21 Mart 2011 Pazartesi
DEĞİŞEN DÜNYA VE EMPERYALİST İKİ YÜZLÜLÜK
Mihrac Ural’ın notu:
Dünyadaki gelişmeleri ve emperyalist güçlerin akıl almaz ikiyüzlülüklerini açıklama çabasındaki bu makale, aynı zamanda bölgemizdeki gelişmelerini ve bunun da ötesini yorumluyor. Uzun yıllar önce okuduğum Paul Kennedy'nin “Büyük Güçlerin Yükseliş ve Düşüşü” adlı kitabında işaret edilen birçok soyutlamayı, bu günün somut olayları etrafında yeniden değerlendirdiğimizde, eski güçlerin artık sona yaklaştığını ve tarih sahnesinde yeni güçlerin yeni yönelimleriyle insanlığa rota çizdiğini yakalamak güç olmayacaktır.
DEĞİŞEN DÜNYA VE EMPERYALİST İKİ YÜZLÜLÜK
Michel Collon
14 Mart 2011
Temel bir değişiklik olmaması için ne gibi küçük değişiklikler yapabilirim? Ekonomiler, hammaddeler ve petrol üzerindeki egemenliğimi nasıl sürdürebilirim? Afrika’nın özgürleşmemesi için ne yapabilirim?
***
Latin Amerikalılardan sonra Araplar. Ve yarın da Afrikalılar mı? Neden Washington ve Paris, Mısır ve Tunus’ta geri adım atmak zorunda kaldı? Mevcut sömürgeci sistemi kurtarmak için nasıl çalışacaklar? Dünyada gerçek bir dönüşümün olması için insan nasıl bir rol oynamalı?
Bu sistem, uzun süreden beri yenilmezmiş gibi görünüyordu. ABD, kendi takdirine göre ve en saçma bahanelerle: Birleşmiş Milletler şartını ihlal etmek, acımasız ambargolar uygulamak, bombalamak, ülkeleri işgal etmek, liderlere suikastlar düzenlemek, iç savaşları kışkırtmak, teröristleri finanse etmek, darbeler organize etmek, saldırıları için İsrail’i silahlandırmak gibi işler yapabiliyordu. Onlar her şeyden kurtulabileceklermiş gibi görünüyorlar ve kötümserlik egemen oluyordu. Kaç defa, “onlar gereğinden fazla güçlüler, bu yozlaşmış Arap rejimlerini ve İsrail’in suç ortaklarını nasıl bitireceğiz!” dediklerini duydum. Cevap aşağıdan geldi: Halklar tiranlardan daha güçlüdür.
Ama Mübarek ve Ben Ali’yi bitirmekle mücadelenin bitmediği görülüyor. Mücadele daha yeni başladı. Gerçek değişimi elde etmek için perde arkasında ipleri hareket ettirenleri etkisiz hale getirmek lazım. Bu zorbaların, ürettiği, koruduğu ve gerektiği zaman değiştirdikleri sistemin mekanizmalarının derin bir muayenesinin kritik önemi burada. Bu imparatorluk neden zayıfladı? Ne pahasına olursa olsun, hayatta kalmak için nasıl çabalayacak?
Hiçbir imparatorluk ebedi değildir
((Devamı altta))
Er ya da geç, kibirli suçlular genel bir direnişi tahrik ederler. Er ya da geç, “düzeni sağlamanın” maliyeti, çokuluslu şirketlere gelir sağlamak için yapılan savaşların ekonomik faydalarını aşar. Er ya da geç, askeri alana yapılan yatırımlar, uluslararası rekabette kaybetmekte olan diğer sektörlerin kullanımı için bir zorunluluk haline gelir.
Ve ABD bu kuralın dışında değildir. 1965 yılından bu yana çokuluslu şirketlerin kâr oranı azalmakta. Spekülasyon ve borç balonları sorunu ertelemek ve ağırlaştırmaktan başka bir şey yapmıyor. Bu çokuluslu şirketlerin küresel ekonomi içindeki yüzdeleri, 1945 yılında yüzde 50, 60 yıllarda yüzde 30, bugün yüzde 20 ve gelecek on yıl içinde de yüzde 10’na ulaşacak. Hiçbir ordu ülke ekonomisinden daha güçlü değildir ve ABD dünya polisi olma konusunda daha az yeteneğe sahip.
Bugün, dünya “çok kutuplu” hale geliyor: özellikle güneyin büyük ülkeleri ile Rusya, Avrupa ve ABD arasında başka bir denge kuruluyor. Özellikle Çin, ilerlemenin en iyi yolunun bağımsızlık olduğunu gösteriyor. ABD ve Avrupa önceki gibi kendi iradelerini dayatmaya devam edemezler. Onun yeni sömürgeciliği yakında sona erebilir.
Aslında ABD’nin bu düşüşü 10 yıl içinde giderek daha görünür bir hal aldı… 2000 yılında internet balonu patladı. 2002 yılında Venezüella halkı, Made in USA patentli darbeyi başarısız kıldı ve Hugo Chavez, Latin Amerika’nın bütününde direnişi hareketlendirecek bir dizi sosyal reformlara başladı. 2003 yılında, Bush’un savaş makinesi Irak ve Afganistan yumağı içine girdi. İsrail, 2006 yılında Lübnan’da ve 2009’da Gazze’de başarısız oldu. Yenilgiler birikti.
Latin Amerikalılardan sonra Araplar. Ve yarın de Afrikalılar mı?
Tunusluların ve Mısırlıların görkemli isyanları mucizeler yarattı: şimdi Amerikalılar “demokrasiye geçiş” övgüleri dinlerlerken onlar on yıllar boyunca, Fransa’nın yaptığı gibi, zorbalara işkenceler konusunda seminerler, tanklar ve makineli tüfekler verdiler! Bu isyan, Amerikan imparatorluğunu, küçük Fransız imparatorluğunu ve bunların kolladığı İsrail’i sıkıntıya soktu. Teşekkürler Arap dünyası!
Nedir bu sıkıntının nedeni: Temel bir değişiklik olmaması için ne gibi küçük değişiklikler yapabilirim? Ekonomiler, hammaddeler ve petrol üzerindeki egemenliğimi nasıl sürdürebilirim? Afrika’nın özgürleşmeye karar vermemesi için ne yapabilirim?
Ama işleri sonuna kadar götürmek lazım. İlk adımların mutluluğu, geriye yapılacak çok şeyin kaldığı gerçeğini gölgelememeli. Tunus’un tek yağmacısı Ben Ali değildi. Vurguncular sınıfı, Tunuslular ve çoğunlukla da yabancılardan oluşan bir sınıftı. Mübarek Mısır’ı tek başına yağmalamadı. Onun etrafında da bütün bir sistem vardı ve bu sistemin ardında ABD bulunuyordu. Önemli olan kukla değil, o ipleri hareket ettirenlerdir. Washington ve Paris, kullanılan kuklaların yerine daha eli yüzü düzgün olanları koymanın yollarını arıyor.
Sosyal adalet yoksa gerçek demokrasi de yoktur
Mısırlıların, Tunusluların ve diğerlerinin cevaplamak istedikleri soru bu değil: “Bize saldırmadan önce eskisi gibi yerine getirmeyeceği sözler verecek olan geleceğin lideri kim?” Onların sorularının bunlar olacağı çok açık: “Ailem için onurlu bir yaşam sağlayabileceğim reel ücretli doğru dürüst bir işe sahip olabilecek miyim?” Ya da, “Akdeniz de batacak küçük bir teknede veya belgesiz bir şekilde Avrupa’da bir cezaevinde mi bulunacağım?”
Yakın zamana kadar Latin Amerika aynı ümitsizlik ve aynı yoksulluk içinde yaşıyordu. Petrol, gaz ve diğer hammaddelerin devasa kârları Exxon ve Shell’in kasalarına giderken, çocukları için ne okul ne de doktor parası ödeyemeyen, her iki Latin Amerikalıdan biri yoksulluk sınırı altında yaşıyordu. Her şey Hugo Chavez’in, 2002 yılında, petrolün devletleştirmesiyle değişmeye başladı. Chavez çokuluslu şirketler ile yapılan sözleşmeleri değiştirdi ve kârları dağıtmak için vergi ödemelerini talep etti. Ertesi yıl devlet kasasına 11,4 milyar geldi (20 yıl boyunca bu sayı sıfırdı) ve kooperatiflere, iş yaratacak küçük işletmelere yardım edildi, asgari ücret iki katından fazla arttırıldı, herkes için sağlık-eğitim sistemi ve sosyal programların uygulanması mümkün oldu. Evo da aynısını Bolivya’da yaptı ve örnek yayıldı. Bu, Akdeniz ve Orta Doğu’ya ulaşacak mı? Ne zaman bir Arap Chavez ya da Evo çıkacak? İsyan eden kitlelerin cesareti, sonuna kadar götürmeye kararlı onurlu bir lideri ve bir örgütü hak ediyor.
Sosyal adalet olmadan gerçek demokrasi mümkün değildir. Aslında her iki sorun da birbirine sıkıca bağlıdır. Kimse eğlence ya da sapıklık için diktatörlük kurmaz. Bu daima, zenginlikleri tekeline alan küçük bir azınlığın ayrıcalıklarını korumak için yapılır. Çünkü diktatörler çokuluslu şirketlerin çalışanlarıdır.
Kesinlikle demokrasi istemeyen kim?
Tunusluların öfkesi karşısında Washington’un önerdiği “yeni adam” kimdi? Eski diktatörün başbakanı! Mısırlıların değişim talebi karşısında kimi o pozisyona yerleştirmeye çalıştılar? CIA’nin yetiştirdiği eski ordu komutanını!
Beş yıl önce eski Fransa Dışişleri Bakanı Védrine, Arap halklarının demokrasi için olgun olmadıklarını söyleme cüretinde bulunmuştu. Bu teori hala Fransız seçkinler arasında baskın, az ya da çok, açıkça İslamofobi ve Arap karşıtı ırkçılık olarak sürmekte.
Aslında, demokrasi için olgun olmayan Fransa’dır. 1945 yılında Faslıları, 1937 ve 1952 de Tunusluları katleden Fransa’dır. Cezayirlilerin bağımsızlığını engellemek için uzun ve kanlı bir savaş yapan Fransa’dır. Deniye bir başkanın ağzıyla Araplara ve Afrikalılara olan borçlarını ödemeyi ve işledikleri suçları kabul etmeyi reddeden Fransa’dır. Ben Ali’yi uçağın kapısına kadar götürerek koruyan Fransa’dır. Bütün Afrika’da zorbaları destekleyen ve dayatan da Fransa’dır. Bugün yaşanmakta olan Müslüman karşıtı ırkçılıkla bir taşla iki kuş vurma olanağına sahip oldular.
İlki: Avrupa’da işçiler kökenlerine göre bölünür (Fransız ve Belçikalı işçilerin üçte biri yeni göçmen kökenlidirler) ve burka üzerine fanteziler yapılırken patronlar mutlulukla, örtülü olanların ya da olmayanların, ücretlerine, çalışma koşullarına ve bütün işçilerin emekliliğine saldırır. İkincisi: Arap ülkeleri ile karşılaştırıldığında İslamofobi, rahatsızlık veren konuların görmezlikten gelinmesine olanak sağlar. “Onlara diktatörleri dayatan kim?” cevap; “Arap ülkelerinin ‘demokrasi için olgunlaşmadıklarını’, dolayısıyla onları tehlike olarak tanıtan Avrupa, Avrupa’nın tepesindekiler, Avrupalı çok uluslu şirketlerdir.” Suçlu ile kurbanın yeri değiştirilerek onlar şeytanlaştırılır.
Ve henüz burada temel bir tartışma konusu var. Bunun tartışılması ya da üstünün örtülmesi hepimize bağlı. Hiçbir zaman ağızlarından “demokrasi” kelimesini düşürmeyen Amerika, Fransa ve şirketler, niçin gerçek bir demokrasi istemiyorlar? Çünkü halklar işlerini ve zenginliklerini kendileri kullanmaya karar verirlerse, çürümüş ayrıcalıkları ve vurguncuları tehlike altında girecektir.
ABD ve müttefikleri, demokrasinin reddini gizlemek için medyada “İslam tehdidini” dalgalandırıyorlar. Ne ikiyüzlülük! Kendilerine sadık Suudi Arabistan’ın iğrenç rejiminin İslamcıları hakkında ne bizi uyardılar ne de bu konuda medya kampanyaları yürüttüler. Kadının özgürlüğünü elde ettiği, solcu Afgan hükümetinin düşürülmesi amacıyla Bin Ladin’i finanse etmelerinden dolayı özür diledikleri de duyulmadı.
Bizim rolümüz önemli
Dünya hızla değişiyor. ABD’nin düşüşü, halkların kurtuluşu konusunda yeni perspektifler sunuyor. Önemli değişikliklerin sinyalini veriyor.
Ama bu değişimler hangi anlamda olacak? Pozitif olması, her birimize verilecek doğru bilgi akışına, birçok kişi tarafından bilinen utanç verici dosyaların bilinmesine, gizli stratejilerin maskesinin düşürülmesine bağlı. Tüm bunlar büyük bir tartışmamın, ulusal ve uluslararasında, yenilenmesini sağlayacak: İnsanlar nasıl bir ekonomi ve nasıl bir sosyal adalet istiyorlar?
Ancak, bütün bu konularda resmi enformasyon bir felaket. Elbette bu bir rastlantı değil. Bu nedenle, bu tartışma her yerde şimdiden yürütülmeli ve herkes üzerine düşen rolü oynamalı: Anahtar, bilgilendirmek. Ama nasıl?
Birkaç gün içinde, ortaya çıkacak bir metinle, bu konuya geri döneceğiz.
9.3.2011
*Yazının orijinal başlığı: Değişen Dünya ve Bizim Önemli Rolümüz
[Rebelion’daki İspanyolca orijinalinden Atiye Parılyıldız tarafından 5deniz.net (Sendika.Org) için çevrilmiştir]
Dünyadaki gelişmeleri ve emperyalist güçlerin akıl almaz ikiyüzlülüklerini açıklama çabasındaki bu makale, aynı zamanda bölgemizdeki gelişmelerini ve bunun da ötesini yorumluyor. Uzun yıllar önce okuduğum Paul Kennedy'nin “Büyük Güçlerin Yükseliş ve Düşüşü” adlı kitabında işaret edilen birçok soyutlamayı, bu günün somut olayları etrafında yeniden değerlendirdiğimizde, eski güçlerin artık sona yaklaştığını ve tarih sahnesinde yeni güçlerin yeni yönelimleriyle insanlığa rota çizdiğini yakalamak güç olmayacaktır.
DEĞİŞEN DÜNYA VE EMPERYALİST İKİ YÜZLÜLÜK
Michel Collon
14 Mart 2011
Temel bir değişiklik olmaması için ne gibi küçük değişiklikler yapabilirim? Ekonomiler, hammaddeler ve petrol üzerindeki egemenliğimi nasıl sürdürebilirim? Afrika’nın özgürleşmemesi için ne yapabilirim?
***
Latin Amerikalılardan sonra Araplar. Ve yarın da Afrikalılar mı? Neden Washington ve Paris, Mısır ve Tunus’ta geri adım atmak zorunda kaldı? Mevcut sömürgeci sistemi kurtarmak için nasıl çalışacaklar? Dünyada gerçek bir dönüşümün olması için insan nasıl bir rol oynamalı?
Bu sistem, uzun süreden beri yenilmezmiş gibi görünüyordu. ABD, kendi takdirine göre ve en saçma bahanelerle: Birleşmiş Milletler şartını ihlal etmek, acımasız ambargolar uygulamak, bombalamak, ülkeleri işgal etmek, liderlere suikastlar düzenlemek, iç savaşları kışkırtmak, teröristleri finanse etmek, darbeler organize etmek, saldırıları için İsrail’i silahlandırmak gibi işler yapabiliyordu. Onlar her şeyden kurtulabileceklermiş gibi görünüyorlar ve kötümserlik egemen oluyordu. Kaç defa, “onlar gereğinden fazla güçlüler, bu yozlaşmış Arap rejimlerini ve İsrail’in suç ortaklarını nasıl bitireceğiz!” dediklerini duydum. Cevap aşağıdan geldi: Halklar tiranlardan daha güçlüdür.
Ama Mübarek ve Ben Ali’yi bitirmekle mücadelenin bitmediği görülüyor. Mücadele daha yeni başladı. Gerçek değişimi elde etmek için perde arkasında ipleri hareket ettirenleri etkisiz hale getirmek lazım. Bu zorbaların, ürettiği, koruduğu ve gerektiği zaman değiştirdikleri sistemin mekanizmalarının derin bir muayenesinin kritik önemi burada. Bu imparatorluk neden zayıfladı? Ne pahasına olursa olsun, hayatta kalmak için nasıl çabalayacak?
Hiçbir imparatorluk ebedi değildir
((Devamı altta))
Er ya da geç, kibirli suçlular genel bir direnişi tahrik ederler. Er ya da geç, “düzeni sağlamanın” maliyeti, çokuluslu şirketlere gelir sağlamak için yapılan savaşların ekonomik faydalarını aşar. Er ya da geç, askeri alana yapılan yatırımlar, uluslararası rekabette kaybetmekte olan diğer sektörlerin kullanımı için bir zorunluluk haline gelir.
Ve ABD bu kuralın dışında değildir. 1965 yılından bu yana çokuluslu şirketlerin kâr oranı azalmakta. Spekülasyon ve borç balonları sorunu ertelemek ve ağırlaştırmaktan başka bir şey yapmıyor. Bu çokuluslu şirketlerin küresel ekonomi içindeki yüzdeleri, 1945 yılında yüzde 50, 60 yıllarda yüzde 30, bugün yüzde 20 ve gelecek on yıl içinde de yüzde 10’na ulaşacak. Hiçbir ordu ülke ekonomisinden daha güçlü değildir ve ABD dünya polisi olma konusunda daha az yeteneğe sahip.
Bugün, dünya “çok kutuplu” hale geliyor: özellikle güneyin büyük ülkeleri ile Rusya, Avrupa ve ABD arasında başka bir denge kuruluyor. Özellikle Çin, ilerlemenin en iyi yolunun bağımsızlık olduğunu gösteriyor. ABD ve Avrupa önceki gibi kendi iradelerini dayatmaya devam edemezler. Onun yeni sömürgeciliği yakında sona erebilir.
Aslında ABD’nin bu düşüşü 10 yıl içinde giderek daha görünür bir hal aldı… 2000 yılında internet balonu patladı. 2002 yılında Venezüella halkı, Made in USA patentli darbeyi başarısız kıldı ve Hugo Chavez, Latin Amerika’nın bütününde direnişi hareketlendirecek bir dizi sosyal reformlara başladı. 2003 yılında, Bush’un savaş makinesi Irak ve Afganistan yumağı içine girdi. İsrail, 2006 yılında Lübnan’da ve 2009’da Gazze’de başarısız oldu. Yenilgiler birikti.
Latin Amerikalılardan sonra Araplar. Ve yarın de Afrikalılar mı?
Tunusluların ve Mısırlıların görkemli isyanları mucizeler yarattı: şimdi Amerikalılar “demokrasiye geçiş” övgüleri dinlerlerken onlar on yıllar boyunca, Fransa’nın yaptığı gibi, zorbalara işkenceler konusunda seminerler, tanklar ve makineli tüfekler verdiler! Bu isyan, Amerikan imparatorluğunu, küçük Fransız imparatorluğunu ve bunların kolladığı İsrail’i sıkıntıya soktu. Teşekkürler Arap dünyası!
Nedir bu sıkıntının nedeni: Temel bir değişiklik olmaması için ne gibi küçük değişiklikler yapabilirim? Ekonomiler, hammaddeler ve petrol üzerindeki egemenliğimi nasıl sürdürebilirim? Afrika’nın özgürleşmeye karar vermemesi için ne yapabilirim?
Ama işleri sonuna kadar götürmek lazım. İlk adımların mutluluğu, geriye yapılacak çok şeyin kaldığı gerçeğini gölgelememeli. Tunus’un tek yağmacısı Ben Ali değildi. Vurguncular sınıfı, Tunuslular ve çoğunlukla da yabancılardan oluşan bir sınıftı. Mübarek Mısır’ı tek başına yağmalamadı. Onun etrafında da bütün bir sistem vardı ve bu sistemin ardında ABD bulunuyordu. Önemli olan kukla değil, o ipleri hareket ettirenlerdir. Washington ve Paris, kullanılan kuklaların yerine daha eli yüzü düzgün olanları koymanın yollarını arıyor.
Sosyal adalet yoksa gerçek demokrasi de yoktur
Mısırlıların, Tunusluların ve diğerlerinin cevaplamak istedikleri soru bu değil: “Bize saldırmadan önce eskisi gibi yerine getirmeyeceği sözler verecek olan geleceğin lideri kim?” Onların sorularının bunlar olacağı çok açık: “Ailem için onurlu bir yaşam sağlayabileceğim reel ücretli doğru dürüst bir işe sahip olabilecek miyim?” Ya da, “Akdeniz de batacak küçük bir teknede veya belgesiz bir şekilde Avrupa’da bir cezaevinde mi bulunacağım?”
Yakın zamana kadar Latin Amerika aynı ümitsizlik ve aynı yoksulluk içinde yaşıyordu. Petrol, gaz ve diğer hammaddelerin devasa kârları Exxon ve Shell’in kasalarına giderken, çocukları için ne okul ne de doktor parası ödeyemeyen, her iki Latin Amerikalıdan biri yoksulluk sınırı altında yaşıyordu. Her şey Hugo Chavez’in, 2002 yılında, petrolün devletleştirmesiyle değişmeye başladı. Chavez çokuluslu şirketler ile yapılan sözleşmeleri değiştirdi ve kârları dağıtmak için vergi ödemelerini talep etti. Ertesi yıl devlet kasasına 11,4 milyar geldi (20 yıl boyunca bu sayı sıfırdı) ve kooperatiflere, iş yaratacak küçük işletmelere yardım edildi, asgari ücret iki katından fazla arttırıldı, herkes için sağlık-eğitim sistemi ve sosyal programların uygulanması mümkün oldu. Evo da aynısını Bolivya’da yaptı ve örnek yayıldı. Bu, Akdeniz ve Orta Doğu’ya ulaşacak mı? Ne zaman bir Arap Chavez ya da Evo çıkacak? İsyan eden kitlelerin cesareti, sonuna kadar götürmeye kararlı onurlu bir lideri ve bir örgütü hak ediyor.
Sosyal adalet olmadan gerçek demokrasi mümkün değildir. Aslında her iki sorun da birbirine sıkıca bağlıdır. Kimse eğlence ya da sapıklık için diktatörlük kurmaz. Bu daima, zenginlikleri tekeline alan küçük bir azınlığın ayrıcalıklarını korumak için yapılır. Çünkü diktatörler çokuluslu şirketlerin çalışanlarıdır.
Kesinlikle demokrasi istemeyen kim?
Tunusluların öfkesi karşısında Washington’un önerdiği “yeni adam” kimdi? Eski diktatörün başbakanı! Mısırlıların değişim talebi karşısında kimi o pozisyona yerleştirmeye çalıştılar? CIA’nin yetiştirdiği eski ordu komutanını!
Beş yıl önce eski Fransa Dışişleri Bakanı Védrine, Arap halklarının demokrasi için olgun olmadıklarını söyleme cüretinde bulunmuştu. Bu teori hala Fransız seçkinler arasında baskın, az ya da çok, açıkça İslamofobi ve Arap karşıtı ırkçılık olarak sürmekte.
Aslında, demokrasi için olgun olmayan Fransa’dır. 1945 yılında Faslıları, 1937 ve 1952 de Tunusluları katleden Fransa’dır. Cezayirlilerin bağımsızlığını engellemek için uzun ve kanlı bir savaş yapan Fransa’dır. Deniye bir başkanın ağzıyla Araplara ve Afrikalılara olan borçlarını ödemeyi ve işledikleri suçları kabul etmeyi reddeden Fransa’dır. Ben Ali’yi uçağın kapısına kadar götürerek koruyan Fransa’dır. Bütün Afrika’da zorbaları destekleyen ve dayatan da Fransa’dır. Bugün yaşanmakta olan Müslüman karşıtı ırkçılıkla bir taşla iki kuş vurma olanağına sahip oldular.
İlki: Avrupa’da işçiler kökenlerine göre bölünür (Fransız ve Belçikalı işçilerin üçte biri yeni göçmen kökenlidirler) ve burka üzerine fanteziler yapılırken patronlar mutlulukla, örtülü olanların ya da olmayanların, ücretlerine, çalışma koşullarına ve bütün işçilerin emekliliğine saldırır. İkincisi: Arap ülkeleri ile karşılaştırıldığında İslamofobi, rahatsızlık veren konuların görmezlikten gelinmesine olanak sağlar. “Onlara diktatörleri dayatan kim?” cevap; “Arap ülkelerinin ‘demokrasi için olgunlaşmadıklarını’, dolayısıyla onları tehlike olarak tanıtan Avrupa, Avrupa’nın tepesindekiler, Avrupalı çok uluslu şirketlerdir.” Suçlu ile kurbanın yeri değiştirilerek onlar şeytanlaştırılır.
Ve henüz burada temel bir tartışma konusu var. Bunun tartışılması ya da üstünün örtülmesi hepimize bağlı. Hiçbir zaman ağızlarından “demokrasi” kelimesini düşürmeyen Amerika, Fransa ve şirketler, niçin gerçek bir demokrasi istemiyorlar? Çünkü halklar işlerini ve zenginliklerini kendileri kullanmaya karar verirlerse, çürümüş ayrıcalıkları ve vurguncuları tehlike altında girecektir.
ABD ve müttefikleri, demokrasinin reddini gizlemek için medyada “İslam tehdidini” dalgalandırıyorlar. Ne ikiyüzlülük! Kendilerine sadık Suudi Arabistan’ın iğrenç rejiminin İslamcıları hakkında ne bizi uyardılar ne de bu konuda medya kampanyaları yürüttüler. Kadının özgürlüğünü elde ettiği, solcu Afgan hükümetinin düşürülmesi amacıyla Bin Ladin’i finanse etmelerinden dolayı özür diledikleri de duyulmadı.
Bizim rolümüz önemli
Dünya hızla değişiyor. ABD’nin düşüşü, halkların kurtuluşu konusunda yeni perspektifler sunuyor. Önemli değişikliklerin sinyalini veriyor.
Ama bu değişimler hangi anlamda olacak? Pozitif olması, her birimize verilecek doğru bilgi akışına, birçok kişi tarafından bilinen utanç verici dosyaların bilinmesine, gizli stratejilerin maskesinin düşürülmesine bağlı. Tüm bunlar büyük bir tartışmamın, ulusal ve uluslararasında, yenilenmesini sağlayacak: İnsanlar nasıl bir ekonomi ve nasıl bir sosyal adalet istiyorlar?
Ancak, bütün bu konularda resmi enformasyon bir felaket. Elbette bu bir rastlantı değil. Bu nedenle, bu tartışma her yerde şimdiden yürütülmeli ve herkes üzerine düşen rolü oynamalı: Anahtar, bilgilendirmek. Ama nasıl?
Birkaç gün içinde, ortaya çıkacak bir metinle, bu konuya geri döneceğiz.
9.3.2011
*Yazının orijinal başlığı: Değişen Dünya ve Bizim Önemli Rolümüz
[Rebelion’daki İspanyolca orijinalinden Atiye Parılyıldız tarafından 5deniz.net (Sendika.Org) için çevrilmiştir]
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder