10 Ocak 2012 Salı
NURAY MERT ve SURİYE'Yİ SAVUNMAK
SURİYE’Yİ SAVUNMAK
Mihrac Ural – 8 Ocak 2012 / Pazar
Nuray Mert’in, Radikal’de, yayınlanan bu gün yazısı (8 Ocak 2012), “Suriye’yi savunmak, çoğu zaman mayınlı tarlada yürümek gibidir” yönündeki tezimi destekler bir içeriktedir. Evet Suriye’yi savunmak, özellikle Türkiye’de. İktidar güçleri açısından savaşılması gereken bir düşman onu savunan da düşman saflarındaki güçler olarak itham olunur; düne kadar, kucak kucağa oldukları hiç düşünülmeden bu saldırganlık ve karalama yapılır. Milliyetçi solcular açısından ise ya “Suriye adamı” ya da “Muhabarat elamanı” olarak suçlanırsınız. Bu karalama ve ithamlar, derin ve koyu bir cehaletin, Suriye hakkında hiçbir şey bilmemenin sonucu olduğunu görmek için çok şeye değil, Uluslar arası medyanın kirli ve bir o kadar karanlık amaçları dışında alternatif Suriye gerçeklerini okumak, izlemek yeterlidir.
Nuray Mert’in Radikal’deki son yazısı “Şam’dan Son Bir Selam” başlığı taşıyor (8 Ocak 2012 tarihli, bu günkü yazı). Yazı dikkatimi çekti. Suriye’yi savunma iradesi gösteren duyarlı ve onurlu aydınların karşı karşıya kaldığı karalamalara işaret etmiş; “Suriye taraftarları, işbirlikçileri, adamları” bir hayli çoğalmışlar demek. Nuray Mert, makalesinin girişinde şunları dile getirmiş: “ Gazetecilik kaygısından önce, bu çok sevdiğim ülkeyi zor günlerinde bir kez daha görmek istiyordum. Türkiye vatandaşlarına seyahat tavsiye edilmediği için şahsi bir teşebbüste bulunmamıştım. Yoksa, mevcut koşullar altında, ne buradan doğru dürüst gözlem yapmak mümkün, ne de yazacaklarımızı “Esad rejimine destek” gölgesinden kurtarmak mümkün. Irak işgali ertesinde Suriye’yi, bölgesel barış adına ziyaretlerimiz bile “avanaklıkla”, “muhabarat ajanlığı” ile karalanmıştı. Sonra işler değişti, herkes Suriye muhibbi kesildi ama şimdi durum yine değişti ve bu kez her zamankinden daha ciddi. Şimdiler ziyaret bile kim bilir nelere bağlanır”
(Bkz. Şam’dan son bir selam www.demokrathaber.net )
Evet, kim bilir ne karalamalar ne suçlamalar ne cehennemi bağ ve bağlantılar kurulur. Buna Irkçı-milliyetçi solcuların, mezhep kinleriyle örülü kafaların, MİT ajanlarının özel görevli olarak yaptıkları karalamaları da ekleyin, tablo daha da net olur. Ama her şeye rağmen doğruları arkasında iradesiyle dik duranlar direnen Suriye’yi savunmaya devem edecektir.
Suriye ve direnme, tarihin kader gibi birbirine eşitlediği iki kavram. Geo-stratejilerin siyasal sonuçları da diyebilirsiniz. Ama bunun için dik duran bir de siyasal irade gereklidir. O da Suriye’nin kesilmeden ürettiği bir değer. Bir de buna tarihi ekleyin.
Tarih - Geo-stratejik konum - siyasal irade ile belirlenebilecek sentez, 7000 yıllık bu ülkeyi vatan çatısı altında kendi vatandaşları için olduğu kadar, bölge halkları için de direnme mevzisi yapmıştır. Bu nedenle de bölgenin tüm devrimci güçlerinin ana vatanı diye tanımlanmış, mazlumların zalime karşı güvenli limanı olmuştur.
Bu ülke, Filistinliler kadar Iraklı, Lübnanlı, Tunuslu, Türkiyeli mazlumların, sürgünlerin sığınağı. Bu güvenli ülke, kimlere ev sahipliği yapmadı; Kadim tarihte (1852) Fransız işgaline karşı savaşan ünlü Abdülkadir El Cezairi’den Filistinli liderler Yaser Arafat’a, HAMS lideri Halid Meşal’e, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talbani’den. Başbakan Nuri Maliki’ye kadar, Türkiye’den Öcalan’dan Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesini (FKBDC) oluşturan benim de aralarında olduğu on örgüt liderine kadar, Suriye devrimcilerin anavatanıydı.
Bu gün bu vatan halkıyla tarihinin en kapsamlı baskı ve saldırıları altında ölüm denklemlerini çözmeye çalışmaktadır. Eli kanlı El Kaide-Müslüman Kardeşler Örgütü şebekelerinden, İsrail, Amerika, İngiltere, Fransa, Katar, Suudi Arabistan, Körfez Emirlikleri ve Erdoğan iktidarına kadar dünyanın tüm şer güçleri el ele vermiş, toplu katliamlar dahil her türden kıyımı Suriye’yi teslim almak için dayatmaktadır. Komplolarını örüp durmaktadır. Medya etkinlikleriyle de aklın-hayalin almayacağı kurgular, yalanlar, abartmalar, olmayanı ver eden senaryolar, Hatay’da, Mısır’da, Tunus’ta Katar’da senaryo gereği çekilmiş uyduruk gösterileri yayınlayıp bilgi kirliliği dahil her türlü çirkinliği yapmaktadırlar. Bunun da ötesinde, karanlık odalarında karargah kurup, asker kaçaklarına canlı yayında rütbeler veriyor, rütbeler yükseltiyor ve yapacakları eylemlerin işaretini yayınlıyorlar; bayan spikerler bile, askeri komutanı gibi yönlendirici konuşmalar yaparak, Londra’da, Paris’te, Katar’da, İstanbul’da olmalarına rağmen Suriye’nin falanca şehrinden konuşuyor gibi “görgü tanıkları”nı canlı yayına alıyorlar.
Bütün bunlar bir yana ambargolar, yaptırımlar da yağmur gibi yağmaya başladı. Kısa sürede sonuç alacaklarını sandılar; Mısır Libya Tunus olduğu hayaline kapıldılar. Malı, askeri, teknik, istihbarat, koruma, “her türden lojistik destek” (Erdoğan’ın resmi açıklaması a TV özel oturum) vererek, Suriye’yi önce mezhep savaşına tutmayınca, bölgeler arası savaşa, tutmayınca ordunun bölünmesi için kışkırtmalara, olmayınca intihar eylemleriyle rastgele toplu katliamlar yaptırarak yıldırmaya çalışıyorlar. Ama olmuyor, olmuyor, olmuyor…
İflaslar iflasları takip ettikçe, Suriye halkı, yönetimi ve lidere etrafında derlenip toplanarak meydanlara milyonları milyonlara ekleyip inerek bu komploya karşı dik duruyor. Ve halk bir kez kararını verince yeryüzünün hiçbir kudreti ona diz çökertemiyor.
Bu koşullar içinde Suriye halkına, çiftçisine hayati önemi olan tarım girdisi olarak Mazotu ucuz fiyata vermek üzere (1 Lt Mazot 15 SL = 50 Krş = 30 Cent), Ekmeği ucuza ulaştırmak üzere (2 kg ekmek 15 SL = 50 Krş = 30 Cent), yaptırımlara karşı sanayisini güçlendirmek için termik santralde elektrik üretiminde doğacak enerji açığını telafi etmek için yerleşim yerlerinde, aralıklarla kesintisi yapılmaktadır. Suriye direnmektedir. Halkının özetle dediği gibi “aç kalacağız, susuz kalacağız, yemeksiz kalacağız, karanlıkta yaşamayı öğrenecek, kandil ışığıyla işimizi yapacağız ama teslim olmayacağız, onurumuzu çiğnetmeyeceğiz ülkemize yönelen komplolara geçit vermeyecek bunların tetikçileriyle sonunu kadar mücadele edeceğiz”
İşte bu kadar, arkasında halkının karalıca durduğu hiçbir yönetim, bu baskılara boyun eğmeyeceği artık çok açık olmuştur. Suriye buydu ve bu olmaya devam ediyor.
SURİYE’Yİ SAVUNMAMNIN ANLAMI
Bana gelince, Suriye benim iki anavatanımdan biridir. Kadim atalarımın, babamın, benim ve çocuklarımın de iki anavatanından biridir. Bu ülke benim güvenli limanımdır. Devrimciliğimin dik duruşunun önemli bir etkenidir. İkinci adresimdir. Bu ülkenin başına gelecek her felakete, Türkiye ve bölge halklarının başına gelecek bir felaket anlamındadır ve buna karşı tüm gücümle mücadele ederim. Bunu onlarca kez tekrarla belirttim; bazı ırkçı-milliyetçi solcular, itirafçılar, ajanlar özel harp dairesi uşakları bu tutumumuzu karalama vesilesi yapmayı ya çalıştılar. Bir de Arap kökenli, Alevi bir aileye mensup ve uzun yıllardır Suriye’de olduğuma göre bu karalamaları sudan ucuz pazarlamaya, bilinç karartmaya koştular. Bıyık altından gülüp geçiyorum. Siyasal doğrularımla ilgili bir eleştiri yapamayanlara verilecek ne zamanım ne de cevabım olur.
Benim Suriye’ye ilişkin tutumum siyasal doğrularımın sonucudur; ne bir kan bağı, ne de etnik ya da inançsal bağlarımdır. Suriye bu ilkeli konumunu kaybettiği, direnme çizgisini bıraktığı, halkının hakları için yürüdüğü özgürlük ve demokrasi çizgisini bıraktığı an, ona karşı da açık ve net mücadelem başlar; bu güne kadar eleştirilerimi olduğu gibi de bundan sonra da devam eder. Ama bu gün omuz omuza direnme günüdür. Bu gün yardımlaşma günüdür vefa borcunu ödeme zamanıdır. Çakalların uluması ilgi alanımda olamaz.
Bu kadar açık ve net siyasal tutumumu ilan ederken Suriye halkıyla Türkiye halkının kader birliği içinde olduğunu belirtiyorum. Suriye’nin başarısının, Türkiye’de tüm halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesindeki başarısıyla tamamlanacaktır. Erdoğan gericiliğinin sivil diktatörlüğünün yıkılışı da bu başarıya sıkı sıkıya bağlıdır.
Bu belirlemeleri yaparken, Suriye’nin özgürlük ve demokrasi yolunda çok eksiği olduğunu, bunu aşmak için ortaya atılan reform paketinin hayata geçmesinin çok önemli olduğunu, bunun içinde Kürt sorunu handikabını barış içinde, bu mazlum halka hakları sonuna kadar verilerek aşılacağını görüyorum. Farklı etnik ve inanç mozaiğiyle, hiçbir ırkı, milleti çağrıştırmayan Suriye adlı vatan içinde, bir arada yaşama şansının başarılacağı inancımı ifade ediyorum.
Dolaysıyla bu gün, iki anavatanımdan biri olan Suriye’nin uğradığı zulme karşı mücadele etmek, halkıyla omuz omuza olup birlikte direnmek benim için bir şereftir.
Mihrac Ural – 8 Ocak 2012 / Pazar
Nuray Mert’in, Radikal’de, yayınlanan bu gün yazısı (8 Ocak 2012), “Suriye’yi savunmak, çoğu zaman mayınlı tarlada yürümek gibidir” yönündeki tezimi destekler bir içeriktedir. Evet Suriye’yi savunmak, özellikle Türkiye’de. İktidar güçleri açısından savaşılması gereken bir düşman onu savunan da düşman saflarındaki güçler olarak itham olunur; düne kadar, kucak kucağa oldukları hiç düşünülmeden bu saldırganlık ve karalama yapılır. Milliyetçi solcular açısından ise ya “Suriye adamı” ya da “Muhabarat elamanı” olarak suçlanırsınız. Bu karalama ve ithamlar, derin ve koyu bir cehaletin, Suriye hakkında hiçbir şey bilmemenin sonucu olduğunu görmek için çok şeye değil, Uluslar arası medyanın kirli ve bir o kadar karanlık amaçları dışında alternatif Suriye gerçeklerini okumak, izlemek yeterlidir.
Nuray Mert’in Radikal’deki son yazısı “Şam’dan Son Bir Selam” başlığı taşıyor (8 Ocak 2012 tarihli, bu günkü yazı). Yazı dikkatimi çekti. Suriye’yi savunma iradesi gösteren duyarlı ve onurlu aydınların karşı karşıya kaldığı karalamalara işaret etmiş; “Suriye taraftarları, işbirlikçileri, adamları” bir hayli çoğalmışlar demek. Nuray Mert, makalesinin girişinde şunları dile getirmiş: “ Gazetecilik kaygısından önce, bu çok sevdiğim ülkeyi zor günlerinde bir kez daha görmek istiyordum. Türkiye vatandaşlarına seyahat tavsiye edilmediği için şahsi bir teşebbüste bulunmamıştım. Yoksa, mevcut koşullar altında, ne buradan doğru dürüst gözlem yapmak mümkün, ne de yazacaklarımızı “Esad rejimine destek” gölgesinden kurtarmak mümkün. Irak işgali ertesinde Suriye’yi, bölgesel barış adına ziyaretlerimiz bile “avanaklıkla”, “muhabarat ajanlığı” ile karalanmıştı. Sonra işler değişti, herkes Suriye muhibbi kesildi ama şimdi durum yine değişti ve bu kez her zamankinden daha ciddi. Şimdiler ziyaret bile kim bilir nelere bağlanır”
(Bkz. Şam’dan son bir selam www.demokrathaber.net )
Evet, kim bilir ne karalamalar ne suçlamalar ne cehennemi bağ ve bağlantılar kurulur. Buna Irkçı-milliyetçi solcuların, mezhep kinleriyle örülü kafaların, MİT ajanlarının özel görevli olarak yaptıkları karalamaları da ekleyin, tablo daha da net olur. Ama her şeye rağmen doğruları arkasında iradesiyle dik duranlar direnen Suriye’yi savunmaya devem edecektir.
Suriye ve direnme, tarihin kader gibi birbirine eşitlediği iki kavram. Geo-stratejilerin siyasal sonuçları da diyebilirsiniz. Ama bunun için dik duran bir de siyasal irade gereklidir. O da Suriye’nin kesilmeden ürettiği bir değer. Bir de buna tarihi ekleyin.
Tarih - Geo-stratejik konum - siyasal irade ile belirlenebilecek sentez, 7000 yıllık bu ülkeyi vatan çatısı altında kendi vatandaşları için olduğu kadar, bölge halkları için de direnme mevzisi yapmıştır. Bu nedenle de bölgenin tüm devrimci güçlerinin ana vatanı diye tanımlanmış, mazlumların zalime karşı güvenli limanı olmuştur.
Bu ülke, Filistinliler kadar Iraklı, Lübnanlı, Tunuslu, Türkiyeli mazlumların, sürgünlerin sığınağı. Bu güvenli ülke, kimlere ev sahipliği yapmadı; Kadim tarihte (1852) Fransız işgaline karşı savaşan ünlü Abdülkadir El Cezairi’den Filistinli liderler Yaser Arafat’a, HAMS lideri Halid Meşal’e, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talbani’den. Başbakan Nuri Maliki’ye kadar, Türkiye’den Öcalan’dan Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesini (FKBDC) oluşturan benim de aralarında olduğu on örgüt liderine kadar, Suriye devrimcilerin anavatanıydı.
Bu gün bu vatan halkıyla tarihinin en kapsamlı baskı ve saldırıları altında ölüm denklemlerini çözmeye çalışmaktadır. Eli kanlı El Kaide-Müslüman Kardeşler Örgütü şebekelerinden, İsrail, Amerika, İngiltere, Fransa, Katar, Suudi Arabistan, Körfez Emirlikleri ve Erdoğan iktidarına kadar dünyanın tüm şer güçleri el ele vermiş, toplu katliamlar dahil her türden kıyımı Suriye’yi teslim almak için dayatmaktadır. Komplolarını örüp durmaktadır. Medya etkinlikleriyle de aklın-hayalin almayacağı kurgular, yalanlar, abartmalar, olmayanı ver eden senaryolar, Hatay’da, Mısır’da, Tunus’ta Katar’da senaryo gereği çekilmiş uyduruk gösterileri yayınlayıp bilgi kirliliği dahil her türlü çirkinliği yapmaktadırlar. Bunun da ötesinde, karanlık odalarında karargah kurup, asker kaçaklarına canlı yayında rütbeler veriyor, rütbeler yükseltiyor ve yapacakları eylemlerin işaretini yayınlıyorlar; bayan spikerler bile, askeri komutanı gibi yönlendirici konuşmalar yaparak, Londra’da, Paris’te, Katar’da, İstanbul’da olmalarına rağmen Suriye’nin falanca şehrinden konuşuyor gibi “görgü tanıkları”nı canlı yayına alıyorlar.
Bütün bunlar bir yana ambargolar, yaptırımlar da yağmur gibi yağmaya başladı. Kısa sürede sonuç alacaklarını sandılar; Mısır Libya Tunus olduğu hayaline kapıldılar. Malı, askeri, teknik, istihbarat, koruma, “her türden lojistik destek” (Erdoğan’ın resmi açıklaması a TV özel oturum) vererek, Suriye’yi önce mezhep savaşına tutmayınca, bölgeler arası savaşa, tutmayınca ordunun bölünmesi için kışkırtmalara, olmayınca intihar eylemleriyle rastgele toplu katliamlar yaptırarak yıldırmaya çalışıyorlar. Ama olmuyor, olmuyor, olmuyor…
İflaslar iflasları takip ettikçe, Suriye halkı, yönetimi ve lidere etrafında derlenip toplanarak meydanlara milyonları milyonlara ekleyip inerek bu komploya karşı dik duruyor. Ve halk bir kez kararını verince yeryüzünün hiçbir kudreti ona diz çökertemiyor.
Bu koşullar içinde Suriye halkına, çiftçisine hayati önemi olan tarım girdisi olarak Mazotu ucuz fiyata vermek üzere (1 Lt Mazot 15 SL = 50 Krş = 30 Cent), Ekmeği ucuza ulaştırmak üzere (2 kg ekmek 15 SL = 50 Krş = 30 Cent), yaptırımlara karşı sanayisini güçlendirmek için termik santralde elektrik üretiminde doğacak enerji açığını telafi etmek için yerleşim yerlerinde, aralıklarla kesintisi yapılmaktadır. Suriye direnmektedir. Halkının özetle dediği gibi “aç kalacağız, susuz kalacağız, yemeksiz kalacağız, karanlıkta yaşamayı öğrenecek, kandil ışığıyla işimizi yapacağız ama teslim olmayacağız, onurumuzu çiğnetmeyeceğiz ülkemize yönelen komplolara geçit vermeyecek bunların tetikçileriyle sonunu kadar mücadele edeceğiz”
İşte bu kadar, arkasında halkının karalıca durduğu hiçbir yönetim, bu baskılara boyun eğmeyeceği artık çok açık olmuştur. Suriye buydu ve bu olmaya devam ediyor.
SURİYE’Yİ SAVUNMAMNIN ANLAMI
Bana gelince, Suriye benim iki anavatanımdan biridir. Kadim atalarımın, babamın, benim ve çocuklarımın de iki anavatanından biridir. Bu ülke benim güvenli limanımdır. Devrimciliğimin dik duruşunun önemli bir etkenidir. İkinci adresimdir. Bu ülkenin başına gelecek her felakete, Türkiye ve bölge halklarının başına gelecek bir felaket anlamındadır ve buna karşı tüm gücümle mücadele ederim. Bunu onlarca kez tekrarla belirttim; bazı ırkçı-milliyetçi solcular, itirafçılar, ajanlar özel harp dairesi uşakları bu tutumumuzu karalama vesilesi yapmayı ya çalıştılar. Bir de Arap kökenli, Alevi bir aileye mensup ve uzun yıllardır Suriye’de olduğuma göre bu karalamaları sudan ucuz pazarlamaya, bilinç karartmaya koştular. Bıyık altından gülüp geçiyorum. Siyasal doğrularımla ilgili bir eleştiri yapamayanlara verilecek ne zamanım ne de cevabım olur.
Benim Suriye’ye ilişkin tutumum siyasal doğrularımın sonucudur; ne bir kan bağı, ne de etnik ya da inançsal bağlarımdır. Suriye bu ilkeli konumunu kaybettiği, direnme çizgisini bıraktığı, halkının hakları için yürüdüğü özgürlük ve demokrasi çizgisini bıraktığı an, ona karşı da açık ve net mücadelem başlar; bu güne kadar eleştirilerimi olduğu gibi de bundan sonra da devam eder. Ama bu gün omuz omuza direnme günüdür. Bu gün yardımlaşma günüdür vefa borcunu ödeme zamanıdır. Çakalların uluması ilgi alanımda olamaz.
Bu kadar açık ve net siyasal tutumumu ilan ederken Suriye halkıyla Türkiye halkının kader birliği içinde olduğunu belirtiyorum. Suriye’nin başarısının, Türkiye’de tüm halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesindeki başarısıyla tamamlanacaktır. Erdoğan gericiliğinin sivil diktatörlüğünün yıkılışı da bu başarıya sıkı sıkıya bağlıdır.
Bu belirlemeleri yaparken, Suriye’nin özgürlük ve demokrasi yolunda çok eksiği olduğunu, bunu aşmak için ortaya atılan reform paketinin hayata geçmesinin çok önemli olduğunu, bunun içinde Kürt sorunu handikabını barış içinde, bu mazlum halka hakları sonuna kadar verilerek aşılacağını görüyorum. Farklı etnik ve inanç mozaiğiyle, hiçbir ırkı, milleti çağrıştırmayan Suriye adlı vatan içinde, bir arada yaşama şansının başarılacağı inancımı ifade ediyorum.
Dolaysıyla bu gün, iki anavatanımdan biri olan Suriye’nin uğradığı zulme karşı mücadele etmek, halkıyla omuz omuza olup birlikte direnmek benim için bir şereftir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder