5 Kasım 2010 Cuma
Emperyalizmin Tehdit Algısı
Yahya Yurtsever
6 Kasım 2010
ABD füze kalkanı projesini dondurucudan çıkardı. Ancak bu kez taktik değiştirdi. Kendi üretimi olan askeri projeyi NATO'nun masasına sürdü. NATO kendi sahasına atılan topu kabul etti. Nede olsa sistemin lideri ABD'nin tehdit algısı NATO'nun da itirazsız kabul ettiği bir teranedir. Hal böyle olunca NATO, ABD'nin füze kalkanı projesini Ekim ayındaki toplantısında gündemine aldı. Bundan da anlaşılacağı gibi projenin NATO şemsiye altında hayata geçirilmesi hedefleniyor. Ev sahibi olarak düşünülen ülke ise Türkiye'dir. Bu nedenle ABD ve NATO iki koldan Türkiye'yi kuşatma altına almış durumdalar. Bu salınımda ABD ile Türkiye arasındaki pazarlık müzakereleri hız kazandı.
Irak'ın işgal edilmesi harekâtına kendi topraklarından cephe açılmasına izin vermeyen ve İran'a yönelik yaptırım konusunda Batılı müttefikleriyle ihtilafa düşen Ankara'nın bu kez topu taca atma şansı bulunmuyor. Ankara projenin kendi topraklarında hayata geçirilmesinden çok pazarlık hatlarında direnecek gibi görünmektedir. Tabii zayıf taraf güçlü tarafa karşı ne kadar direnebilirse o kadar dirayet gösterecektir.
Emperyalist güçlerle işbirlikçi AKP hükümeti arasında sürdürülen pazarlıklar meselesinin ayrıntılarına girmeden önce emperyalizmin tehdit algısı, bunun bir ürünü olarak Ortadoğu'ya yönelik silahlanma projeleri ve bu bağlamda Türkiye'ye biçilen rol konusunu biraz irdeleyelim.
ABD'nin önderlik ettiği emperyalist sistem kendi egemenlik alanları dışında kalan ülke ve güçleri bir tehdit olarak algılamaktadır. Bu anlayışa göre “soğuk savaş” döneminde Sovyetlerin başını çektiği Doğu bloğu paktı temel tehdit unsuruydu. Sosyalist sistem dağılıp iki kutuplu dünya dengesi değişince emperyalizmin tehdit algısında bazı taşlar yer değiştirdi. Bu kez ABD'nin vesayetini reddeden ve kendi kaderini kendileri çizen Suriye, Kuzey Kore ve İran gibi ülkeler hedef tahtasına oturtuldu. ABD'nin tek kutuplu dünya düzeni doktrinine çomak sokan bu ülkeler aslında BOP kapsamında hizaya getirilmek istenmişti. Irak işgalinden sonra sıra Suriye ve İran'a gelecekti.
ABD'nin bölgeyi zapt-u rapt altına alma siyasalarına karşı birer direnç noktası oluşturan ülkeler ve direniş güçleri tasfiye edilerek Ortadoğu'da temel siyasal taşlar yeniden dizilecekti. Ancak bölgeye yönelik emperyalist hesaplar Bağdat'tan döndü. ABD çok zorlanmadan girdiği Irak'ta yenilgiye uğradı, Lübnan'a yönelik kullanmaya kalkıştığı İsrail kozunu da Hizbullah halk hareketi bozguna uğrattı. Öte yandan Türkiye gericiliği Kürt demokratik hareketinin tasfiyesinde başarısız oldu ve BOP'un boşa çıkartılmasında ciddi rol oynayan Şam ve Tahran ABD'nin caydırma, etkisizleştirme ve teslim alma dayatmalarına karşı direnmeye devam etmektedir.
İki ülkenin bölge siyasal dengesindeki bu duruşları ABD ve müttefiklerinin bölgeye dönük ekonomik ve siyasal planları açısından takoz koyucu bir işlev yerine getirmektedir. Hem Batı merkezli siyasaları reddedip orijinal değerleriyle kendi kaderini belirlemek hem de ABD'nin bölgesel hegemonyası ve askeri planları üzerinde sekteye uğratıcı roller oynamak emperyalist zihniyette “tehdit ekseni” olarak addedilmek için yetmektedir. Bu noktada güç uygarlığı uygarlık gücü karşısında mağdur rolüne bürünüp askeri planlarının ve bunun bir parçası olan füze kalkanı projesinin başına “savunma” kelimesini yerleştirmektedir. Bu tevatürün Batı toplumlarındaki etkisinden söz edilse de ezilen halklar kuzu postuna bürünmüş bu vahşi kurdu iyi tanır.
Emperyalist güçler dünyayı bir yandan nükleer silah tehdidi altında tutarken öbür yandan onu askeri üs, donanma ve füze kalkanı gibi enstrümanlarla çepeçevre kuşatmaya devam etmektedir. 90’lı yıllarda kapitalist sisteme eklemlenen Doğu Avrupa bu kuşatmanın ileri karakollarından biri olarak konuşlandırılmış durumda. Türkiye ise 1950'den beri emperyalist-kapitalist düzenin iktisadi ve siyasi sıçrama tahtası olması yanı sıra ileri karakol işlevini yerine getirmektedir. Türkiye işbirlikçi tekelci düzeni ”soğuk savaş” döneminde komünizmle ve ilerici, devrimci halk davalarıyla mücadele etmek üzere kurulan NATO'nun Doğu'ya yönelmiş saldırı zırhı olarak konuşlandırıldı.
İki kutuplu dünya konjonktürünün değişmesi küresel ve bölgesel güç dengelerini de değiştirdi. Avrasya ve Ortadoğu'da siyaset dizaynının hem niteliği hem de temel elementleri büyük oranda değişikliğe uğradı. Sovyetlerin dağılması sosyalizmin Avrasya üzerindeki hakimiyetine de son verdi. Sovyetlerin kapitalizme dönüşmüş hali olan Rusya, Avrasya'daki hegemonya savaşında ABD'nin baş rakibi rolünü oynamaktadır. Diğer taraftan Hindistan ve Çin hızlı adımlarla küresel güç odakları arasında yer almaya ve bölgedeki etkilerini artırmaya devam etmektedir.
Beri tarafta 2500 yıllık devlet geleneği ve orijinal birikimiyle bölge siyasal dengesindeki ağırlığını her daim hissettiren, Saddam kartıyla (Irak'ın 1980’de İran'a savaş açması) çökertilemeyen ve nükleer enerji programından İsrail'e karşı tavır alışa kadar ABD şürekâsına meydan okuyan bir Fars ülkesi var. Öte yandan siyasal tutumlarıyla, Lübnan üzerinde oynanan oyunları bozmasıyla, başta Filistin olmak üzere haklı davaların yanında duruşuyla, küresel dünyaya açılma hamleleriyle, ABD'nin bölgeyi avucunun içine düşürme planlarına karşı direnmeleriyle ve dünyaya Şam faktörü olmadan Ortadoğu'da hiçbir sorun çözülemez, dedirten Suriye'nin gerçeğinin altını çizmek lazım. Filistin ve Kürt dinamikleriyle bölgede devam eden halk direniş hareketleri de bu fotoğrafın temel karelerinden birini oluşturmaktadır.
Bu tablo, füze kalkanının Türkiye'ye yerleştirilmek istenmesinin arkasında yatan saiklere önemli oranda açıklık getirmektedir. ABD, Türkiye'de Karadeniz ve Kürt coğrafyasında kurmayı tasarladığı ve bunun için NATO'yu devreye soktuğu füze rampalarıyla Avrasya ve Ortadoğu'yu sürekli bir denetim ve kontrol altında tutmayı amaçlıyor. Füze kalkanlarıyla Rusya gibi rakiplerine gözdağı verecek, İran ve Suriye gibi ülkeleri gözetim altında tutup tehditkâr ve işgalci nefesini enselerinde hissetmelerini sağlayacak ve baş kaldıran halklara şiddet sopasını gösterecek. Askeri savaş üsleri, donanmaları ve rampalarıyla donatılmış bir Türkiye'nin, bölge ülkeleri ve halkları için yaratacağı tehlike kendi halkları için katbekat artmaktadır.
Türkiye iktidar güçleri füze kalkanına ev sahipliği yaparak kendini topun ağzına atma eğilimindedir. ABD ve NATO'daki müttefikleriyle çıkar ortaklığı ve bu çerçevede bölgede üstlendiği gerici rol, proje ekseninde yürüttüğü pazarlık müzakerelerindeki duruşa ve Kasım ayında yapılacak olan NATO zirvesinde takınacağı tutuma yön verecektir. Bu meyanda AKP hükümetinin pazarlık masasında ileri sürdüğü talepler arasında iki konu öne çıkmış görünmektedir. Ankara kendi topraklarına füze yerleştirilmesi isteğine karşılık, ABD'nin füze kalkanına gerekçe gösterdiği tehdit ekseninde adı geçen Suriye ve İran'la ilgili ibarelerin iki ülkeyle son dönemde geliştirdiği ekonomik ve ticari ilişkileri zedelemeyecek şekilde rötuştan geçirilmesi ve PKK'nın tasfiyesi yönünde belirlediği stratejiye tüm müttefiklerinin her türlü desteği vermesini talep etmektedir.
Bir yönetim düşünün ki topraklarının savaş harmanlarına dönüştürülmesi projesine kapılarını ardına kadar açmakla kalmıyor kendi vatandaşı olan Kürtlerin demokratik siyasal iradesinin bastırılması konusunu bir pazarlık unsuru haline getirebiliyor. AKP, ABD'nin füze kalkanı diye tanımlanan savaş kazanını Kürtlerin sırtına bindirmek, emperyalizmin savaş stratejilerine yeni mevziler açmak ve bölgeye yönelik askeri saldırı ve işgal planlarına sıçrama tahtası oluşturmak yönünde bir tavır takınırsa, karşısında, başta Kürtler olmak üzere kendi halkı ve bölgedeki halk direniş hareketlerini görecektir. Yurtta sulh cihanda sulh söylencesini ağızlarından düşürmeyenlerin barış karşısındaki gerçekliği bu kez de füze kalkanı projesi karşısında alacakları tavırda sınanacaktır.
Ülkemizde otuz yıldır Kürt halkına yönelik sürdürülen topyekûn savaşın bitirilmesi ve demokratik barışın sağlanması için mücadele ederken, emperyalist güçlerin bölgemizde estirmek istediği savaş rüzgarlarına açılacak bir yelkenimiz yoktur. Füze kalkanı projesini şiddetle reddetmeli, hükümeti de bu yönde karar alması için uyarmalı ve incirlik hava üssü dahil ülkemiz ve bölgemiz askeri savaş mekanizmasından arındırılmalıdır.
6 Kasım 2010
ABD füze kalkanı projesini dondurucudan çıkardı. Ancak bu kez taktik değiştirdi. Kendi üretimi olan askeri projeyi NATO'nun masasına sürdü. NATO kendi sahasına atılan topu kabul etti. Nede olsa sistemin lideri ABD'nin tehdit algısı NATO'nun da itirazsız kabul ettiği bir teranedir. Hal böyle olunca NATO, ABD'nin füze kalkanı projesini Ekim ayındaki toplantısında gündemine aldı. Bundan da anlaşılacağı gibi projenin NATO şemsiye altında hayata geçirilmesi hedefleniyor. Ev sahibi olarak düşünülen ülke ise Türkiye'dir. Bu nedenle ABD ve NATO iki koldan Türkiye'yi kuşatma altına almış durumdalar. Bu salınımda ABD ile Türkiye arasındaki pazarlık müzakereleri hız kazandı.
Irak'ın işgal edilmesi harekâtına kendi topraklarından cephe açılmasına izin vermeyen ve İran'a yönelik yaptırım konusunda Batılı müttefikleriyle ihtilafa düşen Ankara'nın bu kez topu taca atma şansı bulunmuyor. Ankara projenin kendi topraklarında hayata geçirilmesinden çok pazarlık hatlarında direnecek gibi görünmektedir. Tabii zayıf taraf güçlü tarafa karşı ne kadar direnebilirse o kadar dirayet gösterecektir.
Emperyalist güçlerle işbirlikçi AKP hükümeti arasında sürdürülen pazarlıklar meselesinin ayrıntılarına girmeden önce emperyalizmin tehdit algısı, bunun bir ürünü olarak Ortadoğu'ya yönelik silahlanma projeleri ve bu bağlamda Türkiye'ye biçilen rol konusunu biraz irdeleyelim.
ABD'nin önderlik ettiği emperyalist sistem kendi egemenlik alanları dışında kalan ülke ve güçleri bir tehdit olarak algılamaktadır. Bu anlayışa göre “soğuk savaş” döneminde Sovyetlerin başını çektiği Doğu bloğu paktı temel tehdit unsuruydu. Sosyalist sistem dağılıp iki kutuplu dünya dengesi değişince emperyalizmin tehdit algısında bazı taşlar yer değiştirdi. Bu kez ABD'nin vesayetini reddeden ve kendi kaderini kendileri çizen Suriye, Kuzey Kore ve İran gibi ülkeler hedef tahtasına oturtuldu. ABD'nin tek kutuplu dünya düzeni doktrinine çomak sokan bu ülkeler aslında BOP kapsamında hizaya getirilmek istenmişti. Irak işgalinden sonra sıra Suriye ve İran'a gelecekti.
ABD'nin bölgeyi zapt-u rapt altına alma siyasalarına karşı birer direnç noktası oluşturan ülkeler ve direniş güçleri tasfiye edilerek Ortadoğu'da temel siyasal taşlar yeniden dizilecekti. Ancak bölgeye yönelik emperyalist hesaplar Bağdat'tan döndü. ABD çok zorlanmadan girdiği Irak'ta yenilgiye uğradı, Lübnan'a yönelik kullanmaya kalkıştığı İsrail kozunu da Hizbullah halk hareketi bozguna uğrattı. Öte yandan Türkiye gericiliği Kürt demokratik hareketinin tasfiyesinde başarısız oldu ve BOP'un boşa çıkartılmasında ciddi rol oynayan Şam ve Tahran ABD'nin caydırma, etkisizleştirme ve teslim alma dayatmalarına karşı direnmeye devam etmektedir.
İki ülkenin bölge siyasal dengesindeki bu duruşları ABD ve müttefiklerinin bölgeye dönük ekonomik ve siyasal planları açısından takoz koyucu bir işlev yerine getirmektedir. Hem Batı merkezli siyasaları reddedip orijinal değerleriyle kendi kaderini belirlemek hem de ABD'nin bölgesel hegemonyası ve askeri planları üzerinde sekteye uğratıcı roller oynamak emperyalist zihniyette “tehdit ekseni” olarak addedilmek için yetmektedir. Bu noktada güç uygarlığı uygarlık gücü karşısında mağdur rolüne bürünüp askeri planlarının ve bunun bir parçası olan füze kalkanı projesinin başına “savunma” kelimesini yerleştirmektedir. Bu tevatürün Batı toplumlarındaki etkisinden söz edilse de ezilen halklar kuzu postuna bürünmüş bu vahşi kurdu iyi tanır.
Emperyalist güçler dünyayı bir yandan nükleer silah tehdidi altında tutarken öbür yandan onu askeri üs, donanma ve füze kalkanı gibi enstrümanlarla çepeçevre kuşatmaya devam etmektedir. 90’lı yıllarda kapitalist sisteme eklemlenen Doğu Avrupa bu kuşatmanın ileri karakollarından biri olarak konuşlandırılmış durumda. Türkiye ise 1950'den beri emperyalist-kapitalist düzenin iktisadi ve siyasi sıçrama tahtası olması yanı sıra ileri karakol işlevini yerine getirmektedir. Türkiye işbirlikçi tekelci düzeni ”soğuk savaş” döneminde komünizmle ve ilerici, devrimci halk davalarıyla mücadele etmek üzere kurulan NATO'nun Doğu'ya yönelmiş saldırı zırhı olarak konuşlandırıldı.
İki kutuplu dünya konjonktürünün değişmesi küresel ve bölgesel güç dengelerini de değiştirdi. Avrasya ve Ortadoğu'da siyaset dizaynının hem niteliği hem de temel elementleri büyük oranda değişikliğe uğradı. Sovyetlerin dağılması sosyalizmin Avrasya üzerindeki hakimiyetine de son verdi. Sovyetlerin kapitalizme dönüşmüş hali olan Rusya, Avrasya'daki hegemonya savaşında ABD'nin baş rakibi rolünü oynamaktadır. Diğer taraftan Hindistan ve Çin hızlı adımlarla küresel güç odakları arasında yer almaya ve bölgedeki etkilerini artırmaya devam etmektedir.
Beri tarafta 2500 yıllık devlet geleneği ve orijinal birikimiyle bölge siyasal dengesindeki ağırlığını her daim hissettiren, Saddam kartıyla (Irak'ın 1980’de İran'a savaş açması) çökertilemeyen ve nükleer enerji programından İsrail'e karşı tavır alışa kadar ABD şürekâsına meydan okuyan bir Fars ülkesi var. Öte yandan siyasal tutumlarıyla, Lübnan üzerinde oynanan oyunları bozmasıyla, başta Filistin olmak üzere haklı davaların yanında duruşuyla, küresel dünyaya açılma hamleleriyle, ABD'nin bölgeyi avucunun içine düşürme planlarına karşı direnmeleriyle ve dünyaya Şam faktörü olmadan Ortadoğu'da hiçbir sorun çözülemez, dedirten Suriye'nin gerçeğinin altını çizmek lazım. Filistin ve Kürt dinamikleriyle bölgede devam eden halk direniş hareketleri de bu fotoğrafın temel karelerinden birini oluşturmaktadır.
Bu tablo, füze kalkanının Türkiye'ye yerleştirilmek istenmesinin arkasında yatan saiklere önemli oranda açıklık getirmektedir. ABD, Türkiye'de Karadeniz ve Kürt coğrafyasında kurmayı tasarladığı ve bunun için NATO'yu devreye soktuğu füze rampalarıyla Avrasya ve Ortadoğu'yu sürekli bir denetim ve kontrol altında tutmayı amaçlıyor. Füze kalkanlarıyla Rusya gibi rakiplerine gözdağı verecek, İran ve Suriye gibi ülkeleri gözetim altında tutup tehditkâr ve işgalci nefesini enselerinde hissetmelerini sağlayacak ve baş kaldıran halklara şiddet sopasını gösterecek. Askeri savaş üsleri, donanmaları ve rampalarıyla donatılmış bir Türkiye'nin, bölge ülkeleri ve halkları için yaratacağı tehlike kendi halkları için katbekat artmaktadır.
Türkiye iktidar güçleri füze kalkanına ev sahipliği yaparak kendini topun ağzına atma eğilimindedir. ABD ve NATO'daki müttefikleriyle çıkar ortaklığı ve bu çerçevede bölgede üstlendiği gerici rol, proje ekseninde yürüttüğü pazarlık müzakerelerindeki duruşa ve Kasım ayında yapılacak olan NATO zirvesinde takınacağı tutuma yön verecektir. Bu meyanda AKP hükümetinin pazarlık masasında ileri sürdüğü talepler arasında iki konu öne çıkmış görünmektedir. Ankara kendi topraklarına füze yerleştirilmesi isteğine karşılık, ABD'nin füze kalkanına gerekçe gösterdiği tehdit ekseninde adı geçen Suriye ve İran'la ilgili ibarelerin iki ülkeyle son dönemde geliştirdiği ekonomik ve ticari ilişkileri zedelemeyecek şekilde rötuştan geçirilmesi ve PKK'nın tasfiyesi yönünde belirlediği stratejiye tüm müttefiklerinin her türlü desteği vermesini talep etmektedir.
Bir yönetim düşünün ki topraklarının savaş harmanlarına dönüştürülmesi projesine kapılarını ardına kadar açmakla kalmıyor kendi vatandaşı olan Kürtlerin demokratik siyasal iradesinin bastırılması konusunu bir pazarlık unsuru haline getirebiliyor. AKP, ABD'nin füze kalkanı diye tanımlanan savaş kazanını Kürtlerin sırtına bindirmek, emperyalizmin savaş stratejilerine yeni mevziler açmak ve bölgeye yönelik askeri saldırı ve işgal planlarına sıçrama tahtası oluşturmak yönünde bir tavır takınırsa, karşısında, başta Kürtler olmak üzere kendi halkı ve bölgedeki halk direniş hareketlerini görecektir. Yurtta sulh cihanda sulh söylencesini ağızlarından düşürmeyenlerin barış karşısındaki gerçekliği bu kez de füze kalkanı projesi karşısında alacakları tavırda sınanacaktır.
Ülkemizde otuz yıldır Kürt halkına yönelik sürdürülen topyekûn savaşın bitirilmesi ve demokratik barışın sağlanması için mücadele ederken, emperyalist güçlerin bölgemizde estirmek istediği savaş rüzgarlarına açılacak bir yelkenimiz yoktur. Füze kalkanı projesini şiddetle reddetmeli, hükümeti de bu yönde karar alması için uyarmalı ve incirlik hava üssü dahil ülkemiz ve bölgemiz askeri savaş mekanizmasından arındırılmalıdır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder