HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

22 Kasım 2010 Pazartesi

BÖLGE SİYASETİNDE KÜRTLERİN İLK SINAVI

Mihrac Ural

22 Kasım 2010

Kürtlerin adı da var sanı da. Daha da ötesi, yerlisi oldukları ülkenin sınırlarını aşan, bölge siyasetinde ağırlık koyan etkinlikleri de belirmeye başladı. Kürtlerin bölge siyasetinde ağırlıklarını koydukları ilk sınav, 9 aydır ABD dahil bölgenin tüm etkin güçlerinin müdahalesine rağmen kurulamayan Irak hükümetinin kuruluşuyla ilgili başarılı girişimle verildi. Irak siyasal liderlerini akıllı çözüm önerileriyle Erbil’de toplayan Mesut Barzani (8 Kasım 2010), Dünyanın yakından izlediği, bölgemizin önemle takip ettiği Irak’ın da kör düğümü olan Hükümet soruna çözüm için ilk kılıç darbesini indirdi; Cumhurbaşkanlığı (Celal Talabani), Meclis Başkanlığı (İyad Allawi), Başbakan (Nureddin El Malki) seçimini sağlayıp 1 ay içinde hükümetin kuruluşu için her tarafın tatmin edildiği bir program ortaya koydu.

Kürtler artık bu bölgenin denkleminde bir ağırlıktır ve herkesin eşitçe kazanacağı bir çözümde, olumlu girişimleriyle asli bir taraf olarak aramızdadır. Doğal olanda budur.

Bu bölgenin yerlileri olarak, bölge sorunlarımızda yabancının karışmayacağı bir ortamın inşası için bu adımların önemi de tartışmasızdır. Bölgede Araplar, Farslar, Kürtler ve Türkler birer asli unsur olarak aralarındaki sorunların çözümünde kendi nesnel koşullarının ürettiği sorunları, bu nesnel koşulların dolaysız sonucu olan öznel girişmeleriyle çözmenin yollarını bulacaklardır.

Artık Kürtler var…

Köprülerin altından çok sular aktı. Akmaya da devam ediyor. Halkının arkasında durduğu özverileriyle de destekleme kararlılığı gösterdiği bölgemizin bu yerli halkı bölgemiz sorunlarında yani ev içi sorunlarımızda onunda söyleyecek sözü, yapacağı katkısı var. Buna hepimiz alışacak bundan da hepimiz yararlanmaya çalışacağız. Çünkü Kürtlerin olmadığı bir Ortadoğu kaosların bölgesi olmaya devam edecek demektir.

IRAK HÜKÜMET SORUNU

Irakta seçimler 7 Mart 2010 tarihinde yapıldı. Seçimlere katılan hiçbir liste tek başına hükümet kurabilecek çoğunluk sağlayamadı; iki liste birleşse bile bu çoğunluk sağlanamıyor.

Aradan geçen 9 ay boyu yapılan tüm girişimler hükümet kuruluşuyla sonuçlanamadı. Dünyada bir başka örneği olmayan böylesi bir durum aynı zamanda ırak’ın içine düşürüldüğü çıkmazında bir göstergesi olarak ortaya çıkmaktadır. Irak işgaline yol açan tarihin en büyük yalanı, aynı zamanda “Irak’a demokrasi getirme” iddiasının da o üçlüde bir yalan olduğunu göstermektedir.

Irak parlamentosu 325 milletvekillidir. Bu parlamentoda, listelere göre sandalye dağılımı son seçimlerle şekillendi. Listelerin dağılımı ise şudur:

1. “El Irakiye listesi (Kaimet El Irakiya); İyad Allawi (Şii) liderliğinde. Laik, eski Baasçı Sünni, Kürt (HEDBA partisi yaklaşık 20 Milletvekili gücünde) ve Şiilerce desteklenir. 91 Milletvekiline sahiptir. ABD, Suudi Arabistan, Mısır ve Türkiye tarafından desteklenmektedir.

2. Kanun Devleti listesi (Kaimet Devletül Kanun); Nuri el Maliki liderliğinde. Şii (Ayetullah Sistani ve çevresi) 89. Milletvekiline sahiptir. Yoğun İran etkisi, nispi Suriye etkisi. ABD, bu güçten İran etkisi nedeniyle umudunu kesmiş gibi.

3. Irak Ulusal İttifakı (İttifak el Kavmi el Iraki) ; Muktada el Sadr ve Ammar El Hakim liderliğinde. Şii. Toplam 70 Milletvekiline sahip ( 42 Sadır, 28 Hakim) İran, Suriye etkisi. ABD’ye karşı radikal tutum takınır.

4. Kürt İttifakı; Mesut Barzani ve Celal Talabani liderliğinde (KDP ve YNK, Goran Hareketi; Komala İslami ve Yekgırtu İslami Hareketi) 57. Milletvekili. ABD etkinliği yoğun, ABD’nin çekilmesiyle birlikte kararsızlık içinde ancak daha çok İran’a yatkın.

Tavafuk Cephesi; Cevat Bolani liderliğinde (Irak İçişleri Bakanı) 6 Milletvekiline sahip. Geride kalanlar ise Türkmen, Asuri ve Yezidilerden oluşuyor. ” ( “Ortadoğu Gebe” 7 Ekim 2010 Makale. http://mirural.blogspot.com/)

Irak parlamentosunda hükümet kuracak çoğunluk ise 163 Milletvekiline sahip olmayı gerektirir.

Bu tablo Irak’ı Ortadoğu’nun dış etkilere en açık ülkesi haline getirmeye yetti. Bunu durumu, önceki yazılarımda Lübnan’a benzettim. Bölgemizde mezhep ve etnik dokulara göre siyasal gruplara bölümlenmiş ikinci ülkesi olarak Irak, artık bölge içi ve dışı güçlerin etkisi altında kendi siyasal kaderini çizmeye ya da bulmaya çalışmak zorunda kalacaktır. Bağımsızlık denilen 20.yy algısı, 21.Yüz yılda Irak için, artık alt üst olmuş durumdadır. Lübnan da büyük savaş ardından ( I.Dünya savaşı), tarihindeki bölünme üzerine böylesi siyasi bir kantonik bölümlenmeye sürüklenmiştir. 19.yy dan da öncelere giden Lübnan’a dış müdahale, İngiliz, Osmanlı, Rus, Fransız ve son olarak ABD müdahaleleri yanı sıra bölge içinden Mısır, Suriye ve son dönemlerde Suudi Arabistan müdahaleleri, Siyasetin kaderini belirleyen ana etmen haline gelmiştir; Müslümanlar ve Hıristiyanlar diye iki temel bölümlenme, kendi içinde de bir dizi mezhepsel bölünmeyle Taif Anlaşmasının (22 Ekim 1989) oluşturduğu yarı anayasa da istikrar bulmuştur. Bir gergin dengeler istikrarı olan bu durum Lübnan’ın bitip tükenmez iç savaşları ve dış müdahalelerinin kaynağı olmuştur.

Bu kader, ABD işgaliyle birlikte (20 Mart - 9 Nisan 2003) Irak için de aynıyla yazılmış oldu. Irak Lübnan gibi siyasal kantonlara etnik ve mezhepsel temelde ayrılmış oldu.

Saddam diktatörlüğü yıkılıp gitmiştir. Bölgemizin başına olmadık belaları yarat, insanlık dışı cürümlerin faili, Kürt halkına karşı jenositlerin uygulayıcısı, Arap ırkçılığıyla ülkesinin demografik dokusunu alt üs eden böylesi bir diktatörlüğün yıkılması geç bile kalmıştır. Kimin yıktığı ya da kimin yıkacağı konusu ayrı bir sorun. Her zaman öznel niyetlere bağlı gelişmeler vuku bulmaz, kimi sorunların çözümü hiçte arzu edilmeyen ve yeni belaları getirecek güçlerce de çözülebilir. Buda bir gerçek olarak yerini alıp sorunlar yumağına eklenir; ancak sonuçta, bölgemiz bu güne kadar süren tüm belaların kaynağında yatan bir diktatörlükten kurtulduğu açıktır.

Irak artık eski ırak değil. Her siyasal öbeği, her mezhebi, her etnik dokusu bölge ve dünya güçleri içinde kendi müttefikleriyle siyasal arenanın içinde gergin bir güç dengesi oluşturmuş bulunmaktadır.

ABD, geride kalan son askeri gücünden 50 000 askeri çekmesine karşın, özel bir askeri güç olan 56.000 Blackwater adlı suç makinesi “askerlerle” siyasetin merkezinde olmaya devam etmektedir. Özellikle kimi zayıf güçler ya da geçmişin tedirginliğini üzerinden atamamış etnik topluluklar, ABD’nin varlığını kendi varlık güvencesi olarak görmekte ve ABD’nin yoğun bir askeri güç olarak Irak’ta daha uzun süre kalmasını istemektedirler. İç siyasette güç dengeleri için gündemde olan bu talep bölge ülkelerince ve Irak halkı tarafından olumlu görülmemektedir.

Her şeye rağmen dünden farklı bir Irak’la karşı karşıya olduğumuz gerçeği bizi bölge yorum ve değerlendirmelerinde doğal olarak yeni ölçülere yöneltecekti. Irakta bir biçimde bir güç odağına bağlı o5lmayan bir siyasal var oluş uzun bir süre sahneye çıkmakta zorlanacak gibidir. Buna rağmen, bölge siyasetinde binyıllardır adı anılmayan Kürtler gibi güçler de siyasal sahnenin orta yerinde rollerini oynamaya başlamıştır.

Irak bu tablonun ağır yükü altında 7 Mart 2010 de yapılan seçimler üzerinde 9 ay geçmesini rağmen hükümet kuramamış olması, öncelikle üzerinde durulması gereken en önemli olaydır.

Seçimler üzerinde bu ölçüde zaman geçmesine karşın hükümetin kurulmaması, dış güçlerin etkisi bir yana öncelikle Irak siyasal güçler dengesinin başa baş durumuna bir işarettir. Gerçekten de karmaşık dokusuna rağmen Irak’ta Kürt siyasal güçleri dışında Şii zemin üzerinde olan siyasal eğilimler (Kanun Devleti listesi ve Irak Ulusal İttifakı, toplam 159 milletvekili) ve diğerlerinden oluşan (İyad Allawi önderliğinde El Irakıya listesi, Sünniler, Laikler, eski Baasçılar ve Baasçı Kürtler HEDBA vb, toplam 91 milletvekili) iki temel gücün rekabeti sürmektedir. Bu rekabet bile başlı başına, eski rejim artığı Baasçıların gücüne ve toplumdaki laik kesimlerin köklü duruşlarını ifade etmektedir.

Her şeye rağmen bu iki güç kendi başlarına hükümet kuracak sayısal çoğunluğa sahip değildir. Aranan 163 milletvekilliği bir araya getirilememektedir. ABD, Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır gibi ülkeler, Sünni etkinliğini içinde barındıran, İyad Allawi’nin liderliğini yaptığı El Irakiye listesi ne yoğun destek verdikleri bilinmektedir. Bu liste Baasçılarıda ihtiva etmesi dolaysıyla Suriye’nin de ilgilendiği, dirsek temasının yoğun olduğu, desteğini de verme eğiliminde bulunduğu bir siyasal oluşumdur.

Diğer yanda ise Nureddin El Malki’nin Kanun Devleti Listesi, destekçileri olan Ammar El hakim ve Muktada El sadır önderliğindeki Şii ittifakı İran’ın desteğini ve önemli oranda Suriye’nin de desteğini almaktadır. Bu destek bölgede yükselen güçlerin desteği anlamına geliyor. Bu açıdan diğerlerinin desteğinden daha yerleşik, daha yerli ve güçlü olduğu hissedilmektedir.

Kürtler bu iki temel güç arasında bir denge unsurudur. Yerel güçlerin desteğini alan Şii ittifakıyla yakınlaşması ise uzun erimli bakışın bölgede komşularıyla yaşam dayanışmasının ABD gibi geçici güçlerin yanında olmaktan daha çok tercih edileceğini gösteren duruşlar sergilemektedir. Her ne kadar Kürtler arasında Talabani ve Barzani’nin tercihleri arasında da nüans farklılıklar olsa da. Özellikle ABD’nin, Irak Cumhurbaşkanlığı makamında Talabani’nin durmasını istememesi, Kürtlerde bu eğilimi daha da güçlendirmiştir.

Bu tasnifte ortaya çıkan üç temel güç bulunmaktadır. Üçüncü güç olan Kürtler, Irak’ta herhangi bir ülkedeki üçüncü güç ya da seçimlerden çıkan bir ara güç, anahtar güç olarak ele alınamazlar. Çünkü Kürtler, ayrıca özerk bir bölgenin ve bu bölgenin ekonomik kaynaklarıyla birlikte özgün bir yere ve çok boyutlu ağırlığa sahiptir. Öyle ki, iç siyasi istikrarını Irak bütününe göre çok sağlam oluşturmuş, genç ve yeni bir kuşağın dinamizmiyle, sadece Irak sahasında değil, bölgede de önemli bir cazibe merkezi haline gelen Irak Kürdistan bölgesi Irak siyasi etkinliklerine daha iyi bir zeminde rol oynama şansını artırmaktadır.

IRAK’TA KÜRTLERİN SİYASAL AĞIRLIĞI

Irak’ta Kürtler işgal öncesi dönemin en ağır kefaretini ödeyen topluluğudur. 20.yy Irak tarihi bir ölçüde Kürtlerin çektiği acımasız kıyımların da tarihidir. Bu tarih Ülkemizin tarihinde Kürtlerin çektiklerinden çok farklı değildir.

Irakta Saddam Baas diktatörlüğünün Arap ırkçılığına kadar uzanan sindirme, asimile etme, baskı ve zorbalığı, Şiiler maruz kaldığı baskıları çok katlayan bir durumdur; Şiiler daha çok, İran-Irak savaşı sonrasına denk düşen mezalim yaşamıştır.

Bölgemizde hakim olan tek ulusçu ilkel zihniyet, Kürtlerin bu ülkelerde çektiği acıları görmemezlikten gelerek, hakları olan kazanımları da fazla bularak olaylara yaklaşım yaptıkları bilinmektedir. Bu milliyetçi algılar, Saddam diktatörlüğünün yıkılması ardından açığa çıkan Kürt etkinliğini çok fazla bulmaktadırlar; “Kürtler haklarından çok fazlasını aldılar” yönünde milliyetçi refleks yorumları ortaya çıkmıştır.

Oysa Kürtler, bölgedeki 30 milyonu aşkın nüfusuyla, tarihte ilk kez yaşama, ziraata açtığı ve anavatan haline getirdiği bu topraklarda diğer milletler gibi kendi bağımsız ve özgür devlet sahibi olmalıydılar. Bu da onların ana sütü gibi haklarıdır. Kürtler ortak yaşam, barış ve kardeşlik adına haklarından feragat etmekte özverili davranarak gerçekten uygar bir ulus olduğunu ortaya koymaktadır. Bu satırların yazarı Arap orijinlidir, Kürtlerle ilgili bakış açısı bölgemizde uzun yıllar süren gözlem ve deneylerinin ışığında, her türden milliyetçiliğin bölge halklarının en büyük düşmanı olduğu algısından ortayla çıkan doğrularını oluşturmaktadır.

Kürtler haklarını tümüyle almamıştır. Buna rağmen siyasetin orta yerinde diğer her taraf gibi yoğun ve güçlü bir etkinlik olarak belirmiştir. Bu gücün ve etkinin kaynağında dünüyle bu günüyle doğrular arkasında dik duruş yatmaktadır. Özveri ve bedel ödeme yatmaktadır.

Bu gün Kürtlerin Irak siyasetinde anahtar rolü oynamalarına yol açan üstelik bunun de ötesine geçmelerine zemin hazırlayan da bu sağlam alt yapıdır.

Kürdistan, Kürt siyasetinin bölgemizin her köşesinde, her Kürt siyasi eğilimi için en önemli ve en zengin alt yapıdır. Bu zeminin ulusal bileşke sağlamlığı kadar, ekonomik potansiyellerinin gücüyle de yakında ilintilidir.

Kürdistan, bir kara alandır. Denizlere açık değildir. Kürtlerin makus kaderlerinde bunun rolü çok büyüktür. Ama bir kara ülkesi olarak, toprakları komşuları tarafından haksızca gasp edilmiş olmasına karşın her devlet içinde hesaba katılan bir potansiyel güç olarak varlığını sürdürmüştür; ayrıca Kürdistan’ın coğrafi konumu, Kürtler için tüm komşularıyla yoğun iletişim ve geçiş alanı olması anlamında da ayrıca bir zenginlik olarak değerlendirilebilir. Nitekim bu rol Kürtler özgür oldukça daha belirgin olmaktadır.

Bu açıdan Kürt siyasetinin gücü Kürdistan’dan geliyor demek yanlış değildir.
Bu güçlü alt yapının, Saddam diktatörlüğüne karşı savaşın her aşamasında, sadece Kürtler için değil Araplar ve İranlı içinde bir sığınak, bir güvenli limandır. Saddam Diktatörlüğünün yıkılmasında Irak’ın en düzenli gücü olarak Kürtlerin katkısı da az değildir. Bu nedenle, bu gün Irak tüm olumsuz süreçlerine, ABD’nin yıkıcı etkilerine, İsrail’in bin bir oyunla oluşturduğu kapanlara, mezhepsel algıların ilkeli ve yaygın duruşuna karşı varılan konjonktürde Kürtlerin Irak devletindeki kazançları abartılacak türden sayılamaz; Bu tabloda, Irak Cumhurbaşkanlığı (Celal Talabani), Dış İşleri Bakanlığı (Hoşyar Zibari), Genel Kurmay Başkanlığı (Ebubekir Zibari)ve Kürdistan Özerk Bölge Başkanlığını (Mesut Barzani) elinde tutmak kimisinin sandığı gibi ABD işgalinin ucuz kazanımı değildir.

Bu gün Irak siyasal arenasının tüm güçleri bir biçimde Kürt hareketinin ev sahipliğinden yararlanmış ve Kürtlerin bir azınlık olarak taşıdıkları kaygılara karşı saygılı ve duyarlı oldukları açıkça bilinmektedir. Bu algılar Kürtlerin Irak yönetimindeki rol paylaşımını da belirleyen etmenler arasındadır.

Kürtler özgür oldukça kendilerini tanımaya güçlerini ve bunun kaynaklarını keşfetmeye başladılar. Doğal olarak da bu güçlerini kullanırken tecrübe sahibi olmaya başladılar. Bu gelişmeler Kürtleri daha özgür ve bölgemizde ortak paylaşım için daha duyarlı olmaya, daha yapıcı ve kapsayıcı rollerle kendi yerlerini belirleme olanağı yarattı.

Kürtler, Irak devletinin yeniden yapılanması ve ilk hükümetlerinin kuruluşunda, devlet etkinliklerinde aldıkları rollerle bunu hakkıyla yerine getirdiler. Kürtler her şeyi doğru yaptılar demek elbette ki doğru olmaz ve abartmadan öteye geçemez. Ancak Kürtler özgürleştikçe, kendi hatalarından sıyrılıp bu bölgenin bir yerli halkı olarak diğer halklarla ortak karar alma ve eşit paylaşım ilkesiyle ilişkilerini yoğunlaştırdıkça, kendi haklarını da eksiksiz alma yönünde başarı kazanmış olacaktır. Bu ilerleme dış müdahalelerin aşılmasıyla da taçlanacağı açıktır.
Burada teslim edilmesi gereken önemli bir nokta şudur.

Kürtler, on yılların emekleriyle elde ettikleri siyasal güçlerini, sadece kendi dar milli çıkarları için kullanma eğilimi içinde olmadılar. Dünyadaki hiçbir ulusal kurtuluş hareketinde olmadığı kadar milliyetçilikten de uzaktadırlar. Tarihleri boyunca esir olan Kürtlerin, özgürce siyaset yapamadığı, özgürlüğünü kazandıkça da ortak ve eşit davranışıyla milliyetçi bir taasup (tutuculuk) içinde olmadığını göstermiştir.

Kürtler, kendi fırsatlarını en iyi şekilde değerlendirmeyi bildikleri ve bilebilecekleri kadar, bunun bölgemizde bencilce ikame edilemeyeceğini de bilirler. Bunun için de önemli adımlar atabileceğini, atmakta olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Bu gün Irak hükümetinin oluşumunda oynamakta olduğu rol bununu bir belirtisidir ve makalemin de temel konusudur.

IRAK HÜKÜMETİNİN KURULUŞUNA DOĞRU

Bölgemizin temel sorunları 20.yy sorunlarıdır. Bu sorunların kaynağında bölgemizin tüm dengelerini ve kimyasını bozan I. Dünya savaşı yer almaktadır. Emperyalizm çağı bölgemiz için bir hüsran çağıdır. Kıyım, yıkım ve parçalanma çağıdır; böl-yönet çağıdır.

Bu gün hala bu savaşın kapanmamış dosyalarını, yaraların kapatma mücadelesi içindeyiz.

Bu sorunlar, güvenlik, toprak ve su sorunu olarak sıralamak yanlış olmayacaktır. Her üç konuda da bitip tükenmez med ve cezirler yaşanmış, bölgemizin kuşakları art arda heder edilmiştir. Dış güçlerin bölgemize girişi de bu ortamın kesilmeden süren kaoslarına neden olmuştur.

Tel armandan bu güne uzanan sürecinde kimi durgun dönemleri olsa da bölgemiz, özellikle 20yy la birlikte yıkımların en büyüğüne uğramıştır.

Bu süreci, II. Dünya savaşı ve soğuk savaşın girdapları takip etmiştir. Bölgemizin ulusal özgürlük uyanışına karış amansız bir baskı ve sindirme çabası sürdürülmüştür. Bu amaçla ülkemiz ileri bir karakol haline dönüştürülmüştür. NATO’nun, Bağdat Paktının, CENTO’nun faaliyetleri, Lübnan iç savaşına (1958), Irak devrimine( 14 Temmuz 1958), Arap –İsrail savaşlarına taraf olmuş, bölge halklarına karşı dış güçlerin yanında yer almıştır. Haksız tarafın bir maşalığını yapmıştır.
Bu tarz politikalar, bölgemizde politikanın nasıl olmayacağına önemli bir göstergedir.

Bölge halkları bu politikaların kimin yararına olduğunu iyi bilirler. Bu tür politikalara karşı da kaygı ve tepki beslerler. Bu yüzden Cumhuriyet kuruldu kurulalı, bölgemizin siyasal arenasına sokulmamıştır. Ülkemiz hep kapı dışarı edilmiştir.

Oysa kim ve ne olursanız olun, siyasetiniz herkesin yararına olan bir projeye sahip değilse, bölge siyasi arenasında yerinizde olmayacaktır. Kendi aralarında kanlı bıçaklı olanlar bile, bölge için olumlu bir siyasal önerme sahibi olduklarında, hak ettikleri yeri kazanmakta zorlanmazlar. İşin sırrı da budur; herkesin kazanacağı bir siyasal yönelim içinde olmaktır.

Bu kısa anekdotlar, bölgemizde siyasetin temel dayanaklarını belirlemeye yeterlidir.
Bütün bu anlatımların geleceği yer, Irak ve Kürtlerini bölge politikalarında ortaya koydukları performansla ilgilidir.

Kürtler, 9 aydır hükümet kuramayan ve bölgede ciddi tedirginlik yaratan Iraklı siyaset etkinliklerinin önünü açan bir paketle adım attılar. Barzani Kürt siyasal güçleri adına bu önermeyi Irak’ın önünü açmak, dünyanın yakından kaygıyla izlediği, bölgenin tedirginlikle içinde olduğu bu süreci daha olumsuz sonuçlara yönelmeden aşacak bir paketle sona erdirme adımı atmıştır. Bölge ülkeleri ve müdahil dış güçlerin başaramadıkları sorun Kürtlerin önermeleriyle aşılabilecek bir düzleme girmiştir.

Önerilerini herkesin kazanacağı ve anlaşacağı çizide bir programla ortaya koyarak Erbil toplantısını yaptı (8 Kasım 2010). Üç başkanlığı tespit etti ve bunu diğer güçlerin, bölge ve bölge dışı müdahil güçlerin de kabul etmesini sağladı. Bundan sonrası bir ay içinde Irak hükümetinin şekillenmesi takip edeceği kararını, ortak bir karar olarak aldırdı. 9 aydır süren bir kör düğümü böylece düğüm düğüm çözmeye başladı.

Bu adım, Kürtlerin bölge politikasındaki ağırlıklarını, yeteneklerini ve ilk sınavdaki başarılarını gösterdi. Kürtler özgürleştikçe bölge halklarının yararına ve buradan insanlık barışı için katkı yapabilecek bir rol oynayabileceklerini de açıkça göstermiş oldular.

KISSADAN HİSSE

Bölgemizdeki bu gelişmeler ülkemizin alacağı derslerle doludur. Barış içinde birlikte yaşam özgürlük ve demokrasiye dalyalı olması gereken bir yaşamdır. Bunun sağlandığı yerde, kardeşlik, eşitlik ve adalet olur.

Ortak ülkemizde Kürtlerin özgürlük ihtiyaçları, dar milliyetçi bir ihtiyaç değildir. Tersine Kürtlerin özgürlüğü bölgemizde ve ülkemizde ihtiyaç duyulan, sorunların çözümüyle ilgili bir açılımdır. Ülkemiz bu zenginliğini yasakçı zihniyetle köreltirken, Irak örneğinde Kürtler, önemli tercümelere imza atmaktadır.

Irak’ta ortaya çıkan bu ilerlemeden, ülkemizin yararlanması kıssadan alacağımız hissedir.

Komşularla sıfır sorun adı altında başlatılan politikalar, öncelikle iç farklılıklarımızla sıfır sorun üzerinden yürütülmelidir. Başarının olanağı da buradan geçiyor.

Hiç yorum yok: