5 Kasım 2010 Cuma
TERÖR
Mihrac Ural
2 Kasın 2010
Terör bir insanlık suçudur.
Barış ortamında ve alanlarında, askeri çatışmalarda taraf olmayan, bunun için kullanılmayan sivillere karşı yönelik her askeri eylem bir terör eylemidir. Bu tür eylemi devlette yapsa, örgütler de yapsa terördür; ki devlet bu tür eylemlerle sicili herkesten daha kötüdür.
Tarihte siyasi örgütlerin de demokratik devletlerin de terör eylemi yaptığı bilinmektedir. Bu anlamda eylem bir terör eylemidir.
Bu türden eylemleri ısrarla sürdüren, politik amaç haline getirip düzenli ve sürekli kılan, sivil-asker ayrımı yapmadan programlaştıran örgütler birer terör örgütü, devletler de birer terörist devlettir. Tanımı daha iyi kavramak için, Terörist devletlere İsrail’i, Terörist örgütlere de El Kaide’yi örnek göstermek yanlış olmayacaktır..
Teröre karşı gelmek, insan olmak kadar demokrat olmanın da temel kıstasıdır. Terör, sadece suç şebekelerinden değil, ama aynı zamanda daha yoğun, daha ısrarlı ve daha yaygın olarak devletler eliyle acımasızca uygulanmaktadır. Terörü, devlet eliyle, sadece silahla, bombayla değil, ayrımcılıkla, ötekileştirmekle, haksız rekabetle, fırsat eşitsizliğiyle, psikolojik olarak ve yasaları kullanarak da ikame edilmektedir. Genellikle de ister bireysel ister örgütlü terörün temel nedenleri arasında bu tür devletlerin anti-demokratik baskıcı sistemleri yer almaktadır; özgürlüğün tıkandığı, düşüncelerin yasaklandığı, doğal ve açık hakların gasp edildiği koşullarda, terör eylemleri ve terör örgütlerinin doğuşuna zemin hazırlanmaktadır.
Bu nedenle, terörle mücadele öncelikle baskı sistemleriyle mücadeleden geçtiğini bilince çıkarmak gerek. Demokrasi ve özgürlük mücadelesi bu anlamıyla teröre karşı bir mücadeledir.
Dolaysıyla, baskıcı sistemin ve devletinin yol açtığı teröre karşı gelmek, terörün her türüne karşı gelmek anlamına da gelmektedir. Bu da her insan için bir yükümlülüktür.
Terör hiçbir siyasi amaç için kalıcı bir kazanç sağlayamaz. Tersine açtığı yaralar barışın kazanılmasını engeller. Bu nedenle siyasal mücadele nasıl başlarsa başlasın, hangi araçları kullanırsa kullansın, en meşru zeminde hangi eylemi yaparsa yasın er ya da geç müzakere masasında ki diyalogla barışa yönelmelidir; kalıcı barışın yolu buradan geçer.
Ortak ülkemiz bugün böylesi bir barışı kazanmaya ihtiyaç duymaktadır.
***
Terörün her türüne karşı olmak bir insanlık görevidir.
İki askeri güç arasındaki çatışmanın aktif bir unsuru olarak fiilen çatışmada yer almayan sivil insanlara yönelik her eylem bir terör eylemidir. Bu eylemi, devlette yapsa, şebekelerde yapsa örgütler de yapsa terördür.
Terör eylemini Devlet tanımlayamaz. Devletin terör diye tanımladığı her eylem de terör olarak yorumlanamaz. Devlet kendi statüleriyle ortaya koyduğu algıların dışındaki her şeye terör olarak bakabilir ama bu terör olarak görülemez. Böylesi ucu açık bir terör tanımlaması ya da algısı, devletin terörünü meşru göstermeye yönelik bir devlet yönlendirmesinden ibarettir. Ne kadar ciddi bir siyasal güç olursa olsun örgütlerin her eylemi haklı eylem değildir. Siyasal örgütler de zaman zaman bilinçli, programlı yada denetim dışı unsurları aracılığıyla terör eylemlerine bulaşabilir.
Bu nedenle terör eylemi, terör örgütü ve terörist devlet tanımlamasını dikkatli seçmek ve onu göre kullanmamız gerek. Bunun için öncelikle eylemi doğru tanımlamak ve her eylemi kendi koşulları (zaman ve mekan) içinde ele alarak yerli yerine oturmamız gerek.
Öncele, süren bir savaşın ya da var sayılan bir savaşın açık tarafı olmayan sivillere yönelen ve amacı insan katletmek olana her türden askeri eylem kimden gelirse gelsin terör olarak tanımlanmalıdır. Bu tür eylemi kim yaparsa yapsın bu bir terördür.
Tarihler boyunca terörü düzenli, bilinçli ve yaygın olarak yapanların başında devletler gelir. Siyasi örgütler ya da özü terör üzerine kurulmuş olan şebekelerin (mafya ve farklı suç örgütlerinin) yaptığı terör, yaygınlık ve süreklilik açısından her zaman devlet terörüne göre çok geri plandadır; siyasi örgütlerin terör eylemleri de zaman zaman bilinçlice organize edilebilir, bir taktik olarak kullanıldığı da söylenebilir. Bu eylemler terör kapsamındadır. Stratejik amacı ne olursa olsun, sonu insan katletmeye yönelmiş olan askeri eylemler, savaşın bir parçası olmayan sivilleri katletmekle terör eylemi haline gelebilirler. Bu durumda terör yaygın, programatik, sürekli olmasa da eylem bazında da kalsa terör eylemi olarak tanımlanabilir. Bu eylem istediği kadar insanlığı ilgilendirsin milyonların hak ve talepleri için gündeme gelmiş olsun, o siyasi örgüte bir terör örgütü olarak tanımlamasa da eylemin kendisi bir terör eylemi olur. Bu devletler için de aynıyla geçerlidir.
Devletler kimi zaman resmi kararlarla da terör yapar. Bunu savunur ve sürekliliği için tüm olanaklarını kullanabilirler. Bölgemizde Saddam yönetimindeki Irak ve istisnasız tüm hükümetleriyle İsrail devleti, dünyada Hitler’in Nazi Almanya’sı ve yakın dönemde Bush yönetimindeki ABD bunlara örnek oluşturur. Bu tür devletlerin istihbarat teşkilatları vasıtasıyla nokta eylemi olarak, dünyanın dört bir yanında amaçladıkları hedeflere karşı terör estirmeye devam ettiklerini söylemek yanlış olmayacaktır.
TERÖR KAVRAMININ TARİHÇESİ
Terör kavramı Fransız devriminin dünya siyasal jargonuna kazandırdığı bir kelimedir. Korku salma amacıyla, öldürme, yakma, yıkma gibi halkı yıldırma eylemlerini kapsar. “Fransız Devrimden sonra “1793 Martında 1794 Temmuzuna kadar süren dönem terör rejimi veya terör dönemi (reign of terror-regime de le terreur) olarak adlandırılmıştır. Fransız İhtilali esnasında demokrasi ve eşitliğe kavuşmak adına her türlü baskı ve şiddetin uygulanması gerektiğini savunan Jacobinler'i tanımlamak için kullanılmıştır. Literatürde terör kelimesi bazen şiddet, siyasal şiddet ve anarşi kelimeleriyle eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.” (http://www.turkcebilgi.com/ter%C3%B6rizm/ansiklopedi)
Terör kavramı uluslar arası siyasal literatürde yaygın olarak kullanılması yenidir. II. Dünya savaşı sonrası NATO ve soğuk savaş dönemi ABD ve basını tarafından dünyanın ak ve karaya boyanmasıyla birlikte, karşı tarafın her türden askeri eylemi bir “terör” eylemi olarak lanse edilmeye çalışıldı.1975 sonrası dönemde daha sık kullanılmaya, 1980 sonrası dönemle birlikte uluslar arası siyasal literatürün ayrılmaz bir parçası olmaya başlamıştır.
Terör kavramı, iki yüz yıla yakın bir süre sol eğilimli siyasi yapıların eylemlerini tanımlamak onları suçlamak için kullanılmıştır.
Soğuk savaş dönemi boyunca bu kullanım farklı tanım ve kavramlarla olsa da ağırlıklı olarak Sosyalist sistem yandaşı tüm siyasal hareketleri tanımlamak için istihdam edilmiştir.
NATO ve özellikle ABD soğuk savaş dönemi boyunca, Sovyet sistemini kuşatma adı altında Yeşil Kuşak diye belirlediği alanlarda, yoğun olarak dini hareketleri beslemiştir. Bu hareketlerin akıl almaz vahşetlerle yaptığı terör eylemlerini ise “Demir Perdenin kıskacından kurtulmak üzere gündeme gelen özgürlük çabaları” diye lanse etmiştir.
Bu örgütler Soğuk Savaşın bitimiyle birlikte biçimsel olarak bir uygarlıklar savaşını andıran tepkileri, eski kaynakları kaybettikçe gündeme gelen yeni kaynak arayışları ve merkez kaç çabalarıyla gündeme gelen askeri eylemleri denetlenemez hale geldikçe, bu kez aynı ABD tarafından terör eylemleri diye tanımlanmaya başlanmıştır. Uluslar arası terör de böylece bu günkü anlamını kazanmaya başlamıştır.
Bu noktada önemli bir belirleme yaparak algı bulanıklığını önlemek gerek.
Uluslar arası terör bir gerçektir. El Kaide örneği tipik bir örnektir. Ancak örgütsel terörün evrensel bir sorun olmaya yükselmesine koşut hatta daha öncesinden devletlerin yaptığı terör evrensel ölçeklere ulaşmıştır: Örgütlerin terörü ise buna karşı bir eğilim olarak başladığını söylemek ise yanlış değildir.
Buna karşı Filistin halkının özgürlük mücadelesi, yerel olmasına karşı (Filistin’in işgal edilmiş toprakları dışına çıkmamasına karşı, özellikle 1990 sonrası) hala uluslar arası terör örgütü ve eylemleri diye suçlanması bu paradoksun amacını da açıklar niteliktedir.
Terör ABD çıkarlarına karşı ya da onun müttefiklerinin çıkarlarına karşı gündeme gelen her eylemdir. Bu eylemlere karşı yapılan insanlık dışı her eylem de teröre karşı savunma olarak belirlenmeye çalışılmıştır. Öyle ki evrensel ölçekte “Yaratıcı Anarşi” diye açıkça tanımlanan bir teoriyle (ABD başkanı Oğul Bush’un yardımcısı Dick Cheney tarafında ortaya konan bozgunculuktan yarar sağlama tezidir) ya da “Temiz Eller Operasyonu” adı altında, kendi ellerini temiz tutup hedef ülkenin insanlarını birbirine kırdırarak ABD çıkarlarını koruma eylemlere yönelmekten çekinmez hale getirmiştir.
Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu dünya koşullarında bu tezlerle insanlığa dehşet saçan ABD terörü 1000 yıllık ikinci bir Roma imparatorluk dönemi başladığı iddiasındaydı. Neo-co (yeni liberaller) adı altında ABD yönetiminde etkin olan, bilinçaltı Siyonist algılarla doyurulmuş çevreler, Bölgemizde İsrail lehine, dünyada ise insanlığa karşı her türden dehşet ve tedhiş örgütlenmesine yöneldiler. Eylemleri sadece bir terör eylemi olarak kalmadı devlet yıkma ve işgal etmeye kadar da uzandı.
Terörün devlet eliyle insanlığa getirdiği yıkım, örgütlü terörün binlerce kat daha yoğunu olarak tarihe geçmiştir. Hala da sürmektedir. Bireysel ve siyasal amaçlı terör eylemleri ise, alan ve yoğunluk açısından çok sığdır. Basın ve iletişim dünyasının tüm şişirmelerine karşın, Terör gerçek anlamda ve yaygın olarak devletler eliyle sürmektedir demek yanlış olmayacaktır.
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER (BM) VE TERÖR
BM terörle ilgili olarak hala net bir tanımlama yapamamıştır. Güncel politikaların ardından sürüklenerek ABD’nin terör dediği her şeye terör diyerek tekrardan ibaret içi boş bir yaklaşım sergilemeye devam etmektedir; İsrail devletinin açık bir terör devleti olmasına karşın tek bir eylemi için bile terör eylemi demeye yanaşmaması, taraflı algısının ifadesi olarak yerini almaktadır.
BM daha çok siyasi ya da değil devlet dışı her türden örgütlenmenin askeri eylemine terör eylemidir diye bir yaklaşım göstermiştir. BM’nin bu yaklaşımı devleti meşru devlet dışı güçleri gayri meşru olarak algılayan bir yan taşıması nedeniyle yasal teröre terör demem, yasa dışı askeri eylemi ise terör olarak damgalama yaklaşımı içindedir. Bu ayrım BM’nin tarihi boyunca yaşadığı kaosların da temelini oluşturmuştur. BM adaletsizliğinin en yoğun olduğu alan da bu alan olmuştur. ABD’nin eğilimlerini yansıtan bu yaklaşım, ABD’nin dünya çapındaki gizli açık terör faaliyetlerine yasal bir kılıf giydirmiştir. Öyle ki, Panama işgali (20 Aralık 1989) ve başkanı Noriega’yı tutuklayıp (3 Ocak 1990), yargılayıp 30 yıla mahkum ederek California’da cezaevine atmıştır., Afganistan’ı işgal (Ekim 2001), Irak savaşı (20 Mart - 19 Nisan 2003); Irak devletini tarihin en büyük yalanıyla ortadan kaldırıp akıl almaz kıyımlara yönelmesi, ülkeyi üçe bölmesi böyle olmuştur. BM bu anlamda terörle suç ortaklığı yaparak bu güne gelmiştir.
Oysa bir direnme hareketi, bir ulusal kurtuluş ve özgürlük hareketi, işgalci bir güce karşı olduğu kadar askeri zorla özgürlüğü engellemek isteyen devlete karşı yürüttüğü silahlı mücadele, sivillere karşı bir kıyım amacı taşımıyorsa ve bunu fiilen savaşın ilgili taraflarıyla sınırlıyorsa yapılan askeri eyleme terör eylemi denilemez.
Bu yaklaşım esasında, tarihler boyu işgalcilere ve askeri zora karşı haklı, meşru direnme savaşlarının esasını oluşturmuştur; bölgemizin haçlılara karşı savaşından, Amerikalıların İngilizlere karşı savaşına, Hitler’in Nazi Almanya’sına karşı Fransa’nın Rezistans Hareketinden, tüm orta Avrupa’nın II. Dünya savaşında Nazilere karşı verdiği gerilla mücadelesine kadar yükselen direnme hareketleri meşru idi ve terör olarak tanımlanamaz. Bu, Vietnam’ın özgürlük hareketi ve o türden tüm ulusal kurtuluş hareketlerine, Küba’da Batista diktatörlüğünün devrilmesine, Nikaragua’da Somoza diktatörlüğünün devrilmesine kadar tüm silahlı mücadeleler meşru bir mücadele olarak ortaya çıkmıştır. Filistin halkının haklı mücadelesi ise bütün bu örnekleri kapsayan bir hak arama mücadelesi olarak, haklı mücadeleyi tanımlar. Buna karşı İsrail devletinin sürdürdüğü savaş ise tas tamam bir terör olarak tanımlanır. Buna karşı ABD ve yoğun olarak BM dün olduğu gibi bu gün de bu haklı mücadeleleri terör eylemleri olarak tanımlamaktadır.
BM, hala insanlığın vicdanın rahatlatabilecek terör tanımından yoksun olmaya devam ediyor, Adaletsiz yaklaşımlarıyla da devlet terörüne destek vermeyi sürdürüyor. Buna karşı savunma konumunda olan, hak ve talepler uğruna mücadele eden, özgürlük çini halkının desteğini arkasında bulan her askeri eyleme terör suçlaması yapmaktan da çekinmemektedir.
BÖLGEMİZ VE TERÖR
Bölgemizde iki büyük özgürlük hareketi (Filistin ve Kürt) dünden bu güne kararlı bir çizgide ilerlemektedir. Dünya ve bölge dengelerinin de etkisiyle med ve cezirleri olan bu hareketler her zaman terör hareketleri olarak damgalanmakla yüz yüze kalmıştır.
Gerçekte bölgemiz tarihi, ortaçağların Hasan Sabah hareketi dışında çağdaş anlamda devlet terörü dışında örgütlü ve yaygın denilebilecek hiçbir terör eylemiyle tanışmamıştır. Terörün en vahşi biçimlerinden olan büyük soy kırım hareketlerini ise her zaman devletler yapmıştır; 24 Nisan 1915 Ermeni soykırımı, 9 Nisan 1948 Siyonistlerin Filistinlilere karşı Der Yasin katliamı ve sonrası ardı arkası kesilmeyen katliamlar, 1925 Şeyh Sait ve 1938 Dersim Kürt halkı kırımı ve 1984 sonrası kıyım girişimleri, 30 000 sivil ve 17 000 faili meçhulle Kürt insanının katli, 16 Mart 1988 Irak’ta Saddam’ın Kürtlere yönelik Halepçe katliamını bunlar arasındadır.
Bölgemizde terörün tanımlanması konusunda da uzun bir zaman diliminde kararsızlık yaşanmıştır. Bir yandan inandırıcılığı olmayan devlet propagandası diğer yandan zorunlu olarak gündeme gelen kimi eylemler siyasal algılarda tanımın netleşmesini önemli orunda geciktirmiştir.
Terörü tanımlamak yönünde ortaya çıkan ve bölgemizi ilgilendiren en önemli tartışmalar, İsrail’in 11 Nisan 1996 saldırılarıyla Lübnan’da tekrarla yarattığı dehşet ortamının uluslar arası büyük güçlerin müdahalesiyle oluşturulan Tefahum Nisan (27 Nisan 1996 anlaşması) önemli bir dönemeçtir. Bu anlaşmanı günümüze kadar tartışılan en önemli maddesi, işgal güçlerine karşı silahlı eylemlerin bir hak olup olmadığı yönündedir.
Hafız Esat yönetimindeki Suriye’nin de taraf olduğu bu anlaşmada, işgalci güçlere direneme mücadelesinin terör olarak tanımlanmayacağı vurgusu uygun bir dille yer almıştır. Bu anlaşmaya dayanılarak Lübnan halkının direnme örgütü Hizbullah İsrail’e karşı meşru bir silahlı mücadele yürütmeyi başarmış, ona destek veren güçlerde bu meşru zemin içinde desteklerini sunmuştur. 2000 yılında da İsrail’in Güney Lübnan’dan çekilişi sağlanmıştır (23 Mayıs 2000).
2000 yılarıyla birlikte bölgemiz açısından halkın algısı ve devletlerin algısı diye ikiye ayırabileceğimiz ve birbirine karşıt olan farklı terör algısı yerleşmiştir. Bu algının bir ayağı Filistin ve Kürt özgürlük hareketlerinde, diğer ayağı bölgenin gerici devletleri, İsrail ve Dış güç olarak emperyalistlerdedir. Buna rağmen, her taraf diğerini askeri eylemini terör eylemi olarak yorumlamaya devam etmektedir. Veriler ise devlet terörün akıl almaz bir boyutta, bilinçli, programlı, sürekli ve yaygın olarak gündeme geldiğini gösteriyor. Özgürlük hareketlerinin eylemleri ise savunma içerikli olarak gündeme gelmekte, terör kapsamındaki eylemleri çok sınırlı, tek tek eylemler boyutunda, yaygın olmayan, programatik bir amaç içermeyen eylemlerle sınırlı olduğu görümlüktedir.
Lübnan’ın birçok köyünü işgal altında tutmaya devam eden İsrail’e karşı haklı ve meşru bir savunması olarak eylem düzenleyen ve iki askerini esir alarak sınırlı askeri operasyon gerçekleştiren Direnme örgütü Hizbullaha karşı, acılan savaş bu konuda açıklayıcı bir örnektir.
Hizbullah vatan topraklarını işgal eden bir güce karşı eylem yapmıştır. Bu eylem bir terör eylemi olarak mütalaa edilemez iken, İsrail buna karşı Lübnan devletine ve halkına karşı akıl almaz bir cinnetle savaş ilan etmiş alt ve üst yapısını yıkmış, 1000 sivili katletmiş, 4000 sivili ise yaralamıştır. Emperyalist güçler ise bu savaşta açıkça devlet teröründen yana tavır alarak İsrail’e inanılmaz ölçekte destek ve askeri aparat yardımı aktarmıştır.
Bölgemizde terör için söylenebilecek her şey devletlerle ilgili olduğunu gösteren örneklerle doludur.
Lübnan’da, Suriye’de, Irak’ta, İran’da, Afganistan’da kitlelerin tedhiş edilmesine yönelik bubi tuzaklı, uzaktan kumandalı bombalama eylemleri sık sık gündeme gelmiştir. Ancak bu eylemler dış güçlerin taşeronluğunu yapan kukla örgütlerle ikame edilmiştir.
Bölgemizin hiçbir siyasi hareketi teröre yönelmemiştir yönelme eğilimi gösteren unsurlarla arasında set çekmiştir. Terörü amaç edinmemiştir. Kürt Hareketinin Kürt coğrafyasında, Filistin hareketinin Filistin topraklarında süren bir mücadele olması, bu sınırları aşmadan haklı zaman ve mekanda sürmesi başlı başına bunu gösteriri.
TERÖR VE TÜRKİYE
Osmanlıdan Cumhuriyete terör tüm mana ve biçimleriyle devlet eliyle gündeme geldi. Türkiye siyasal tarihinin, siyasal hiçbir örgütü, yaygın, sürekli, programatik ve amaç olarak teröre başvurmadı. 1960 lı yıllar ve sonrası gelişen siyasal mücadele silahlı eylemlere yöneldiyse de terör eylemi denilebilecek bir çaba içinde olunmadı. Olması halinde bile, eylem bazında sınırlı kalmış ve hiçbir zaman amaç olmamıştır.
Özellikle devrimci hareketler olarak bu tür eylemlerden kaçınılmıştır. Buna karşı devlet, tüm güvenlik güçleriyle ve sivil faşist güçler aracılığıyla (MHP ve Ülkü Ocakları gibi) amacı terör olan eylemlerle halkı ve devrimcileri katletmiştir.
Bu süreç 1980 sonrası özellikle 12 Eylül askeri faşist darbesinin oluşturduğu karanlık baskı rejimi süresince çok kanlı ve yaygın hale gelmiştir. 12 Eylül rejimi büyük ölçüde devrimci hareketi tasfiyeye yönelmiş ve bu konuda da önemli başarılar elde etmiştir
Önceleri Komünist faaliyetleri tanımlamak için, daha çok Anarşistler ya da anarşist eylemler tanımı kullanılırdı. Bu dönemde devlete göre hepimiz anarşisttik. 12 Eylül rejimi ise fotoğraflarımızı havi afişleri sokaklarda asarak da bizleri arıyordu.
Bu süreçte halkının desteğini arkasına alan Kürt özgürlük hareketi, direnmeyi devam ettirmiş bu güne kadar ülkemizde demokratik var oluşun hepimiz adına temsilciliği yapılmıştır. Bu durum, Kürt halkının sırtına ağır bir maliyet yıkmıştır. 12 Eylül rejiminin insanlık suçlarıyla tanımlanabilecek yaygın, bilinçli, resmi ve yoğun terör eylemleri en çok Kürtleri hedef almıştır.
Kürt özgürlük hareketi ise hak talebindeki meşru savunmasında buna karşı durmaya çalışmış eylemlerini sadece çatışan silahlı güçler kapsamında tutma çabası içinde olmuştur. Bu çabaların ihlal edildiği kimi durumlarda ise açıkça halktan özür dilenerek ve tekrar etmeden doğru tutum takınmıştır.
Devlet kendi terör faaliyetlerini örtmek için, yasalarında terörü öylesi bir tanımla ortaya koymuştur ki, terör olmayan bir muhalif eylem ve davranış türü bırakmamıştır. Devletin terörle ilgili resmi tanımı şudur.
Türkiye'de 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 1.maddesinde; “Cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir” şeklinde tanımlanmaktadır. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Ter%C3%B6rizm )
Buradaki kavramlara dikkat edilirse görülecek ki elastiki, yoruma açık genişliktedir. Kaygılı ifadelerdir. Yasal zeminde bir mücadele için bile şans tanımayan bir tarzdadır. Böyle olunca düşüncenin, davranışın, itirazın, hatta demokratik yollarla amaçlanmış bir değişikliğin bile, terör çabası olarak tanımlanması zor değildir.
Bu yaklaşımlar düşünceyi suç sayan yaklaşımlardır ve yasal çalışma zeminin yok eden girişimlerdir: yasal terör de tas tamam budur.
Ülkemizde anti Demokratik baskı rejimi, terörü olduğu kadar, hak arayışını bir savunma mücadelesine, hatta sert bir savaşa dönüştüren de budur. Bunu Kürt halkının özgürlük mücadelesinde açıkça görmek zor değildir.
Kürt özgürlük hareketini askeri araçlara sarılmaya zorlayan sistemin bu algılarıdır. Buna karşı yürütülen silahlı mücadele haklı bir mücadele, meşru bir halk savaşı mücadelesidir. Kürt özgürlük hareketi bu güne kadar izlediği sorumlu çizgiyle iç savaşın önüne geçen, ülkenin sorunlarını çözmede sorumlu bir çizgi ve yönetim içinde olduğunu göstermiştir. Bu bile, başlı başına ülke için bir kazançtır: Tarihin tanık olduğu ulusal kurtuluş hareketlerinin kanlı bilançolarına, dirayetle yol açmamış olması onun milliyetçilik bile yapmama duyarlılığının bir sonucudur. Bu ölçüde duyarlı olan ve askeri mücadeleyi de yönlendiren Kürt özgürlük hareketini terörist olarak suçlamak büyük bir haksızlık ve sorunların çözülmesinin ününü tıkamaktır.
Kürt özgürlük hareketi bu açıdan hiç hata yapmamış bir hareket olarak da düşünülemez, bazen terör anlamını gelecek eylem de yapmış olma olasılığı vardır: Bu konuda özeleştiri çekmesi bunu halka açık olarak yapması da büyük bir öneme sahiptir.
Tarihi boylunca halka karşı terör uygulayan devletin ise bir kez olsun yanlışını itiraf etmemiş olması bu sürecin gerçek teröristlerini ele verebilecek bir tablo olarak önümüzde durmaktadır.
SONUÇ:
Terörün Her türüne karşı tutum almak insan olmaktır. Bu satırların yazarı siyasal mücadelesinin her kesitinde teröre karşı gelmiş ve örgütsel süreçte uzun dönem silahlı mücadelesinde örgütünün teröre, insan katline yönelim bir amaç gütmeme çabası vermiştir.
Ülkemiz barış istemekte, terör onarılması mümkün olmayan yarala açmaktadır. Sorunlarımızı diyalogla çözmek için, büyük özverilerden de çekinmemek gerektiğini belirtmek gerek. Siyasal mücadelemiz silahlı ya da silahsız olsun, terörü amaç edinmemek, terör eylemi, eylem bazında kalsa da buna iltica etmemek gerekmektedir.
Direk ülkemizin ortak ve eşit kurucuları olarak yeniden demokratik bir cumhuriyet altında organize ederek, demokratik bir anayasada farklılıklarımızı açıkça tanımlayıp haklarını teslim ederek güvenceye kavuşturmak bu sürecin sonunda beklenen tek amaç olmalıdır. Bunun için tek yolumuz var birbirimizle diyalogu kesmemek, müzakerelerle kalıcı barışı ikame etmek gerek.
2 Kasın 2010
Terör bir insanlık suçudur.
Barış ortamında ve alanlarında, askeri çatışmalarda taraf olmayan, bunun için kullanılmayan sivillere karşı yönelik her askeri eylem bir terör eylemidir. Bu tür eylemi devlette yapsa, örgütler de yapsa terördür; ki devlet bu tür eylemlerle sicili herkesten daha kötüdür.
Tarihte siyasi örgütlerin de demokratik devletlerin de terör eylemi yaptığı bilinmektedir. Bu anlamda eylem bir terör eylemidir.
Bu türden eylemleri ısrarla sürdüren, politik amaç haline getirip düzenli ve sürekli kılan, sivil-asker ayrımı yapmadan programlaştıran örgütler birer terör örgütü, devletler de birer terörist devlettir. Tanımı daha iyi kavramak için, Terörist devletlere İsrail’i, Terörist örgütlere de El Kaide’yi örnek göstermek yanlış olmayacaktır..
Teröre karşı gelmek, insan olmak kadar demokrat olmanın da temel kıstasıdır. Terör, sadece suç şebekelerinden değil, ama aynı zamanda daha yoğun, daha ısrarlı ve daha yaygın olarak devletler eliyle acımasızca uygulanmaktadır. Terörü, devlet eliyle, sadece silahla, bombayla değil, ayrımcılıkla, ötekileştirmekle, haksız rekabetle, fırsat eşitsizliğiyle, psikolojik olarak ve yasaları kullanarak da ikame edilmektedir. Genellikle de ister bireysel ister örgütlü terörün temel nedenleri arasında bu tür devletlerin anti-demokratik baskıcı sistemleri yer almaktadır; özgürlüğün tıkandığı, düşüncelerin yasaklandığı, doğal ve açık hakların gasp edildiği koşullarda, terör eylemleri ve terör örgütlerinin doğuşuna zemin hazırlanmaktadır.
Bu nedenle, terörle mücadele öncelikle baskı sistemleriyle mücadeleden geçtiğini bilince çıkarmak gerek. Demokrasi ve özgürlük mücadelesi bu anlamıyla teröre karşı bir mücadeledir.
Dolaysıyla, baskıcı sistemin ve devletinin yol açtığı teröre karşı gelmek, terörün her türüne karşı gelmek anlamına da gelmektedir. Bu da her insan için bir yükümlülüktür.
Terör hiçbir siyasi amaç için kalıcı bir kazanç sağlayamaz. Tersine açtığı yaralar barışın kazanılmasını engeller. Bu nedenle siyasal mücadele nasıl başlarsa başlasın, hangi araçları kullanırsa kullansın, en meşru zeminde hangi eylemi yaparsa yasın er ya da geç müzakere masasında ki diyalogla barışa yönelmelidir; kalıcı barışın yolu buradan geçer.
Ortak ülkemiz bugün böylesi bir barışı kazanmaya ihtiyaç duymaktadır.
***
Terörün her türüne karşı olmak bir insanlık görevidir.
İki askeri güç arasındaki çatışmanın aktif bir unsuru olarak fiilen çatışmada yer almayan sivil insanlara yönelik her eylem bir terör eylemidir. Bu eylemi, devlette yapsa, şebekelerde yapsa örgütler de yapsa terördür.
Terör eylemini Devlet tanımlayamaz. Devletin terör diye tanımladığı her eylem de terör olarak yorumlanamaz. Devlet kendi statüleriyle ortaya koyduğu algıların dışındaki her şeye terör olarak bakabilir ama bu terör olarak görülemez. Böylesi ucu açık bir terör tanımlaması ya da algısı, devletin terörünü meşru göstermeye yönelik bir devlet yönlendirmesinden ibarettir. Ne kadar ciddi bir siyasal güç olursa olsun örgütlerin her eylemi haklı eylem değildir. Siyasal örgütler de zaman zaman bilinçli, programlı yada denetim dışı unsurları aracılığıyla terör eylemlerine bulaşabilir.
Bu nedenle terör eylemi, terör örgütü ve terörist devlet tanımlamasını dikkatli seçmek ve onu göre kullanmamız gerek. Bunun için öncelikle eylemi doğru tanımlamak ve her eylemi kendi koşulları (zaman ve mekan) içinde ele alarak yerli yerine oturmamız gerek.
Öncele, süren bir savaşın ya da var sayılan bir savaşın açık tarafı olmayan sivillere yönelen ve amacı insan katletmek olana her türden askeri eylem kimden gelirse gelsin terör olarak tanımlanmalıdır. Bu tür eylemi kim yaparsa yapsın bu bir terördür.
Tarihler boyunca terörü düzenli, bilinçli ve yaygın olarak yapanların başında devletler gelir. Siyasi örgütler ya da özü terör üzerine kurulmuş olan şebekelerin (mafya ve farklı suç örgütlerinin) yaptığı terör, yaygınlık ve süreklilik açısından her zaman devlet terörüne göre çok geri plandadır; siyasi örgütlerin terör eylemleri de zaman zaman bilinçlice organize edilebilir, bir taktik olarak kullanıldığı da söylenebilir. Bu eylemler terör kapsamındadır. Stratejik amacı ne olursa olsun, sonu insan katletmeye yönelmiş olan askeri eylemler, savaşın bir parçası olmayan sivilleri katletmekle terör eylemi haline gelebilirler. Bu durumda terör yaygın, programatik, sürekli olmasa da eylem bazında da kalsa terör eylemi olarak tanımlanabilir. Bu eylem istediği kadar insanlığı ilgilendirsin milyonların hak ve talepleri için gündeme gelmiş olsun, o siyasi örgüte bir terör örgütü olarak tanımlamasa da eylemin kendisi bir terör eylemi olur. Bu devletler için de aynıyla geçerlidir.
Devletler kimi zaman resmi kararlarla da terör yapar. Bunu savunur ve sürekliliği için tüm olanaklarını kullanabilirler. Bölgemizde Saddam yönetimindeki Irak ve istisnasız tüm hükümetleriyle İsrail devleti, dünyada Hitler’in Nazi Almanya’sı ve yakın dönemde Bush yönetimindeki ABD bunlara örnek oluşturur. Bu tür devletlerin istihbarat teşkilatları vasıtasıyla nokta eylemi olarak, dünyanın dört bir yanında amaçladıkları hedeflere karşı terör estirmeye devam ettiklerini söylemek yanlış olmayacaktır.
TERÖR KAVRAMININ TARİHÇESİ
Terör kavramı Fransız devriminin dünya siyasal jargonuna kazandırdığı bir kelimedir. Korku salma amacıyla, öldürme, yakma, yıkma gibi halkı yıldırma eylemlerini kapsar. “Fransız Devrimden sonra “1793 Martında 1794 Temmuzuna kadar süren dönem terör rejimi veya terör dönemi (reign of terror-regime de le terreur) olarak adlandırılmıştır. Fransız İhtilali esnasında demokrasi ve eşitliğe kavuşmak adına her türlü baskı ve şiddetin uygulanması gerektiğini savunan Jacobinler'i tanımlamak için kullanılmıştır. Literatürde terör kelimesi bazen şiddet, siyasal şiddet ve anarşi kelimeleriyle eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.” (http://www.turkcebilgi.com/ter%C3%B6rizm/ansiklopedi)
Terör kavramı uluslar arası siyasal literatürde yaygın olarak kullanılması yenidir. II. Dünya savaşı sonrası NATO ve soğuk savaş dönemi ABD ve basını tarafından dünyanın ak ve karaya boyanmasıyla birlikte, karşı tarafın her türden askeri eylemi bir “terör” eylemi olarak lanse edilmeye çalışıldı.1975 sonrası dönemde daha sık kullanılmaya, 1980 sonrası dönemle birlikte uluslar arası siyasal literatürün ayrılmaz bir parçası olmaya başlamıştır.
Terör kavramı, iki yüz yıla yakın bir süre sol eğilimli siyasi yapıların eylemlerini tanımlamak onları suçlamak için kullanılmıştır.
Soğuk savaş dönemi boyunca bu kullanım farklı tanım ve kavramlarla olsa da ağırlıklı olarak Sosyalist sistem yandaşı tüm siyasal hareketleri tanımlamak için istihdam edilmiştir.
NATO ve özellikle ABD soğuk savaş dönemi boyunca, Sovyet sistemini kuşatma adı altında Yeşil Kuşak diye belirlediği alanlarda, yoğun olarak dini hareketleri beslemiştir. Bu hareketlerin akıl almaz vahşetlerle yaptığı terör eylemlerini ise “Demir Perdenin kıskacından kurtulmak üzere gündeme gelen özgürlük çabaları” diye lanse etmiştir.
Bu örgütler Soğuk Savaşın bitimiyle birlikte biçimsel olarak bir uygarlıklar savaşını andıran tepkileri, eski kaynakları kaybettikçe gündeme gelen yeni kaynak arayışları ve merkez kaç çabalarıyla gündeme gelen askeri eylemleri denetlenemez hale geldikçe, bu kez aynı ABD tarafından terör eylemleri diye tanımlanmaya başlanmıştır. Uluslar arası terör de böylece bu günkü anlamını kazanmaya başlamıştır.
Bu noktada önemli bir belirleme yaparak algı bulanıklığını önlemek gerek.
Uluslar arası terör bir gerçektir. El Kaide örneği tipik bir örnektir. Ancak örgütsel terörün evrensel bir sorun olmaya yükselmesine koşut hatta daha öncesinden devletlerin yaptığı terör evrensel ölçeklere ulaşmıştır: Örgütlerin terörü ise buna karşı bir eğilim olarak başladığını söylemek ise yanlış değildir.
Buna karşı Filistin halkının özgürlük mücadelesi, yerel olmasına karşı (Filistin’in işgal edilmiş toprakları dışına çıkmamasına karşı, özellikle 1990 sonrası) hala uluslar arası terör örgütü ve eylemleri diye suçlanması bu paradoksun amacını da açıklar niteliktedir.
Terör ABD çıkarlarına karşı ya da onun müttefiklerinin çıkarlarına karşı gündeme gelen her eylemdir. Bu eylemlere karşı yapılan insanlık dışı her eylem de teröre karşı savunma olarak belirlenmeye çalışılmıştır. Öyle ki evrensel ölçekte “Yaratıcı Anarşi” diye açıkça tanımlanan bir teoriyle (ABD başkanı Oğul Bush’un yardımcısı Dick Cheney tarafında ortaya konan bozgunculuktan yarar sağlama tezidir) ya da “Temiz Eller Operasyonu” adı altında, kendi ellerini temiz tutup hedef ülkenin insanlarını birbirine kırdırarak ABD çıkarlarını koruma eylemlere yönelmekten çekinmez hale getirmiştir.
Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu dünya koşullarında bu tezlerle insanlığa dehşet saçan ABD terörü 1000 yıllık ikinci bir Roma imparatorluk dönemi başladığı iddiasındaydı. Neo-co (yeni liberaller) adı altında ABD yönetiminde etkin olan, bilinçaltı Siyonist algılarla doyurulmuş çevreler, Bölgemizde İsrail lehine, dünyada ise insanlığa karşı her türden dehşet ve tedhiş örgütlenmesine yöneldiler. Eylemleri sadece bir terör eylemi olarak kalmadı devlet yıkma ve işgal etmeye kadar da uzandı.
Terörün devlet eliyle insanlığa getirdiği yıkım, örgütlü terörün binlerce kat daha yoğunu olarak tarihe geçmiştir. Hala da sürmektedir. Bireysel ve siyasal amaçlı terör eylemleri ise, alan ve yoğunluk açısından çok sığdır. Basın ve iletişim dünyasının tüm şişirmelerine karşın, Terör gerçek anlamda ve yaygın olarak devletler eliyle sürmektedir demek yanlış olmayacaktır.
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER (BM) VE TERÖR
BM terörle ilgili olarak hala net bir tanımlama yapamamıştır. Güncel politikaların ardından sürüklenerek ABD’nin terör dediği her şeye terör diyerek tekrardan ibaret içi boş bir yaklaşım sergilemeye devam etmektedir; İsrail devletinin açık bir terör devleti olmasına karşın tek bir eylemi için bile terör eylemi demeye yanaşmaması, taraflı algısının ifadesi olarak yerini almaktadır.
BM daha çok siyasi ya da değil devlet dışı her türden örgütlenmenin askeri eylemine terör eylemidir diye bir yaklaşım göstermiştir. BM’nin bu yaklaşımı devleti meşru devlet dışı güçleri gayri meşru olarak algılayan bir yan taşıması nedeniyle yasal teröre terör demem, yasa dışı askeri eylemi ise terör olarak damgalama yaklaşımı içindedir. Bu ayrım BM’nin tarihi boyunca yaşadığı kaosların da temelini oluşturmuştur. BM adaletsizliğinin en yoğun olduğu alan da bu alan olmuştur. ABD’nin eğilimlerini yansıtan bu yaklaşım, ABD’nin dünya çapındaki gizli açık terör faaliyetlerine yasal bir kılıf giydirmiştir. Öyle ki, Panama işgali (20 Aralık 1989) ve başkanı Noriega’yı tutuklayıp (3 Ocak 1990), yargılayıp 30 yıla mahkum ederek California’da cezaevine atmıştır., Afganistan’ı işgal (Ekim 2001), Irak savaşı (20 Mart - 19 Nisan 2003); Irak devletini tarihin en büyük yalanıyla ortadan kaldırıp akıl almaz kıyımlara yönelmesi, ülkeyi üçe bölmesi böyle olmuştur. BM bu anlamda terörle suç ortaklığı yaparak bu güne gelmiştir.
Oysa bir direnme hareketi, bir ulusal kurtuluş ve özgürlük hareketi, işgalci bir güce karşı olduğu kadar askeri zorla özgürlüğü engellemek isteyen devlete karşı yürüttüğü silahlı mücadele, sivillere karşı bir kıyım amacı taşımıyorsa ve bunu fiilen savaşın ilgili taraflarıyla sınırlıyorsa yapılan askeri eyleme terör eylemi denilemez.
Bu yaklaşım esasında, tarihler boyu işgalcilere ve askeri zora karşı haklı, meşru direnme savaşlarının esasını oluşturmuştur; bölgemizin haçlılara karşı savaşından, Amerikalıların İngilizlere karşı savaşına, Hitler’in Nazi Almanya’sına karşı Fransa’nın Rezistans Hareketinden, tüm orta Avrupa’nın II. Dünya savaşında Nazilere karşı verdiği gerilla mücadelesine kadar yükselen direnme hareketleri meşru idi ve terör olarak tanımlanamaz. Bu, Vietnam’ın özgürlük hareketi ve o türden tüm ulusal kurtuluş hareketlerine, Küba’da Batista diktatörlüğünün devrilmesine, Nikaragua’da Somoza diktatörlüğünün devrilmesine kadar tüm silahlı mücadeleler meşru bir mücadele olarak ortaya çıkmıştır. Filistin halkının haklı mücadelesi ise bütün bu örnekleri kapsayan bir hak arama mücadelesi olarak, haklı mücadeleyi tanımlar. Buna karşı İsrail devletinin sürdürdüğü savaş ise tas tamam bir terör olarak tanımlanır. Buna karşı ABD ve yoğun olarak BM dün olduğu gibi bu gün de bu haklı mücadeleleri terör eylemleri olarak tanımlamaktadır.
BM, hala insanlığın vicdanın rahatlatabilecek terör tanımından yoksun olmaya devam ediyor, Adaletsiz yaklaşımlarıyla da devlet terörüne destek vermeyi sürdürüyor. Buna karşı savunma konumunda olan, hak ve talepler uğruna mücadele eden, özgürlük çini halkının desteğini arkasında bulan her askeri eyleme terör suçlaması yapmaktan da çekinmemektedir.
BÖLGEMİZ VE TERÖR
Bölgemizde iki büyük özgürlük hareketi (Filistin ve Kürt) dünden bu güne kararlı bir çizgide ilerlemektedir. Dünya ve bölge dengelerinin de etkisiyle med ve cezirleri olan bu hareketler her zaman terör hareketleri olarak damgalanmakla yüz yüze kalmıştır.
Gerçekte bölgemiz tarihi, ortaçağların Hasan Sabah hareketi dışında çağdaş anlamda devlet terörü dışında örgütlü ve yaygın denilebilecek hiçbir terör eylemiyle tanışmamıştır. Terörün en vahşi biçimlerinden olan büyük soy kırım hareketlerini ise her zaman devletler yapmıştır; 24 Nisan 1915 Ermeni soykırımı, 9 Nisan 1948 Siyonistlerin Filistinlilere karşı Der Yasin katliamı ve sonrası ardı arkası kesilmeyen katliamlar, 1925 Şeyh Sait ve 1938 Dersim Kürt halkı kırımı ve 1984 sonrası kıyım girişimleri, 30 000 sivil ve 17 000 faili meçhulle Kürt insanının katli, 16 Mart 1988 Irak’ta Saddam’ın Kürtlere yönelik Halepçe katliamını bunlar arasındadır.
Bölgemizde terörün tanımlanması konusunda da uzun bir zaman diliminde kararsızlık yaşanmıştır. Bir yandan inandırıcılığı olmayan devlet propagandası diğer yandan zorunlu olarak gündeme gelen kimi eylemler siyasal algılarda tanımın netleşmesini önemli orunda geciktirmiştir.
Terörü tanımlamak yönünde ortaya çıkan ve bölgemizi ilgilendiren en önemli tartışmalar, İsrail’in 11 Nisan 1996 saldırılarıyla Lübnan’da tekrarla yarattığı dehşet ortamının uluslar arası büyük güçlerin müdahalesiyle oluşturulan Tefahum Nisan (27 Nisan 1996 anlaşması) önemli bir dönemeçtir. Bu anlaşmanı günümüze kadar tartışılan en önemli maddesi, işgal güçlerine karşı silahlı eylemlerin bir hak olup olmadığı yönündedir.
Hafız Esat yönetimindeki Suriye’nin de taraf olduğu bu anlaşmada, işgalci güçlere direneme mücadelesinin terör olarak tanımlanmayacağı vurgusu uygun bir dille yer almıştır. Bu anlaşmaya dayanılarak Lübnan halkının direnme örgütü Hizbullah İsrail’e karşı meşru bir silahlı mücadele yürütmeyi başarmış, ona destek veren güçlerde bu meşru zemin içinde desteklerini sunmuştur. 2000 yılında da İsrail’in Güney Lübnan’dan çekilişi sağlanmıştır (23 Mayıs 2000).
2000 yılarıyla birlikte bölgemiz açısından halkın algısı ve devletlerin algısı diye ikiye ayırabileceğimiz ve birbirine karşıt olan farklı terör algısı yerleşmiştir. Bu algının bir ayağı Filistin ve Kürt özgürlük hareketlerinde, diğer ayağı bölgenin gerici devletleri, İsrail ve Dış güç olarak emperyalistlerdedir. Buna rağmen, her taraf diğerini askeri eylemini terör eylemi olarak yorumlamaya devam etmektedir. Veriler ise devlet terörün akıl almaz bir boyutta, bilinçli, programlı, sürekli ve yaygın olarak gündeme geldiğini gösteriyor. Özgürlük hareketlerinin eylemleri ise savunma içerikli olarak gündeme gelmekte, terör kapsamındaki eylemleri çok sınırlı, tek tek eylemler boyutunda, yaygın olmayan, programatik bir amaç içermeyen eylemlerle sınırlı olduğu görümlüktedir.
Lübnan’ın birçok köyünü işgal altında tutmaya devam eden İsrail’e karşı haklı ve meşru bir savunması olarak eylem düzenleyen ve iki askerini esir alarak sınırlı askeri operasyon gerçekleştiren Direnme örgütü Hizbullaha karşı, acılan savaş bu konuda açıklayıcı bir örnektir.
Hizbullah vatan topraklarını işgal eden bir güce karşı eylem yapmıştır. Bu eylem bir terör eylemi olarak mütalaa edilemez iken, İsrail buna karşı Lübnan devletine ve halkına karşı akıl almaz bir cinnetle savaş ilan etmiş alt ve üst yapısını yıkmış, 1000 sivili katletmiş, 4000 sivili ise yaralamıştır. Emperyalist güçler ise bu savaşta açıkça devlet teröründen yana tavır alarak İsrail’e inanılmaz ölçekte destek ve askeri aparat yardımı aktarmıştır.
Bölgemizde terör için söylenebilecek her şey devletlerle ilgili olduğunu gösteren örneklerle doludur.
Lübnan’da, Suriye’de, Irak’ta, İran’da, Afganistan’da kitlelerin tedhiş edilmesine yönelik bubi tuzaklı, uzaktan kumandalı bombalama eylemleri sık sık gündeme gelmiştir. Ancak bu eylemler dış güçlerin taşeronluğunu yapan kukla örgütlerle ikame edilmiştir.
Bölgemizin hiçbir siyasi hareketi teröre yönelmemiştir yönelme eğilimi gösteren unsurlarla arasında set çekmiştir. Terörü amaç edinmemiştir. Kürt Hareketinin Kürt coğrafyasında, Filistin hareketinin Filistin topraklarında süren bir mücadele olması, bu sınırları aşmadan haklı zaman ve mekanda sürmesi başlı başına bunu gösteriri.
TERÖR VE TÜRKİYE
Osmanlıdan Cumhuriyete terör tüm mana ve biçimleriyle devlet eliyle gündeme geldi. Türkiye siyasal tarihinin, siyasal hiçbir örgütü, yaygın, sürekli, programatik ve amaç olarak teröre başvurmadı. 1960 lı yıllar ve sonrası gelişen siyasal mücadele silahlı eylemlere yöneldiyse de terör eylemi denilebilecek bir çaba içinde olunmadı. Olması halinde bile, eylem bazında sınırlı kalmış ve hiçbir zaman amaç olmamıştır.
Özellikle devrimci hareketler olarak bu tür eylemlerden kaçınılmıştır. Buna karşı devlet, tüm güvenlik güçleriyle ve sivil faşist güçler aracılığıyla (MHP ve Ülkü Ocakları gibi) amacı terör olan eylemlerle halkı ve devrimcileri katletmiştir.
Bu süreç 1980 sonrası özellikle 12 Eylül askeri faşist darbesinin oluşturduğu karanlık baskı rejimi süresince çok kanlı ve yaygın hale gelmiştir. 12 Eylül rejimi büyük ölçüde devrimci hareketi tasfiyeye yönelmiş ve bu konuda da önemli başarılar elde etmiştir
Önceleri Komünist faaliyetleri tanımlamak için, daha çok Anarşistler ya da anarşist eylemler tanımı kullanılırdı. Bu dönemde devlete göre hepimiz anarşisttik. 12 Eylül rejimi ise fotoğraflarımızı havi afişleri sokaklarda asarak da bizleri arıyordu.
Bu süreçte halkının desteğini arkasına alan Kürt özgürlük hareketi, direnmeyi devam ettirmiş bu güne kadar ülkemizde demokratik var oluşun hepimiz adına temsilciliği yapılmıştır. Bu durum, Kürt halkının sırtına ağır bir maliyet yıkmıştır. 12 Eylül rejiminin insanlık suçlarıyla tanımlanabilecek yaygın, bilinçli, resmi ve yoğun terör eylemleri en çok Kürtleri hedef almıştır.
Kürt özgürlük hareketi ise hak talebindeki meşru savunmasında buna karşı durmaya çalışmış eylemlerini sadece çatışan silahlı güçler kapsamında tutma çabası içinde olmuştur. Bu çabaların ihlal edildiği kimi durumlarda ise açıkça halktan özür dilenerek ve tekrar etmeden doğru tutum takınmıştır.
Devlet kendi terör faaliyetlerini örtmek için, yasalarında terörü öylesi bir tanımla ortaya koymuştur ki, terör olmayan bir muhalif eylem ve davranış türü bırakmamıştır. Devletin terörle ilgili resmi tanımı şudur.
Türkiye'de 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 1.maddesinde; “Cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir” şeklinde tanımlanmaktadır. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Ter%C3%B6rizm )
Buradaki kavramlara dikkat edilirse görülecek ki elastiki, yoruma açık genişliktedir. Kaygılı ifadelerdir. Yasal zeminde bir mücadele için bile şans tanımayan bir tarzdadır. Böyle olunca düşüncenin, davranışın, itirazın, hatta demokratik yollarla amaçlanmış bir değişikliğin bile, terör çabası olarak tanımlanması zor değildir.
Bu yaklaşımlar düşünceyi suç sayan yaklaşımlardır ve yasal çalışma zeminin yok eden girişimlerdir: yasal terör de tas tamam budur.
Ülkemizde anti Demokratik baskı rejimi, terörü olduğu kadar, hak arayışını bir savunma mücadelesine, hatta sert bir savaşa dönüştüren de budur. Bunu Kürt halkının özgürlük mücadelesinde açıkça görmek zor değildir.
Kürt özgürlük hareketini askeri araçlara sarılmaya zorlayan sistemin bu algılarıdır. Buna karşı yürütülen silahlı mücadele haklı bir mücadele, meşru bir halk savaşı mücadelesidir. Kürt özgürlük hareketi bu güne kadar izlediği sorumlu çizgiyle iç savaşın önüne geçen, ülkenin sorunlarını çözmede sorumlu bir çizgi ve yönetim içinde olduğunu göstermiştir. Bu bile, başlı başına ülke için bir kazançtır: Tarihin tanık olduğu ulusal kurtuluş hareketlerinin kanlı bilançolarına, dirayetle yol açmamış olması onun milliyetçilik bile yapmama duyarlılığının bir sonucudur. Bu ölçüde duyarlı olan ve askeri mücadeleyi de yönlendiren Kürt özgürlük hareketini terörist olarak suçlamak büyük bir haksızlık ve sorunların çözülmesinin ününü tıkamaktır.
Kürt özgürlük hareketi bu açıdan hiç hata yapmamış bir hareket olarak da düşünülemez, bazen terör anlamını gelecek eylem de yapmış olma olasılığı vardır: Bu konuda özeleştiri çekmesi bunu halka açık olarak yapması da büyük bir öneme sahiptir.
Tarihi boylunca halka karşı terör uygulayan devletin ise bir kez olsun yanlışını itiraf etmemiş olması bu sürecin gerçek teröristlerini ele verebilecek bir tablo olarak önümüzde durmaktadır.
SONUÇ:
Terörün Her türüne karşı tutum almak insan olmaktır. Bu satırların yazarı siyasal mücadelesinin her kesitinde teröre karşı gelmiş ve örgütsel süreçte uzun dönem silahlı mücadelesinde örgütünün teröre, insan katline yönelim bir amaç gütmeme çabası vermiştir.
Ülkemiz barış istemekte, terör onarılması mümkün olmayan yarala açmaktadır. Sorunlarımızı diyalogla çözmek için, büyük özverilerden de çekinmemek gerektiğini belirtmek gerek. Siyasal mücadelemiz silahlı ya da silahsız olsun, terörü amaç edinmemek, terör eylemi, eylem bazında kalsa da buna iltica etmemek gerekmektedir.
Direk ülkemizin ortak ve eşit kurucuları olarak yeniden demokratik bir cumhuriyet altında organize ederek, demokratik bir anayasada farklılıklarımızı açıkça tanımlayıp haklarını teslim ederek güvenceye kavuşturmak bu sürecin sonunda beklenen tek amaç olmalıdır. Bunun için tek yolumuz var birbirimizle diyalogu kesmemek, müzakerelerle kalıcı barışı ikame etmek gerek.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder