HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

5 Kasım 2010 Cuma

TERÖR

Mihrac Ural
2 Kasın 2010


Terör bir insanlık suçudur.

Barış ortamında ve alanlarında, askeri çatışmalarda taraf olmayan, bunun için kullanılmayan sivillere karşı yönelik her askeri eylem bir terör eylemidir. Bu tür eylemi devlette yapsa, örgütler de yapsa terördür; ki devlet bu tür eylemlerle sicili herkesten daha kötüdür.

Tarihte siyasi örgütlerin de demokratik devletlerin de terör eylemi yaptığı bilinmektedir. Bu anlamda eylem bir terör eylemidir.

Bu türden eylemleri ısrarla sürdüren, politik amaç haline getirip düzenli ve sürekli kılan, sivil-asker ayrımı yapmadan programlaştıran örgütler birer terör örgütü, devletler de birer terörist devlettir. Tanımı daha iyi kavramak için, Terörist devletlere İsrail’i, Terörist örgütlere de El Kaide’yi örnek göstermek yanlış olmayacaktır..

Teröre karşı gelmek, insan olmak kadar demokrat olmanın da temel kıstasıdır. Terör, sadece suç şebekelerinden değil, ama aynı zamanda daha yoğun, daha ısrarlı ve daha yaygın olarak devletler eliyle acımasızca uygulanmaktadır. Terörü, devlet eliyle, sadece silahla, bombayla değil, ayrımcılıkla, ötekileştirmekle, haksız rekabetle, fırsat eşitsizliğiyle, psikolojik olarak ve yasaları kullanarak da ikame edilmektedir. Genellikle de ister bireysel ister örgütlü terörün temel nedenleri arasında bu tür devletlerin anti-demokratik baskıcı sistemleri yer almaktadır; özgürlüğün tıkandığı, düşüncelerin yasaklandığı, doğal ve açık hakların gasp edildiği koşullarda, terör eylemleri ve terör örgütlerinin doğuşuna zemin hazırlanmaktadır.

Bu nedenle, terörle mücadele öncelikle baskı sistemleriyle mücadeleden geçtiğini bilince çıkarmak gerek. Demokrasi ve özgürlük mücadelesi bu anlamıyla teröre karşı bir mücadeledir.

Dolaysıyla, baskıcı sistemin ve devletinin yol açtığı teröre karşı gelmek, terörün her türüne karşı gelmek anlamına da gelmektedir. Bu da her insan için bir yükümlülüktür.

Terör hiçbir siyasi amaç için kalıcı bir kazanç sağlayamaz. Tersine açtığı yaralar barışın kazanılmasını engeller. Bu nedenle siyasal mücadele nasıl başlarsa başlasın, hangi araçları kullanırsa kullansın, en meşru zeminde hangi eylemi yaparsa yasın er ya da geç müzakere masasında ki diyalogla barışa yönelmelidir; kalıcı barışın yolu buradan geçer.

Ortak ülkemiz bugün böylesi bir barışı kazanmaya ihtiyaç duymaktadır.



***


Terörün her türüne karşı olmak bir insanlık görevidir.

İki askeri güç arasındaki çatışmanın aktif bir unsuru olarak fiilen çatışmada yer almayan sivil insanlara yönelik her eylem bir terör eylemidir. Bu eylemi, devlette yapsa, şebekelerde yapsa örgütler de yapsa terördür.

Terör eylemini Devlet tanımlayamaz. Devletin terör diye tanımladığı her eylem de terör olarak yorumlanamaz. Devlet kendi statüleriyle ortaya koyduğu algıların dışındaki her şeye terör olarak bakabilir ama bu terör olarak görülemez. Böylesi ucu açık bir terör tanımlaması ya da algısı, devletin terörünü meşru göstermeye yönelik bir devlet yönlendirmesinden ibarettir. Ne kadar ciddi bir siyasal güç olursa olsun örgütlerin her eylemi haklı eylem değildir. Siyasal örgütler de zaman zaman bilinçli, programlı yada denetim dışı unsurları aracılığıyla terör eylemlerine bulaşabilir.

Bu nedenle terör eylemi, terör örgütü ve terörist devlet tanımlamasını dikkatli seçmek ve onu göre kullanmamız gerek. Bunun için öncelikle eylemi doğru tanımlamak ve her eylemi kendi koşulları (zaman ve mekan) içinde ele alarak yerli yerine oturmamız gerek.

Öncele, süren bir savaşın ya da var sayılan bir savaşın açık tarafı olmayan sivillere yönelen ve amacı insan katletmek olana her türden askeri eylem kimden gelirse gelsin terör olarak tanımlanmalıdır. Bu tür eylemi kim yaparsa yapsın bu bir terördür.

Tarihler boyunca terörü düzenli, bilinçli ve yaygın olarak yapanların başında devletler gelir. Siyasi örgütler ya da özü terör üzerine kurulmuş olan şebekelerin (mafya ve farklı suç örgütlerinin) yaptığı terör, yaygınlık ve süreklilik açısından her zaman devlet terörüne göre çok geri plandadır; siyasi örgütlerin terör eylemleri de zaman zaman bilinçlice organize edilebilir, bir taktik olarak kullanıldığı da söylenebilir. Bu eylemler terör kapsamındadır. Stratejik amacı ne olursa olsun, sonu insan katletmeye yönelmiş olan askeri eylemler, savaşın bir parçası olmayan sivilleri katletmekle terör eylemi haline gelebilirler. Bu durumda terör yaygın, programatik, sürekli olmasa da eylem bazında da kalsa terör eylemi olarak tanımlanabilir. Bu eylem istediği kadar insanlığı ilgilendirsin milyonların hak ve talepleri için gündeme gelmiş olsun, o siyasi örgüte bir terör örgütü olarak tanımlamasa da eylemin kendisi bir terör eylemi olur. Bu devletler için de aynıyla geçerlidir.

Devletler kimi zaman resmi kararlarla da terör yapar. Bunu savunur ve sürekliliği için tüm olanaklarını kullanabilirler. Bölgemizde Saddam yönetimindeki Irak ve istisnasız tüm hükümetleriyle İsrail devleti, dünyada Hitler’in Nazi Almanya’sı ve yakın dönemde Bush yönetimindeki ABD bunlara örnek oluşturur. Bu tür devletlerin istihbarat teşkilatları vasıtasıyla nokta eylemi olarak, dünyanın dört bir yanında amaçladıkları hedeflere karşı terör estirmeye devam ettiklerini söylemek yanlış olmayacaktır.


TERÖR KAVRAMININ TARİHÇESİ

Terör kavramı Fransız devriminin dünya siyasal jargonuna kazandırdığı bir kelimedir. Korku salma amacıyla, öldürme, yakma, yıkma gibi halkı yıldırma eylemlerini kapsar. “Fransız Devrimden sonra “1793 Martında 1794 Temmuzuna kadar süren dönem terör rejimi veya terör dönemi (reign of terror-regime de le terreur) olarak adlandırılmıştır. Fransız İhtilali esnasında demokrasi ve eşitliğe kavuşmak adına her türlü baskı ve şiddetin uygulanması gerektiğini savunan Jacobinler'i tanımlamak için kullanılmıştır. Literatürde terör kelimesi bazen şiddet, siyasal şiddet ve anarşi kelimeleriyle eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.” (http://www.turkcebilgi.com/ter%C3%B6rizm/ansiklopedi)

Terör kavramı uluslar arası siyasal literatürde yaygın olarak kullanılması yenidir. II. Dünya savaşı sonrası NATO ve soğuk savaş dönemi ABD ve basını tarafından dünyanın ak ve karaya boyanmasıyla birlikte, karşı tarafın her türden askeri eylemi bir “terör” eylemi olarak lanse edilmeye çalışıldı.1975 sonrası dönemde daha sık kullanılmaya, 1980 sonrası dönemle birlikte uluslar arası siyasal literatürün ayrılmaz bir parçası olmaya başlamıştır.

Terör kavramı, iki yüz yıla yakın bir süre sol eğilimli siyasi yapıların eylemlerini tanımlamak onları suçlamak için kullanılmıştır.

Soğuk savaş dönemi boyunca bu kullanım farklı tanım ve kavramlarla olsa da ağırlıklı olarak Sosyalist sistem yandaşı tüm siyasal hareketleri tanımlamak için istihdam edilmiştir.

NATO ve özellikle ABD soğuk savaş dönemi boyunca, Sovyet sistemini kuşatma adı altında Yeşil Kuşak diye belirlediği alanlarda, yoğun olarak dini hareketleri beslemiştir. Bu hareketlerin akıl almaz vahşetlerle yaptığı terör eylemlerini ise “Demir Perdenin kıskacından kurtulmak üzere gündeme gelen özgürlük çabaları” diye lanse etmiştir.

Bu örgütler Soğuk Savaşın bitimiyle birlikte biçimsel olarak bir uygarlıklar savaşını andıran tepkileri, eski kaynakları kaybettikçe gündeme gelen yeni kaynak arayışları ve merkez kaç çabalarıyla gündeme gelen askeri eylemleri denetlenemez hale geldikçe, bu kez aynı ABD tarafından terör eylemleri diye tanımlanmaya başlanmıştır. Uluslar arası terör de böylece bu günkü anlamını kazanmaya başlamıştır.

Bu noktada önemli bir belirleme yaparak algı bulanıklığını önlemek gerek.

Uluslar arası terör bir gerçektir. El Kaide örneği tipik bir örnektir. Ancak örgütsel terörün evrensel bir sorun olmaya yükselmesine koşut hatta daha öncesinden devletlerin yaptığı terör evrensel ölçeklere ulaşmıştır: Örgütlerin terörü ise buna karşı bir eğilim olarak başladığını söylemek ise yanlış değildir.

Buna karşı Filistin halkının özgürlük mücadelesi, yerel olmasına karşı (Filistin’in işgal edilmiş toprakları dışına çıkmamasına karşı, özellikle 1990 sonrası) hala uluslar arası terör örgütü ve eylemleri diye suçlanması bu paradoksun amacını da açıklar niteliktedir.

Terör ABD çıkarlarına karşı ya da onun müttefiklerinin çıkarlarına karşı gündeme gelen her eylemdir. Bu eylemlere karşı yapılan insanlık dışı her eylem de teröre karşı savunma olarak belirlenmeye çalışılmıştır. Öyle ki evrensel ölçekte “Yaratıcı Anarşi” diye açıkça tanımlanan bir teoriyle (ABD başkanı Oğul Bush’un yardımcısı Dick Cheney tarafında ortaya konan bozgunculuktan yarar sağlama tezidir) ya da “Temiz Eller Operasyonu” adı altında, kendi ellerini temiz tutup hedef ülkenin insanlarını birbirine kırdırarak ABD çıkarlarını koruma eylemlere yönelmekten çekinmez hale getirmiştir.

Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu dünya koşullarında bu tezlerle insanlığa dehşet saçan ABD terörü 1000 yıllık ikinci bir Roma imparatorluk dönemi başladığı iddiasındaydı. Neo-co (yeni liberaller) adı altında ABD yönetiminde etkin olan, bilinçaltı Siyonist algılarla doyurulmuş çevreler, Bölgemizde İsrail lehine, dünyada ise insanlığa karşı her türden dehşet ve tedhiş örgütlenmesine yöneldiler. Eylemleri sadece bir terör eylemi olarak kalmadı devlet yıkma ve işgal etmeye kadar da uzandı.

Terörün devlet eliyle insanlığa getirdiği yıkım, örgütlü terörün binlerce kat daha yoğunu olarak tarihe geçmiştir. Hala da sürmektedir. Bireysel ve siyasal amaçlı terör eylemleri ise, alan ve yoğunluk açısından çok sığdır. Basın ve iletişim dünyasının tüm şişirmelerine karşın, Terör gerçek anlamda ve yaygın olarak devletler eliyle sürmektedir demek yanlış olmayacaktır.


BİRLEŞMİŞ MİLLETLER (BM) VE TERÖR


BM terörle ilgili olarak hala net bir tanımlama yapamamıştır. Güncel politikaların ardından sürüklenerek ABD’nin terör dediği her şeye terör diyerek tekrardan ibaret içi boş bir yaklaşım sergilemeye devam etmektedir; İsrail devletinin açık bir terör devleti olmasına karşın tek bir eylemi için bile terör eylemi demeye yanaşmaması, taraflı algısının ifadesi olarak yerini almaktadır.

BM daha çok siyasi ya da değil devlet dışı her türden örgütlenmenin askeri eylemine terör eylemidir diye bir yaklaşım göstermiştir. BM’nin bu yaklaşımı devleti meşru devlet dışı güçleri gayri meşru olarak algılayan bir yan taşıması nedeniyle yasal teröre terör demem, yasa dışı askeri eylemi ise terör olarak damgalama yaklaşımı içindedir. Bu ayrım BM’nin tarihi boyunca yaşadığı kaosların da temelini oluşturmuştur. BM adaletsizliğinin en yoğun olduğu alan da bu alan olmuştur. ABD’nin eğilimlerini yansıtan bu yaklaşım, ABD’nin dünya çapındaki gizli açık terör faaliyetlerine yasal bir kılıf giydirmiştir. Öyle ki, Panama işgali (20 Aralık 1989) ve başkanı Noriega’yı tutuklayıp (3 Ocak 1990), yargılayıp 30 yıla mahkum ederek California’da cezaevine atmıştır., Afganistan’ı işgal (Ekim 2001), Irak savaşı (20 Mart - 19 Nisan 2003); Irak devletini tarihin en büyük yalanıyla ortadan kaldırıp akıl almaz kıyımlara yönelmesi, ülkeyi üçe bölmesi böyle olmuştur. BM bu anlamda terörle suç ortaklığı yaparak bu güne gelmiştir.

Oysa bir direnme hareketi, bir ulusal kurtuluş ve özgürlük hareketi, işgalci bir güce karşı olduğu kadar askeri zorla özgürlüğü engellemek isteyen devlete karşı yürüttüğü silahlı mücadele, sivillere karşı bir kıyım amacı taşımıyorsa ve bunu fiilen savaşın ilgili taraflarıyla sınırlıyorsa yapılan askeri eyleme terör eylemi denilemez.

Bu yaklaşım esasında, tarihler boyu işgalcilere ve askeri zora karşı haklı, meşru direnme savaşlarının esasını oluşturmuştur; bölgemizin haçlılara karşı savaşından, Amerikalıların İngilizlere karşı savaşına, Hitler’in Nazi Almanya’sına karşı Fransa’nın Rezistans Hareketinden, tüm orta Avrupa’nın II. Dünya savaşında Nazilere karşı verdiği gerilla mücadelesine kadar yükselen direnme hareketleri meşru idi ve terör olarak tanımlanamaz. Bu, Vietnam’ın özgürlük hareketi ve o türden tüm ulusal kurtuluş hareketlerine, Küba’da Batista diktatörlüğünün devrilmesine, Nikaragua’da Somoza diktatörlüğünün devrilmesine kadar tüm silahlı mücadeleler meşru bir mücadele olarak ortaya çıkmıştır. Filistin halkının haklı mücadelesi ise bütün bu örnekleri kapsayan bir hak arama mücadelesi olarak, haklı mücadeleyi tanımlar. Buna karşı İsrail devletinin sürdürdüğü savaş ise tas tamam bir terör olarak tanımlanır. Buna karşı ABD ve yoğun olarak BM dün olduğu gibi bu gün de bu haklı mücadeleleri terör eylemleri olarak tanımlamaktadır.

BM, hala insanlığın vicdanın rahatlatabilecek terör tanımından yoksun olmaya devam ediyor, Adaletsiz yaklaşımlarıyla da devlet terörüne destek vermeyi sürdürüyor. Buna karşı savunma konumunda olan, hak ve talepler uğruna mücadele eden, özgürlük çini halkının desteğini arkasında bulan her askeri eyleme terör suçlaması yapmaktan da çekinmemektedir.



BÖLGEMİZ VE TERÖR


Bölgemizde iki büyük özgürlük hareketi (Filistin ve Kürt) dünden bu güne kararlı bir çizgide ilerlemektedir. Dünya ve bölge dengelerinin de etkisiyle med ve cezirleri olan bu hareketler her zaman terör hareketleri olarak damgalanmakla yüz yüze kalmıştır.

Gerçekte bölgemiz tarihi, ortaçağların Hasan Sabah hareketi dışında çağdaş anlamda devlet terörü dışında örgütlü ve yaygın denilebilecek hiçbir terör eylemiyle tanışmamıştır. Terörün en vahşi biçimlerinden olan büyük soy kırım hareketlerini ise her zaman devletler yapmıştır; 24 Nisan 1915 Ermeni soykırımı, 9 Nisan 1948 Siyonistlerin Filistinlilere karşı Der Yasin katliamı ve sonrası ardı arkası kesilmeyen katliamlar, 1925 Şeyh Sait ve 1938 Dersim Kürt halkı kırımı ve 1984 sonrası kıyım girişimleri, 30 000 sivil ve 17 000 faili meçhulle Kürt insanının katli, 16 Mart 1988 Irak’ta Saddam’ın Kürtlere yönelik Halepçe katliamını bunlar arasındadır.

Bölgemizde terörün tanımlanması konusunda da uzun bir zaman diliminde kararsızlık yaşanmıştır. Bir yandan inandırıcılığı olmayan devlet propagandası diğer yandan zorunlu olarak gündeme gelen kimi eylemler siyasal algılarda tanımın netleşmesini önemli orunda geciktirmiştir.

Terörü tanımlamak yönünde ortaya çıkan ve bölgemizi ilgilendiren en önemli tartışmalar, İsrail’in 11 Nisan 1996 saldırılarıyla Lübnan’da tekrarla yarattığı dehşet ortamının uluslar arası büyük güçlerin müdahalesiyle oluşturulan Tefahum Nisan (27 Nisan 1996 anlaşması) önemli bir dönemeçtir. Bu anlaşmanı günümüze kadar tartışılan en önemli maddesi, işgal güçlerine karşı silahlı eylemlerin bir hak olup olmadığı yönündedir.

Hafız Esat yönetimindeki Suriye’nin de taraf olduğu bu anlaşmada, işgalci güçlere direneme mücadelesinin terör olarak tanımlanmayacağı vurgusu uygun bir dille yer almıştır. Bu anlaşmaya dayanılarak Lübnan halkının direnme örgütü Hizbullah İsrail’e karşı meşru bir silahlı mücadele yürütmeyi başarmış, ona destek veren güçlerde bu meşru zemin içinde desteklerini sunmuştur. 2000 yılında da İsrail’in Güney Lübnan’dan çekilişi sağlanmıştır (23 Mayıs 2000).

2000 yılarıyla birlikte bölgemiz açısından halkın algısı ve devletlerin algısı diye ikiye ayırabileceğimiz ve birbirine karşıt olan farklı terör algısı yerleşmiştir. Bu algının bir ayağı Filistin ve Kürt özgürlük hareketlerinde, diğer ayağı bölgenin gerici devletleri, İsrail ve Dış güç olarak emperyalistlerdedir. Buna rağmen, her taraf diğerini askeri eylemini terör eylemi olarak yorumlamaya devam etmektedir. Veriler ise devlet terörün akıl almaz bir boyutta, bilinçli, programlı, sürekli ve yaygın olarak gündeme geldiğini gösteriyor. Özgürlük hareketlerinin eylemleri ise savunma içerikli olarak gündeme gelmekte, terör kapsamındaki eylemleri çok sınırlı, tek tek eylemler boyutunda, yaygın olmayan, programatik bir amaç içermeyen eylemlerle sınırlı olduğu görümlüktedir.

Lübnan’ın birçok köyünü işgal altında tutmaya devam eden İsrail’e karşı haklı ve meşru bir savunması olarak eylem düzenleyen ve iki askerini esir alarak sınırlı askeri operasyon gerçekleştiren Direnme örgütü Hizbullaha karşı, acılan savaş bu konuda açıklayıcı bir örnektir.

Hizbullah vatan topraklarını işgal eden bir güce karşı eylem yapmıştır. Bu eylem bir terör eylemi olarak mütalaa edilemez iken, İsrail buna karşı Lübnan devletine ve halkına karşı akıl almaz bir cinnetle savaş ilan etmiş alt ve üst yapısını yıkmış, 1000 sivili katletmiş, 4000 sivili ise yaralamıştır. Emperyalist güçler ise bu savaşta açıkça devlet teröründen yana tavır alarak İsrail’e inanılmaz ölçekte destek ve askeri aparat yardımı aktarmıştır.

Bölgemizde terör için söylenebilecek her şey devletlerle ilgili olduğunu gösteren örneklerle doludur.

Lübnan’da, Suriye’de, Irak’ta, İran’da, Afganistan’da kitlelerin tedhiş edilmesine yönelik bubi tuzaklı, uzaktan kumandalı bombalama eylemleri sık sık gündeme gelmiştir. Ancak bu eylemler dış güçlerin taşeronluğunu yapan kukla örgütlerle ikame edilmiştir.

Bölgemizin hiçbir siyasi hareketi teröre yönelmemiştir yönelme eğilimi gösteren unsurlarla arasında set çekmiştir. Terörü amaç edinmemiştir. Kürt Hareketinin Kürt coğrafyasında, Filistin hareketinin Filistin topraklarında süren bir mücadele olması, bu sınırları aşmadan haklı zaman ve mekanda sürmesi başlı başına bunu gösteriri.


TERÖR VE TÜRKİYE


Osmanlıdan Cumhuriyete terör tüm mana ve biçimleriyle devlet eliyle gündeme geldi. Türkiye siyasal tarihinin, siyasal hiçbir örgütü, yaygın, sürekli, programatik ve amaç olarak teröre başvurmadı. 1960 lı yıllar ve sonrası gelişen siyasal mücadele silahlı eylemlere yöneldiyse de terör eylemi denilebilecek bir çaba içinde olunmadı. Olması halinde bile, eylem bazında sınırlı kalmış ve hiçbir zaman amaç olmamıştır.

Özellikle devrimci hareketler olarak bu tür eylemlerden kaçınılmıştır. Buna karşı devlet, tüm güvenlik güçleriyle ve sivil faşist güçler aracılığıyla (MHP ve Ülkü Ocakları gibi) amacı terör olan eylemlerle halkı ve devrimcileri katletmiştir.

Bu süreç 1980 sonrası özellikle 12 Eylül askeri faşist darbesinin oluşturduğu karanlık baskı rejimi süresince çok kanlı ve yaygın hale gelmiştir. 12 Eylül rejimi büyük ölçüde devrimci hareketi tasfiyeye yönelmiş ve bu konuda da önemli başarılar elde etmiştir

Önceleri Komünist faaliyetleri tanımlamak için, daha çok Anarşistler ya da anarşist eylemler tanımı kullanılırdı. Bu dönemde devlete göre hepimiz anarşisttik. 12 Eylül rejimi ise fotoğraflarımızı havi afişleri sokaklarda asarak da bizleri arıyordu.

Bu süreçte halkının desteğini arkasına alan Kürt özgürlük hareketi, direnmeyi devam ettirmiş bu güne kadar ülkemizde demokratik var oluşun hepimiz adına temsilciliği yapılmıştır. Bu durum, Kürt halkının sırtına ağır bir maliyet yıkmıştır. 12 Eylül rejiminin insanlık suçlarıyla tanımlanabilecek yaygın, bilinçli, resmi ve yoğun terör eylemleri en çok Kürtleri hedef almıştır.

Kürt özgürlük hareketi ise hak talebindeki meşru savunmasında buna karşı durmaya çalışmış eylemlerini sadece çatışan silahlı güçler kapsamında tutma çabası içinde olmuştur. Bu çabaların ihlal edildiği kimi durumlarda ise açıkça halktan özür dilenerek ve tekrar etmeden doğru tutum takınmıştır.

Devlet kendi terör faaliyetlerini örtmek için, yasalarında terörü öylesi bir tanımla ortaya koymuştur ki, terör olmayan bir muhalif eylem ve davranış türü bırakmamıştır. Devletin terörle ilgili resmi tanımı şudur.

Türkiye'de 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 1.maddesinde; “Cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir” şeklinde tanımlanmaktadır. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Ter%C3%B6rizm )

Buradaki kavramlara dikkat edilirse görülecek ki elastiki, yoruma açık genişliktedir. Kaygılı ifadelerdir. Yasal zeminde bir mücadele için bile şans tanımayan bir tarzdadır. Böyle olunca düşüncenin, davranışın, itirazın, hatta demokratik yollarla amaçlanmış bir değişikliğin bile, terör çabası olarak tanımlanması zor değildir.

Bu yaklaşımlar düşünceyi suç sayan yaklaşımlardır ve yasal çalışma zeminin yok eden girişimlerdir: yasal terör de tas tamam budur.

Ülkemizde anti Demokratik baskı rejimi, terörü olduğu kadar, hak arayışını bir savunma mücadelesine, hatta sert bir savaşa dönüştüren de budur. Bunu Kürt halkının özgürlük mücadelesinde açıkça görmek zor değildir.

Kürt özgürlük hareketini askeri araçlara sarılmaya zorlayan sistemin bu algılarıdır. Buna karşı yürütülen silahlı mücadele haklı bir mücadele, meşru bir halk savaşı mücadelesidir. Kürt özgürlük hareketi bu güne kadar izlediği sorumlu çizgiyle iç savaşın önüne geçen, ülkenin sorunlarını çözmede sorumlu bir çizgi ve yönetim içinde olduğunu göstermiştir. Bu bile, başlı başına ülke için bir kazançtır: Tarihin tanık olduğu ulusal kurtuluş hareketlerinin kanlı bilançolarına, dirayetle yol açmamış olması onun milliyetçilik bile yapmama duyarlılığının bir sonucudur. Bu ölçüde duyarlı olan ve askeri mücadeleyi de yönlendiren Kürt özgürlük hareketini terörist olarak suçlamak büyük bir haksızlık ve sorunların çözülmesinin ününü tıkamaktır.

Kürt özgürlük hareketi bu açıdan hiç hata yapmamış bir hareket olarak da düşünülemez, bazen terör anlamını gelecek eylem de yapmış olma olasılığı vardır: Bu konuda özeleştiri çekmesi bunu halka açık olarak yapması da büyük bir öneme sahiptir.

Tarihi boylunca halka karşı terör uygulayan devletin ise bir kez olsun yanlışını itiraf etmemiş olması bu sürecin gerçek teröristlerini ele verebilecek bir tablo olarak önümüzde durmaktadır.

SONUÇ:

Terörün Her türüne karşı tutum almak insan olmaktır. Bu satırların yazarı siyasal mücadelesinin her kesitinde teröre karşı gelmiş ve örgütsel süreçte uzun dönem silahlı mücadelesinde örgütünün teröre, insan katline yönelim bir amaç gütmeme çabası vermiştir.

Ülkemiz barış istemekte, terör onarılması mümkün olmayan yarala açmaktadır. Sorunlarımızı diyalogla çözmek için, büyük özverilerden de çekinmemek gerektiğini belirtmek gerek. Siyasal mücadelemiz silahlı ya da silahsız olsun, terörü amaç edinmemek, terör eylemi, eylem bazında kalsa da buna iltica etmemek gerekmektedir.

Direk ülkemizin ortak ve eşit kurucuları olarak yeniden demokratik bir cumhuriyet altında organize ederek, demokratik bir anayasada farklılıklarımızı açıkça tanımlayıp haklarını teslim ederek güvenceye kavuşturmak bu sürecin sonunda beklenen tek amaç olmalıdır. Bunun için tek yolumuz var birbirimizle diyalogu kesmemek, müzakerelerle kalıcı barışı ikame etmek gerek.

Hiç yorum yok: