HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

29 Mart 2011 Salı

KIZILDERE DİRENİŞİ ve TARİHSEL ALGI

Mihrac Ural

30 Mart 2011 ( İkinci yayım için önsöz)

Kızıldere katliamının yıl dönümüyle ilgili olarak 2009’da Antakya’da yapılan panele sunduğum bu yazıyı okurlarımla bir kez daha paylaşıyorum.

Bir kez daha orijinal olmanın, yere değerler üzerinde soyutlamalara giderek evrensel olmanın gereğine vurgu yapmak istiyorum.

Bizden olan, bizi bütünüyle temsil eden, kimliğimizi oluşturan değerlerimizi, evrenselde orijinal bir dişli olarak yer almamızı sağlayan hadiseleri bilince çıkarmalıyız, diyorum.

Kızıldere bir direniştir. Bu direniş bize ait değerleri taşımaktadır. Orijinal kimliğimizi bu verilerle oluşturabildiğimiz ölçüde, evrensel olma, kendimiz olma şansını yakalamış oluruz. Bu nedenle, tarihsel algılarımızı insanlığın ortak değerlerine açık hale getirdiğimiz kadar, yerelimize de açık hale getirmeliyiz.

Bizi geniş insanlık ailesi içinde orijinal yapacak olan kimlik budur, nitelikli var oluşun yolu da buradan geçiyor.

Bu, ülkemiz solu için daha da geçerlidir.

Evrensel değerleri alıyoruz diye, batının ilgili ilgisiz her şeyini kimlik bunalımımıza çare olarak sokuşturmakla düştüğümüz marjinal konum, sürmekte olan kimlik bunalımımızın da nedenidir.

Bu kaostan kurtulmak için evrensel insan değerlerini terk etmeden yerel değerlerimizden gerçekçi kimlikler oluşturmaya çalışmalıyız. Tarihsel algılarımızı bunlarla temellendirebildiğim ölçüde, farklı kimlik ve deneyleri anlamak ve onların içselleştirilebilir verilerini kazanmak mümkündür. Aksi, bizi kendimizden çıkaran, sıradan bir taklit haline getiren ve orijinali var olduğu için de bizleri bir artık torbası haline getirecektir.

Orijinal olmak, geleceğe taşınabilir değerleri temsil etmeyi gerektirir. İnsanlık ailesi içinde her topluluk kendi orijinalinden beslenerek bunu yapar. Başkasının değerleriyle, kendimizi tanımlamamız mümkün değildir.

Artık kendimize ve değerlerimize dönmeliyiz. Kimlik bunalımlarımızın, siyasal kaoslarımızın aşılması için de buna ihtiyacımız var. Halkından bu ölçüde kopuk bir sol, orijinal değerleri olmayan soldur. Bu ise asla sol değildir. Ülkemiz siyasal gelişmelerinde ortaya çıkan tablo da bu gerçeği ağır bir şamar olarak suratımıza vurmaktadır.

30 Mart 1972, Kızıldere katliamı, Mahir Çayan ve arkadaşlarının direnişiyle sembolize olurken, bize sunduğu, orijinal olma gerçeği ve kimlik katkısı da tas tamam budur.

Bu direnişin anlamlı anısı önünde saygıyla eğiliyorum.


Mihrac Ural

3 Nisan 2009 (Antakya paneli için)


37 yıl sonra bir kez daha Kızıldere direnişi bizleri bir araya getirdi. On yıllar geriden bu güne ulaşan bu enerji, her tarihi kesitte kendine özgü verileriyle anlamlı mesajları içerdi. Kızıldere direnişi anılırken herkesin vurgusunu yaptığı ortak değerler, bir klasik haline gelerek soyutlanıp gelecek kuşaklar için başvuru olgusuna yükseldi. Tarihte her olayın böylesi bir ilgi konusu olması söz konusu değildir. Anlaşılan, üzerinden daha birçok on yıl geçse de Kızıldere direnişi, bu özelliğiyle ülkemiz yakın tarihinin gelecek kuşaklara taşıdığı anlamlı masajları iletmeye devam edecektir.

Kızıldere, bir yanıyla bir katliamın, bir yargısız infazın, derin devlet geleneğinin icra ettiği zalim bir vakıadır. Henüz tüm yönleriyle açıklığa kavuşmamış bu katliamın derin devlet arşivlerindeki tozlu raflardan çıkması beklenmektedir. Kamuoyunun aradan geçen onlarca yıla rağmen cevabını bulamadığı bu katliamı tüm yönleriyle ancak demokratik bir devletin ortaya koyabileceğini de biliyoruz. Bu yanıyla Kızıldere katliamı bir hukuk savaşı olarak da bu günün konusu olmaya devam ediyor; baskında hala canlı olan ya da yarılı bulunanların yerinde infaz edildiği gerçeği, toplumsal korkularımızın devletle ilgili yanlarına önemli mesajlar içerdiğinden söz etmek yanlış olmayacaktır.

Bu katliamın sorgusu, şeffaf toplum özlemlerimize katacağı değerler kadar, bir direniş destanı olmasının da demokrasi umutlarımız için katacağı daha fazla değerler olduğunu belirteceğim. Kızıldere katliamı sorgusunun gerçekçi sonuçlarını elde edebilmek için, bu vakıanın bilinçaltımıza yerleştirdiği direniş çizgisinin, demokrasi güçlerinin kararlılıklarına, dayanışmasına, gelecek kuşaklar için özverili duruşuna katkılarının ön planda tutulması gereklidir.

Bu gün sizlerle bu kanaatlerimin tarihi köklerine ve bu gün taşıdığı anlama işaret edeceğim.

Bu noktadan dönüp tarihte iz bırakan önemli olaylara göz atalım. Tarihsel bilincimizde derin izler bırakan hadiselerin destansı özeliklerinde her zaman, insan iradesinin sonuna kadar dik tutulduğu, zulme boyun eğmeyen, dayanışmayı doruğa taşıyan bir direnme objesi olduğunu göreceksiniz. Tarihin derinliklerinden bu güne taşınan tüm büyük hadiselerde bu özelikler ön plandadır.

Tarih hiçbir zaman insanı katleden ceberut güçleri, onların dev askeri aparatlarla yaptığı yıkım gücünü toplum bilinçaltında soyutlanmış bir veri olarak tutamamıştır. Dünden bu güne taşınan her zaman insani olan savunu ve direnme çabalarının sonuçları olmuştur.

Heredot tarihinde Perslerle-Greklerin savaşını aktarır. Dev ordularıyla Perslerin, İyonya dahil tüm Yunan sitelerini istila edip krallarını esir alarak Atina’ya yürüdüğünden bahseder. Pers ordusunun nehirleri içerek kuruttuğundan dem vurur. Milyonlarca askerin yeri göğü inlettiği bilgisini verir. Ancak bu dev ordu ve yıkıcı gücü, tarih algılarımızın işe yarar bir unsuru olmaz. Toplumsal bilinçaltın da izleri hiç kalmaz. Buna karşı, bu dev ordulara direnen küçük bir azınlığın maraton savaşındaki zaferi, Selamis deniz muharebesindeki direnişi ve başarısı destanlaşır. Dünden bu güne insani olan değer ve mesajlarıyla ulaşır. Maraton koşusu da dünden bu güne bu gerçekliği taşır, bunu temsil eder.

Toplum bilinçaltında, tarihten bu güne taşınana ve bu ölçüde etkin yer edinen gerçek, insan iradesinin, dayanışmasının haklı bir davada başarıya mutlaka kavuşacağıdır.

Maraton’da direnme kazanmıştır. Bu tarihi hadisenin soyutlanarak çağlar ötesinden bu güne gelişinin değerini veren de budur; haklı bir dava uğruna, insan iradesinin tüm etkinlikleriyle direnmek, dün Maratonda olduğu kadar, bu günün her haklı davada geçerli bir kıstastır. Bir olayın klasikleşmesi ve tüm çağlar için anlamlı olmasının ifadesi burada yatar. Haklı olan direndiğinde kazanır. (Maraton savaşı M.Ö 490 Eylül ayı, Heredot Tarihi kitap VI. paragraf 108-117)

Kerbela olayı hepimizin bilinçaltında aynı şeyleri çağrıştırır. 1400 yıl önce olmuş bir olay, bu güne hangi soyut değerlerle taşınabilir diye dönüp baktığımızda aynı parametreleri buluruz.

Kerbela olayında, bilinçaltımızın tarihten bu güne taşıdığı gerçek, zalim Yezid ordusunun gücü değil, Hz. Hüseynin ve ehlibeytin direnmesidir. 1400 yıl bitip tükenmeyen bir direnme destanı olarak bu güne taşınan değerler, başka tarihi olaylarda da taşınan değerler aynıdır. Soyutlanarak bu güne gelen ve klasikleşerek her dönem için geçerli olan kıstaslar burada kendini gösterir.

Kerbela, bir direnmedir. Kerbela insan iradesinin haklı zeminde, zalime ve onun dev askeri gücüne karşı direnişini sembolize eder. Halkın çağlar boyu yararlanabileceği verileri barındıran bir destan olur, bu güne gelir, her benzer olayda anılır ondan güç alınır.

Kerbela olayını inancın önemli bir öğesi yapan da budur. Oysa aynı kesitte İslam içinde birbirinden farklı ve çok ilginç savaşlar yaşanmıştır. Ama Kerbela hepsinden ayrı bir yer alır, bilinçaltımıza yerleşir ve bugün hiç ilgisi olmayan Kızıldere olayıyla ortak paydada buluşur. Maraton savaşının zaferle, Kerbela’nın ve Kızıdere’nin katliamla sonuçlanması bu sonucu değiştirmez. Tarihte bu güne gelen gerçek, galibiyeti ve mağlubiyetiyle insanlığın yararlanabileceği ve her çağ için geçerli olan tutumlardır. Duruştur. Bunlar da direnmede anlamını bulur. (Kerbela savaşı, 10 Ekim 680. Hicri:10 Muharrem 61)

Tarihin yeni kesitlerinde ise Leningrad’ın Naziler tarafından kuşatmasına karşı direnişi anmadan geçemeyiz. 14 Temmuzda Leningrad kapılarına dayanan Alman Nazi ordusu, 8 Eylül 1941’de şehri tamamen kuşatmıştı. 900 gün süren Sovyet halkının destansı savunmasıyla, bu zalim kuşatma 27 Ocak 1944 kırılmıştı. Bu ünlü kent, Naziler tarafından ablukaya alınır alınmaz “yeryüzünden silinmek üzere” bombardıman altında tutulur. İki milyon ölüye, yokluklara, imkansızlıklara ve zorluklara rağmen halkın gösterdiği direnme, dayanışma ve kararlı duruş iradesiyle Naziler diz çökmüştür. Stalingrad savunması ise aynı direnmenin zaferiyle sonuçlandı. Stalingrad zaferi, faşizmin tarihe gömülmesine yol açan kapıları araladı (21 Ağustos 1942 – 2 Şubat 1943 Stalingrad direnmesi).

Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bunlar arasında Filistin halkının devam eden direnişini saymak konumuzun en önemli mesajıdır. Yüz yıla doğru tırmanan bir direniş destanı kuşaktan kuşağa, silahtan, taşa kadar bir halkın erdemli, onurlu dik duruşunun destanıdır. Direnme burada da tarihe taşınacak bilinçaltının yapı taşları olarak örülmüştür.

Örneklerimizin tümü, bize ait olanları da olmayanları da aynı mesajı vermektedir; zaferi ve yenilgisiyle de öyledir. Tümünün ortak bir yanı var, günümüz için geçerli verileri ve yürünmesi gereken haklı davaların yolları olarak, gündem konumuzdur.

Kızıldere direnişinin yeri tastamam bu noktadadır. Önemli bir tarihi kesitin tüm ilişki ve çelişkilerini, halkın haklı davada alması gereken kararlı duruşu temsil etmektedir. Kızıldere’yi bilinçaltlarımızda bu güne taşıyan, tarihimizin gelecek kuşaklara uzattığı bir medrese olmasının anlamı da burada bulunmaktadır.

Direnme bu olayın özüdür, özetidir.

Demem o ki, ne tabulaştırma ne de tanrılaştırma olayı, ne abartma ne de şahsileştirmedir bu tespitlerimiz. Siyasi yönelimlerin kutsanması da değildir; dünyamız o günden bu güne çok değişti beraberinde tüm siyasal algıları da değiştirdi. Ancak Kızılderenin taşıdığı direnme mesajı, olduğu gibi soyutlanıp dünden bu güne taşınabilecek bir değer olarak kaldı.

Kızıldere bir tarihsel vakıa olarak taşıdığı önem de buradan gelir. Benim bulgularım da bu yöndedir. Kızıldere direnişi, ortak ülkemizin gelecek tüm tarihi süreçleri için geçerli olabilecek bir kıstası klasikleştirmiştir. Tarihte iz bırakan, örnek teşkil edip tüm çağlar için geçerli kıstaslar sunabilen özellikleriyle yerini almıştır. Kızıldere direnişi bu özgünlükte dün olduğu gibi, bu gün içinde bize dersler taşımaktadır diyorum.

İnsanlığın tanık olduğu binlerce direnme olayı olduğu kesindir. Ancak tarihsel dönemeçlerde, toplumsal kırılma dönemlerinde, büyük dönüşümlerin merkezinde yer alan direnmelerin yeri ve mesajı farklıdır. Maraton savaşı gibi batı ve doğu sınırını çizen, Kerbela gibi bir ümmeti farklılaştıran, Stalingrad gibi karanlık Nazi rejimine son verecek kapıları açan direnmeler bu özellikleriyle, tarihte soyutlanabilir örnekler olarak yer alırlar. Yani gelecek kuşaklara taşınabilir örnekler haline gelebilirler. Kızıldere direnişi işte böylesi bir direniştir.

Kızıldere direnişi, ortak ülkemizin önemli bir kırılma noktasında, içine kapalı olmaktan dünyaya açılma noktasının ilişki ve çelişkilerinde, öncesi ve sonrası diye tanımlanabilecek toplumsal olaylar sürecinin merkezinde yer almıştır. Bununla da özgün bir tarihi statüye kavuşmuştur.

Kızıldere’nin tarihte algılanması gereken yeri, tek başına bir direnme hareketi olması değildir. Vuku bulduğu tarihi kesitin önemiyle birlikte bir direnme hareketi olması onu ülkemiz tarihi geleneğindeki yerini belirlemiştir. Her geçen dönemde artan önemi buradan gelir.

“Kızıldere bir direnme destanıdır” derken, slogancılığa düşmemek için bu uzun anlatımı yapmak istedim. Olay tek başına derinme değil tarihteki yeri ve geleceğe taşınabilir özellikleriyle anlamlıdır demek istedim.

Buradan, Kızıldere algısının bir başka boyutuna geçebiliriz.

Dünyanın neresine giderseniz gidin, ister ülke düzeyinde isterseniz şehir ya da siyasal örgüt düzeyinde her insan topluluğunun kendine ait bir değer yargısı ve bunu oluşturan figürler, olaylar, iyi ya da kötü bilinçaltında yer edinmiş anıları vardır. Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin o yapının, ülkenin, şehrin ya da etkinliğin ana yönelimlerini belirleyen izlerle karşılaşırsınız.

Bir Filistinli direnirken yakın, uzak direnme tarihini bilince çıkartır. Endülüs’ün (İspanya) Tarık bin Ziyad tarafından fethinden, Filistin’deki Cenin kampı direnişine kadar uzanan bir yelpazeden yararlanır. Bu yelpazenin zengin verilerinden bilince çıkarttığıyla taşını atar, silahını sıkar, direnişini yükseltir. Evrensel örneklerden de yararlanır, ancak öncelikle kendine ait olandan yola çıkar. Orijinal olma esprisidir bu.

En sağcı Fransız’ın bile, Fransız devrimini sahiplenir, Bastil kalesinin devrimci bir kalkışmayla yıkılışını her 14 Temmuzda coşkuyla kutlar; kendine ait, kendi değerlerinden, yaşanmış ve iz bırakmış özverilerinden oluşan geçmişi soyutlayıp bu güne getirir ve bununla yolunu aydınlatır.

Her deney ve örnekten yararlanır, ama öncelikle kendine ait olandan başlar, ayakları orada yere basar, yola çıkar, yerelin evrensele uzanmasının anlamı da budur.

Şu an size birileri Nil nehri taştı derse ilgilenirsiniz ama asi nehri taştı derse salonu bir an önce terk ederek durumu gözünüzle görmek istersiniz. Bu davranışınız çok doğal bir reflekstir ve haklıdır; orijinal olmak budur, kendine ait olan değerlerle ilişkili olmaktır. Bu, yerele mahkum olmak değil, evrensele uzanmak için yerelin dinamiğiyle yola çıkmaktır.

Ülkemiz devrimci hareketinin tarihi kaosların, yetmezliklerin, sakatlıkların tarihidir. Milliyetçilik belası bunların başındadır. En komünisti, en sosyalisti ve solcusunun bilinçaltında bir milliyetçilik virüsü dolaşır. Ejderha olsan kar etmez, farklıysan, ayrı bir varlıksan yapacağın tercihler birbirine benzer ya yok olacaksın ya da egemen içinde kendini eriteceksin. Bu dayatılır. Aksi takdirde farklılığın başına çok iş açar.

Bununla da kalınmaz, ülkemiz solu marjinal hallerine, musalla taşında olmasına bakmadan bölünüp durur, amip gibidir. Her on yılda bir, her örgütten 7 batın örgüt çıkar durur. Herkes haklıdır ve herkes devrime 5 kala halini yaşar. Bu sürükleniş içinde ayakaltımız o kadar boşalır ki çevremizde komutanlardan oluşmuş bir orduyla yüz yüze geliriz. Var artık bunlara asker bul…

Bütün bu hengamede orijinal hiçbir şey yoktur. Teori savaşları gerçekte ithal teorilerin savaşlarından ibarettir. Bu topraklara ayakları basmayan, evrensel değerleri yerel değerlerle kaynaştıramayan söylemler müthiş bir teorik performansla yazınsal hale getirilir ve ilgisiz insanlara, uğruna dövüşecekleri bir tez olarak sunulur. Alan memnun, satan memnun. Ama ne alan ne de satan yerli değildir. Batının marjinal düşün ürünleri, son kullanma tarihi yüz yıl öncesine ait tezleri ısıtılıp önümüze koyulur.

Ne gelecek algısı ne de geçmişi yerele bağlama kaygısı olmadan, her tarihi kesitte bir boy daha kısalarak musalla taşında imam fatihası beklenir.

Orijinal ölünür ancak hiçbir kesitte orijinal olunmaz. Kendin değil başkası olarak yaşarsın ama kendin ölürsün. Sol bu halde dünden bu güne geldi. Kendine ait değerlerle yaşamadı, hedef kitlesinden böylece koptu. Yaratılmış değerlerini algılama güçlüğü çekti, bunu da önemsizleştirdi. Kızıldere direnişi bu hengamede anlamını, tarihsel algılarda alması gereken yeri kaybetti. Her hangi bir başkası gibi algılandı. Anılırken de boşluk doldurma gibi tampon görevine koşuldu. Oysa Kızıldere direnişi bu değildi.

Kızıldere direnişi tarihten geleceğe taşınabilir verileriyle orijinal, bize ait olan üzerinde haklı davalarımızın direnişini yükseltebileceğimiz en önemli değerlerimizden biriydi. Sıradan değildi aynılar içinde herhangi biri hiç değildi. Bu da ikinci belirlememdir; kızıldere bize ait bizden olan ve bize eşlik edebilecek en yakın emeğimiz, değerimizdi.

Buradan tüm devrimci güçlere sesleniyorum, artık orijinal olunuz.

Çevremizdeki siyasal özgünlüklere göz atın neler oluyor. En ilkel söylemlerle bile olsa orijinal olanlar kitleleri güçlüce arkalarından sürüklemekte zorlanmıyorlar. Kendi yerel derinliklerinden çıkarıp ortaya attıkları söylemlerle geçici de olsa başarı kazanıyorlar. Yanlışta olsa kendileri yaşıyor kendileri iflas ediyorlar. Devrimci hareket bunun ayrımında bile değildir.

Bu kısırlığı aşmamız gerek. Kendi değerlerimize öncelikle sarılarak, tarihimizin yarına taşınabilecek önemli soyutlamalarını bilince çıkararak halkımızın önüne uğruna dövüşebileceği, kedine ait önermelerimizi koymalıyız. Bize ait olan değerlere öncelikle sahip çıkıp bunlara evrensel değerleri ekleyerek yürüyelim diyorum.

Bize ait olan, bizim tarihimizin evrensel değerlerini taşıyan vakıalara sarılabilen ve oradan çıkış yapabilen bir bilinç algısı yerleştirmeliyiz. Bunun için gerçek olmalıyız. Gerçek olmak demek öncelikle yerli olmak, ayakları yere basmak, kendi değer manzumesini bilince çıkartmak demektir.

Bu noktada benim Arap halkının kimlik haklarını savunmam, ortak ülkemizin genel demokrasi mücadelesine bu değer de katılmalıdır dememin anlam buradadır. Bu noktada Fırat’ın ötesi, berisiyle, Toroslar’ın Güneyi kuzeyiyle buluşur. İstanbul’u Diyarbakır’a Antakya’ya Adana’ya bağlamanın yolu da buradan geçer.

Bu yolla, ülkenin barışçıl, gönüllü birliği, milliyetçi algıların bölücülüğüne karşı direnebilir. Kızıldere vakıasının gerçeği de budur; farklılıkların birliği olarak, yerel bir tarih gerçekliğimiz olarak, kendimize ait tarih algıların merkezinde oluşmuş bir bilinç olarak anlamı budur. Kürdü, Türkü, Laz’ı, Alevi’si, Sünni’si orda omuz omuza böylesi bir değer yaratmıştır. Yunanların Marton’u ne ise, Filistinlinin Cenin kampı direnişi ne ise bizimde direnişimizin Kızılderesi odur.

Kızıldere, bize ait olan, ayaklarımızı yere bastıracak olandır. Evrenseli yaşantımıza oturturken ihtiyaç duyduğumuz denetim etkinliğini sağlayacak olan da budur. Kızıldere direnişi orijinalitemizindir. Tarihi bilinçaltımızın figürüdür. Gelecek kuşaklara ileteceğimiz mesaj, halkımıza uğruna savaşacakları bir siyasal yönelim sunumuzun gerçekçi verisidir.

Mahir çayan ve arkadaşlarının yarattığı Kızıldere destanının anlamı, tarihten gelip geleceğe uzanan gücü de buradadır.

Değerli arkadaşlar,

Üç kuşaktır demokrasi mücadelesinin engebeli ve sarp yollarında, işkencelerden zindanlara, sürgünlerden, mültecilik koşullarına kadar çekmediğimiz hiçbir çile kalmamıştır.

Aranızda bunun canlı bir örneği de bulanmaktadır. Devrimci hareketin “Muhtar”ı olarak adlandırmak istediğim Sayın İbrahim Çenet’in bu üç kuşağın her aşamasında ödediği bedellerle aramızdaki varlığı, canlı bir tanık olarak tarihten bu güne uzanan orijinal bir bilincin aramızda olması demektir.

Kızıldere anısı için gösterdiği kararlı tutumuna teşekkür ediyor, Roma’nın kadim şehri Antakya’ya hoş geldin diyorum. Kızıldere için anlatmak istediğim verilerin gerçek temsilcilerinden biri olarak bu toplantıya katacağı çok şey olduğuna inanıyorum. Yerelin anlamını ve önemini o da sizinle paylaşarak, bu bilincin kökleşmesine katkı yapacaktır. Kendi deneyleriyle bu süreci aktaracaktır.

Değerli arkadaşlar,

Bu gün üç kuşak bir aradayız. Kızıldere direnişi, öncelikle bu kuşaklara aittir. Aradaki halkalar kopmamıştır, ilkinden sonuncusuna taşınan ve gelecek kuşaklara bu yolla aktarılacak olan verilere sahiptir. Burada kaç kişi olduğumuza bakmayın, orijinal olan her değer, bu topraklar üzerinde yaşayan herkese aittir. Bunu temsil etmek sayısal bir veri olarak algılanamaz, bu bir sorumluluktur. Toplumsal kırılma anında yönetemeyeceğimiz kadar geniş kitlelerle yüz yüze kaldığımızda bunu daha iyi anlarız. Buna hazır olmak, bunu bilince çıkartma gerekliliği önümüzde duran en önemli yükümlülüktür. Kızıldere direnişi bu yükümlülükte anlamlı bir sembol olarak, halkın uğruna dövüşebileceği haklı davaları temsi eder.

Onlar’ın şehit oluşuna bizim verebileceğimiz tek gerçekçi karşılık da budan ibarettir.

Hiç yorum yok: