15 Mart 2011 Salı
16 Mart Katliamı Davamız Sürüyor!
Mihrac Ural’ın notu:
Değerli Celalettin Can dostum,1974-80 döneminin en yoğun çatışma süreçlerinde yer alan bir yiğit yoldaştır. Bizim kuşağın İstanbul gerçeğinde yaşadığı ölüm kalım denklemlerinin bire bir tanığıdır da. 16 Mart 1978’de yaşananların ise ayrı bir anlamı var. MİT’in İstanbul’da sahnelediği o kadar çok kirli ve karanlık olay var ki, bunların bir kısmını bizler de örgüt olarak yaşadık. Saflarımızdan çıkan itirafçı Engin Erkiner’in örgütümüze sızdırdığı MİT ajanı İbrahim Yalçın’la yaptıkları tahribatlar, MİT bölge başkanı Osman Nuri Ödeş’in kaleme aldığı “İhtilallerin ve Anarşinin Yakın Tanığı” yazdığı kitapta açıkça ortaya çıkmış oldu. Aynı kesitin üniversitelerdeki boyutu ise çoğu kez kanlı bir tasfiyeye dönüştü.
Değerli dostum Celalettin canın kaleminden bu süreci ve anlamı üzerine yaptığı yorumu birlikte okuyalım.
Celalettin CAN
İstanbul - BİA Haber Merkezi
15 Mart 2011, Salı
Katliamın gerçekleştiği 1978'in 16 Mart günü, İstanbul Üniversitesi merkez binasından çıkan ilerici-devrimci öğrenciler her gün kendileriyle ülkücü/faşistler arasında barikat oluşturan polisleri bu kez bulamadılar. Bir anda bomba, silah sesleri ve ölüm çığlıkları yükselmeye başladı. Ortalık durulduğunda, 60 civarında öğrenci yerlerde kıvranıyordu.
***
1970'li yılları hatırlayalım. Üniversite ve Yüksek Okulların her açılışında, faşistler, polis desteğinde okullara saldırır; işgal ettiği okullara ilerici/devrimci öğrencileri sokmaz, öğrencileri baskı altına alarak faşistleştirme politikası izlerdi. Faşistlerin en çok hedef aldığı okullardan biri İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi idi. Denebilir ki bütün bir öğrenim yılı süresince bu okulda kavga, çatışma eksik olmazdı.
Katliamın gerçekleştiği 1978'in 16 Mart günü, İstanbul Üniversitesi merkez binasından çıkan ilerici-devrimci öğrenciler her gün kendileriyle ülkücü/faşistler arasında barikat oluşturan polisleri bu kez bulamadılar. Okul çıkışında her defasında kırktan aşağı polis bulunmazdı. Bu kez ancak dokuz polis vardı. Okulun önü boştu. Beyazıt Meydanı'na biriken faşistler slogan atıyorlardı. Her gün yaptıkları gibi sağ taraftaki Eczacılık Fakültesi'nin önüne yönelmişlerdi ki, içlerinden biri "bomba" diye bağırdı. Bir anda bomba,silah sesleri ve ölüm çığlıkları yükselmeye başladı. Ortalık durulduğunda, 60 civarında öğrenci yerlerde kıvranıyordu. Bunlardan Hatice Özen, Baki Ekiz, A.Turan Ören, Abdullah Şimşek, Hamit Akıl olay yerinde, Cemil Sönmez kaldırıldığı hastanede ölecekti.
"Bomba atılacağı biliniyordu"
"Bomba atılacağı biliniyordu". Bu cümle 33 yıldır karanlıkta tutulan 16 Mart katliamını özetliyordu. Bütün bu dönem boyunca ne bir hukuksal aydınlatma ne de toplumsal bir yüzleşme yaşandı. Katliamın failleri yargılanamadı. Bilinçli bir devlet/kontrgerilla politikası ile olayın üstü örtüldü.
Katliam ile ilgili 12 Eylül darbesinden sonra İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi'nde açılan dava 1982 yılında beraat ile sonuçlandı. Kanlı olayların üstüne gitmek için darbe yaptıkların iddia edenler, darbeye gerekçe olan en önemli katliamlardan birinin soruşturulmasını engellediler. İlginç bir paradoks! Sanıklar aklanınca dosya kapandı.
19 Yıl Sonra Dava Yeniden Açıldı
"Dosya kapandı", ama toplumsal vicdanı derinden yaralayan olaylar hiç unutulmuyordu. Tarih unutulmuyordu. Gün geliyor, devran dönüyor, toplumsal hatırlama bilinci ve tarihi adalet hükmünü yürütüyor, "hortlakların yürüyüşü" başlıyordu.
1997 yılında İstanbul Barosu Susurluk Komisyonu, 16 Mart davası ile ilgili yeni belgeler bulunca, ölenlerin dönem arkadaşı avukatlar bir araya geldiler. Dava dosyalarını tozlu raflardan indirdiler. 19 yıl sonra 1997'de dava yeniden açıldı.
Saldırının olacağını bildikleri halde hiçbir güvenlik tedbiri almadıkları gibi gerçekleşmesini kolaylaştıran güvenlik kuvveti amirleri, saldırganların yakalanmasını engelleyenler, saldırıyı gerçekleştirenler ve türlü kirli bağlantı bir bir açığa çıkarılıp mahkemeye çağrıldı. Önemli bir kısmı mahkemeye gelmedi. Mahkeme de bu konuda caydırıcı davranmadı.
Olayda kullanılan Amerikan yapımı TNT kalıplarının kaynağı İstanbul 3.Kolordu Komutanlığı'ydı. Patlayıcıları Abdullah Çatlı' ya getiren Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker aynı komutanlık bünyesinde görevliydi. Daha sonra Maraş katliamından kısa bir süre önce, Maraş yolunda aynı seriden patlayıcı maddeler ve silahlarla yakalanacaktı.
"İnfazcılar katlettikçe yükseldi"
Katliamı gerçekleştirenlerin anında yakalanmasını engelleyen Komiser Reşat Altaylı, 1980-90'lı yıllar boyunca yargısız infaz ve işkence davalarının vazgeçilmez aktörlerindendi. 1992 yılında Çifte Havuzlar Operasyonu'nda, Sabahat Karataş ve arkadaşlarını yargısız infaz eden özel harpçı polis timinin başındaydı. Katlettikçe yükseldi. Hep Mehmet Ağar'ın, Mehmet Eymür'ün, Mete Altan'ın, Hüseyin Kocadağ'ın, Abdullah Çatlı'nın yakın mesai arkadaşı oldu. En son Hrant Dink'in ölümünün hazırlandığı ilin Emniyet Müdürüydü. Kimse kendisine bir şey sormadı.
16 Mart davasının mahkeme süreci Denizlerin cellatlarından Savcı Baki Tuğ'un aynı teşkilat yapısı içinde olduğunu ortaya çıkaracaktı. Olayın dış bağlantıları da kısmen ifşa olacaktı. Planlayıcılardan Nasibullah Türker, olaydan sonra Almanya'ya eski Nazi, yeni CIA ajanı Razi Nazer'in yanına dönecekti. İlginç olan Ecevit'in uçağına yerleştirilerek, yüksek güvenlik uygulaması konsepti çerçevesinde dönüşünün sağlanmasıydı.
Dava Zamanaşımına Uğradı
Bu doğrudan bir kontrgerilla davasıydı. Alanında açılan ilk ve tek davaydı. Devlet çekirdeğini yöneten güçler de buna uygun davrandı. İlişkiler, MİT'e, Emniyet'e ve askere uzanıyordu. Her üç kurumda bu konuda son derece ketum davrandı. Hiçbir bilgi vermedikleri gibi bu yollu en küçük çatlağı süratle kapattılar.
Dava "zaman aşımı" kararı ile sonuçlandı. Soykırım, katliam, işkence gibi insanlık suçlarında zaman aşımı olamayacağı biçimindeki insanlığın hukuki müktesep hakkına rağmen böyle oldu. Kaldı ki avukatlarının da açıkladığı gibi bu tür belli bir süreklilik içinde devamı olan, tek bir netice ile sınırlı olmayan olayın gerçekleştiği tarih başlangıç noktası olarak alınamazdı. Alındı!
12 Eylül darbecileri ve darbe döneminin savcıları, hakimleri, Erdal Eren'i 17 'sinde darağacına gönderirken, ardılları savcılar, hakimler zaman aşımı oyunu ile 16 Mart katliamcılarını sorgudan bile geçirmeden davayı kendilerince toptan bitirdiler.
Davamız Bitmedi, Sürüyor!
BDP Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın yanıtlaması amacıyla bir yazılı soru önergesi vererek, 16 Mart katliamı davasının zaman aşımına uğradığını anımsatacak, "Olayın aydınlatılması için bir girişiminiz var mı?" diye soracaktı.
Önergeyi Başbakan Erdoğan adına yanıtlayan Adalet Bakanı Ergin, Cumhuriyet savcıları ve hâkimlerin görevleriyle ilgili düzenlemeleri anımsatarak şu bilgileri verecekti:
"16 Mart 1978 tarihinde meydana gelen 'bomba atıp silahla tarayarak tasarlamak suretiyle yedi öğrenciyi öldürmek ve tasarlayarak adam öldürmeye kalkışmak' suçunun sanıkları hakkındaki İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 1995/128 esasına kayden açılan kamu davasını, 30 yıllık süre içerisinde sonuçlandırmayarak zaman aşımına uğramasına sebebiyet veren ilgili Cumhuriyet savcısı ve hâkimler hakkında; Bakanlığımızca soruşturma başlatılarak, kusurlu görülen Cumhuriyet savcısı ve hâkimler için disiplin yönünden gereğinin tayin ve takdiri için soruşturma evrakı 24/02/2009 tarihli 'olur'la Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun 87. maddesi uyarınca HSYK'ya tevdi edilmiştir."
Davamız bitmedi! Adalet ve hukuk duygusunun egemen olduğu, aydınlatıcı bir toplumsal iklimin ve de mahşeri vicdanın doğmasına kaldı sadece...(CC/NV)
Değerli Celalettin Can dostum,1974-80 döneminin en yoğun çatışma süreçlerinde yer alan bir yiğit yoldaştır. Bizim kuşağın İstanbul gerçeğinde yaşadığı ölüm kalım denklemlerinin bire bir tanığıdır da. 16 Mart 1978’de yaşananların ise ayrı bir anlamı var. MİT’in İstanbul’da sahnelediği o kadar çok kirli ve karanlık olay var ki, bunların bir kısmını bizler de örgüt olarak yaşadık. Saflarımızdan çıkan itirafçı Engin Erkiner’in örgütümüze sızdırdığı MİT ajanı İbrahim Yalçın’la yaptıkları tahribatlar, MİT bölge başkanı Osman Nuri Ödeş’in kaleme aldığı “İhtilallerin ve Anarşinin Yakın Tanığı” yazdığı kitapta açıkça ortaya çıkmış oldu. Aynı kesitin üniversitelerdeki boyutu ise çoğu kez kanlı bir tasfiyeye dönüştü.
Değerli dostum Celalettin canın kaleminden bu süreci ve anlamı üzerine yaptığı yorumu birlikte okuyalım.
Celalettin CAN
İstanbul - BİA Haber Merkezi
15 Mart 2011, Salı
Katliamın gerçekleştiği 1978'in 16 Mart günü, İstanbul Üniversitesi merkez binasından çıkan ilerici-devrimci öğrenciler her gün kendileriyle ülkücü/faşistler arasında barikat oluşturan polisleri bu kez bulamadılar. Bir anda bomba, silah sesleri ve ölüm çığlıkları yükselmeye başladı. Ortalık durulduğunda, 60 civarında öğrenci yerlerde kıvranıyordu.
***
1970'li yılları hatırlayalım. Üniversite ve Yüksek Okulların her açılışında, faşistler, polis desteğinde okullara saldırır; işgal ettiği okullara ilerici/devrimci öğrencileri sokmaz, öğrencileri baskı altına alarak faşistleştirme politikası izlerdi. Faşistlerin en çok hedef aldığı okullardan biri İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi idi. Denebilir ki bütün bir öğrenim yılı süresince bu okulda kavga, çatışma eksik olmazdı.
Katliamın gerçekleştiği 1978'in 16 Mart günü, İstanbul Üniversitesi merkez binasından çıkan ilerici-devrimci öğrenciler her gün kendileriyle ülkücü/faşistler arasında barikat oluşturan polisleri bu kez bulamadılar. Okul çıkışında her defasında kırktan aşağı polis bulunmazdı. Bu kez ancak dokuz polis vardı. Okulun önü boştu. Beyazıt Meydanı'na biriken faşistler slogan atıyorlardı. Her gün yaptıkları gibi sağ taraftaki Eczacılık Fakültesi'nin önüne yönelmişlerdi ki, içlerinden biri "bomba" diye bağırdı. Bir anda bomba,silah sesleri ve ölüm çığlıkları yükselmeye başladı. Ortalık durulduğunda, 60 civarında öğrenci yerlerde kıvranıyordu. Bunlardan Hatice Özen, Baki Ekiz, A.Turan Ören, Abdullah Şimşek, Hamit Akıl olay yerinde, Cemil Sönmez kaldırıldığı hastanede ölecekti.
"Bomba atılacağı biliniyordu"
"Bomba atılacağı biliniyordu". Bu cümle 33 yıldır karanlıkta tutulan 16 Mart katliamını özetliyordu. Bütün bu dönem boyunca ne bir hukuksal aydınlatma ne de toplumsal bir yüzleşme yaşandı. Katliamın failleri yargılanamadı. Bilinçli bir devlet/kontrgerilla politikası ile olayın üstü örtüldü.
Katliam ile ilgili 12 Eylül darbesinden sonra İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi'nde açılan dava 1982 yılında beraat ile sonuçlandı. Kanlı olayların üstüne gitmek için darbe yaptıkların iddia edenler, darbeye gerekçe olan en önemli katliamlardan birinin soruşturulmasını engellediler. İlginç bir paradoks! Sanıklar aklanınca dosya kapandı.
19 Yıl Sonra Dava Yeniden Açıldı
"Dosya kapandı", ama toplumsal vicdanı derinden yaralayan olaylar hiç unutulmuyordu. Tarih unutulmuyordu. Gün geliyor, devran dönüyor, toplumsal hatırlama bilinci ve tarihi adalet hükmünü yürütüyor, "hortlakların yürüyüşü" başlıyordu.
1997 yılında İstanbul Barosu Susurluk Komisyonu, 16 Mart davası ile ilgili yeni belgeler bulunca, ölenlerin dönem arkadaşı avukatlar bir araya geldiler. Dava dosyalarını tozlu raflardan indirdiler. 19 yıl sonra 1997'de dava yeniden açıldı.
Saldırının olacağını bildikleri halde hiçbir güvenlik tedbiri almadıkları gibi gerçekleşmesini kolaylaştıran güvenlik kuvveti amirleri, saldırganların yakalanmasını engelleyenler, saldırıyı gerçekleştirenler ve türlü kirli bağlantı bir bir açığa çıkarılıp mahkemeye çağrıldı. Önemli bir kısmı mahkemeye gelmedi. Mahkeme de bu konuda caydırıcı davranmadı.
Olayda kullanılan Amerikan yapımı TNT kalıplarının kaynağı İstanbul 3.Kolordu Komutanlığı'ydı. Patlayıcıları Abdullah Çatlı' ya getiren Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker aynı komutanlık bünyesinde görevliydi. Daha sonra Maraş katliamından kısa bir süre önce, Maraş yolunda aynı seriden patlayıcı maddeler ve silahlarla yakalanacaktı.
"İnfazcılar katlettikçe yükseldi"
Katliamı gerçekleştirenlerin anında yakalanmasını engelleyen Komiser Reşat Altaylı, 1980-90'lı yıllar boyunca yargısız infaz ve işkence davalarının vazgeçilmez aktörlerindendi. 1992 yılında Çifte Havuzlar Operasyonu'nda, Sabahat Karataş ve arkadaşlarını yargısız infaz eden özel harpçı polis timinin başındaydı. Katlettikçe yükseldi. Hep Mehmet Ağar'ın, Mehmet Eymür'ün, Mete Altan'ın, Hüseyin Kocadağ'ın, Abdullah Çatlı'nın yakın mesai arkadaşı oldu. En son Hrant Dink'in ölümünün hazırlandığı ilin Emniyet Müdürüydü. Kimse kendisine bir şey sormadı.
16 Mart davasının mahkeme süreci Denizlerin cellatlarından Savcı Baki Tuğ'un aynı teşkilat yapısı içinde olduğunu ortaya çıkaracaktı. Olayın dış bağlantıları da kısmen ifşa olacaktı. Planlayıcılardan Nasibullah Türker, olaydan sonra Almanya'ya eski Nazi, yeni CIA ajanı Razi Nazer'in yanına dönecekti. İlginç olan Ecevit'in uçağına yerleştirilerek, yüksek güvenlik uygulaması konsepti çerçevesinde dönüşünün sağlanmasıydı.
Dava Zamanaşımına Uğradı
Bu doğrudan bir kontrgerilla davasıydı. Alanında açılan ilk ve tek davaydı. Devlet çekirdeğini yöneten güçler de buna uygun davrandı. İlişkiler, MİT'e, Emniyet'e ve askere uzanıyordu. Her üç kurumda bu konuda son derece ketum davrandı. Hiçbir bilgi vermedikleri gibi bu yollu en küçük çatlağı süratle kapattılar.
Dava "zaman aşımı" kararı ile sonuçlandı. Soykırım, katliam, işkence gibi insanlık suçlarında zaman aşımı olamayacağı biçimindeki insanlığın hukuki müktesep hakkına rağmen böyle oldu. Kaldı ki avukatlarının da açıkladığı gibi bu tür belli bir süreklilik içinde devamı olan, tek bir netice ile sınırlı olmayan olayın gerçekleştiği tarih başlangıç noktası olarak alınamazdı. Alındı!
12 Eylül darbecileri ve darbe döneminin savcıları, hakimleri, Erdal Eren'i 17 'sinde darağacına gönderirken, ardılları savcılar, hakimler zaman aşımı oyunu ile 16 Mart katliamcılarını sorgudan bile geçirmeden davayı kendilerince toptan bitirdiler.
Davamız Bitmedi, Sürüyor!
BDP Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın yanıtlaması amacıyla bir yazılı soru önergesi vererek, 16 Mart katliamı davasının zaman aşımına uğradığını anımsatacak, "Olayın aydınlatılması için bir girişiminiz var mı?" diye soracaktı.
Önergeyi Başbakan Erdoğan adına yanıtlayan Adalet Bakanı Ergin, Cumhuriyet savcıları ve hâkimlerin görevleriyle ilgili düzenlemeleri anımsatarak şu bilgileri verecekti:
"16 Mart 1978 tarihinde meydana gelen 'bomba atıp silahla tarayarak tasarlamak suretiyle yedi öğrenciyi öldürmek ve tasarlayarak adam öldürmeye kalkışmak' suçunun sanıkları hakkındaki İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 1995/128 esasına kayden açılan kamu davasını, 30 yıllık süre içerisinde sonuçlandırmayarak zaman aşımına uğramasına sebebiyet veren ilgili Cumhuriyet savcısı ve hâkimler hakkında; Bakanlığımızca soruşturma başlatılarak, kusurlu görülen Cumhuriyet savcısı ve hâkimler için disiplin yönünden gereğinin tayin ve takdiri için soruşturma evrakı 24/02/2009 tarihli 'olur'la Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun 87. maddesi uyarınca HSYK'ya tevdi edilmiştir."
Davamız bitmedi! Adalet ve hukuk duygusunun egemen olduğu, aydınlatıcı bir toplumsal iklimin ve de mahşeri vicdanın doğmasına kaldı sadece...(CC/NV)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder