HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

2 Ocak 2012 Pazartesi

ATATÜRK VE DEMOKRATİK CUMHURİYET ÜZERİNE


Mihrac Ural
– 20 Aralık 2011

Bu ülke birimizin değil hepimizindir. Bunu bir kez daha, bin kez daha, ötekileştirici eğilimlerin ırkçılığından, bölücü milliyetçiliğinden, ilkel mezhep ayrımcılığından arındırarak birbirimize kanıtlamakla yükümlüyüz. Bu ülkede bölünmeye karşı barış içinde bir arada yaşamak için, tek boyutlu tüm dayatmaların önünde durmalıyız. Her renk ve farklılıktan doğan aidiyetlerimize ve onların simgesel değerlerine saygı temelinde, halklarımızın kimlik haklarını anadille eğitim haklarını bir demokratik anayasada günceye bağlama hakkını kazanmalıyız; yasalarıyla, kurum ve kuruluşlarıyla farklılıklarımızı ikircimsizce işleyen demokratik anayasa bunun ilk adımıdır. Bu kanaatlerle Atatürk ve demokratik Cumhuriyet algılarımı sizinle paylaşacağım.

ÖZET

Uzun zamandır yaptığım açıklama ve yazdığım makalelerin bir özeti yapacak olursam; Atatürk bir Türk ulusun tarih içinde yetiştirdiği en önemli lideridir, Atatürk’e siyasi açıdan yapacağımız her eleştiri de meşrudur diyeceğim; bu eleştiriler, Atatürk’ün onayını, imzasını, olurlarını taşıyan toplumsal, siyasal tüm kararları da içerir. Bir toplumun tarihiyle cesurca yüzleşmesi, hiç kimseyi işlediği toplumsal siyasal hatalardan muaf tutmaz. Ancak, siyasi eleştiri yerine şahsileştirmelerle yapılacak eleştiriler, bir ulusun simgesel değerine saldırı ve karalama boyutu alması halinde, amacını aşar ve siyaset dışı bir düzleme düşer. Bunu asla tasvip etmedim, etmeyeceğimde. Atatürk’ün kurduğu cumhuriyet tarihi açıdan bir eleri siyasi adımdır. Ama bu adım Osmanlı teokratik yönetimine karşı ileri olmasına karşın, Sevr’e karşı Lozan anlaşmasıyla içinde tutuğu etnik ve inanç farklılıklarına. Özgürlük, demokrasi ve adil bir eşitlik sağlayamadı. Osmanlıdan çıkmış haliyle Cumhuriyet, hilafeti lağvetmesine karşı diyanet işleri müdürlüğüyle tek boyutlu mezhep inancının esiri oldu. Bunun da ötesinde, 1920-40 döneminin tüm Avrupa’da gelişen Irkçı, şoven, faşist siyasal hareketlere paralel olarak, ortak ülkemizdeki etnik topluluklara karşı ırkçı kıyımlar dayatıldı. Farklı etnik kökenli halk hareketi, 1920’lerden itibaren sonuncusu Dersim katliamıyla ortaya çıktığı gibi, kanlı kıyımlara maruz kaldı. Bu yöntemler, Cumhuriyetteki Osmanlıydı. Bu güne kadar süren, zaman zaman gerileyen, zaman zaman iktidar olan bu karanlık zihniyet, bu gün açıkça yeni Osmanlıcılık adı altında kendini ifade etmektedir.

Bu gün, bu karanlık akıl, tüm iddialarının aksine, içte vatandaşlarına karşı akıl almaz bir inanç-mezhep ayrımcılığı kadar, kanlı savaşlarıyla etnik ayrımcılık da yapmaktadır; vatandaşlarına karşı sınır ötesi operasyonlar dayatan ve “Startejik Derinlik” adı altında “komşularla sıfır sorun” aldatmacasının iflasıyla tüm komşularla savaş eşiğine gelen bu karanlık akıllar, komşumuza haksızca ve ahlaksızca dayattıkları “ekonomik yaptırın” ters tepmesi sonucu. ülkemiz ekonomisinin milyarlarca dolar zarara girmesine yol açtılar.

YORUM

“Aleviler, Cumhuriyet Ve Atatürk” Başlıklı makale Mustafa Elveren hocaya aittir. Bu yazı şu linkten takip edilebilir.

http://www.gomanweb.net/index.php?option=com_content&view=article&id=11681:aleviler-cumhuriyet-ve-atatuerk&catid=43:mustafa-elveren&Itemid=106#comment-387

Mustafa Elveren hoca www.gowamanweb.org sitesi moderatörüdür de. Okurlarıma tavsiyem, siteyi ziyaret etmeleri ve yukarıdaki linkten özel olarak ilgili yazıyı okumalarıdır. Çünkü Mustafa hocanın yazısı, Dersim sorunuyla birlikte öne çıkan, ama on yıllardır geniş bir sol çevrenin gündeminde olan Atatürk algısını konu edinmektedir. Bu yazıya yaptığım yorum ise şudur:

Her ulusun uluslaşma sürecinde öne çıkan figürleri vardır. Bu figürler ulusal bir lider, ulusal bir simge gibi tarihi görevler yerine getirirler. Osmanlı gibi feodal bir imparatorluğun yıkıntıları arasından, Parlamenter cumhuriyete geçiş, Cumhuriyetin kuruluş amacındaki ciddi aksaklıklara, hayati hatalara ve militarist katliamcılığına karşın bir tarihi ilerlemedir, bir değişimdir. Bu değişim, siyasal, ekonomik ve toplumsal örgütlenme boyutunda da tarihi ilerlemeleri ifade etse de tek boyutlu bir milliyetçilikte konumlanmıştır; kimi zaman dilimlerinde de ırkçılığa kadar giden çöküşleri olmuştur. Bütün bunlar, bu günün algılarıyla akıl almaz faşizanlık gibi gelse de, Osmanlıdan çıkıp gelen bir parlamenter cumhuriyete yol almış olması nedeniyle ileri bir adımdır.

Tarihi bu günün güzüyle hareket eden bir geçmiş olarak algılamayacaksak, Osmanlıya göre bir ilerlemedir, dememiz yanlış değildir. Bu ilerleme görelidir, bu doğru ama sonuç itibariyle bir ilerlemedir. Türk ulusu içinde çok anlamlıdır. Atatürk bu ilerlemenin simgesidir temel figürüdür. Atatürk Türk ulusu açısından bana göre, tarihinin ürettiği en önemli şahsiyettir.


Ancak, cumhuriyet etnik ve inançsal açıdan olduğu kadar, demokrasi açısından da güdüktü. Bu güdüklük o kesitte ortaya çıkan tüm özgürlük hareketlerine karşı kanlı bir biçimde yaklaşarak faşizanlık da yapmıştır. Bu gerçekler, Cumhuriyetin Osmanlıdan farklı bir planda kuruluş gerekçesini ağır bir tahribat altına almıştır, gelişme dinamiklerini kısırlaştırmıştır. Buna yıllardır cumhuriyetteki Osmanlı adını taktım. Bu süreç bu güne kadar bu kısırlığıyla gelmiştir. Bu kısırlığı tanımlayan askeri darbeler, sivil diktatörlük hevesleri sık sık nüksederek de cumhuriyetin evrimini engellemiştir. Demokratik cumhuriyete doğru barışçıl evrimin, farklılıklarını zenginlik olarak içselleştirecek genişlemenin olmaması da bundandır.


Cumhuriyetin sığlığı ve kaosları, içerdiği farklılığın zenginliğini taşıyamayacak hale gelmesine yol açmıştır. Cumhuriyetin geleceğini belirleyecek sınav da buradadır. Bunun ilk adımında, ulusların Atatürk gibi önemli değer ve simgelerine hiç bir karalama, ayıplama ve hakarete yönelmeden farklılıklarımızı hak ve hukukunu anayasal güvencelere kavuşturmamız gereklidir. Bu cumhuriyet, düne aitti. Bu gün ilerlemek zorundadır. Demokrasi ve özgürlüğü esas alan, farklı etnik ve inançsal hakları güvence altına alan bir genişleme, ilerleme ve dönüşüme ihtiyacımız bulunmaktadır. Barış içinde bir arada yaşamanın tek yolu da buradan geçer. Aksi durumda, kimse kimseyi "neden bölünmeye gidiyorsunuz?"diyerek suçlama hakkına sahip olamaz.

Gerçekte de ortak ülkemizde bölücülüğün esas kaynağı egemen tek boyutlu milliyetçilik ve ırkçı mezhepçiliktir.

Demokratik cumhuriyet farklılıklarımızla hepimizi sığabilecek bir cumhuriyettir. Irkçı- milliyetçi tek boyutlu algılar bunun önünde duran en büyük engeldir. Gerçek bölücülerde bunlardır. Atatürk değil; tarihsel misyonunu yüz yıl önce doldurmuş bir lideri, bu gün için engel görmek hatalı bir algıdır. Bu hatayı kışkırtan da Atatürk’ün tarihi rolünü bilmeden onu kullanmak isteyen darbecilerdir, ırkçı-milliyetçilerdir. Farklılıkları inkar için onu maske yapanlardır.

Atatürk hatalarıyla sevaplarıyla geride kalmış bir veridir. Kendi adıma Atatürk’e hiçbir zaman kaba bir düşmanlıkla yaklaşmadım. Siyasal olarak eleştirsem de onu bir ulusun tarihte yarattığı en anlamlı liderdir diye baktım. Dünü bu güne taşıyarak, Atatürk’ü piyasaya sürüp harcamaya çalışan, darbecilere, milliyetçi, ırkçı yaklaşımlara, hangi isim altında olursa olsunlar eleştirimi yapmaktan da hiç çekinmedim. Bunlara söyleyeceğim en önemli şey, Atatürk’ün yakasını bırakın, o üzerine düşeni başka ulusları hiçe sayarak kendi ulusu için yaptı. Onu piyasaya ucuz mal olarak sürmekten uzak durun. Atatürk dönemi dahil Cumhuriyetin her kesitinde Kürtler katledildi, Araplar ve Aleviler baskı altında oldu; Türkiye Cumhuriyeti bir Sünni Türk cumhuriyetidir tanımlaması bu açıdan yanlış değlidir.

Bir gece ansızın değiştirilen Alfabe kanunuyla da tarihte insanlık adına yapılacak en feci kültür katliamı gerçekleştirilmiş oldu; yeryüzünde, alfabeyi bir kanunla değiştirip tüm vatandaşları sıfır tarih bilgisine indirgeyen başka bir ülke yoktur. Arap alfabesinin lağvedilmesiyle sadece Arap halkına ağır bir kültür katliamı yapılmadı, ama aynı zamanda bir gece ansızın Türkler, Kürtler ve bu ortak vatanda yaşayan herkesin tarih bilinci sıfırlandı. Arap alfabesi bilişim çağı için diğerlerinden hiçte farklı olmayan dinamikleriyle okyanus gibi bir alfabedir. Ama yok edildi.

Bu gibi binlerce olumsuzluğu burada sıralamak güç değil. Ancak bunları bir şahsa bağlamak da o kadar güçtür. Bu bir tarih sürecidir, dengeleriyle verileriyle bir bütün olan bir tarihtir. Tek tek verileri, söz konusu tarihin nesneleri ve öznelerini doğru kavramadan, şahıslara yönelmenin ciddiyeti tartışmalıdır. Tarihi algılamak, şahısları hedef tahtası haline getirmek demek değildir.


Bu günkü haliyle, Türkiye Cumhuriyeti farklılıklarıyla zenginlik arz eden topluluklar için dar bir elbise haline gelmiştir. Bu elbise, genişleyip yükselen toplumsal dinamiklerle de her köşesi yırtılmaktadır. Bu gelişmeyi hiç bir güvenlik önlemi, hiç bir kirli savaş ve yeryüzünün hiç bir askeri kudreti engelleyemez. Böyle kalırsa, kanama ölüme kadar götürür. Bu noktada yine sık sık belirttiğim gibi, kanama üzerinden zamana oynayanlar, Lozan anlaşmasıyla kurtardıklarını bile koruyamaz hale gelecektir; ısrar ise, Sevr anlaşmasını arasalar da bulamayacakları bir çöküşe varılacaktır.


Cumhuriyet konusuna devam edelim.

Cumhuriyetin bir başka çehresinde yaşanan tıkanma, kendini inanç alanındaki ciddi daralmalarda gösterdi. Tek boyutluluk inançta din olarak Hıristiyanlığı tasfiye ederken, mezhepte ise Sünni egemenliğini reva gördü. Üstelik Sünni mezheple çatışma halinde olan bir laik devlet ikileminde bulunarak. Cumhuriyetin bu ikircimliği, tüm ikiyüzlü duruşlar gibi er ya da geç aslına dönecekti. Bunu anlamak için son bir örneği sağlıklı algılamak yeter. Ergenekon adlı eski derin devlet tasfiye edilirken, Fethullahçı cemaatin imamlar ordusuyla yeni derin devletin oluşturulmaya başlanması bu gelişmenin anlatımıdır. Devlet bir bütün olarak tek mezhepçi kıskaç altına laiklik de tasfiye edilerek alınmış oldu. Devletin her köşesinde, farklı inançlar için akıl almaz bir tehlike oluşturmaya başlayan imamlar ordusu devreye girdi; Melleler de bunun Kürt halkı üzerine kurgulanın maskesidir. Bu ise yeni ve farklı bir toplumsal patlamanın zeminidir. Bu derinliğine kaostur.

Ortak ülkemizin kimlik bunalımı bu kaosta anlamak zor değildir.


Önümüzdeki süreç demokratik bir cumhuriyetle bu sorunları aşma süreci olabilir. Bunun, kararlı bir siyasal irade gerekli. Aranan kararlı siyasi irade, sadece seçimle gelenlerin iradesini çok aşar. Toplumun tüm kesimlerini, sivil toplum etkinliklerini de sürece katan bir irade olmalıdır.

Siyaset düzenbazları, ırkçı-milliyetçiler, oy avcıları, parti ve tek boyutlu milliyetçi algılıların iradesi, sorunun boyutuna cevap verecek bir iradeyi temsil edemez.

Sonuçta, önemli bir sınavla karşı karşıya olduğumuzu söylemek yanlış olmayacaktır. Anayasa bu konunun önemli bir halkası olabilir. Ortak vatanda, barış içinde bir arada yaşamayı temel alan, tüm farklılıklarımızı temsil eden, farklılıkların hak ve hukukunu yasa, kurum ve kuruluşlarla güvence altına alan bir anayasa bu iradeyi temsil edebilir. Yoksa kimse kimseye “neden?” Diye sorma hakkına sahip olamaz…

Bu tercih, hepimizin sınavıdır. Ortak ülkemizin kaderi de bu tercihle belirlenecektir.

YAZIMA YORUM VE CEVAP

Vedat koparan arkadaş, “ATATÜRK VE DEMOKRATİK CUMHURİYET” Başlıklı makalem için alttaki şu yorumu yaptı.

“değerli dost genel olarak düşüncen olumlu, ne varki eksik ve açılmaya ihtiyaç olan ise nasıl olacak bu demeokratik cumhuriyet .üstelik kapitalsit egemenlikte (faşizm hükmünü sürdürürken)yaşanırken vede kararlı bir siyasi irade önermesi var kimden gelecek bu irade ?diyor sorarken belirttiğin (". Toplumun tüm kesimlerini, sivil toplum etkinliklerini de sürece katan bir irade olmalıdır".)bunu öneriyorsun ne yazık ki her girişim sonuç almayan kısır bir döngüde kanla acıyla hapisliklerle sürmekte egemenler yine bildiğini okuyup uyuglamaktalar her gelen hükümet gideni aratır bir işleyişle devam etmekte ve devrimsiz bir düzen içi demokratik cumhuriyet önermesi ,pek akla ,gerçeğe, olabilirliğe yaslanmıyor.bu sistemin önerilen demokratik cumhuriyete evrilmesini beklemek veya istemek iyi niyetten öte geçmeyen bir düşünüş olsa gerek.kaldı ki demokraitk talep ve mücadele elbet yadsınmaz fakat devrimi hedeflemeyen bir talep düzen içinde boğulmaya mahkum olmaz mı. Değişim olacaksa ;kırıntılarla değil, dipten gelen dalgayla ,tepeden tırnağa aşağıdan yukarıya olmalı her şey ters yüz edilmeli –sevgiler” (http://www.facebook.com/photo.php?fbid=187733621322824&set=a.104968396266014.10234.100002585630850&type=1&theater )

CEVABIMDIR

Değerli dostum Vedat koparan, haklısınız. Sonuç olarak size katılmamak mümkün değil. Zaten tekrarla dikkatlice okursanız aradığım irade, kamuoyuna bir mesajdır. Bu sistemin böylesi bir iradeyi sığasına sığdıramayacağı ise açıktır. Tekrarla devam eden, 135 yıl içinde 5 anayasa yapmalarına karşın hiç birinin sivil ve demokratik olmamasının toplum vicdanı ve farklılıkların toplumsal dokularınca da kabul görmemesinin tek anlamı budur. Bu nedenle önerimi halka bir mesaj olarak ele almak gerek. Yazının konusu Atatürk ve Demokratik Cumhuriyet. Bunun sonuçta bir iradeye dayanması gerek. Bu iradeyi işaret ettim. Buyursun bu düzen bu iradeyi kursun, biz de kabul edelim. Ama bu iradeyle nitelik çatışması içinde olan bu sistemin, hep kaoslar yaratarak halkın gerçekçi iradesini sistemin içinde oturtamayacağı açıktır. Yazıda bir tek cümle daha koyulabilir idi bunu düşündüm, ama koymadım. Olduğu gibi bıraktım, mümkün olan en geniş en yumuşak anlamıyla bile ele alınsa, bu sistemin, böylesi bir iradeyle yeni bir anayasa yapamayacağını göstermek istedim.

Eksik cümleme gelince, Şunu diyecektim, "Ortak ülkemizde gerçek bir demokratik anayasa için çatışma halinde olan tüm güçlerin meydanlardan ve dağlardan gelen siyasal güçlerin ortak iradesine dayanmalıdır." Bu cümlede, diyalogu, içeren bir kamuoyu mesaj cümlesi olacaktı. "Demokratik bir anayasa için tek düze devrim şarttır" kestirme slogansı önermelere gitmek, sonuçta haklı bir söylem olsa da bence siyasetin genişliğine, en azından benim bu günkü algılarıma oturmuyor. Çok marjinal söylemlere yönelmeden, halkın kabul edilebilir algıları a ait önermelerle ilgili mesajlar vermek daha yerindedir; bu hiçte popülist bir yaklaşım değil. Sonuçta halkın iradesi olmadan hiçbir şey olmamalıdır. Zorlam sadece darbeciliktir, iktidar gaspıdır. Bunun ötesini şöyle izah edebilirim ki bir çok yazımda işledim ve buradan da yakında yeniden ele alacağım. O da “TARİHİ KIRILMA...” başlığı altında irdelenecek.

Bu kavram tarihin tüm devrimlerini açıklayan bir kavram; TARİHSEL KIRILMA yeterli olgunluk koşullarında ortaya çıkan toplumsal, siyasi, kültürel askeri fiili kırılmadır. Bu koşul, tarihte azınlık gibi olan kararlı bir örgütsel gücün ülkede doğan devrimci krizleri gerçek anlamda bir devrime dönüştürme anıdır. Bu an, bölgemizin her alanında ortaya çıkabilir. Böylesi bir anda hiç hesaba katılmayan sessiz kitleler birer militan, birer kadro ve yönetici olur. Dünya devrimler tarihi bu örneklerin tarihidir... Ama sakın devrim anlayışımı sorma ( çok uzun konu), 15 yıldır yoğun polemikler yaptık. Yüzlerce makale binlerce sayfa. Benim algılarımda devrim, altı boş, fırsatı kullanan ve buradan siyasal iktidarı ele geçiren bir devrim değildir. iktidarı ele geçirip bir gece ansızın siyasi bir kararnameyle ilan edilecek yeni toplumsal sistemlerin tümü, gerisin geriye dönmüştür. Bu geri dönüş ne şahsi, ne programsal, ne başka bir açıktan dolayıdır. Bu devrimleri yapanların yer yüzünün en büyük beyinleri olduğu gerçeği, böyle bir tanımlama yapmamızı engeller onlara hakaret olur. Geri dönüşün tarihsel nedenleri ve nesnel durumun yetersizliği üzerine binmeleriyle il2gili bir yanı var. Ejderha olsanız başka bir şey yapamazdınız da…

Geri dönüşü mümkün olmayan tarihsel devrimlere, yeni uygarlıklara, bilişim çağının ortaya koyduğu verilerle yadsınmanın yadsınması gereği eski sistemde gelişip olgunlaşan verilerin sonucu olarak devrime yönelmek gerek. Böylesi bir devrimde sınıf mücadelesi bile sıradan reformist bir mücadele düzeyinde kalır; yani sistem içi iyileştirmelerden öteye geçemez. Tarihsel olarak gerçek devrimler bu objektif olgunluklar üzerine siyasal iktidarın da dönüşümüyle tamamlanırlar.

Bu nedenle, demokratik anayasa için ortaya koyduğum önerme, bu olgunlaşma sürecinin bir unsuru olmasıyla ilgilidir. Yani yazdığım cümleler bu önemli tarihsel polemiklerin birikimlerinden gelmiş cümlelerdir. İlginize teşekkürler...

Hiç yorum yok: