28 Kasım 2010 Pazar
Dersimlileşme ya da Kara Gün'ü ak güne çevirmenin yolu...
Mihrac Ural’ın notu: Değerli dostum Celalettin Can, bu önemli makalesiyle, Dersim’in acı anısını bir kez daha bilincimize çıkarıyoruz. Kürt halkına dünden bu güne dek süren acımasız tasfiye ve asimile girişimlerinin barbarlığı, ülkemiz barışı ve kimyasını derinden bozduğunu bu gün daha da açık olarak görüyoruz; bir halkın var oluşunu şiddetle çözmek isteyenlerin iflasını da.
Tekrarla yazdım ve belirttim, yeryüzünün tüm ekseri güçlerini bir araya toplasalar da var olan ev davası arkasında duran bir halkın gerçeğini kimse yenilgiye uğratamaz. Artık bu yanılgıları ve bunun sonucu ortayla çıkan tarihsel acıları aşmak gerek, kara günü ak güne çevirmek için diyalogu öğrenmek ve bunu, toplumsal barışın gereksindi kadar, ucu açık bir af algısıyla hayata geçirmek gerek.
Celalettin Can dostumun makalesini birlikte okuyalım…
"(...)
Yolverin kanatlı atlara
Sürgünden dönen çocuklara
Ateşler yakın doruklarda
Geçit vardır yarınlara
Dağılsak da göç yollarında
Yarın bizim bütün dünya"
M. Mungan
Celalettin Can
26 Kasım 2010
Her halkın tatlı günleri olduğu gibi acı ile andığı kara günleri vardır. Biz Dersimlilerin başta gelen Kara Gün’ü 17 Kasım’dır. Seyit Rıza ve yol arkadaşlarının asıldığı, onların şahsında Dersimliliğin ve Dersim Kürtlüğünün toprağın derinliklerine gömülmek istendiği gündür 17 Kasım.
Yoğun bir duygusal ortam yaşıyoruz. Çünkü ilk kez kamusal alanda Cumhuriyet tarihinin “karanlık” bir döneminde katledilen, sürgün edilen, eşya gibi dağıtılan, yaşları küçültülerek idam edilen atalarımızın aziz hatıralarının bize yüklediği sorumluluğu derinliklerimizde hissediyoruz ve hissettirmek istiyoruz.
Dersimliler çok acı gördüler, vahşetin en ağırını yaşadılar. Yıllar boyu unutamadıkları, ama anlatamadıkları bir zulme tanıklık ettiler. Dağları, ormanları, insanları, hayvanları yakıldı. Çığlıklar yükseldi her bir köyünden, vadisinden, deresinden, mağarasından, dağından. Tanrının, Hızır’ın, Munzur ve Düzgün Baba’ların çaresizlik içinde izledikleri bir büyük felaketti söz konusu olan. Öyle korkunç şeyler yaşandı ki bu topraklarda, on yıllar sonra bile anlatıldığında, anlatan da dinleyen de utandı. Vahşetin kararını verenler suçlarını biliyordu, yaşanmışlıkların yasının tutulmasını, konuşulmasını bile yasakladılar.
***
Bugün biz bu büyük zulmün mağdurlarının torunları söz aldığımız her kürsüden, ulusal ve uluslararası toplumun mahşeri vicdanına sesleniyoruz!
Süngülenenlerin,kurşunlananların, zehirli gazla mağaralarda toplu katledilenlerin, evleri yıkılanların, uçaklardan bombalananların, yakılanların, ve daha bir çok vahşi uygulamalara maruz kalanların çocukları ve torunlarıyız. Sesleniyoruz!
Dağlarda aç ve açıkta yürütülenlerin, kara trenlere doldurularak bilmedikleri uzak topraklara sürgün edilenlerin aileleriyiz. Sesleniyoruz!
Sürgünde bir daha asla göremeyecekleri Dersim topraklarına hasretlik içinde “gözü arkada” kahrede kahrede ölenlerin torunlarıyız. Sesleniyoruz!
Haksız hukuksuz idam edilen Seyit Rızalarımızın, atalarımızın torunlarıyız, onların acısıyla yüklü çocuklarıyız. Sesleniyoruz!
Gelin herkesin bildiğini “sır” olmaktan çıkaralım. Dersim 38 üzerine on yıllardır herkesin birbirine fısıldayarak konuştuğu bir büyük dramla, bir büyük vahşetle bir büyük insanlık suçuyla yüzleşelim.
Yüzleşelim ki, suç dolu geçmişin kara sayfasını kapatalım,geleceğin beyaz sayfasını açalım.
Yüzleşelim ki, bu utanç verici geçmişi gerçek boyutlarıyla bilelim, bildikçe “suçlu kim? fail kim?” bunu açığa çıkaralım, toplumsal yaralarımız adalet duygusuyla saralım, eşitlikler, özgürlükler ve kardeşlikler Türkiye’sini kuralım ve bu Türkiye’de bir daha aynı şeyler yaşanmasın.
***
Bu sorunla ilgili olan herkese bir çağrımız var.
Soykırımın yaşandığı yıllarda Dersim’de kamu görevlisi olanların torunlarına çağrımız var. Konuşulması yasaklanan bu vahşetin tanıklık yapmanın zamanı gelmedi mi?
Dersim’de asker, komutan,gazeteci olarak “görev” yapanlara, onların çocuklarına,torunlarına çağrımız var: bildiğiniz ve size anlatılan bütün bu zalimce uygulamaları artık kamuya anlatmanın zamanı gelmedi mi?
Bir çağrı da Dersim’de “görev” yapan askerlerin “görevden dönerken” yanında getirdikleri çocukları evlat edinen ailelerin, bu çocukları asıl ailelerine iletmeleri bir insanlık görevi değil midir?
Bir çağrımız da batının ücra köylerinde yaşayan ailelere.. 1938’de köyünüze sürgün gelen Dersimlilerin yaşadıkları dramı, güçlükle sürdürdükleri yaşam savaşını, kendi dil ve inancını yaşayamayan ezik hallerini, hastalıklarını, ölümlerini anlatmayacak mısınız?
Bir çağrımız da o yılların Elazığ Adliyesindeki memurların torunlarına.. Aile içinde size anlatılanlar elbette İhsan Sabri Çağlayangil’in anlattıklarından daha fazladır. Her söz, her eylem çok anlamlıdır. Bunları anlatmanın vakti gelmedi mi?
Son çağrılarmızdan biri Genelkurmay Başkanlığına.. Türkiye Cumhuriyeti Ordusu, kayıt tutma geleneği olan bir ordudur. Dersim katliamı ile ilgili kayıtları topluma açın. Hep beraber bu kanlı tarihle yüzleşelim.
Bu çağrımız hükümete. İskan Umum Müdürlüğünün arşivlerini açın.. Kimlerin hangi illere sürüldüğünü bu halkın bilmesini sağlayın. Bunu yapabilirsiniz.
Bir çağrımızda T.C. Devleti’ne.Cumhuriyet Devleti, Dersim halkının yaralarını adalet duygusuyla sarmalıdır. Bunun için en evvel Seyit Rıza ve arkadaşlarının mezarlarının yerini göstermelidir.Öldürülenlerin, sürgünlerin, kayıpların,evlatlık alınanların sayısını, adlarını ve akıbetlerini açıklamalıdır.Bu insanlık suçunun bütün boyutlarıyla ve resmen kabul etmelidir. Dersim halkından özür dilemelidir.Dersimlilerin, kendi kurmanci dili/Kürt kimliği, Kızılbaş/alevi inancına dayalı kültürel kimliğini kabul etmeli, özgürce yaşamalarının önünü açmalıdır.Munzur barajı gibi geçmiş uygulamaları çağrıştıran, Dersim coğrafyasını, insanal ve bitkisel yaşam koşullarını yok etmeye aday uygulamalardan vazgeçmelidir.
Görüleceği gibi öyle büyük mali külfeti yoktur taleplerimizin.
Tek külfet, eskisi gibi tekçi, inkarcı, gerçeği yok sayıcı militarist/faşizan düşünce ve davranış kalıplarından vazgeçmeniz ve gerçekle yüzleşmenin başlangıçta muktedir ruh dünyanızda yaratacağı huzursuzluktur.
***
Son çağrımızda kendimize, Dersimlilere ve Dersim halkına.
Üzerimizdeki devletin ceberut “Tunç Eli”lik kabuğunu silkinip atmak, asimilasyonu aşmak, Dersimlileşmeyi geliştirmek zorundayız.
Birliğimizi, dirliğimizi, bütünlüğümüzü sağlamak; her birimizin ve her örgütümüzün Dersimlileşmenin modern Ağdat ocağı olmasını sağlamak; bizi birbirine düşürmek isteyenlere, “içimizdeki” zehirli cangıllara inat; Dersimlilerin kardeşleşmesini halkların kardeşleşmesi tutkusu ile karşılamak zorundayız geleceğimizi.
Dersimlileşmenin yada Kara Gün'ü ak güne çevirmenin modern Ağdat yolu da bu değil mi?
celalettincan@gmail.com/GÜNLÜK
Tekrarla yazdım ve belirttim, yeryüzünün tüm ekseri güçlerini bir araya toplasalar da var olan ev davası arkasında duran bir halkın gerçeğini kimse yenilgiye uğratamaz. Artık bu yanılgıları ve bunun sonucu ortayla çıkan tarihsel acıları aşmak gerek, kara günü ak güne çevirmek için diyalogu öğrenmek ve bunu, toplumsal barışın gereksindi kadar, ucu açık bir af algısıyla hayata geçirmek gerek.
Celalettin Can dostumun makalesini birlikte okuyalım…
"(...)
Yolverin kanatlı atlara
Sürgünden dönen çocuklara
Ateşler yakın doruklarda
Geçit vardır yarınlara
Dağılsak da göç yollarında
Yarın bizim bütün dünya"
M. Mungan
Celalettin Can
26 Kasım 2010
Her halkın tatlı günleri olduğu gibi acı ile andığı kara günleri vardır. Biz Dersimlilerin başta gelen Kara Gün’ü 17 Kasım’dır. Seyit Rıza ve yol arkadaşlarının asıldığı, onların şahsında Dersimliliğin ve Dersim Kürtlüğünün toprağın derinliklerine gömülmek istendiği gündür 17 Kasım.
Yoğun bir duygusal ortam yaşıyoruz. Çünkü ilk kez kamusal alanda Cumhuriyet tarihinin “karanlık” bir döneminde katledilen, sürgün edilen, eşya gibi dağıtılan, yaşları küçültülerek idam edilen atalarımızın aziz hatıralarının bize yüklediği sorumluluğu derinliklerimizde hissediyoruz ve hissettirmek istiyoruz.
Dersimliler çok acı gördüler, vahşetin en ağırını yaşadılar. Yıllar boyu unutamadıkları, ama anlatamadıkları bir zulme tanıklık ettiler. Dağları, ormanları, insanları, hayvanları yakıldı. Çığlıklar yükseldi her bir köyünden, vadisinden, deresinden, mağarasından, dağından. Tanrının, Hızır’ın, Munzur ve Düzgün Baba’ların çaresizlik içinde izledikleri bir büyük felaketti söz konusu olan. Öyle korkunç şeyler yaşandı ki bu topraklarda, on yıllar sonra bile anlatıldığında, anlatan da dinleyen de utandı. Vahşetin kararını verenler suçlarını biliyordu, yaşanmışlıkların yasının tutulmasını, konuşulmasını bile yasakladılar.
***
Bugün biz bu büyük zulmün mağdurlarının torunları söz aldığımız her kürsüden, ulusal ve uluslararası toplumun mahşeri vicdanına sesleniyoruz!
Süngülenenlerin,kurşunlananların, zehirli gazla mağaralarda toplu katledilenlerin, evleri yıkılanların, uçaklardan bombalananların, yakılanların, ve daha bir çok vahşi uygulamalara maruz kalanların çocukları ve torunlarıyız. Sesleniyoruz!
Dağlarda aç ve açıkta yürütülenlerin, kara trenlere doldurularak bilmedikleri uzak topraklara sürgün edilenlerin aileleriyiz. Sesleniyoruz!
Sürgünde bir daha asla göremeyecekleri Dersim topraklarına hasretlik içinde “gözü arkada” kahrede kahrede ölenlerin torunlarıyız. Sesleniyoruz!
Haksız hukuksuz idam edilen Seyit Rızalarımızın, atalarımızın torunlarıyız, onların acısıyla yüklü çocuklarıyız. Sesleniyoruz!
Gelin herkesin bildiğini “sır” olmaktan çıkaralım. Dersim 38 üzerine on yıllardır herkesin birbirine fısıldayarak konuştuğu bir büyük dramla, bir büyük vahşetle bir büyük insanlık suçuyla yüzleşelim.
Yüzleşelim ki, suç dolu geçmişin kara sayfasını kapatalım,geleceğin beyaz sayfasını açalım.
Yüzleşelim ki, bu utanç verici geçmişi gerçek boyutlarıyla bilelim, bildikçe “suçlu kim? fail kim?” bunu açığa çıkaralım, toplumsal yaralarımız adalet duygusuyla saralım, eşitlikler, özgürlükler ve kardeşlikler Türkiye’sini kuralım ve bu Türkiye’de bir daha aynı şeyler yaşanmasın.
***
Bu sorunla ilgili olan herkese bir çağrımız var.
Soykırımın yaşandığı yıllarda Dersim’de kamu görevlisi olanların torunlarına çağrımız var. Konuşulması yasaklanan bu vahşetin tanıklık yapmanın zamanı gelmedi mi?
Dersim’de asker, komutan,gazeteci olarak “görev” yapanlara, onların çocuklarına,torunlarına çağrımız var: bildiğiniz ve size anlatılan bütün bu zalimce uygulamaları artık kamuya anlatmanın zamanı gelmedi mi?
Bir çağrı da Dersim’de “görev” yapan askerlerin “görevden dönerken” yanında getirdikleri çocukları evlat edinen ailelerin, bu çocukları asıl ailelerine iletmeleri bir insanlık görevi değil midir?
Bir çağrımız da batının ücra köylerinde yaşayan ailelere.. 1938’de köyünüze sürgün gelen Dersimlilerin yaşadıkları dramı, güçlükle sürdürdükleri yaşam savaşını, kendi dil ve inancını yaşayamayan ezik hallerini, hastalıklarını, ölümlerini anlatmayacak mısınız?
Bir çağrımız da o yılların Elazığ Adliyesindeki memurların torunlarına.. Aile içinde size anlatılanlar elbette İhsan Sabri Çağlayangil’in anlattıklarından daha fazladır. Her söz, her eylem çok anlamlıdır. Bunları anlatmanın vakti gelmedi mi?
Son çağrılarmızdan biri Genelkurmay Başkanlığına.. Türkiye Cumhuriyeti Ordusu, kayıt tutma geleneği olan bir ordudur. Dersim katliamı ile ilgili kayıtları topluma açın. Hep beraber bu kanlı tarihle yüzleşelim.
Bu çağrımız hükümete. İskan Umum Müdürlüğünün arşivlerini açın.. Kimlerin hangi illere sürüldüğünü bu halkın bilmesini sağlayın. Bunu yapabilirsiniz.
Bir çağrımızda T.C. Devleti’ne.Cumhuriyet Devleti, Dersim halkının yaralarını adalet duygusuyla sarmalıdır. Bunun için en evvel Seyit Rıza ve arkadaşlarının mezarlarının yerini göstermelidir.Öldürülenlerin, sürgünlerin, kayıpların,evlatlık alınanların sayısını, adlarını ve akıbetlerini açıklamalıdır.Bu insanlık suçunun bütün boyutlarıyla ve resmen kabul etmelidir. Dersim halkından özür dilemelidir.Dersimlilerin, kendi kurmanci dili/Kürt kimliği, Kızılbaş/alevi inancına dayalı kültürel kimliğini kabul etmeli, özgürce yaşamalarının önünü açmalıdır.Munzur barajı gibi geçmiş uygulamaları çağrıştıran, Dersim coğrafyasını, insanal ve bitkisel yaşam koşullarını yok etmeye aday uygulamalardan vazgeçmelidir.
Görüleceği gibi öyle büyük mali külfeti yoktur taleplerimizin.
Tek külfet, eskisi gibi tekçi, inkarcı, gerçeği yok sayıcı militarist/faşizan düşünce ve davranış kalıplarından vazgeçmeniz ve gerçekle yüzleşmenin başlangıçta muktedir ruh dünyanızda yaratacağı huzursuzluktur.
***
Son çağrımızda kendimize, Dersimlilere ve Dersim halkına.
Üzerimizdeki devletin ceberut “Tunç Eli”lik kabuğunu silkinip atmak, asimilasyonu aşmak, Dersimlileşmeyi geliştirmek zorundayız.
Birliğimizi, dirliğimizi, bütünlüğümüzü sağlamak; her birimizin ve her örgütümüzün Dersimlileşmenin modern Ağdat ocağı olmasını sağlamak; bizi birbirine düşürmek isteyenlere, “içimizdeki” zehirli cangıllara inat; Dersimlilerin kardeşleşmesini halkların kardeşleşmesi tutkusu ile karşılamak zorundayız geleceğimizi.
Dersimlileşmenin yada Kara Gün'ü ak güne çevirmenin modern Ağdat yolu da bu değil mi?
celalettincan@gmail.com/GÜNLÜK
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder