinde uçuş yasağı getirmeyi, 10 oya karşı 5 çekimserle onayladı.
Karar, Lübnan’ın Arap ülkeleri birliği adına Fransa’yla ortak olarak sunduğu taslak üzerinde yapılan çalışma ve ardından geçilen oylamayla karara bağlandı.
Rusya, Almanya, Çin, Hindistan ve Brezilya’nın çekimser kaldığı karar Libya üzerinde uçuşa yasaklı bölge haline getirecek ve bunun uygulanmasına çalışılacaktır.
Bu konuda hangi önlemlerin alınacağı, engellemenin ne tür müdahaleleri gündeme getireceği üzerinde farklı görüşlerin olduğu gözlemlenmektedir. Doğal olarak bu kararların uygulanmasına ilişkin de oldukça sorunlu ve tartışmalı süreçler olacaktır. Libya temsilcisi, böylesi bir kararın uygulanması için görüş alışveriş süreçlerine katılabileceklerini ifade etmesi, bu tür kararların uygulanmada alacakları uzun sürelere de işaret eden başka bir özelliğini gösteriyor.
Ancak bunların hiç biri önem taşımıyor. Önem taşıyan Libya’ya dış müdahale yolunun açılmış olmasıdır.
Batılı güçler, 30 yıla yakın zamandır Libya üzerine geliştirdikleri yıkıcı girişimlerin en önemli fırsatını böylece bulmuş oldular.
Emperyalist güçlerin büyük bir heveskarlıkla attığı bu adımda, Kaddafi sadece bir araçtır…
Bundan birkaç ay önceye kadar, Kaddafi’nin “insanlığa karşı suçlar” kapsamanda sayılabilecek girişimlerini görmezden gelen, adalete bile müdahale ederek Kaddafi’yi aklama yoluna giden tarihsel ilkelerini çiğneyen, halktan çalınan servetlerin bankalarında yatması için Diktatörlere kırmızı halı seren bu ülkeler, çıkarları önünde engel gördükleri ve her zaman tasfiyesi için çalıştıkları Kaddafi yönetimini devirmenin fırsatını ele geçirmiş oldular.
Henüz birkaç yıl önce, Lockerbi uçak faciası (21 Aralık 1988) gibi 275 insanın öldüğü, uçak bombalama olayın da bile Kaddafi’yi affeden, görmemezlikten gelen, kulis ittifaklarıyla vatandaşlarının kanı üzerinde siyaset yapan batılı güçler, bu gün Kaddafi yönetimini yıkmak için her türden askeri müdahaleye hazır olduklarını ilan ederek Libya’nın petrol, doğal gaz vb enerji kaynakları üzerindeki hükümranlıklarını güvenceye almanın yollarını aramaktadırlar.
Kaddafi, geçmişinde oldukça yüksek sesle dile getirdiği halklardan yana, devrimlerden, ulusal kurtuluş mücadelesi veren ülkelerden yana tutumlarla oluşturduğu kredileri, halkına karşı acımasızca davranarak tüketmiş bir liderdir. Uzlaşmadan uzak, ilkel bir diktatörlüğe dönüştürdüğü sistemsiz sistemiyle de dış müdahalenin gerekçelerinden biri konumuna düşmüştür. Bu durum, muhalif güçler için de geçerli sayılabilecek özellikler taşıdığını belirtmek yanlış olmayacaktır; bu ikinciler, düzensiz düşünceleri ve askeri durumlarıyla, dıştan desteğe açık zayıflıklarıyla bu riskin diğer tarafını oluşturmaktadırlar.
Libya halkının bilinen en önemli özeliklerinden biri dış güçlere karşı çok duyarlı ve tepkici olmasıdır. Kabile sisteminin egemen olmasına karşın, ülke algıları vatan algıları da bir o kadar gelişmiştir. Osmanlıya, İtalyanlara karşı savaşları tüm halklar için örnektir. Ancak bu yetmiyor.
Kardeşi kardeşe düşüren koşullar, her iki tarafı bir biçimde dış güçlerin müdahil olmasını sağlayan ortamları yaratıyor. Bilinçli ya da bilinçsiz, her iki tarafın da dış müdahalenin kuklaları olma durumuna düşmeleri, böylesi kaos ortamlarında beklenen en yakın ihtimal olmaktadır. Libya bu çıkmazın orta yerinde durmaktadır.
BM Güvenlik konseyi söz konusu olan 1973 Nolu kararı onaylanınca Muhalefetin elinde bulunan Bingazi’de meydanı dolduran binlerce insanın coşku gösterileriyle kararı selamlaması bu acı gerçeği yansıtan bir tablodur.
Birkaç gün önce kaleme aldığım, 14 Mart 2011 tarihli “LİBYA KAOSA DOĞRU” başlıklı 5. yazımda dile getirdiğim gibi, Libya hızla kaosa sürüklenmektedir.
Dış güçlerin müdahalesi artıkça da Kaddafi iktidarı kadar, muhalefet de halkın çıkarlarını temsil etmekten fersah fersah uzaklaşmaya yönelecektir. Bu durumda her iki taraf da kaybetmeye mahkum olacaktır. Dolaysıyla da bu kaos ortamında, ülkenin harap haline gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu süreç aynı zamanda, Kabileler arası bitip tükenmez savaşların başlayıp, ülkenin kan gölüne çevrilmesine yol alacaktır.
Böylesi bataklık ortamları, batının en çok arzu ettiği ortamlardır.
Kardeş kardeşi katledecek kazanan tek taraf ise kendileri olacaktır.
Kaddafi, BM kararı çıkmazdan önce Bingazi’yi ele geçirme planları yapıp durmaktaydı.. Hala vakit olduğu inancında hızla sonuç almaya da çalıştığı izlenmektedir. Muhalefet de sıkıştıkça dış güç yardımına çağrılar yaptığı görülmektedir.
Arap birliğinin bu süreçte her şeyi BM Güvenlik Konseyine devretmesi ise ibretle izlenen bir durumdur. Gerici Arap rejimlerinin yıkılmasından ödü patlayan bu kurum, artık Arap halkını temsil etmekten çok uzaklardadır, yetersiz ve işlevsiz olduğu anlaşılmıştır. Libya’ya dış müdahalenin şampiyonluğunu da bu kurum yapmaktadır. Bu süreçte Lübnan’ın oynadığı rolün gerekçesi ise, İmam Musa Sadır olayıdır. Kaddafi tarafından, Libya’ya davet edilerek 31 Ağustos 1978’tarihinden itibaren kaybedilen, Seyyid İmam Musa Sadır olayı, Lübnanlı Şiiler nezdinde olduğu kadar İran ve dünya Şii çevreleri tarafından güncelliğini etkince sürdüren bir konudur. Kaddafi tek suçlu, hatta İmamın katili olarak görülmektedir; bu kanaatleri güçlendiren veriler de az değildir. Konuyu ayrı bir makalede kaleme alacağım. Lübnan hükümeti bu konunun etkisi altında BM Güvenlik konseyinde geçici üye sıfatıyla 1973 Nolu kararın çıkışında etkin olmaya çalışmıştır.
Diğer taraftan, Libya’ya dış müdahale isteyen çevreler en iyimser deyişle, dünyadan bi haber çevrelerdir. Böylesi müdahaleci önermeleri yapanlar, dış güç denilen emperyalist batının dünyada geliştirdiği ve sadece halkların zararına işleyen çarklarıyla ilgili bilgi sahibi değillerdir.
Bu müdahaleler ayrıca, gerçek anlamda demokrasi ve özgürlük için mücadele eden bölge halklarının üzerinde karanlık planlar örmenin bir aracı olacağı bilinmelidir.
Bu nedenle, Libya’ya yönelik her türden dış müdahaleye karşı çıkmak, Libya halkının çıkarına olan tutumdur. Bir halk kendi davasını bütün yönleriyle yönlendirme durumunda olmuyorsa, yeryüzünün hiçbir desteği onu zafere götüremez. Libya halkı bu gerçeğin yükümlülüğü altında haklı mücadelesini sürdürebilmelidir. Halkına güvenmeyen muhalefetin dış destekle başaracağı bir şey olamaz.
Libya halkı, dünyanın tüm halkları gibi özgürlüğe ve demokrasiye ihtiyacı olan bir halktır.
Bu amaçla cesurca yola çıkmıştır, ilk adımlarını da başarıyla atmıştır. 21. Yüz yıl devrimlerinin silahsız devrimler olarak Tunus ve Mısır’da olduğu gibi gerçekleşebileceği örneklerine rağmen, silaha sarılması mazur da görülebilir. Ancak kısa sürede sonuç alıcı bir başarıya gerçekleştirememiştir. Başarı, bölgesel kalmış, ülke çapında egemenlik sağlanamamıştır. Bu noktadan itibaren riskler artmış ve ayaklanmaların gerilemesiyle iç savaş dengeleri değişmeye yönelmiştir. Daha da ötesi Kaddafi, aldığı ağır yaranın şaşkınlığından sıyrılmış, karşı atağa geçmiş ve önemli oranda şehir ve beldeyi muhaliflerinin elinden almıştır.
Bu gelişmeler, Libya’yı kolayca, dış güçlerin oyun sahası haline çevirebilecek gelişmelerdir. Kardeş kavgasının güçsüz düşüreceği her iki taraf, galibiyet için dış güçleri daha çok sürecin içine sokma eğilimi içinde olacaktır. Bu gelişme zamanı muhalefetin değil, iktidarın lehine çevirin bir gelişmedir.
Libya halkı, ayaklanmalarla geliştirdiği çizgisini dış güçlere yem yapmadan özgürlük ve demokrasiyi kazanabilir. Bunun için Arap halkı kadar dünya halklarının desteğini de alır. Tersi ise her şeyi kaybedeceği gibi, dış güçlerin bir kuklası durumuna düşer.
Dolaysıyla, Libya’da çatışma halindeki güçler, böylesi bir riskin orta yerindedirler demek yanlış değildir.
Halka dayanan, dış güçlere ihtiyaç duymadan sonuç alabilendir.
Her halükarda Libya artık eski Libya olmayacaktır. Kim kazanırsa kazansın, demokrasi ve özgürlükler Libya halkının hakkıdır, bunu kazanacak, bunu ikame edecek, bu yoldan insanlığa örnek oluşturacaktır.
Kıssadan hissemize gelince,
Paylaşmasını bilmeliyiz. Hepimizin ortak ülkesinde hepimizin eşit hakları, anayasal güvencelerle kurum ve kuruluşlarla sağlanmalıdır. Bunun başaramayan iktidarlar kaybetmeye mahkumdur. Hakları için mücadeleye atılan halklar ise ısrarlı olmalıdır. Bu ısrar, her türden dış müdahaleyi ret edecek kadar da kararlı olmalıdır.
Bu gerçekleri görmeden kazanan taraf olmayacaktır.
Mihrac Ural
18 Mart 2011
Bizler de kaygılı bir heyecanla izliyorduk.
18 Mart 2001 saat: 00.30 civarında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 1973 Nolu Karar’la Libya üzerinde uçuş yasağı getirmeyi, 10 oya karşı 5 çekimserle onayladı.
Karar, Lübnan’ın Arap ülkeleri birliği adına Fransa’yla ortak olarak sunduğu taslak üzerinde yapılan çalışma ve ardından geçilen oylamayla karara bağlandı.
Rusya, Almanya, Çin, Hindistan ve Brezilya’nın çekimser kaldığı karar Libya üzerinde uçuşa yasaklı bölge haline getirecek ve bunun uygulanmasına çalışılacaktır.
Bu konuda hangi önlemlerin alınacağı, engellemenin ne tür müdahaleleri gündeme getireceği üzerinde farklı görüşlerin olduğu gözlemlenmektedir. Doğal olarak bu kararların uygulanmasına ilişkin de oldukça sorunlu ve tartışmalı süreçler olacaktır. Libya temsilcisi, böylesi bir kararın uygulanması için görüş alışveriş süreçlerine katılabileceklerini ifade etmesi, bu tür kararların uygulanmada alacakları uzun sürelere de işaret eden başka bir özelliğini gösteriyor.
Ancak bunların hiç biri önem taşımıyor. Önem taşıyan Libya’ya dış müdahale yolunun açılmış olmasıdır.
Batılı güçler, 30 yıla yakın zamandır Libya üzerine geliştirdikleri yıkıcı girişimlerin en önemli fırsatını böylece bulmuş oldular.
Emperyalist güçlerin büyük bir heveskarlıkla attığı bu adımda, Kaddafi sadece bir araçtır…
Bundan birkaç ay önceye kadar, Kaddafi’nin “insanlığa karşı suçlar” kapsamanda sayılabilecek girişimlerini görmezden gelen, adalete bile müdahale ederek Kaddafi’yi aklama yoluna giden tarihsel ilkelerini çiğneyen, halktan çalınan servetlerin bankalarında yatması için Diktatörlere kırmızı halı seren bu ülkeler, çıkarları önünde engel gördükleri ve her zaman tasfiyesi için çalıştıkları Kaddafi yönetimini devirmenin fırsatını ele geçirmiş oldular.
Henüz birkaç yıl önce, Lockerbi uçak faciası (21 Aralık 1988) gibi 275 insanın öldüğü, uçak bombalama olayın da bile Kaddafi’yi affeden, görmemezlikten gelen, kulis ittifaklarıyla vatandaşlarının kanı üzerinde siyaset yapan batılı güçler, bu gün Kaddafi yönetimini yıkmak için her türden askeri müdahaleye hazır olduklarını ilan ederek Libya’nın petrol, doğal gaz vb enerji kaynakları üzerindeki hükümranlıklarını güvenceye almanın yollarını aramaktadırlar.
Kaddafi, geçmişinde oldukça yüksek sesle dile getirdiği halklardan yana, devrimlerden, ulusal kurtuluş mücadelesi veren ülkelerden yana tutumlarla oluşturduğu kredileri, halkına karşı acımasızca davranarak tüketmiş bir liderdir. Uzlaşmadan uzak, ilkel bir diktatörlüğe dönüştürdüğü sistemsiz sistemiyle de dış müdahalenin gerekçelerinden biri konumuna düşmüştür. Bu durum, muhalif güçler için de geçerli sayılabilecek özellikler taşıdığını belirtmek yanlış olmayacaktır; bu ikinciler, düzensiz düşünceleri ve askeri durumlarıyla, dıştan desteğe açık zayıflıklarıyla bu riskin diğer tarafını oluşturmaktadırlar.
Libya halkının bilinen en önemli özeliklerinden biri dış güçlere karşı çok duyarlı ve tepkici olmasıdır. Kabile sisteminin egemen olmasına karşın, ülke algıları vatan algıları da bir o kadar gelişmiştir. Osmanlıya, İtalyanlara karşı savaşları tüm halklar için örnektir. Ancak bu yetmiyor.
Kardeşi kardeşe düşüren koşullar, her iki tarafı bir biçimde dış güçlerin müdahil olmasını sağlayan ortamları yaratıyor. Bilinçli ya da bilinçsiz, her iki tarafın da dış müdahalenin kuklaları olma durumuna düşmeleri, böylesi kaos ortamlarında beklenen en yakın ihtimal olmaktadır. Libya bu çıkmazın orta yerinde durmaktadır.
BM Güvenlik konseyi söz konusu olan 1973 Nolu kararı onaylanınca Muhalefetin elinde bulunan Bingazi’de meydanı dolduran binlerce insanın coşku gösterileriyle kararı selamlaması bu acı gerçeği yansıtan bir tablodur.
Birkaç gün önce kaleme aldığım, 14 Mart 2011 tarihli “LİBYA KAOSA DOĞRU” başlıklı 5. yazımda dile getirdiğim gibi, Libya hızla kaosa sürüklenmektedir.
Dış güçlerin müdahalesi artıkça da Kaddafi iktidarı kadar, muhalefet de halkın çıkarlarını temsil etmekten fersah fersah uzaklaşmaya yönelecektir. Bu durumda her iki taraf da kaybetmeye mahkum olacaktır. Dolaysıyla da bu kaos ortamında, ülkenin harap haline gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu süreç aynı zamanda, Kabileler arası bitip tükenmez savaşların başlayıp, ülkenin kan gölüne çevrilmesine yol alacaktır.
Böylesi bataklık ortamları, batının en çok arzu ettiği ortamlardır.
Kardeş kardeşi katledecek kazanan tek taraf ise kendileri olacaktır.
Kaddafi, BM kararı çıkmazdan önce Bingazi’yi ele geçirme planları yapıp durmaktaydı.. Hala vakit olduğu inancında hızla sonuç almaya da çalıştığı izlenmektedir. Muhalefet de sıkıştıkça dış güç yardımına çağrılar yaptığı görülmektedir.
Arap birliğinin bu süreçte her şeyi BM Güvenlik Konseyine devretmesi ise ibretle izlenen bir durumdur. Gerici Arap rejimlerinin yıkılmasından ödü patlayan bu kurum, artık Arap halkını temsil etmekten çok uzaklardadır, yetersiz ve işlevsiz olduğu anlaşılmıştır. Libya’ya dış müdahalenin şampiyonluğunu da bu kurum yapmaktadır. Bu süreçte Lübnan’ın oynadığı rolün gerekçesi ise, İmam Musa Sadır olayıdır. Kaddafi tarafından, Libya’ya davet edilerek 31 Ağustos 1978’tarihinden itibaren kaybedilen, Seyyid İmam Musa Sadır olayı, Lübnanlı Şiiler nezdinde olduğu kadar İran ve dünya Şii çevreleri tarafından güncelliğini etkince sürdüren bir konudur. Kaddafi tek suçlu, hatta İmamın katili olarak görülmektedir; bu kanaatleri güçlendiren veriler de az değildir. Konuyu ayrı bir makalede kaleme alacağım. Lübnan hükümeti bu konunun etkisi altında BM Güvenlik konseyinde geçici üye sıfatıyla 1973 Nolu kararın çıkışında etkin olmaya çalışmıştır.
Diğer taraftan, Libya’ya dış müdahale isteyen çevreler en iyimser deyişle, dünyadan bi haber çevrelerdir. Böylesi müdahaleci önermeleri yapanlar, dış güç denilen emperyalist batının dünyada geliştirdiği ve sadece halkların zararına işleyen çarklarıyla ilgili bilgi sahibi değillerdir.
Bu müdahaleler ayrıca, gerçek anlamda demokrasi ve özgürlük için mücadele eden bölge halklarının üzerinde karanlık planlar örmenin bir aracı olacağı bilinmelidir.
Bu nedenle, Libya’ya yönelik her türden dış müdahaleye karşı çıkmak, Libya halkının çıkarına olan tutumdur. Bir halk kendi davasını bütün yönleriyle yönlendirme durumunda olmuyorsa, yeryüzünün hiçbir desteği onu zafere götüremez. Libya halkı bu gerçeğin yükümlülüğü altında haklı mücadelesini sürdürebilmelidir. Halkına güvenmeyen muhalefetin dış destekle başaracağı bir şey olamaz.
Libya halkı, dünyanın tüm halkları gibi özgürlüğe ve demokrasiye ihtiyacı olan bir halktır.
Bu amaçla cesurca yola çıkmıştır, ilk adımlarını da başarıyla atmıştır. 21. Yüz yıl devrimlerinin silahsız devrimler olarak Tunus ve Mısır’da olduğu gibi gerçekleşebileceği örneklerine rağmen, silaha sarılması mazur da görülebilir. Ancak kısa sürede sonuç alıcı bir başarıya gerçekleştirememiştir. Başarı, bölgesel kalmış, ülke çapında egemenlik sağlanamamıştır. Bu noktadan itibaren riskler artmış ve ayaklanmaların gerilemesiyle iç savaş dengeleri değişmeye yönelmiştir. Daha da ötesi Kaddafi, aldığı ağır yaranın şaşkınlığından sıyrılmış, karşı atağa geçmiş ve önemli oranda şehir ve beldeyi muhaliflerinin elinden almıştır.
Bu gelişmeler, Libya’yı kolayca, dış güçlerin oyun sahası haline çevirebilecek gelişmelerdir. Kardeş kavgasının güçsüz düşüreceği her iki taraf, galibiyet için dış güçleri daha çok sürecin içine sokma eğilimi içinde olacaktır. Bu gelişme zamanı muhalefetin değil, iktidarın lehine çevirin bir gelişmedir.
Libya halkı, ayaklanmalarla geliştirdiği çizgisini dış güçlere yem yapmadan özgürlük ve demokrasiyi kazanabilir. Bunun için Arap halkı kadar dünya halklarının desteğini de alır. Tersi ise her şeyi kaybedeceği gibi, dış güçlerin bir kuklası durumuna düşer.
Dolaysıyla, Libya’da çatışma halindeki güçler, böylesi bir riskin orta yerindedirler demek yanlış değildir.
Halka dayanan, dış güçlere ihtiyaç duymadan sonuç alabilendir.
Her halükarda Libya artık eski Libya olmayacaktır. Kim kazanırsa kazansın, demokrasi ve özgürlükler Libya halkının hakkıdır, bunu kazanacak, bunu ikame edecek, bu yoldan insanlığa örnek oluşturacaktır.
Kıssadan hissemize gelince,
Paylaşmasını bilmeliyiz. Hepimizin ortak ülkesinde hepimizin eşit hakları, anayasal güvencelerle kurum ve kuruluşlarla sağlanmalıdır. Bunun başaramayan iktidarlar kaybetmeye mahkumdur. Hakları için mücadeleye atılan halklar ise ısrarlı olmalıdır. Bu ısrar, her türden dış müdahaleyi ret edecek kadar da kararlı olmalıdır.
Bu gerçekleri görmeden kazanan taraf olmayacaktır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder