11 Mart 2011 Cuma
CHP’NİN UMUDU KİM?
Mihrac Ural
11 Mart 2011
İktidar da Muhalefet de, yaklaşan seçimlerin bir aracı olarak, bir biçimde darbeleri ve darbecileri kullanma çabasındadır; gazetecilere, aydınlara yöneltilen kovuşturmalar ve akıl almaz ithamlarla Ergenekon çetesinin birer militanı olarak tutuklamak ne ise Ergenekon sanıklarını seçimlerde milletvekilliğine aday göstermekte odur.
Halkımız, yanlışlar içinde olan bu yaklaşımlardan umut bekleyenlere, bu seçimlerde gereken cevabı verecektir.
Diğer yandan, iktidar da muhalefet de yaklaşan seçimlerde Kürt halkını en önemli potansiyel güç olarak görmektedir. Bu güne gelirken “demokratik açılım” çabalarının iflası ne ise, ulusalcı akılla Kürt halkından sonuç alacağını sanmakta odur.
Halkımız bu anlayışlara da prim vermeyecektir.
Demokrasiyi içine sindirememiş, hiçbir gerekçe ileri sürmeden özgürlükleri derinliğine ve genişliğine ikame etmeye gönül vermemiş olanlar bu seçimlerde halkın desteğini alamayacaktır.
Bu seçimlerin kaderini Kürt halkının demokratik haklarına karşı gösterilen tutumlar belirleyecektir. Bu yanıyla Kürt halkı hepimiz adına mücadele eden bir dayanaktır. Sosyal demokrasi iddiasında olan CHP’nin de en gerçekçi dayanağı Kürt halkıdır. CHP tek ulusçu algılarıyla bu gerçeklerdin çok uzağındadır. Bu seçimler bu yanıyla da siyasal sahnenin tüm figürlerini sınayacaktır.
***
“Türkiye’nin Umudu Kürtler” başlıklı yazımda, gerekçeleriyle bunu ortaya koydum. Bölgemizde gelişen halk hareketlerinin dikkatlice izlenmesi gerektiği, en ölü görüldükleri bir halde olmalarına karşın, birden ayağa kalkıp en zalim ve en kapsamlı kuşatmalarıyla ayakta durduğu sanılan diktatörlükleri yıkabileceğini gösterdiğine işaret ettim.
Bölge gelişmelerini adım adım, gün gün izleyerek yaptığım yorumlar 30 makaleyi geçti. Bütün bu yazım sürecinde anlatmaya çalıştığım, öncelikli amacım ülkem oldu. (Bkz. Mihrac Ural,“TÜRKİYENİN UMUDU KÜRT HALKIDIR” http://mirural.blogspot.com/ )
Türkiye’nin yüz yıllık tek ulusçu yapısıyla bu güne gelen düzeninin, 21. Yy düzeni olamayacağı, bunun toplumun her türden varlığını heder etmeye devam edeceğine işaret ettim. Bu nedenle kaçınılmaz olan bir kırılmayla yüz yüze kalacağımızı söyledim. Bu gerçeği her siyasal eğilimden insanda dile getirmektedir. Kimse kehanet yapmıyor, sistem uzun süreler kendini yenilemede tıkana tıkana öyle bir yere geliyor ki artık hiçbir reform girişiminin yamaları dikiş tutmuyor. Anayasa reformu değil, yeni ve demokratik bir anayasa, kısmi yargı reformu değil açık ve net bir yargı devrimine ihtiyaç bulunuyor. Bunu yaşamın her alanında süren tıkanmalarla ilgili derinliğine ve genişliğine özgürlük ve demokrasi talebiyle ifade etmek gerek.
SEÇİM ARACI OLARAK DARBE VE DARBECİLER
Bu sürecin her kesitinde darbeleri alternatif diye önümüze koyanların ağır bir yanılgı içinde oldukları görülmüştür. 27 Mayıs 1960 askeri darbesini “ordu millet el ele” diye alkışlayanlardan, 12 Mart 1971 darbesini “Ordu kılıcını indirdi” diye şaşıranlara, 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesine çanak tutanlara ve sonraki darbe girişimlerinden yana olan, Ergenekon çeteleri arasında yer alan, kendini ilerici, solcu ilan edenlere kadar tümünün ortaya koydukları tek bir gerçek olmuştur. O da ülkemizi hızla gericiliğin, yeni türden diktatörlüklerin kucağına atmaktan ibaret olmuştur. Bu gün tanık olduğumuz sivil diktatörlük eğilimleri bu sürecin rahminden doğmuştur, gökten zembille gelmemiştir.
CHP bu tarihi süreçte en çok kirlenen partidir. Darbelerin ucuza verdiği iktidarların partisidir. İnsan hakları ihlallerinin, devrimci kanının, haksız idamların üzerinde tayinle iktidar olmuştur. Halkın bu tarih içinde bir kez olsun teveccüh ederek CHP’yi iktidara taşıdığı olmamıştır. Bu halkın her zaman kendi çıkarları için doğru tercihler yapmayabileceği gerçeğine rağmen öyledir.
CHP darbeden ve darbecilerden, iç dünyasının engellenmez tutkularıyla medet ummuştur. “Cumhuriyeti kuran parti”, “ordunun sahibi” sanısıyla, İttihatçı, Teşkilat-ı Mahsusa’nın genetik algıları CHP’de tas tamam bir darbecilik olarak peydahlanmıştır.
Ergenekon soruşturmaları artık bir siyasi dava haline dönüşmesi dolayısıyla, iktidarın muhalefete ve halka yönelik sivil diktatörlüğünün maşası haline gelmiş müflis bir davaya dönüşmüştür. Adalet iktidarların elinde oyuncağa dönüştükçe, yargı kirlenmiş demektir. İktidarların, halkın yararına sonuçları olacak böylesi tarihi bir hesaplaşmayı basit oy çıkarı için, kendi eliyle sulandırarak muhalif olan her şeye bir kulp haline dönüştürmesi, bu davanın iflası anlamına gelir. Gazetecilere, düşünce insanlarına yapılan son saldırılar ise Ergenekon davasının, bir adli süreç değil, siyasi düello arenasından başka bir şey olmadığını göstermiştir.
Ergenekoncu güçlerin tüm tayflarına, darbeci mantığın her boy ve soydan varlığına, devleti kutsayan ve halka karşı bir baskı gücü, bir faili meçhul tetikçisi, işkence ve zindana dönüştüren asker sivil tüm güçlere karşı yaşamsal bir mücadelesi olan bu satırların yazarı, bu güne kadar çektiği sürgün azabı bir yana, insanlık adına da şiddetle karşıdır. Ortak ülkemizin sorunlarının tümünde, Ergenekoncu mantığın ağır cürümleri bulunduğuna da inanır. Ancak bunu, bir siyasi koz olarak, kime karşı olursa olsun kullanmaya bir o kadar şiddetle karşı çıkar. İktidarın bu kirli oyunu artık halk tarafından da açıkça görülmektedir.
Halkımızın açıkça gördüğü bir başka gerçek de CHP’nin hala bu akıldan medet umduğudur. Süheyl Batum’un, Şubat ayı başlarında dile getirdiği “ordu kağıttan kaplanmış” söylemi CHP adına iç dünyasından gelen bir sesti. “Dil sürçmesi” diye geçiştirilmeye çalışıldı. Ancak gerçekler örtülemiyor. İktidarın gazetecilere yaptığı son baskın ve tutuklamaların ardından, Ergenekon sanıklarından kimi gazetecileri CHP’den Milletvekilliğine adayı olarak gösterebilecekleri açıklamasıyla geçersiz olduğu görülmüştür. CHP’nin iktidar algısı halka ve sorunlarına inmekten çok, tutkuyla esiri olduğu darbecilerden umutlu olduğunu yansıtıyor. 21. Yüzyılda böylesi bir sosyal demokrat anlayış olamaz, olsa bile etkin olamaz.
Bu gün siyasal sahnede sergilenen oyun bir yeniden paylaşım çabasıdır. Bunun için iktidar da muhalefet de her yolu denemekten çekinmemektedir. Bunun için Ergenekon, darbe ve darbecilik her iki tarafın elinde bir siyasi araç haline gelmiştir.
Bu tabloda da görmekteyiz ki, bu ülkenin tüm iktidarları ve muhalefetleri bir biçimde darbelerden, darbecilerden, derin devletten yararlanma üzerine kurgulanmış yanlarıyla siyaset arenasında yerlerini alıyor. Bunun acılarını ise halklarımız ve onlar için her şeylerini sunan devrimciler çekiyor.
Ancak bu araç kullananı yakacak bir araçtır. Kim hangi amaçla kullanırsa kullansın bunun ağır bedelini ödeyecektir. İktidar da muhalefet de buna hazır olsun.
Oysa bu kirli araç yerine, özgürlük ve demokrasi paydasında, haklı taleplerin karşılanması zemininde Kürt halkı umut değil midir? Makalemizin konusu da budur.
CHP ve KÜRTLER
Kimilerine göre aşırı Kürt taraftarlığı yaptığımız izlenimi olabilir. Haklılar.
Başka bir özgürlük ve demokrasi gücü olsun da biz onun da aşırı taraftarları olalım, diyeceğim. Kürt halkının ülkemiz halkları adına ortaya koyduğu mücadele, ülke siyasal tarihinin en önemli demokrasi mücadelesi olduğu açıktır. Bu mücadeleye destek babından bile ülkemiz solunun ciddiye alınacak bir katkısı yoktur. Böylesi bir mücadele, bu günümüzü ve geleceğe ilişkin kanaatlerimizi temsil ediyorsa, farklılıklarımıza rağmen bu sürece omuz vermekle yükümlüyüz.
Siyaset gündeminin temel konusu Kürtler oldukça da biz Kürtleri ve siyasetteki rollerini yazmakla yükümlüyüz. Bu, kendi halkımız için ve siyasal ideallerimiz için de bir yükümlülüktür.
Kürt halkının süren mücadelesi, bölge gelişmelerinin ülkemize yansıyacak etkilerinde de önemli rollere sahiptir. Diktatörlükleri yıkan bölge halklarının rüzgarlarını yelkenine dolduracak hazırlıkta olan tek örgütlü güç Kürt halkının gücüdür. Bu gücün bu günkü siyasal kombinezonlarda da en etkin güç olması bunu göstermeye yeterlidir.
Bu nedenle iktidarların ve muhalefetlerin hedef kitlesini Kürtler oluşturmaktadır. İktidarın sonuçta göstermelik olduğu anlaşılan “demokratik açılım”ı, Kürt halkını oy deposu olarak gören algıları iflas ettikçe, muhalefetin olası boşlukları doldurmak üzere kolları sıvadığı gözlenmektedir. Ülkemizde siyasal mücadelenin ana ekseni olan Kürt halkı, doğal ve haklı olarak bu süreci en iyi şekilde değerlendirme yükümlülüğünde olacaktır.
Ana muhalefet partisi CHP, bu alanda en ilgili kesim olarak belirmiş bulunuyor. Geç kalmış, hala netleşmemiş, hayır hah tutumlarla, İttihatçı mahalle baskısı altında tek boyutlu milliyetçiliği aşmamış duruşlarla, Kürt halkından oy alma çabasındadır. CHP’nin buna şiddetle ihtiyacı da bulunmaktadır. Kürdistan’da, tamamen silinmiş olan CHP’nin, bu kompleksi aşmak için yeterli bir çaba içinde olmadığı da açıktır.
CHP Kürtlere muhtaçtır.
CHP’nin umudu darbeler ya da darbeciler değildir. Bunlar CHP’yi mezara gömen tarihsel figürlerdir. CHP’nin gerçekçi umudu yalnızca Kürt halkıdır.
CHP’yi sosyal demokrat bir parti olarak tanımlayabilmek içinde de bu zorunlu bir duraktır. CHP’nin aklıselim sosyal demokratları bu gerçeğin bilincindedir.
Böylesine açık ve kabaca tanımlanmasa da, önümüzdeki süreçte AKP’ye karşı bir duruş sergileme amacı taşıyan her sosyal demokrat hareketin yolu Kürt halkından geçer.
Bu nedenle, bunu kerhen yapmak, örtülü yapmak, mahalle baskısının milliyetçi etkileri altında farklı görünmek için çırpınmanın hiçbir yararı yoktur. Halkın böylesi ikircimli duruşlardan nefret ettiği bilinmelidir.
Ülkemiz sosyal demokratları adına, CHP’den başka bir etkin kitlesel siyasal güç olmadığı gerçeğinden hareketle denebilir ki, sosyal demokratlar hiçbir zaman halkla barışık olmadılar. Halka sürekli yalan söylediler ve halka acımasız davranmakta masum değiller. Buna eklenecek bir dizi unsur daha da bulunabilir, ülkede iç fetihlerin (Kürt halk ayaklanmalarını en kanlı şekilde bastırma girişimleri) ve dış fetihlerin (Hatay ilhakı, Kıbrıs işgali) bütünüyle sosyal demokratların eseridir. CHP kimi tarihi kesitlerde bunu bile oya dönüştürmek için halka üstten bakan bir elit davranışı sergilemekten çekinmemiştir.
Bu aklı her zaman “Osmanlı aklı” olarak tanımladım. “Cumhuriyetteki Osmanlı“ diye 20. Yy.’ın bizleri nelere sürüklediğini yazılarımda izaha etmeye çalıştım.
Bu denklem içinde CHP kendini tashih etmeye hiçbir zaman yaklaşmadı. Erdal İnönü, Murat Karayalçın dönemi SODEP bu tıkanmayı aşma çabası ise de ilk adımlarından itibaren baltalanmaya başlandı. CHP’nin İttihatçıları bayrak açtı. Derin devletin eli kirli tüm güçleri gerçek sosyal demokratları ölümle tehdit edecek girişimlerle gözdağı vermekten çekinmedi. Ergenekon bu aklın darbeci paşalarla, Doğu Perinçek türü ırkçılığa kadar uzanan ulusçularla, Marksist - nasyonal sosyalist Yalçın Küçük’lerle bir bütün olduğu görüldü.
CHP, Kılıçdaroğlu’yla bu süreci aşabilir mi? sorusu, bu günün en önemli sorusudur. Ancak, çıkmamış candan ümit kesilmez diyenlere, “cesette ruh olmaz” diyeceğim.
Kılıçdaroğlu CHP’sinin bu sürece nasıl baktığını kısaca özetlersek bu umutsuzluğumu anlamak güç değildir.
CHP gibi köklü ve statülerine bağlı bir partinin başkanlığına gelmek kolay bir şey değil.
Büyük ve sarsıcı bir karambol ortamı olmaksınız Kılıçdaroğlu böylesi bir yere hiçbir zaman gelemezdi. Özellikle son İttihatçıların can çekişirken gösterecekleri sert tutumların ortamında bu mümkün değildi. Ancak CHP’nin Teşkilat-ı Mahsusa izinde yürüyen derin akılları Baykal’ı tasfiye ederken dengelerin sonuna kadar kendi lehlerine oluşmayabileceklerinin farkında değillerdi; tarihin her döneminde de öyle olmuştur iki güç çatışırken, zayıf üçüncü güç, ara aşama için ya da ortak bölen yönünde tercih edilir. Kılıçdaroğlu bunun sonucu CHP başkanlığına geldi.
Ancak Baykal’ın pusudaki konumlanışı, parti içindeki gücü, henüz kendi ekibini ve oturmamış algılarıyla yönelimlerini belirleyememiş Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorunu üzerine politikasında zikzaklar hakim olmuştur. Baykal’ın parti üzerine sıkıca palazlandırdığı milliyetçi çizgi, bu konuda ne öncesi ne de bu kesitte şahıs olarak bile, Kürt politikasını kafasında netleştirememiş Kılçdaroğlu’nu kraldan çok kralcı bir çizgiye yöneltmiştir.
İki dilli yaşam ve eğitimi yadsıyacak kadar ileri giden Türk milliyetçi tutumuyla Kılıçdaroğlu bir Kürt ve Alevi olarak, farklılıklar konusunda “Türkleşmiş Kürt tavrı”yla CHP bulamacının tipik tecellisi olmaya devam etmektedir. CHP’nin Osmanlıdan devraldığı İttihatçı, darbeci, tek ulusçu paradigmaları, yaklaşan seçimlerdeki yumuşamasına karşın umut verici olmaktan çok uzaktır.
Onur Öymen, 11 Kasım 2009’da basına yansıyan parlamentoda konuşmasında; “Dersim isyanı bastırıldığında kimse anaların gözyaşına bakmadı bunun için mücadele durdurulsun demedi” diyerek, derin CHP’nin Kürt politikasını özetlerken, Kılıçdaroğlu’nun gösterdiği hayır hah tutum hala akıllardadır.
Bu veriler halktan kopuk sosyal demokrasinin alamet-i farikası olmaya devam ettiğini göstermektedir.
CHP, bu tıkanmayı mutlaka aşacak bir çıkış yolu bulmak zorundadır. Seçimlere çok az zaman kaldı. Ne bir rapor ne de kimseyi inandırmayacak göstermelik açıklamalar. Medyatik hiçbir açıklama CHP ile Kürt halkı arasındaki uçurumları kapatamaz.
8 Kasım 2010 tarihli “CHP ve KÜRTLER” başlıklı makalemde, CHP’yi ve CHP’nin ülkemizde demokrasi ve özgürlüklerle ilgili göz önüne alması gerekenleri şöyle özetledim; “CHP ülkedeki sorunların çözümü için önemle ele alınması gereken bir siyasal birikimdir. CHP aşılarak bu ülkede ve verili sistemin içinde sorunları aşmanın mümkünü yoktur. Devrimci siyasal etkinliğin mevta halleri, CHP’nin siyasal rolünü daha da artıran bir nedendir. Bir ülkenin ana muhalefet gücü kabul edilebilir bir çözüm önerisine onay vermeden, temel sorunların barışçıl yollarla çözümü mümkün değildir.
CHP, hızla Kürt halkının talepleriyle ilgili olduğunu ilan etmeli ve bunu için önermelerini ortaya koymalıdır.
CHP, ortak ülkemizin tüm farklılıkları için kimlik hakları ve ortak yaşam içinde kendilerine özgü siyasal hakları üzerine açık ve net tutumlar ortaya koymalıdır.” (Mihrac Ural, “CHP ve KÜRTLER” makalesi, http://mirural.blogspot.com/ )
Bu önermeler bu gün için artık geride kalmıştır. Daha acil ve pratik adımlar gereklidir.
CHP bu seçimlerde, Kürdistan’da ayakları üzerine basmak istiyorsa, Kürt sorununu ne rapor yazmaya ne de uzun uzun araştırma yapmasına gerek yoktur. Tersine çok pratik, açık ve fili olarak Kürt özgürlük hareketiyle ilişkili tutumunu gözden geçirip, seçimler için ön koşulsuz olarak Kürt halkının temsilcileriyle seçim ittifakı için uygulanabilir adımlar atmalıdır.
Bu adımlar, Kürdistan’da Bağımsız Adayların desteklenmesi ve oyların bölünmesine yol açmadan CHP’nin de yararlanabileceği düzenlemeleri içermelidir. Bu ilişki ülke genelinde bir ilkeye dönüştürülebilirse, devrimci demokrat güçleri, aydınları, parlamentoda aktif mücadele edecek bağımsız sosyal demokratları da içermelidir.
CHP buna hazır mı?
Bu satırların yazarına göre, CHP deve kuşu siyasetini sürdürme ısrarındadır ve bu tıkanmayı aşamayacaktır. Her şeye rağmen CHP kendi ihtiyaçlarını bilmesine rağmen, statülerinin esiri olarak bir kez daha iktidardan uzak kalarak ülkeye katacağı her hangi bir değer olmayacaktır.
11 Mart 2011
İktidar da Muhalefet de, yaklaşan seçimlerin bir aracı olarak, bir biçimde darbeleri ve darbecileri kullanma çabasındadır; gazetecilere, aydınlara yöneltilen kovuşturmalar ve akıl almaz ithamlarla Ergenekon çetesinin birer militanı olarak tutuklamak ne ise Ergenekon sanıklarını seçimlerde milletvekilliğine aday göstermekte odur.
Halkımız, yanlışlar içinde olan bu yaklaşımlardan umut bekleyenlere, bu seçimlerde gereken cevabı verecektir.
Diğer yandan, iktidar da muhalefet de yaklaşan seçimlerde Kürt halkını en önemli potansiyel güç olarak görmektedir. Bu güne gelirken “demokratik açılım” çabalarının iflası ne ise, ulusalcı akılla Kürt halkından sonuç alacağını sanmakta odur.
Halkımız bu anlayışlara da prim vermeyecektir.
Demokrasiyi içine sindirememiş, hiçbir gerekçe ileri sürmeden özgürlükleri derinliğine ve genişliğine ikame etmeye gönül vermemiş olanlar bu seçimlerde halkın desteğini alamayacaktır.
Bu seçimlerin kaderini Kürt halkının demokratik haklarına karşı gösterilen tutumlar belirleyecektir. Bu yanıyla Kürt halkı hepimiz adına mücadele eden bir dayanaktır. Sosyal demokrasi iddiasında olan CHP’nin de en gerçekçi dayanağı Kürt halkıdır. CHP tek ulusçu algılarıyla bu gerçeklerdin çok uzağındadır. Bu seçimler bu yanıyla da siyasal sahnenin tüm figürlerini sınayacaktır.
***
“Türkiye’nin Umudu Kürtler” başlıklı yazımda, gerekçeleriyle bunu ortaya koydum. Bölgemizde gelişen halk hareketlerinin dikkatlice izlenmesi gerektiği, en ölü görüldükleri bir halde olmalarına karşın, birden ayağa kalkıp en zalim ve en kapsamlı kuşatmalarıyla ayakta durduğu sanılan diktatörlükleri yıkabileceğini gösterdiğine işaret ettim.
Bölge gelişmelerini adım adım, gün gün izleyerek yaptığım yorumlar 30 makaleyi geçti. Bütün bu yazım sürecinde anlatmaya çalıştığım, öncelikli amacım ülkem oldu. (Bkz. Mihrac Ural,“TÜRKİYENİN UMUDU KÜRT HALKIDIR” http://mirural.blogspot.com/ )
Türkiye’nin yüz yıllık tek ulusçu yapısıyla bu güne gelen düzeninin, 21. Yy düzeni olamayacağı, bunun toplumun her türden varlığını heder etmeye devam edeceğine işaret ettim. Bu nedenle kaçınılmaz olan bir kırılmayla yüz yüze kalacağımızı söyledim. Bu gerçeği her siyasal eğilimden insanda dile getirmektedir. Kimse kehanet yapmıyor, sistem uzun süreler kendini yenilemede tıkana tıkana öyle bir yere geliyor ki artık hiçbir reform girişiminin yamaları dikiş tutmuyor. Anayasa reformu değil, yeni ve demokratik bir anayasa, kısmi yargı reformu değil açık ve net bir yargı devrimine ihtiyaç bulunuyor. Bunu yaşamın her alanında süren tıkanmalarla ilgili derinliğine ve genişliğine özgürlük ve demokrasi talebiyle ifade etmek gerek.
SEÇİM ARACI OLARAK DARBE VE DARBECİLER
Bu sürecin her kesitinde darbeleri alternatif diye önümüze koyanların ağır bir yanılgı içinde oldukları görülmüştür. 27 Mayıs 1960 askeri darbesini “ordu millet el ele” diye alkışlayanlardan, 12 Mart 1971 darbesini “Ordu kılıcını indirdi” diye şaşıranlara, 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesine çanak tutanlara ve sonraki darbe girişimlerinden yana olan, Ergenekon çeteleri arasında yer alan, kendini ilerici, solcu ilan edenlere kadar tümünün ortaya koydukları tek bir gerçek olmuştur. O da ülkemizi hızla gericiliğin, yeni türden diktatörlüklerin kucağına atmaktan ibaret olmuştur. Bu gün tanık olduğumuz sivil diktatörlük eğilimleri bu sürecin rahminden doğmuştur, gökten zembille gelmemiştir.
CHP bu tarihi süreçte en çok kirlenen partidir. Darbelerin ucuza verdiği iktidarların partisidir. İnsan hakları ihlallerinin, devrimci kanının, haksız idamların üzerinde tayinle iktidar olmuştur. Halkın bu tarih içinde bir kez olsun teveccüh ederek CHP’yi iktidara taşıdığı olmamıştır. Bu halkın her zaman kendi çıkarları için doğru tercihler yapmayabileceği gerçeğine rağmen öyledir.
CHP darbeden ve darbecilerden, iç dünyasının engellenmez tutkularıyla medet ummuştur. “Cumhuriyeti kuran parti”, “ordunun sahibi” sanısıyla, İttihatçı, Teşkilat-ı Mahsusa’nın genetik algıları CHP’de tas tamam bir darbecilik olarak peydahlanmıştır.
Ergenekon soruşturmaları artık bir siyasi dava haline dönüşmesi dolayısıyla, iktidarın muhalefete ve halka yönelik sivil diktatörlüğünün maşası haline gelmiş müflis bir davaya dönüşmüştür. Adalet iktidarların elinde oyuncağa dönüştükçe, yargı kirlenmiş demektir. İktidarların, halkın yararına sonuçları olacak böylesi tarihi bir hesaplaşmayı basit oy çıkarı için, kendi eliyle sulandırarak muhalif olan her şeye bir kulp haline dönüştürmesi, bu davanın iflası anlamına gelir. Gazetecilere, düşünce insanlarına yapılan son saldırılar ise Ergenekon davasının, bir adli süreç değil, siyasi düello arenasından başka bir şey olmadığını göstermiştir.
Ergenekoncu güçlerin tüm tayflarına, darbeci mantığın her boy ve soydan varlığına, devleti kutsayan ve halka karşı bir baskı gücü, bir faili meçhul tetikçisi, işkence ve zindana dönüştüren asker sivil tüm güçlere karşı yaşamsal bir mücadelesi olan bu satırların yazarı, bu güne kadar çektiği sürgün azabı bir yana, insanlık adına da şiddetle karşıdır. Ortak ülkemizin sorunlarının tümünde, Ergenekoncu mantığın ağır cürümleri bulunduğuna da inanır. Ancak bunu, bir siyasi koz olarak, kime karşı olursa olsun kullanmaya bir o kadar şiddetle karşı çıkar. İktidarın bu kirli oyunu artık halk tarafından da açıkça görülmektedir.
Halkımızın açıkça gördüğü bir başka gerçek de CHP’nin hala bu akıldan medet umduğudur. Süheyl Batum’un, Şubat ayı başlarında dile getirdiği “ordu kağıttan kaplanmış” söylemi CHP adına iç dünyasından gelen bir sesti. “Dil sürçmesi” diye geçiştirilmeye çalışıldı. Ancak gerçekler örtülemiyor. İktidarın gazetecilere yaptığı son baskın ve tutuklamaların ardından, Ergenekon sanıklarından kimi gazetecileri CHP’den Milletvekilliğine adayı olarak gösterebilecekleri açıklamasıyla geçersiz olduğu görülmüştür. CHP’nin iktidar algısı halka ve sorunlarına inmekten çok, tutkuyla esiri olduğu darbecilerden umutlu olduğunu yansıtıyor. 21. Yüzyılda böylesi bir sosyal demokrat anlayış olamaz, olsa bile etkin olamaz.
Bu gün siyasal sahnede sergilenen oyun bir yeniden paylaşım çabasıdır. Bunun için iktidar da muhalefet de her yolu denemekten çekinmemektedir. Bunun için Ergenekon, darbe ve darbecilik her iki tarafın elinde bir siyasi araç haline gelmiştir.
Bu tabloda da görmekteyiz ki, bu ülkenin tüm iktidarları ve muhalefetleri bir biçimde darbelerden, darbecilerden, derin devletten yararlanma üzerine kurgulanmış yanlarıyla siyaset arenasında yerlerini alıyor. Bunun acılarını ise halklarımız ve onlar için her şeylerini sunan devrimciler çekiyor.
Ancak bu araç kullananı yakacak bir araçtır. Kim hangi amaçla kullanırsa kullansın bunun ağır bedelini ödeyecektir. İktidar da muhalefet de buna hazır olsun.
Oysa bu kirli araç yerine, özgürlük ve demokrasi paydasında, haklı taleplerin karşılanması zemininde Kürt halkı umut değil midir? Makalemizin konusu da budur.
CHP ve KÜRTLER
Kimilerine göre aşırı Kürt taraftarlığı yaptığımız izlenimi olabilir. Haklılar.
Başka bir özgürlük ve demokrasi gücü olsun da biz onun da aşırı taraftarları olalım, diyeceğim. Kürt halkının ülkemiz halkları adına ortaya koyduğu mücadele, ülke siyasal tarihinin en önemli demokrasi mücadelesi olduğu açıktır. Bu mücadeleye destek babından bile ülkemiz solunun ciddiye alınacak bir katkısı yoktur. Böylesi bir mücadele, bu günümüzü ve geleceğe ilişkin kanaatlerimizi temsil ediyorsa, farklılıklarımıza rağmen bu sürece omuz vermekle yükümlüyüz.
Siyaset gündeminin temel konusu Kürtler oldukça da biz Kürtleri ve siyasetteki rollerini yazmakla yükümlüyüz. Bu, kendi halkımız için ve siyasal ideallerimiz için de bir yükümlülüktür.
Kürt halkının süren mücadelesi, bölge gelişmelerinin ülkemize yansıyacak etkilerinde de önemli rollere sahiptir. Diktatörlükleri yıkan bölge halklarının rüzgarlarını yelkenine dolduracak hazırlıkta olan tek örgütlü güç Kürt halkının gücüdür. Bu gücün bu günkü siyasal kombinezonlarda da en etkin güç olması bunu göstermeye yeterlidir.
Bu nedenle iktidarların ve muhalefetlerin hedef kitlesini Kürtler oluşturmaktadır. İktidarın sonuçta göstermelik olduğu anlaşılan “demokratik açılım”ı, Kürt halkını oy deposu olarak gören algıları iflas ettikçe, muhalefetin olası boşlukları doldurmak üzere kolları sıvadığı gözlenmektedir. Ülkemizde siyasal mücadelenin ana ekseni olan Kürt halkı, doğal ve haklı olarak bu süreci en iyi şekilde değerlendirme yükümlülüğünde olacaktır.
Ana muhalefet partisi CHP, bu alanda en ilgili kesim olarak belirmiş bulunuyor. Geç kalmış, hala netleşmemiş, hayır hah tutumlarla, İttihatçı mahalle baskısı altında tek boyutlu milliyetçiliği aşmamış duruşlarla, Kürt halkından oy alma çabasındadır. CHP’nin buna şiddetle ihtiyacı da bulunmaktadır. Kürdistan’da, tamamen silinmiş olan CHP’nin, bu kompleksi aşmak için yeterli bir çaba içinde olmadığı da açıktır.
CHP Kürtlere muhtaçtır.
CHP’nin umudu darbeler ya da darbeciler değildir. Bunlar CHP’yi mezara gömen tarihsel figürlerdir. CHP’nin gerçekçi umudu yalnızca Kürt halkıdır.
CHP’yi sosyal demokrat bir parti olarak tanımlayabilmek içinde de bu zorunlu bir duraktır. CHP’nin aklıselim sosyal demokratları bu gerçeğin bilincindedir.
Böylesine açık ve kabaca tanımlanmasa da, önümüzdeki süreçte AKP’ye karşı bir duruş sergileme amacı taşıyan her sosyal demokrat hareketin yolu Kürt halkından geçer.
Bu nedenle, bunu kerhen yapmak, örtülü yapmak, mahalle baskısının milliyetçi etkileri altında farklı görünmek için çırpınmanın hiçbir yararı yoktur. Halkın böylesi ikircimli duruşlardan nefret ettiği bilinmelidir.
Ülkemiz sosyal demokratları adına, CHP’den başka bir etkin kitlesel siyasal güç olmadığı gerçeğinden hareketle denebilir ki, sosyal demokratlar hiçbir zaman halkla barışık olmadılar. Halka sürekli yalan söylediler ve halka acımasız davranmakta masum değiller. Buna eklenecek bir dizi unsur daha da bulunabilir, ülkede iç fetihlerin (Kürt halk ayaklanmalarını en kanlı şekilde bastırma girişimleri) ve dış fetihlerin (Hatay ilhakı, Kıbrıs işgali) bütünüyle sosyal demokratların eseridir. CHP kimi tarihi kesitlerde bunu bile oya dönüştürmek için halka üstten bakan bir elit davranışı sergilemekten çekinmemiştir.
Bu aklı her zaman “Osmanlı aklı” olarak tanımladım. “Cumhuriyetteki Osmanlı“ diye 20. Yy.’ın bizleri nelere sürüklediğini yazılarımda izaha etmeye çalıştım.
Bu denklem içinde CHP kendini tashih etmeye hiçbir zaman yaklaşmadı. Erdal İnönü, Murat Karayalçın dönemi SODEP bu tıkanmayı aşma çabası ise de ilk adımlarından itibaren baltalanmaya başlandı. CHP’nin İttihatçıları bayrak açtı. Derin devletin eli kirli tüm güçleri gerçek sosyal demokratları ölümle tehdit edecek girişimlerle gözdağı vermekten çekinmedi. Ergenekon bu aklın darbeci paşalarla, Doğu Perinçek türü ırkçılığa kadar uzanan ulusçularla, Marksist - nasyonal sosyalist Yalçın Küçük’lerle bir bütün olduğu görüldü.
CHP, Kılıçdaroğlu’yla bu süreci aşabilir mi? sorusu, bu günün en önemli sorusudur. Ancak, çıkmamış candan ümit kesilmez diyenlere, “cesette ruh olmaz” diyeceğim.
Kılıçdaroğlu CHP’sinin bu sürece nasıl baktığını kısaca özetlersek bu umutsuzluğumu anlamak güç değildir.
CHP gibi köklü ve statülerine bağlı bir partinin başkanlığına gelmek kolay bir şey değil.
Büyük ve sarsıcı bir karambol ortamı olmaksınız Kılıçdaroğlu böylesi bir yere hiçbir zaman gelemezdi. Özellikle son İttihatçıların can çekişirken gösterecekleri sert tutumların ortamında bu mümkün değildi. Ancak CHP’nin Teşkilat-ı Mahsusa izinde yürüyen derin akılları Baykal’ı tasfiye ederken dengelerin sonuna kadar kendi lehlerine oluşmayabileceklerinin farkında değillerdi; tarihin her döneminde de öyle olmuştur iki güç çatışırken, zayıf üçüncü güç, ara aşama için ya da ortak bölen yönünde tercih edilir. Kılıçdaroğlu bunun sonucu CHP başkanlığına geldi.
Ancak Baykal’ın pusudaki konumlanışı, parti içindeki gücü, henüz kendi ekibini ve oturmamış algılarıyla yönelimlerini belirleyememiş Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorunu üzerine politikasında zikzaklar hakim olmuştur. Baykal’ın parti üzerine sıkıca palazlandırdığı milliyetçi çizgi, bu konuda ne öncesi ne de bu kesitte şahıs olarak bile, Kürt politikasını kafasında netleştirememiş Kılçdaroğlu’nu kraldan çok kralcı bir çizgiye yöneltmiştir.
İki dilli yaşam ve eğitimi yadsıyacak kadar ileri giden Türk milliyetçi tutumuyla Kılıçdaroğlu bir Kürt ve Alevi olarak, farklılıklar konusunda “Türkleşmiş Kürt tavrı”yla CHP bulamacının tipik tecellisi olmaya devam etmektedir. CHP’nin Osmanlıdan devraldığı İttihatçı, darbeci, tek ulusçu paradigmaları, yaklaşan seçimlerdeki yumuşamasına karşın umut verici olmaktan çok uzaktır.
Onur Öymen, 11 Kasım 2009’da basına yansıyan parlamentoda konuşmasında; “Dersim isyanı bastırıldığında kimse anaların gözyaşına bakmadı bunun için mücadele durdurulsun demedi” diyerek, derin CHP’nin Kürt politikasını özetlerken, Kılıçdaroğlu’nun gösterdiği hayır hah tutum hala akıllardadır.
Bu veriler halktan kopuk sosyal demokrasinin alamet-i farikası olmaya devam ettiğini göstermektedir.
CHP, bu tıkanmayı mutlaka aşacak bir çıkış yolu bulmak zorundadır. Seçimlere çok az zaman kaldı. Ne bir rapor ne de kimseyi inandırmayacak göstermelik açıklamalar. Medyatik hiçbir açıklama CHP ile Kürt halkı arasındaki uçurumları kapatamaz.
8 Kasım 2010 tarihli “CHP ve KÜRTLER” başlıklı makalemde, CHP’yi ve CHP’nin ülkemizde demokrasi ve özgürlüklerle ilgili göz önüne alması gerekenleri şöyle özetledim; “CHP ülkedeki sorunların çözümü için önemle ele alınması gereken bir siyasal birikimdir. CHP aşılarak bu ülkede ve verili sistemin içinde sorunları aşmanın mümkünü yoktur. Devrimci siyasal etkinliğin mevta halleri, CHP’nin siyasal rolünü daha da artıran bir nedendir. Bir ülkenin ana muhalefet gücü kabul edilebilir bir çözüm önerisine onay vermeden, temel sorunların barışçıl yollarla çözümü mümkün değildir.
CHP, hızla Kürt halkının talepleriyle ilgili olduğunu ilan etmeli ve bunu için önermelerini ortaya koymalıdır.
CHP, ortak ülkemizin tüm farklılıkları için kimlik hakları ve ortak yaşam içinde kendilerine özgü siyasal hakları üzerine açık ve net tutumlar ortaya koymalıdır.” (Mihrac Ural, “CHP ve KÜRTLER” makalesi, http://mirural.blogspot.com/ )
Bu önermeler bu gün için artık geride kalmıştır. Daha acil ve pratik adımlar gereklidir.
CHP bu seçimlerde, Kürdistan’da ayakları üzerine basmak istiyorsa, Kürt sorununu ne rapor yazmaya ne de uzun uzun araştırma yapmasına gerek yoktur. Tersine çok pratik, açık ve fili olarak Kürt özgürlük hareketiyle ilişkili tutumunu gözden geçirip, seçimler için ön koşulsuz olarak Kürt halkının temsilcileriyle seçim ittifakı için uygulanabilir adımlar atmalıdır.
Bu adımlar, Kürdistan’da Bağımsız Adayların desteklenmesi ve oyların bölünmesine yol açmadan CHP’nin de yararlanabileceği düzenlemeleri içermelidir. Bu ilişki ülke genelinde bir ilkeye dönüştürülebilirse, devrimci demokrat güçleri, aydınları, parlamentoda aktif mücadele edecek bağımsız sosyal demokratları da içermelidir.
CHP buna hazır mı?
Bu satırların yazarına göre, CHP deve kuşu siyasetini sürdürme ısrarındadır ve bu tıkanmayı aşamayacaktır. Her şeye rağmen CHP kendi ihtiyaçlarını bilmesine rağmen, statülerinin esiri olarak bir kez daha iktidardan uzak kalarak ülkeye katacağı her hangi bir değer olmayacaktır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder