7 Ocak 2012 Cumartesi
MİLLİYETÇİ ZİHİN VE BÖLÜNME SENDROMU
Hasıp Yiğitoğlu – 5 Ocak 2012
Cumhuriyetin başlangıcından günümüze kadar iç ve dış güvenliğimiz için yüz milyarlarca Dolar harcamışız.
Yanlış telafuz etmiyorum,YÜZ MİLYARLARCA DOLAR.
Son kırk yılda da birkaç YÜZ MİLYAR DOLAR güvenlik harcamalarımız olmuştur.
Hem de gelecek nesillerimizi onlarca yıl borçlandırarak.
Halbuki devletlerin en temel işlevi nesillerinin geleceğini sosyal bir anlayışla önünü açarak yaşamlarını düzenlemektir.
Peki bu kadar güvenlik harcamasını gerektirecek nedenlerimiz ne olabilir.
Dışsal etkenler mi,yoksa iç etkiler mi?
Bu bağlamda,dışsal etkenler açısından Türkiye”nin NATO gibi bir pakta üyeliği neticesi, ABD ve NATO ya sağladığı onlarca askeri üsleri hesaba katacak olur isek , dış tehditlerin önemi ve anlamı daha iyi anlaşılacaktır.
Bir başka anlatımla dış tehditler,soğuk savaş dönemi boyunca ve günümüze kadar ,tamamen ABD ve Nato nedenlidir.
Ne var ki tehdit unsuru ülkelerin başında aynı paktın “NATO” mensubu olan Yunanistan olmuştur.Bu durum önemsenmelidir.
Cumhuriyetin başlangıcından,soğuk savaş yılları dahil ülkemiz Kıbrıs çıkartması dışında doğrudan hiçbir dışsal çatışmanın içinde olmamıştır.Soğuk savaşta yirmi yıldır sona ermiş.O halde bu silahlanma neden hız kesmeden devam ettirilmiştir.Hatta daha da arttırılmıştır.Bence bu durum daha da fazla önem kazanmaktadır.
Peki hangi parametrelere dayanarak silahlanma artırılmıştır.Bu anlamda,sorunun tek cevabı kalmıştır.Ve en endişe verici olanı da bu cevap olmalıdır.
Konuyu fazla dağıtmaya gerek kalmadan diyebiliriz ki,güvenlik harcamaları dışsal etkenler den çok,iç güvenlik nedenlerine dayanmaktadır.
Maalesef,bu güvenlik algısı Cumhuriyet öncesinden başlayarak günümüze kadar devam ettirilmektedir.Günceli iyi kavrayabilmek için de, bu süreci tarihsel olarak iyi algılamalıyız.Aksi halde bir kez daha sapla samanı karıştırarak bir elli yıl daha heba edecek,on binlerce evladımızı,birkaç yüz milyar doları kaybedeceğiz.Daha da önemlisi BÖLÜNECEĞİZ.
Bildiğimiz gibi Osmanlının sosyo-politik anlayışı hüküm sürdüğü coğrafyanın demografik yapısına göre şekillenmiştir.
Tanzimat döneminde Hıristiyanların nüfus yoğunluğu İslam ve Türk asılılarla nerdeyse eşitti.
Arap İslam coğrafyasının fethi demografik dengeleri İslam”dan yana değiştirince Osmanlı İslam Devleti anlayışına yönelmiştir.
Birinci Dünya savaşıyla Osmanlı istila ettiği coğrafyalardan çıkmak zorunda kalınca da Demografi yeniden değişti.
Osmanlı, bu kez hükümranlık tarihi boyunca önemsemediği,yerleşik halklarına da,büyük zülüm ve katliamları reva gördüğü Anadolu coğrafyasına yönelerek,Doğu Avrupa da yaşayan Müslüman ve Türk asıllıları da taşıyarak Pan Türkizim anlayışına yönelmiştir.
Balkanlarda temellenen İttihat ve Terakki zihniyetinin Anadolu coğrafyasına yönelik egemenlik denklemleri de bu tarihlerde başlamıştır.
Ancak,Anadolu coğrafyasında yerleşik yaşayan halkların çoğunluğu, Türkmenler,Kürtler,Ermeniler,Rumlar,Çerkezler Araplar ve Laz”lardan oluşmaktaydı.
Osmanlının tarihsel realitesi devreye girince de,bu halklar arasında yüzlerce yıl birlikte yaşanmışlığa rağmen,bir kırılma noktasına sebep olmuştur.
1914-1915 yıllarında Kürtlerle dirsek temasında olan Pan Türkistler İngiliz entrikalarının desteği ile Anadolu coğrafyasında Kürt azınlıklı bir Türk Devleti kurma yolunda önemli ittifaklarda bulunmuşlardır.
Bu anlayışın da hayat bulması için ,Anadolu”nun Müslümanlaştırılmasını zorunlu hale getirmiştir.
Böylece ırkçı,ötekileştirici,asimilasyoncu,işgalci zihniyetin halkların yerleşik yaşamını tarumar ederek bazı halkları göçe zorlayarak katledilmelerinin önü açılmıştır.
Doğal olarak kin,düşmanlık ve korkunun baskısıyla savaş doktrinleri algısı da tetiklenmiştir..
Böylelikle günümüze kadar devam eden iç güvenlik anlayışının miladı bu tarihlerde başlamıştır.
Bir başka anlatımla,bu güvenlik zihniyetinin Cumhuriyetten önce başladığı görülmektedir.Bu durumun bir Osmanlı aklı olduğunu söylemek yanlış olmamalıdır.Uygulamalarından da diyebiliriz ki,bu aklın iç güdüsü saldırganlık ve işgalciliktir.
Türkler ve Kürtlerin ittifakları kurtuluş savaşında da devam etmiştir.
1921 Anayasasında Kürt azınlıklı Türk devleti ilke olarak kabul edilmişti(İngiliz ve Alman arşivlerinde mevcut).Ancak bu süreç yalnızca bir yıl sürmüştür.
Böylece de Türk devleti zihniyeti tamamen hakim olmuştur.
Bundan böyle bu algı,şövenizmi ve ırkçılığı körükleyerek,bölünme sendrumları üreterek,etnik yapıların demokratik hukuk taleplerine karşı düşmanca karşılık verir.
İkinci kırılma noktası diyebileceğimiz,Osmanlı dan devr alınan bu güvenlik zihniyeti bundan böyle şiddetini arttırarak devam edecektir.
Tek boyutlu toplum yaratma dayatmaları bölücülük zihniyetlerinin oluşmasına,böylece de barış içinde toplumsal dokunun oluşması sabote edilecektir.
Tarihsel olarak bu zihniyetin, bölünme zihniyetlerini tetiklemekten öte bir işe yaramadığı güncel yaşananlardan anlaşılmaktadır.
Ayrıca bu zihniyetin barışa karşı güdüsel öngörüsünden dolayıdır ki,acımasız savaşlara da neden olmuştur.Şuan savaş tüm hızıyla devam etmektedir.
Yaşanan sürecin sosyo –ekonomik envanterinden anlaşılacağı gibi,bu zihniyetin toplumsal tarihimizdeki rollerinin ülkemize dayattığı sorunlar bölünme kaygılarını arttırmıştır.Bu zihniyet sürecin ilelebet tarihimizde devam etmesini istemiyorsak,mutlaka sorgulamalıyız.Yaşadıklarımızı,yaşananları her annenin,babanın,abinin,kardeşin ,Kürdün,Türkün kısacası herkesin sorgulaması ve sesini yükseltmesi gerektiği zamanın geldiğini düşünüyorum.
Tarihte bölünme kaygılarının milliyetçi zihinlerle giderildiğine,insanlığın tanıklık etmediğini hatırlatmak isterim…….
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder