2 Ocak 2012 Pazartesi
SURİYE’DE ONURLU MUHALEFET
Fatih Camus, muhalif Suriye komünist Emek Partisi liderlerinden ve örgüt amblemi
Mihrac Ural – 2 Ocak 2012 Pazartesi.
Dün güce uzun zamandır görmediğim kadim bir dostumla görüşmeye gittim. Yanımda Suriye olayları süresince vatansever muhalif kesimlerle dirsek teması olan dostum Dr. Sufvan da vardı. Görüşeceğimiz kişi 20 yılı zindanda geçirmiş Komünist Emek Partisi (KEP) liderlerinden Fatih Camus. O, bu gün Suriye muhalefet güçlerinin üç temel ayağından biri olan, ülke içinde Av. Hasan Abdül Azim, ülke dışında Heysem Mennah önderliğinde 26 sol örgütün oluşturduğu Vatani Koordinasyon Komitesi liderlerinden biridir (Diğer iki muhalif güç ise, İstanbul’da kurulduğu için, halkın “İstanbul meclisi” diye isimlendirdiği “Suriye Ulusal Meclisi” ve Müslüman Kardeşler Örgütü diye tanımlanan eli kanlı silahlı eylemleri yürüten, fetvalarını da Adanan Arur adlı, 1980’lerden beri kanlı eylemleri nedeniyle aranan bir şeyhten alan şebekeler).
Fatih Camus, mahalle komşum olduğu kadar, tüm aile çevresini yakından tanırım. Fatih önceleri sık sık Türkiye’ye gider Farklı Komünist parti ve örgütlerin kongrelerine, konferanslarına katılır. Türkiye konusunda da azımsanmayacak bilgi birimimi olan bir devrimci. Buluşmamız elektrik kesintilerini son bulduğu saat 23:00 sonrasına kalmıştı. 3 saat konuştuk, çok önemli bilgi dönüşümleri sağladık.
Fatin Camus, Türkiye’de bizlerin bire bir bildiği yaşadığı bir devrimci. 10 yıl öncede zindan çıkışından kısa bir sür sonrada onanla uzun uzun sohbet etmiştim. Suriyeli komünistlerin kavramakta zorluk çektikleri şey, ülkelerinin bölge ve dünyadaki konumu ve gördüğü işlevi, içinde olmalarından dolayı yeterince kavrayamamış olmalarıdır. Teorinin lafzını olduğu gibi ülkelerinde aramış onu uydurarak “devlet ve devrim” eksenli, sınıf mücadelesi merkezli bir darbeci devrimcilik yapmaya çalışmışlardı. Bu kanaatlerinin ağır izleri ise bu gün bile kendini göstermeye devam etmektedir; Bu satırları yazarken Koordinasyon komitesi adına Heysem Mennah Paris’ten, BBC TV’ye muhalefet içindeki keskin ayrılıklara değinirken, Suriye’de asker kaçaklarının oluşturduğu ve adına “Suriye Özgür Ordusu” dinilen şebekelerin orduya göre önemsiz bir güç olduğun tüm abartmalara rağmen, Suriye Ordusuna göre %3 lük bir güç bile olamadığını belirterek, “beklentimiz ordunun bölünmesidir, Suriye olaylarında kantarın topuzu hala ordudadır” demiştir.
Bu belirleme gerçekte Suriye olaylarında muhalefetin içine düştüğü aczi ve çıkışsızlıkta tutunmaya çalıştığı dalların ne olduğunu anlatması açısından önem taşımaktadır. Önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, Suriye halkçı yönetimi özellikle de geniş kapsamlı reform programını Resmi Gazete de yayınlayarak yaşama geçirmesi adından, Muhalif güçler ciddi bir kaos içine düştüler; mezhep çatışması üzerine yoğun olarak oynadıkları oyun tutmayınca, bu kez orduyu bölmek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Ancak bu çabaları da iflas etti. Bunun üzerine sivilleri birinci derecede katleden intihar eylemlerine yöneldiler. Şam’da patlayan bombalar, insanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamında bir boyut almış oldu. Bu olaylar belgeleri ve kanıtlarıyla, itiraflarla, yakalanan malzemelerle, İsrail, Amerika, Siyonist Arap ülkeleri (Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri) ve Erdoğan yönetiminin etkin katılımıyla sürecin bir tarafı olduklarını görülmüştür.
Fatih Camus’la buluşmamıza dönecek olursak. Fatih, bir vatansever. Yönetime ağır eleştirileri olmasına rağmen öncelikle kanlı silahlı eylemlere ve bunları organize edenlere ağır eleştiriler yönelterek konuşmasına başladı; “Hayatım boyunca muhalif olarak mücadele ettim, bedelini de 20 yıl zindanlarda yatarak ödedim. Buna rağmen dış güçlerin her türden desteğiyle ülkemin kanlı bir sürece sürüklenmesine şiddetle karşı durma kararındayım. Beni muhalefetin her boy ve soydan insanı yakından tanır, ama inanan Müslüman Kardeşler ve onların her boydan Selefi cihadi silahla çeteleri, beni görseler olduğum yerde katlederler, bunların siyasetle uzak yakın bir ilgileri olmadığı gibi, işleri kin ve intikam üzerine kurgulanmış, 7000 yıllık ülkemizi derin bir ortaçağ bataklığına sürüklemekten ibarettir.” Diyerek muhalefet içindeki temel ayrıma işaret etti.
Fatih, halkın İstanbul Meclisi diye tanımladığı muhalefetin daha geniş ve etkin kesimlerinin içinde olduğu güçlerle aralarındaki temel farkın, ülkeye dış güçlerin askeri ya da ekonomik her boydan müdahaleye karşı tutumda ayrıştığını dile getirdi. Vatani Koordinasyon Komitesinin Şam’da bağladığı konferansta kabul edilen 4 HAYIR ilkesi, yaptıkları muhalefetin ana amacını ve ilişkilerini belirleyen en önemli yönelimi olduğunu ifade etti. Bunlar “1. Her türlü dış müdahaleye hayır 2. Şiddetin her türüne hayır 3. Her türlü mezhepçiliğe HAYIR…”
Fatih, bu temel ilkeler etrafında ülkelerini korumak istediklerini, yönetime karşı muhalefetin sınırlarının bu ilkelerle belirlendiğinin altını çizdi. Devamla ”Hayıtımız boyunca emperyalizme siyonizme ve gericiliğe karşı mücadele ettik. Bu gün ülkemiz yönetimine karşı itirazlarımızı dile getirirken, dış güçlerin oynamak istediği çirkin oyunun farkında olmalıyız. Bizleri kanlı bir kardeş kavgasına sürüklemek istiyorlar, bununla da yetinmiyorlar, ülkemizin evlatlarından oluşan orduya karşı kanlı bir çatıma içinde olmamız için zorluyorlar, tarihi boyunca halkımızı koruyan, topraklarımızı koruyan Siyonizme karşı mücadele eden onurlu bir direniş gücü olarak ordumuzun dağıtılmasını istemektedirler. Devleti ve yarım asırdır inşa ettiğimi kamu sektörünün gücünü üretim etkinliklerini, yani uzun bir tarihte halkımızın ürettiği her şeyi yıkma amaçlı müdahalelere zorlamaktadırlar. Bununla varmak istedikleri sonuç, hiçbir zaman ne özgürlük ne de demokrasidir. İşte müdahale ettikleri yerler ortada, Afganistan, Irak, Libya en yakın örnekler orada olan, sadece ölüm ve yıkımdır. Yapılan, kurulan, üretilen hiçbir şey yoktur. Üstüne üstelik, laikliği yok ederek ilkel şeriat yönetimlerine onay verip toplumun kültürel olarak da ezmenin yollarını döşemektedirler. Bunun faturası ise halkın sırtına kuşaklar boyu onarılması mümkün olmayan bir bilançoyla yıkılmaktadır. Muhalefetimiz halkımız içindir, kendi iç sorunumuzu bir biçimde er ya da geç çözeceğiz. Yönetimden beklentimiz, atması gereken pratik adımlar olacaktır. Ülkemizi yıkıma değil birliğini koruyarak daha güçlü bir demokratik, sivil ve katılımcı ülke düzeyine yükseltmektir.” Diyerek vurgularını yaptı.
Bu noktada ona, Suriye’nin bölge halkaları açısından taşıdığı önemi, ülkedeki halkçı yönetimin haklı davalarda aldığı direnmeci tutumu, Irak derinmesi ve göçmenlerinin ana dayanağı olmasını, Filistin davsının ve halkının olduğu kadar Lübnan ve hatta 12 Eylül 1980 sonra Türkiye ve Kürt devrimci hareketlerinin güvenli limanı olduğunu hatırlattım. Kendi yaşadığım 30 yıllık deneyleri, Suriye’nin bu tarih boyunca ister içte halkına ister dışta haklı davalara ilişkin konumunu ifade ettim. Bu ülkede halkçı yönetimin küçümsenmeyecek değerleri temsil ettiğini belirttim. Suriye’de kendisi kadar olmasa da 4 kez tutuklandığımı, sonuncusunda ise 1 yıl boyunca, tuvaleti başucumda açık olan bir hücrede güneş yüzü görmeden tutulduğumu ifade ettim; Türkiye Öcalan’dan sonra beni Suriye’den talep ettiğini, bir siyasi mülteci olarak benimde baskı gördüğümü anlattım.
Ancak bu gibi şahsa özel hallerin hiçbir şekilde hakların çıkarlarına ilişkin ilkeleri zedelemeyeceğin izah ettim. 50’yi aşkın kararnamenin çıktığını, bir ülkenin siyasi açıdan yenirden yapılanması anlamına gelen, benim de yakından takip ettiğim temel yasaların dünyanın en demokratik yasaları olarak resmi gazetede yayınlanarak halkın kazanımı haline geldiğini ifade ettim. Buna dayanarak, neden yasal parti kurup, sandıklarda yönetimle oralarında halkı hakem koymak istemediklerini anlamakta zorlandığımı ifade ettim. Dış müdahaleye bu kadar açık tavır alan bir muhalefetin, bu olanaklardan neden yararlanıp, dış güçlerin eline koz olacak, askeri müdahaleler dahil kanlı eylem süreçlerine örtü anlamına gelecek, kaosa yönelişini anlamanın güç olduğunu ifade ettim. Türkiye’de 135 yıldır hala bir sivil anayasa oluşturulamamışken,. Seçim sistemi ırkçı faşist karakteriyle %10 barajını dayatırken, Partiler yasasının bıçak sırtında tutuğu parti katma girişimleri varken, Suriye yönetiminin 5 ay içinde hiçbir ülkenin başaramayacağı demokratik atılımından neden yararlanmadıklarını sorguladım. Ona on yıl önce aramızda geçen bir sohbeti hatırlatarak, “Fatih on yıl önce bana bu ülkede sıkı yönetim kanunları ilga edilse bize yeter diyordun”, Yönetim bunun yüz katı daha fazlasını yaptı, aklınızın almayacağı ölçekte büyük bir reform paketini hayata geçirdi. Bunu neden kullanmıyorsunuz da her şeye ‘hayır’ diyen küs çocuk gibi davranıyorsunuz, üstelik ‘her türden dışın müdahaleye kaşıyız’ diyorsunuz. Bu tutumlarınız çelişkili değil mi?” diye sordum. Devamla da “bu duruşunuz diğer Arap ülkelerinde de gündeme gelen, “Arap Baharı” diyebileceğimiz haklı halk hareketinin, zaman geçtikçe emperyalist müdahaleye, karanlık amaçlı, yaratıcı anarşi yönelimli, komplocu güçlerin denetimi altına girmesine yol açmaz mı? Yönetimle diyalog içinde sorunlarınızı bir ortak bölende çözmek yerine, zorlayıcı, dışlayıcı tutumla dış güçlerin müdahalesine zemin oluşturmuyor musunuz?” yönünde sorularımı yoğunlaştırarak sordum.
Fatih, ben gibi ağırmış saçarıyla derin derin dinledikten sonra bir kelimeyle cevap verdi “GÜVEN”. Hepimiz birden sustuk. Derin ve anlamlı bir suskunluk hüküm sürdü. Suskunluğu Dr. Sufvan bozdu; süreci kendi açısından değerlendirip ortaya koyacağı görüşler için sırasını beklerken, bir yol ayrımına gelmiş olmanın gerginliğiyle, “sanırım bütün sorun da budur, birbirini anlamayan güçler her ne kadar aynı sonuçlar için çalışıyor olsa da birbirleriyle kıran kırana bir mücadele içinde olabiliyorlar” dedi.
Fatih, on yıllara içinde oluşmuş örgütsel edebiyatının özetini vermek istercesine sakince ve kelimelere seçerek konuşmasına döndü “ dünyada hiçbir siyasal hareket özelliklede iktidarda olan siyasal güçler tarihin ilerlemezsine paralel olarak gerekli değişimi yapamayacaklarını söylemek yerindedir. Bu Baas partisi için de geçerlidir. Belli bir tarih içinde iktidar olmuş bir partinin katılaşmış ve zaman içinde içe dönük çürüme içinde olan eğilimlere düşmesi kaçınılmazdır. Sistem kendini yenileme etkinlikleri ve dinamikleri yaratamamış ise sorunlar kaçınılmaz olarak çok boyutlu olacaktır. Bu da anlaşılabilir. Bu durumda en akıllı çözüm, muhalefetin nefes kanallarını açmaktır, içteki çürümeyi farklı bir siyasal örgütlenmenin eleştirileri altında ya da onun da göreve gelmesiyle ülke adına aşmaktır. Bu anayasanın 8. Maddesinde yer alan devletin ve toplumun yönlendiricisi olarak gösterilen Baas partisinin oynaması gerekirken, bu rolü oynamamıştır. İlerici Vatan Cephesi’ni oluşturan 7 siyasi parti ise, bir büro partisi olmanın ötesine geçememiştir. Halklaşamamış ve halkın tarihsel ihtiyaçlarına cevap verememiştir.” Diyerek şöyle devam etti “Toplum artık açılmalıdır, kendi güçlerine açılmalı, kendi dinamiklerine açılmalı. On yıllardır bedel ödeyen ve her türlü dış müdahaleye karşı çıkan halkın temsilcisi olma çabasında on yıllardır zorluklara katlanan güçlerin de tıkanmaları aşmak için etkinlik göstermelerine fırsat tanınmalıdır. Bunun için yapılan reformlara değer biçiyorum ancak bu gergin ve güvenlik sorunun yaşandığı bir yerde yapılması gereken belki çok basit ama anlamlı adımlar olmalıdır” dedi.
Tam burada müdahale yaparak şunları söyledim “Fatih, Suriye’de yönetim dünyada eşine ender rastlanır bir atılım yaptı bunu anlamak gerek. Kendini inkar gibi bir atılım, tek particiliği aşacak toplumun tüm dinamiklerini sürece katacak bir reform atılımı, sistemi nicelik olarak değil nitelik olarak değiştiren bir atılım. Bu atılımın ülkeyi ve sistemi reorganize etmek üzere, sizin gelenekten gelen ve muhalif olduğu bilinen Kadri Cemil gibi, Adil Niaysi, Ali Haydar gibi büyük bedeller ödemiş komünistleri, sosyalistleri, demokratlar bu reform yasalarının oluşma sürecine kattı yapmıştır. Bu çevreler hala yeni demokratik katılımcı bir anayasa oluşturmak için çalışmalarını sürdürmektedirler. Suriye halkı bu kazanımları kullanmak istiyor, ama halkın bu kazanımlarını kullanma önünde dış güçlerin amansız bir yol kesme hareketi bulunuyor, bunlara karşı uyanık olmak ve vatan çatısı altında bu sürece sizin de katılmanız gerekmiyor mu?” diye sordum
Fatih konuşmasını ve bu yazının konusunun son cümlelerini şöyle dile getirdi. “ Ortaya çıktı ki yönetim ülkenin en güçlü siyasal etkinliğidir. Halkın ezici çoğunluğu onun yanında olduğunu da ifade etmiştir: bunu inkar etmek mümkün değildir. Bu gerçeği görmezden gelmek sanırım dış müdahale beklentisi içinde olanların, ülkeye emperyalist tankların sırtı üzerinde gelmek istemeleriyle ilgili bir boyutu olabilir başka anlamı olamaz. Bu gücü koruyan bir yönetimin yaşanan sıkıntılardan kurtulması için, tekrarla söylüyorum ki, ülkenin siyasal nefes kanallarını açmak, demokrasi ve özgürlükleri kullanmak hatta yapılan reformların sağlıklı işlemesi için de gerekli pratik adımlara ihtiyaç bulunmaktadır. Bunlar zor olmayan şeylerdir sırasıyla da şöyle özetleyebilirim 1. Eli kana bulanmamış tüm siyasi tutukluların derhal serbest bırakılması 2. Siyasi örgütlerin özgürce kendi yayın organlarını basıp her yerde dağıtmaları, 3. Tüm mali giderleri devlet tarafından karşılanan merkezi Radyo yayını hakkının, muhalif güçlere halka kendilerini anlatmak üzere verilmesi (devlet, halkın verdiği vergilerle maliyesini oluşturur, bu açıdan halkın temsilcileri için ayıracağı kaynağı kimse cebinden vermiş gibi vermeme eğilim içinde olmamalıdır) 4. Her şehirde muhaliflerin gösteri, konuşma yapabilecekleri bir sahanın belirtilmesi, bu sahalarını da devletin güvenlik güçlerince korunmasının sağlanması (Hyde Park örneğinde olduğu gibi bir alan) 5. Anayasa komisyonunun oluşturmakta olduğu taslağın muhalefet güçlerinin tartışmasına açık hale getirilmesi ve ardından halk oylamasına sunulması. İşte dostum özetli bunları acilen istiyoruz bu kaostan çıkış için bir ilk adım olacaktır, sonrası diyalog ve karşılıklı güvenle gelişecek sürecin eseri olacaktır” Diyerek sözlerini bağladı.
Bu anlatımların yorumunu okura bırakıyorum. Bu onurlu muhalefet güçlerinin yaklaşımlarını anlattığı kadar Suriye’de halkçı yönetimin, halk ve tüm siyasal çevrelerde küçümsenmeyecek ağırlığına etkisine ve dönüşümleri yapabilme gücüne de önemli bir işarettir. Özellikle, muhalefetin son bir hafta içinde akıl almaz bir düzeysizlik, çapsızlık, yetmezlik içinde battıkça batan tartışmaları, hırlaşmaları ortaya çıktıkça, Suriye halkı ve yönetimiyle, bölgemizde tüm halklar adına taşıdığı sorumluluğa bir işaret gibi durmaktadır. Muhalefet diye geçinenlerin, ortak imzalarını taşıyan belge üzerine çıkan itirazlar dış askeri müdahale olsun mu olmasın mı üzerinde yoğunlaşması, Suriye’yi yıkmak isteyen dış güçlerin muhalif güçleri nasıl da kukla gibi kullandıklarını göstermeye yeterli bir veridir.
Suriye hepimiz için bu sorunları aşmalıdır. Suriye halkının yönetimiyle bir bütün olarak kat edeceği başarı ülkemiz özgürlük ve demokrasisi içinde önemli bir güç ve destek olacaktır. Komşumuzun sorunlarını aşması için ülkemiz demokratik güçlerinin daha çok duyarlı olması gerektiğini ise söylemeye bile gerek yoktur.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder